Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu

Yağmurlar neden barajlardaki su seviyesini zıplatamıyor

5 Kasım 2007
Göl, akarsu gibi açık su yüzeylerinden en fazla buharlaşma ne zaman olur? "Yaz ayları" mı dediniz? Daaaarttt! Yani, bilemediniz. Ama doğuştan meteoroloji uzmanı olanlar bunu böyle söyleyip duruyor. Öyle olsaydı bütün denizler ve göller yazın kururdu! Ramazan Bayramı’nda İstanbul’da şiddetli yağmurlar görüldü. Öyle ki yollar ve caddeler birer dereye ve nehirlere dönüştü. Bazı semtlerdeki zemin katlarında havuzlar oluştu. Hatta can kaybı bile oldu. Ama bütün bunların sonucunda İstanbul’a içme suyu sağlayan barajlardaki artış yüzde 1’de kaldı! Neden acaba?

Susuzluğun tek nedeni yağmur ya da kar yağmaması değildir. Bunları daha önce de burada yazdım. Benzer şekilde yağışlardan su elde edememenin de nedenleri susuzluğun nedenleriyle aynıdır. Neden bugünlerde caddelerde insanları, araçları sürükleyen yağmurlar barajların su seviyesini yeterince yükseltemiyor? Bunu oturup kara kara düşünmemiz lazım.

BUHARLAŞMA BU MEVSİMDE ARTAR

Bunun nedenlerinden biri, Sultanbeyli gibi devasa yerleşim alanlarının Ömerli gibi önemli su havzalarının içinde kurulmuş olmasıdır. Bu tür yerleşim yerlerine yağan yağmurlar bu şehirleri oluşturan binlerce bina, binaların çatıları, otoparklar, yollar ve yollardaki mazgallar tarafından toplanıp kanalizasyona, kanallar yardımıyla arıtma tesislerine, oradan da baraj gölleri yerine denizlere taşınıyor. Bu nedenle, tekrar söylemek gerekirse su havzalarını amaç dışı kullanmak susuzluğa davetiye çıkarmak, yani intihar etmek demektir.

Bu günlerde baraj su seviyelerindeki yeterince yükselmemenin nedenlerinden biri de artan buharlaşmadır. Baraj gölü gibi açık su yüzeylerinden buharlaşma (inanılanın aksine) sonbaharın son aylarında ve kışın başında daha fazladır. Çünkü göldeki su kütlesinin sıcaklığıyla hava sıcaklığı arasındaki fark en fazla bu aylarda oluşur.

"Meteorolojiye Giriş" dersinde olduğu gibi, önce meraklısına ya da sözde meteoroloji uzmanlarına buharlaşmanın ne olduğunu anlatmam gerekiyor. Normalde su yüzeylerinden su molekülleri her zaman, yani her sıcaklıkta havaya kaçar. Diğer bir deyişle her sıcaklıkta sular molekül kaybeder. Aynı şekilde her zaman havadan gelen su molekülleri su yüzeylerinde yoğuşarak toplanır. Eğer su yüzlerinden giden su molekülleri havadan su yüzeyine gelenlerden daha fazla olursa buna buharlaşma deriz. Bunun tersi ise yoğuşmadır (yoğunlaşma değil; burada faz değişiyor yoğunluk artışından bahsetmiyoruz!)

ÖLÇÜM YAPILMIYOR

Göl gibi açık su yüzeyleriyle hava arasındaki su molekülü alışverişinde en önemli ölçüt sadece hava ya da su sıcaklığı değildir. En önemli nokta, hava sıcaklığı ile su sıcaklığı arasındaki farktır. İşte sonbahar günlerinde, daha sıcak olan suların üzerindeki hava sıcaklığı hızla düştükçe hava ile su sıcaklığı arasındaki fark en yüksek değerlerine ulaşmaktadır. Buharlaşmada su molekülleri daha sıcaktan (yani, yüksek su buharı basıncından) daha düşük sıcaklığa (düşük su buharı basıncına) doğru taşınır. Yani bu günlerde büyük su gövdeleri daha sıcak ve hava daha soğuk olduğu için açık su yüzeylerinden buharlaşma oranı en yüksek miktarlarına çıkar.

İster inanın ister inanmayın, hal böyleyken ülkemizde genellikle bu aylarda buharlaşma ölçümü yapılmaz! Bazı yerlerde de şehir şebeke suyu ile buharlaşma leğenlerinde buharlaşma miktarı ölçülür, sonra da Van Gölü gibi suyu tuzlu ve sodalı olan göllerdeki buharlaşma, şehir suyundaki buharlaşmaya bakarak hesaplanır. Bir de unutmadan yazayım: Su buharı asla görünmez! Gördüğünüz yoğuşmadır...

