Paylaş
“Yüce Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” denilen ve Ulu Hakan olarak adlandırılan Padişah II. Abdülhamid, özgürlükçü bir devlet adamı olan Mithat Paşa’dan nefret ediyor, onu imparatorluğun kötü gidişinin baş sorumlusu olarak görüyordu.
Padişah, Mithat Paşa’yı önce ömür boyu hapse mahkûm ettirip, imparatorluğun uzak köşesi olan Taif’e sürdürdü. Sonra, Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa’ya şifreli bir telgrafla infaz emrini gönderdi. Paşa’nın zindandan kurtulup İstanbul’a dönmesinden korkuyordu. Yıl 1884.
* * *
II. Abdülhamid Han’ın gazabı Taif Çölü’nün derin sessizliğindeki kalede can alacaktı.
Bir zamanlar Osmanlı ülkesine hükmeden kudretli Mithat Paşa, hücresinde ölümü bekliyordu. Zindana giren subay ve erlerin heyecan içinde olduğunu gören Mithat Paşa:
“Evlatlar, hoş geldiniz!” dedi ve onların şaşkın bakışları arasında devam etti:
“Ne için geldiğinizi bilirim, beni eziyetsiz boğun ama beni boğmadan evvel size birkaç söz söylemek istiyorum. Beni dinleyiniz...”
Herkes donmuş kalmış gibiydi. Paşa konuştu:
“Hepiniz genç ve Müslümansınız ve benim kanımı akıtarak elinize kan bulaşmasını istemezdim. Biz İstanbul’dan buraya ömür boyu hapis cezası çekmek için gönderildik. Ama görürüm ki, amirleriniz bizi katletmek istiyor. Adı Kuran’ı Azim’üş-şan’da geçen Kutsal Taif’te nasıl adam boğarsınız ve nasıl haksız kan akıtmaya cesaret edersiniz?”
Yüzbaşı Çerkez İbrahim Ağa ve Mülazım Nuri Efendi:
“Biz askeriz, emir kuluyuz” dediler.
Mithat Paşa çaresiz ve yılgın bir teslimiyetle “Bugün benim içinse, yarın sizin içindir” diyerek Yasin-i Şerif’i okudu ve Kelime-i Şahadetini getirdi.
Üzerine çullandılar. Sabunla kayganlaştırılan ip, Paşa’nın boynuna geçirildi. Sıktılar, sıktılar... Gözleri yerinden fırladı, burnundan ve ağzından kan gelmeye başladı. Paşa, boşta kalan bir ayağı ile bir süre debelendikten sonra hareketsiz kaldı.
Bir süre önce koca imparatorluğa hükmeden özgürlükçü devlet adamını böyle yok ettiler.
* * *
II. Abdülhamid Han, önünde duran şifreli telgrafın satırlarına takılıp kalmış, öylece duruyordu. Vehimli Sultan, düşmanı saydığı Mithat Paşa’nın ortadan kalktığına bir türlü inanamıyordu. Sonunda, karşısında el pençe duran Küçük Sait Paşa’ya gürledi:
“Bana onun kellesini getirin!”
İstanbul’dan binlerce kilometre uzaktaki Taif Çölü’nde gömüldükten günler sonra Mithat Paşa’nın mezarı açıldı, çürümeye başlamış olan gövdesinden, testere ağızlı bağ bıçağı ile başı kesildi. İçinde bal dolu deri bir torbaya konuldu ve İstanbul’a yollandı.
* * *
Aradan 125 yıl geçti...
Neyse ki günümüzde kelle almak yok! Kelle yerine, bin bir çeşit baskıyla, akıl almaz vergi cezalarıyla, özgürlükçü insanlar susturulmak isteniyor! Amaç aynı, yöntem değişti!
* * *
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşe geçtiği sancılı, acılı ve iç karartıcı dönemde Araplar, İngilizlerle işbirliği yaparak Türkleri arkadan vuruyor. Kendisini ulusuna adayan özgürlükçü Mithat Paşa, Taif Kalesi’ndeki zindanda vahşice boğuluyor.
Mesleğimizin değerli isimlerinden Mehmet Komşu, yazdığı “TAİF’TE ÖLÜM - Bir İmparatorluğun Çöküşü” kitabında Mithat Paşa’nın trajedisini anlatıyor. Bir solukta okunacak eserlerden... (Bizim Kitaplar Yayınevi
0 212 528 35 51)
Paylaş