Şüphesiz barajlardaki buharlaşmayı azaltmak mümkündür. Bunun için önce buharlaşmayı doğru anlamalı, doğru ölçüp doğru hesaplayabilmeliyiz. Bundan çok daha önce ise su havzalarımızı her bir çakıl taşına kadar korumalıyız. Benden söylemesi; yoksa daha çook yağmurlar yağar, biz bakarız...
Yazının Devamını Oku

Sayın Bakan’a rüzgár mektubu

29 Ekim 2007
Akhisar’a kurulan rüzgar elektrik santralı, yanlışlıkla kuzey ülkelerinde kullanılan türbinlerin tercih edilmesi nedeniyle geçenlerde devre dışı kaldı. Çünkü proje hazırlanırken meteoroloji uzmanlarına danışılmamış, Akdeniz iklim koşulları dikkate alınmamıştı. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Sayın Hilmi Güler’e açık mektup yazıp, dünyayı güldüren uygulamalar konusunda bilgi vermek farz oldu.

Sayın Bakanım, Türkiye rüzgár enerjisi potansiyelini belirlerken, rüzgár türbinleri satın alırken, işletirken meteoroloji mühendislerinden yeterince yararlanmıyor. Yanlış bir yolda ilerleyip, dünyayı bize güldüren yanlış uygulamalara imza atılıyor. Örneğin, Manisa’nın Akhisar İlçesi’ndeki 10.80 MW’lık rüzgár elektrik santralı belirli bir süre devre dışı kaldı. Nedeni rüzgár türbinlerinin çalışma sıcaklığı ile civar atmosfer sıcaklığının dikkate alınamamış olması! Bildiğiniz gibi, rüzgár türbini tasarlanırken belirli bir çalışma sıcaklık aralığı var. Danimarka, Finlandiya gibi ülkelerde rüzgár santrallarının makine dairesinde normal türbinler kullanılırken, ülkemizin bulunduğu enlemlerde farkli tip türbinler kullanılıyor. Bu olayda, Akhisar yöresinin sıcaklık değerleri dikkate alınmadığından, Sıcak İklim Rüzgár Türbinleri yerine 40 derece C’ın altında çalışabilen normal rüzgár türbinleri seçilmiş. Şimdi üretici firma rüzgár türbinlerine soğutma sistemi koyarak normal işletmeye geçilebilmiş ve ciddi bir üretim kaybı meydana gelmiş...

Ülkemizde yenilenebilir enerji kaynaklı yatırımların önünü açmak maksadıyla tarafınızca takdire değer önemli çalışmalar yapıldı. Örneğin, Mayıs, 2007’de çıkarılan Yenilebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun’a göre üretilen elektriğe 10 yıl alım garantisi getirildi. Bu kanunla birlikte adeta bir yatırım patlaması yaşandı. Projelerin işlenirliğinde hayali yatırımcıları uzaklaştırmada son günlerde teminat mektubu istenmesi yoluna gidildi... Fakat yapılan bu proje başvurularının, kimin hangi uzmanlıkla nasıl yaptığı belli olmayan ölçümlere veya sadece Türkiye Rüzgár Enerjisi Atlası’na (REPA) göre değerlendirilmesi, iznin buna göre verilmesi hiç doğru değil. Çünkü meteorolojik değişkenler arasında en büyük değişimi rüzgár gösterir, alansal modelleme bundan dolayı çok büyük hatalar içerebilir.

GENEL HARİTAYLAPROJE YAPILMAZ

Üstelik, REPA çalışması Danimarka Rüzgár Atlası’ndan yapılan bir uyarlama. Aşağı seviye rüzgárları, belirli ölçütler doğrultusunda yukarılara çekilerek hazırlanmış. Bu ve dünyadaki diğer rüzgár potansiyeli haritalama yöntemleri sadece genel bilgi vermeyi, planlayıcılara ışık tutmayı amaçlar. Eğer finans kuruluşlarının kabul edeceği dünya standartlarında bir proje hazırlanacaksa öncelikle alan tespiti yapılır, ardından kabul görmüş kalibrasyonlu aletlerle en az bir yıl farklı seviyelerde rüzgár ölçümleri kaydedilir. Başvuru sürecinde bu veriler kullanılır. Dünyanın hiç bir yerinde genel amaçlar için üretilen haritalarla uygulama projesi geliştirilmez.

Bildiğiniz gibi, sırf bu nedenle, Türkiye Rüzgár Enerjisi Potansiyeli Atlası’nda şu uyarı yapılmıştır: "Bu atlastaki haritalar ve diğer bilgiler rüzgár enerjisi uygulamaları için aday bölgelerin belirlenmesinde yardımcı olacak niteliktedir. Ancak, bu rapordaki veriler rüzgár enerjisi uygulaması yapılacak bölgenin belirlenmesinde tek başına yeterli sayılmamalı, uygulama yapılacak bölgelerde meteoroloji mühendislerince ayrıntılı ölçüm çalışmaları yapılarak, aday bölgelerin bu ölçüm çalışmalarının sonucunda çıkan bilgiler de dikkate alınarak belirlenmesi önerilmektedir..."

Türkiye’de böyle bir yanlışa kapı açılması, yani sadece harita değerleriyle proje geliştirilmesi, özellikle bu işe ciddi bir şekilde emek sarf ederek giren orta ve küçük ölçekli yatırımcıların da önünü kapayacaktır. Meteoroloji mühendislerince kurulup çalıştırılmayan rüzgár ölçüm sistemleri ve rüzgár atlaslarının rüzgár enerjisi proje başvurularında temel alınması Akhisar örneğinde olduğu gibi yanlış uygulamaların ortaya çıkmasına neden olacaktır. Bu nedenlerden dolayı, mühendislik ölçümleri ve hesaplamaları düşünülmeden yapılan bu yanlışlardan bir an önce vazgeçilmesi gerekiyor.

Sayın Bakanım, rüzgár potansiyeli belirlenirken, türbinler satın alınırken ve işletme sırasında muhakkak meteoroloji biliminden faydalanılmalı. Bunun için de bu tür işlerin yapılmasına yönelik yönetmelik, mevzuatta ilgili firmaların meteoroloji mühendisi çalıştırması zorunlu hale getirilmeli.

Benim gibi İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve REPA Rapor Hazırlama Danışmanı olan Doç. Dr. Ahmet Duran Şahin’le birlikte, gereği için bilginize saygı ile sunarız.
Yazının Devamını Oku

Nobel’i aldık, sıra Kyoto Protokolü’nde

22 Ekim 2007
Bu yılki Nobel Barış Ödülü, iklim değişimi mücadelesine, yani "bana" verildi! Varsın ödül parası olan 1.5 milyon dolardan 1 sent bile vermesinler. Kendi çapında yıllardır iklim değişimi ile ilgili mücadeleye yönelik eğitim kampanyalarına katılan, bu konuda yazan ve konuşan biri olarak bu ödülü almış kadar sevindim. Sıra Kyoto’yu uygulamamızda!..

Yeryüzünün kuzey enlemlerindeki ülkelerin çoğu sanayileşmiş ve zengin; güneydekilerin çoğu ise gelişmekte olan fakir ülkeler. Kuzeyin zengin ülkeleri ısınmak gibi temel ihtiyaçlarını temin etmek için değil; daha çok para kazanmak için sanayide uzun yıllardır çok büyük miktarda kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtları kullanmakta. Atmosferdeki sera gazlarının yaklaşık yüzde 80’inden kuzeydeki zengin ülkeler sorumlu.

Sera gazlarının çok azından sorumlu olan güneydeki fakir ülkeler ise hak etmedikleri halde küresel iklim değişiminden en çok etkilenen ve zarar görenler. Bu nedenle küresel iklim değişimi, kuzey ve güney ülkeleri arasında anlaşmazlıkların ve düşmanlıkların önemli bir nedeni haline geldi. Yine bu nedenle, Birleşmiş Milletler küresel iklim değişimi problemiyle ilgilenmek zorunda kaldı. Küresel iklim değişimi gibi dünya barışını tehdit eden evrensel bir problemin çözümü için çalışan Al Gore’a önce Oscar, sonra Nobel Barış Ödülü’nün verilmesi çok doğru ve güzel bir karar.

MUHALİFLERKYOTO’YU BİLMİYOR

Kyoto Protokolü’ne şüphe ile bakanlar, mutlaka bu ödüllere de şüpheyle bakacak. Farklı olmak, farklı bir şeyler söyleyerek dikkatleri çekmek için çıkıntılık yapacak olanlar "Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü imzalamak gibi bir lüksü yok" gibi bir şeyler mırıldanıp duruyor. Bu tür şeyleri mırıldananlar Kyoto Protokolü’nü sadece emisyon azaltmak olarak görüyor. Diğer bir deyişle Kyoto Protokolü’nün ne olduğunu tam olarak bilmiyor.

Aslında Kyoto Protokolü; enerji verimliliğinin artırılması, yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesi, sürdürülebilir tarımın desteklenmesi, metan emisyonlarının geri kazanılması, sera gazı yutaklarının korunması ve yaygınlaştırılması ile birlikte emisyonların azaltılması gibi bir politikalar ve önlemler paketi. Kyoto’ya hayır diyenler bütün bu önlemleri reddedip tersini mi öneriyor?

PEKİ, SİZ NE ÖNERİYORSUNUZ?

Yani "Kyoto’ya Hayır!" diyen şaşkınlar; rüzgár ve güneş enerjisini boşver, dışa bağımlı doğal gaz ve kirli kömür santralları bize yeter de artar mı demek istiyor? Sürdürülebilir tarım yerine, en verimli arazilerimizi çimento fabrikası yapılmak üzere Avrupalılara mı satalım? Ekolojik tarımı boş ver; basalım kimyasal gübreyi, suyu topraklarımız çoraklaşıp tuzlansın, ne önemi var mı demek istiyorlar? Bırak çöplükler metan gazı salıp mis gibi etraf koksun ve arada bir de patlasınlar ki ülkemizde nüfus artışı engellensin, diye mi düşünüyorlar? Metan gazından elektrik enerjisi üretmek ayıptır mı demek isteniyor? Ormanlar ve yeşil toprak örtüsü atmosferdeki karbondioksit gibi sera gazlarını yutuyormuş da ne oluyormuş? Ormanlara villa ve su havzalarına fabrika kondurup para kazanmak varken yutak mutak da nedir ki? Bir de fabrika bacalarından, araçların egzozlarından çıkan mis gibi duman ve zehirli gazlardan ciğerlerimiz mahrumu mu kalsın yani!..

Görüldüğü gibi Kyoto Protokolü, küresel iklim değişiminin kötü etkilerinden korunmak ve sağlıklı bir çevrede yaşayabilmek için kendiliğimizden yapmamız gerekenlerden bahsediyor. Şu an çıkarlarımıza kısa vadeli maliyetler açısından bakarken, küresel iklim değişiminin olası etkilerini belirlemeyip uyum çalışmaları yapmazsak ilerisi için daha büyük sosyo-ekonomik risklere gireriz. Diğer bir deyişle, Türkiye şu an bu konudaki hedef ve stratejisini belirleyip, emisyon hedefi göz önüne alıp doğru dürüst politikalar belirlemezse bunun maliyeti ileride daha büyük olacak. Bu nedenle, Türkiye’nin Kyoto’yu göz ardı etmek gibi bir lüksü yoktur!..
Yazının Devamını Oku

Doğayı korumak insanı korumaktır

15 Ekim 2007
Kurak geçen bir yazdan sonra gözümüz gökyüzünde yağmur bekliyoruz. Koyu renkli bulutlar üstümüzden geçiyor, yeterince yağmur bırakmıyor. Nedenini merak ediyorsanız işte size açıklaması. Ama bir de önerim var. Son günlerde "Neden yağmur yağmıyor" takıntısı, endişesi giderek artıyor. Özellikle İstanbul üzerinden gelip geçen bulutların neden yağış bırakmadığını ben de merak ediyorum. Bunun için her gün Yeni Zelanda’daki Viktorya Üniversitesi’nin Türkiye için özel olarak hazırladığı 28 adet hava tahmin haritasına bakıyorum.

Siz de "http://metvuw.com/ forecast/ forecast.php?type=rain®ion= turkey&noofdays=7" web sayfasına girip 6 saat aralıklarla Türkiye için verilen 7 günlük hava tahmin haritalarına bakabilirsiniz. Bu haritalardan yağışın bazen Balkanlara kadar gelip tükendiğini veya bizi sıyırıp kuzeye gittiğini net bir şekilde görebilirsiniz. Diğer bir deyişle, henüz alçak basınç merkezleri ve ona bağlı olan sıcak ve soğuk cephe yeterince güneye inemiyor. Jet akımlarının güneye yönelerek kutupsal cephe sistemlerini ve dolayısıyla yağışı üzerimize taşımasını beklememiz gerekiyor. Bu arada doğayı korumak için daha büyük gayret göstermeliyiz.

DOĞAYI TANIYIN

Örneğin, doğayı korumak için sadece "Ey vatandaş doğayı koru, çiçekleri sev, çöp atma" demek yetmiyor. Çünkü bilgi olmadan fikir ve eylem de olmuyor. Önce doğayı tanımalıyız ki onu tanıdıkça doğayı sevelim, sevdikçe de onu korumak isteyelim. Doğayı tanıyabilmek için de yeterince okumak, incelemek ve onu izlemek gerekiyor...

Ayrıca öncelikle gençlere şunları tavsiye edebilirim;

Elindeki hiçbir şeyi israf etme. Doğada israf yoktur. İsraf ettikçe fakirleşiriz.

Su, dünyadaki en değerli şeylerden biri. Onu asla israf etme, çok dikkatli kullan. Unutma, pek çok insan temiz içme suyu bulamıyor.

K ğıdın hammaddesi olan selüloz daha çok ağaçtan elde edilir. Boşuna k ğıt ziyan etme, atık k ğıtları k ğıt toplama kumbaralarına at.

Çöpleri çevreye değil çöp kutularına at. Çevreye atanları korkmadan uyar.

Asla sapan kullanma. Canlıları öldürme. Kuş yuvalarını elleme, yumurtlarını alma.

Yabani hayvanları evinde beslemeye heveslenme. Balıklar denizlerde, kuşlar kırlarda-ormanlarda, sürüngenler kendi ortamlarında yaşamaya alışıktır. Evler yabani hayvanlar için birer hapishanedir ve çok kısa zamanda hastalanırlar ya da ölürler.

SÜS İÇİN HAYVAN ÖLDÜRMEYİN

Yabani hayvanlardan yapılan hediyelik eşyaları, süs eşyalarını, deniz kabuklarını satın alma.

Ağaç dallarını anlamsız yere koparma. O dal 10 cm uzamak için ne kadar zaman ve enerji harcadı, biliyor musun?

Ağaçlara harf, isim ve şekil kazıma. Onların kabuğu da tıpkı senin derin gibidir, yaralanıp ölebilir.

Bir yılda, kişi başına ortalama 7 ağaç harcıyoruz. Sen de dikebildiğin kadar çok ağaç dik, onların bakımını yap. Sen büyürken onlar da büyüsün.

Kırda, tarlada, ormanda sakın ateş yakma; ya söndüremezsen? Her yıl en az 200 futbol sahası kadar ormanımızı, böyle söndürülemeyen ateşlerden çıkan yangınlarla kaybediyoruz. Tabii içinde yaşayan tüm canlıları da.

Piknik güzeldir ama eve dönerken arkanda asla kirlilik bırakma, doğaya zarar verme. Başkaları da o yerlerde keyifle zaman geçirsin, tıpkı senin gibi.

Sonuç olarak unutmayın! Doğa biz insanlar olmadan da yaşar, ama biz doğa olmadan alsa yaşayamayız. Bu nedenle, doğayı korumak insanı da korumaktır.
Yazının Devamını Oku

Bu kış hava nasıl olacak?

8 Ekim 2007
Uzun vadeli hava ve iklim tahminleri başta turizm, tarım, tekstil, kışla mücadele, enerji üretimi gibi birçok sektöre önemli fayda sağlar. Tabii bunları kullanmasını bilene. Ülkemizde maalesef hálá doğru dürüst tahmin yapılmıyor. Veriler gerektiğince kullanılmadığı için şehirleri seller götürüyor, su kesintileri yaşanıyor. Önümüzdeki altı ayın tahminlerini yazıyorum. Belki bu kez dikkate alınır!

Türkiye’de hálá günlük hava tahminleri bile "tahmin" tanımına uymamakta. Diğer bir deyişle, halkımız ve kurumlarımız "kaynak, yer, zaman, miktar ve ihtimal" olarak bu bilgiyi talep etmemekte, Devlet Meteoroloji İşleri yıllardır "etkili/etkisiz yağış" gibi literatürde yeri olmayan ve tahmin tanımına uymayan muğlák ifadelerle güya tahminler vermekte. Ancak bir marifetmiş gibi sadece sel gibi bir afetin sonrasında, metrekareye düşen yağış miktarını söyler. Sonra da kendilerinin çok "başarılı" olduklarını iddia ederler!..

UYARMADI DEMEYİN

2007 yılının çok sıcak, 2006-2007 kışının kurak geçeceğini daha önceki yazılarımda söylemiştim. (Mike gibi ecnebi bir isme sahip olmadığım için dikkate alınmadım!) Ayrıca, yerel yönetimlerin suyu doğru dürüst yönetebilmesi için su yılının başından itibaren kuraklığı mutlaka izleyip Kuraklıkla Mücadele Planları’na göre gereken önlemleri zamanında almalarının önemini en az kırk kere yazdım. Buna rağmen birçok yetkilimiz kamuoyunun önüne çıkıp böyle bir kuraklık yaşanacağına dair kimsenin kendilerini uyarmadığını söyledi! Haydi beni dikkate almıyorlar, çok "başarılı" meteorolojimiz de mi onları uyarmadı! Muhtemelen tahminleri kullanmayı da bilmiyorlar, ama ben yine önümüzdeki kış ile ilgili şu an elde olan 16 aylık tahminleri yazıp, önümüzdeki her ayın başında güncelleyeceğim.

2006-2007 Kışı’nda dünya El Nino’dan etkilenmiş ve Kuzey Yarımküre’de Japonya’dan Kanada’ya kadar her ülkede, her dinden halkın yağmur duasına çıkmasına şahit olmuştuk. Şu anda El Nino yerini La Nina’ya bırakıyor. Genel olarak La Nina yıllarında Avustralya, Yeni Gine, Endonezya, Yeni Zelanda, Hindistan, Tayland, Güney Afrika, Sahil ve Orta Amerika’da yağışların arttığı gözlenir. Fakat Avrupa’nın bazı kısımları, ABD, Orta Asya ve Güney Amerika’nın bazı kısımlarında yağışlar azalır.

El Nino ile La Nina arasındaki geçiş döneminde ise dünyada genellikle yağışlar normal seyrinde devam eder. Maalesef normal yağışlar şu andaki şiddetli kuraklığın etkilerini ortadan kaldıramaz. Su kaynakları ile birlikte doğanın kendine gelebilmesi için birkaç yıl süren iyi miktarda yağışa ihtiyaç olduğu unutulmamalı. Yani birey olarak su tasarrufuna devam, yerel yönetimler olarak su bütçesi yapıp Kuraklıkla Mücadele Planı’ndaki senaryolarına uyarak suyu yönetmeli ve altyapı kaçaklarını önlemeli, çiftçi olarak mikro sulama yöntemlerine geçip doğru zamanda ve miktarlarda sulama yapmalıyız...

KAR YERİNE YAĞMUR

Sonuç olarak, IRI merkezinin iklim tahminlerine göre Ekim 2007 ile Mart 2008 arasında ülkemizdeki yağışların mevsim normalleri civarında olması bekleniyor. Hava sıcaklıklarına gelince... Ekim 2007 - Mart 2008 arasındaki 180 günün yarısı mevsim normallerinden daha sıcak geçecek. Üçte birinin mevsim normalleri civarında, dörde birinin mevsim normallerinin altında geçmesi bekleniyor. Bu arada yağış miktarının normal seviyede bulunmasına rağmen, yağışın daha çok yağmur olacağına dikkat edilmeli!..

Kars’tan fotoğraflar/images/100/0x0/55ea83f7f018fbb8f88507f7/images/100/0x0/55ea83f7f018fbb8f88507f9

24 Eylül’de serhat şehrimiz Kars’taki çağdaş üniversitelerimizden Kafkas Üniversitesi’ne davetliydim. Yeni öğretim yılının açılış töreninde ilk ders olarak "Küresel İklim Değişimi ve Türkiye" konulu bir konuşma yapma onurunu yaşadım. Bu arada Kars’ta ülkemizdeki en iyi korunmuş kalesini, Türkiye’nin ilk planlı şehrini, tarihi İpek Yolu üzerinde kurulmuş Anadolu’daki ilk ticaret kenti olan Anı Kale ve Ören Yeri’ni ve Anadolu’daki ilk Türk camisini de gördüm! Kars şehir merkezinde, hiçbir şehrimizde rastlamadığım kadar çok sanat eserlerine rastladım. Bunların fotoğraflarını sizin için çektim.

Yazının Devamını Oku

Dışişleri, Bayındırlık ve İskán bakanlarımıza açık deprem mektubu

1 Ekim 2007
Sayın Bakanlarım, bildiğiniz gibi, yıllardır Türkiye Cumhuriyeti’nin ana hedefi, dolayısıyla politikalarımızın temeli, "çağdaş uygarlık" olarak adlandırılan "muasır medeniyet seviyesi"ne ulaşmak. Son yıllardaki, AB álemiyle bütünleşme çalışmaları muasır medeniyet seviyesinin coğrafik Batı olarak yorumlanmasına yol açmış olmalı! Herhalde sırf bu yanlış algılama yüzünden yıllardır ülkemiz Asya Afetleri Azaltma Merkezi (ADRC) gibi önemli bir kuruluşa üye olamıyor.

Sayın Bakanlarım, takdir edersiniz ki yüzümüzü Batı’ya dönmek ile başka bir coğrafyaya taşınmış değiliz. Türkiye’nin, "üç kıtanın ortasında" olması bizim için hem imkán hem de risk yaratmakta. Bu risklerin en önemlilerinden biri de deprem. Deprem ve afet yönetimi konusunda Türkiye’nin Avrupa’dan öğrenebileceği fazla bir şey yok. Muasır medeniyet seviyesine ulaşmak söylemi, bir coğrafyaya değil, bir ilkeler bütününe gönderme yaptığına göre, Afet Yönetimi konusunda yüzümüzü Doğu’ya çevirmekten kaçınmamalıyız.

YÜZÜMÜZ BATI’YA SIRTIMIZ ASYA’YA

Ülkemizde ve dünyada yaşanan deprem gibi afetler çok acı, pahalı dersler içermekte. Bu tür yıkımlara neden olan olaylardan deneme-yanılma yöntemiyle öğrenmek, yol almaya çalışmak hiçbir şekilde akılcı bir yol ve yöntem değil. Dünyada yaşanan acı deneylerden ve tecrübelerden de yararlanmak zorundayız. Bu nedenle, İstanbul’da yıkıcı bir deprem beklerken olası büyük can ve mal kayıplarını azaltmak için Japonya’nın engin deneyimlerden yararlanmak üzere özellikle son 5 yıldır Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı’nın (JICA) düzenlediği programlarla birçok uzman, bürokrat ve idarecimiz Japonya’da ADRC’yi ziyaret etti. Ama bu konuda bilgi paylaşmak, insan kaynaklarını geliştirmek ve toplumun afetlerle baş etme kapasitesini artırmayı amaçlayan bu kurumla kurumsal ilişki kurma konusunda henüz hiçbir adım atılamadı.

Afet Yönetimi konusunda Japonya’ya yapılan ziyaretlerin birinde "Neden Türkiye’nin ADRC’ye üye olmadığı" sorulunca bir yetkilimizin "Avrupa ülkesi olarak yüzümüzü Batı’ya döndük, Asya ülkelerinin üye olduğu bir kuruluşa üye olmayız" şeklindeki açıklaması, herhalde yukarıda belirtildiği gibi yanlış bir algılamanın eseri olarak söylenmiş sözlerdi. Hálbuki 1998 yılında 25 Asya ülkesinin üyeliği ile kurulan bu merkeze Avustralya, Fransa, Yeni Zelanda, İsviçre ve Amerika Birleşik Devletleri katılmış.

BÜTÜNLEŞİK AFET YÖNETİMİNE GEÇMELİYİZ

Hz. Peygamber’imizin de emrettiği gibi bilim nerede ise oraya gidip ve onu oradan almalıyız. Diğer bir deyişle, takdir edersiniz ki önemli olan coğrafya değil, çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma ülküsüdür. Şu ana kadar, ülkemizin ADRC’ye üye olmaması ben dahil olmak üzere afet yönetimi konusunda çalışan birçok uzmanımızın bu merkezdeki uluslararası çalışmalara aktif olarak katılmasını engellemiştir.

Sayın Başbakanımızın direktifleri Afet Yönetimi ile ilgili kurum ve kuruluşlarımızın yeniden yapılandırılması için Bayındırlık ve İskán Bakanlığı bünyesinde başlatılan çalışmalarda da Afet Yönetimi konusunda evrensel bilimin ulaştığı seviyenin ve dünyadaki gidişatın dikkate alınması hayati önem taşımakta. Ancak küresel ve bilimsel bir bakış açısı kazanarak ülkemizi afetlerdeki "yıkım ve yara sarma sarmalı"ndan çıkarabiliriz.

Sayın Bakanlarım, ADRC’ye üye olmamız bilim insanlarımızın önünü açacak, ülkemizi ilkel kriz yönetiminden kurtarıp daha çok risk yönetimine ağırlık veren bütünleşik afet yönetimi sistemine geçmemize yardımcı olacak. 10 yıldır ihmal edilen üyelik konusunda gereğini bilgilerinize saygı ile sunarım.
Yazının Devamını Oku

Kobe’deki dostlarımız

17 Eylül 2007
Türkiye’nin, neden tüm dünyada Japonya’ya karşı en çok sempati besleyen ülke olduğunu bilen var mı? Bu soruyu her gidişimde Japonlara sorarım. Onlar da "Neden biz Türkleri bu kadar çok seviyoruz" sorusuyla cevap verir. 1999 Marmara Depremleri’nde ülkemizde arama kurtarma çalışmalarına katılan Japonlar, Türkiye’yi ve Türkleri unutmamış... 9-0’lık maçı da hatırlıyorlar. Kobe Türkiye Dostluk Derneği’nin davetinde bu dostluğun /images/100/0x0/55ea59c1f018fbb8f87a3f2bnedenlerini araştırdım.

17 Ocak 1995’de depremle yerle bir olan, yanan Kobe bugün afetlere hazırlıkta dünyaya örnek bir şehir. Afet yönetimi konusunda Japonya’ya giden herkes mutlaka Kobe’ye uğrar. Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansının (JICA) katkıları ile İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin, İtfaiye, Şehir Planlama, AKOM gibi birimlerinden 10 teknik elemanla üç hafta önce Kobe’yi ziyaret ettik. Ziyaretimizden bir şekilde haberdar olan Kobe-Türkiye Dostluk Derneği (ToruKobe/TürKobe) yetkilileri her Türk ekibine yaptıkları gibi bizi de misafir etti. Japonya’da Anadolu insanının sıcak dostluğuna benzer bir ilgi ile karşılaşmak inanılmazdı...

ÖNCÜLERİ KURTARMA EKİBİ

TürKobe Derneği kendini Japonlara tanıtmak amacıyla bir broşür hazırlamış. Broşürde kullandıkları sevecen dil, dostça yaklaşım etkileyici: "Kobe’de 20 kadar Türk yaşıyor. Sannomiya çevresinde de toplam beş Türk restoranı var. Yeryüzünün üç büyük mutfağından biri olan Türk mutfağını buralarda tadabilirsiniz. Tüm restoranların sahipleri Türk. Hepsi güler yüzlü, hoşsohbet; ayrıca çok da güzel Japonca konuşuyorlar. Onlarla sohbet etmek, küçük çapta dahi olsa uluslararası ve kültürlerarası iletişimin tadını damağınızda bırakıyor. Sadece çok keyifli bir deneyim olmakla kalmıyor; aynı zamanda kendinizi uluslararası çapta bir insan olarak görmenizi sağlıyor. Bizler, hálihazırda kendileriyle birlikte her sene Kobe Festivali’ne katılarak dükkán açmak suretiyle uluslararası iletişimi güçlendiriyoruz. Ayrıca, Türkiye’de deprem felaketine uğramış bölgeler için yardım faaliyetleri olarak Kobe Uluslararası Festivali ve Uluslararası Kitano Festivali gibi etkinliklere de aktif bir biçimde katılarak, felaket bölgelerindeki kadınların ürettikleri elişi ürünlerinin satışı ve Türkiye’nin tanıtımı gibi faaliyetlerde bulunmaktayız.

Türkiye ile bağlarımızı oluşturan, 17 Ağustos 1999’daki deprem felaketi oldu. Geçmişte benzer bir deprem felaketine uğramış bir şehrin fertleri olarak bizler, 17 Ağustos Depremi’nin ardından Türkiye ile sıkı bağlar tesis ettik ve destek faaliyetlerimizi sürdürdük. Bu yıl 7. senemizi dolduruyoruz. Şu anda faaliyet göstermekte olan üyeler 10 kişi kadar olup, bunların içinde başı çekenler zamanında Kobe’den JICA’nın Uluslararası Acil Yardım Ekibi olarak Türkiye’ye gönderilen 5 vilayet görevlisi."

ÇOCUKLARIMIZ ÇOK GOL ATMIŞ

Dernek yetkilileri broşürde bugüne kadar gerçekleştirdikleri etkinlikleri de sıralamış. Saydıkları arasında 2005 Kobe Depremi’nin 10. Yılı Etkinlikleri vesilesi ile Kobe ve Türkiye’deki deprem bölgelerinden gelen çocukların arasında bir futbol maçı düzenlenmesi de var. Bu maçta bizim çocuklar Kobeli çocukları 9-0 yenmiş. TürKobe Derneği Başkanı Yasushi İwasaki her fırsatta bu skordan da bahsediyor. Anlaşılan bizim çocuklar biraz fazla gol atarak ayıp etmişler! Ayrıca Kobe’ye giden İlhan Mansız da hayal kırıklığı yaşatmış.

Önümüzdeki günlerde Türkiye turları ve benzeri etkinlikler düzenleyerek yeni şeyler keşfedip, yeni insanlarla tanışmak istiyorlar. Umarım kendilerine ülkemizi ve kültürümüzü doğru bir şekilde tanıtırız. Ayrıca Başkan İwasaki, bizlere "Türkiye’ye gelince hepinizin evinde birer akşam kalacağım" diyerek ilk talimatını verdi. Burada yağ ve unla tanışıp kilo alacaklar ama olsun. Gözümüz ve başımız üzerinde yerleri var...
Yazının Devamını Oku

Adam gibi su bütçesi, plan ve tasarrufu birlikte yapmalıyız!

27 Ağustos 2007
"Son 100 yılın en kötü kuraklığı ile karşı karşıyayız. Bundan sonra 3’ncü derece su kısıtlamaları geçerli olacaktır. 3’ncü derece kısıtlama şartları şunlardır..." Bu satırlara internette gezinirken rastladım. Avustralya’nın Sydney kentindeki sular idaresinin web sayfalarında Türkçe yer alıyordu. Amerika’nın bazı eyaletlerinde de benzer uygulamalar başlatılmış. Ardından, Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin (ASKİ) internet sayfalarına bakayım, dedim...

Sydney Su İdaresi, web sayfalarında alınan önlemleri şöyle sıralıyor:

Bundan sonra çimen ve bahçelerin hortum yardımıyla elle ve damla usulü sulanmasına sadece çarşamba ve pazar günleri sabah 10.00’dan önce ve akşam 16.00’dan sonra izin verilmektedir.

Diğer sulama sistemleri ya da yağmurlama başlıkları hiçbir zaman kullanılamaz.

10,000 litreden büyük olan yeni ve tamir edilmiş havuzların doldurulabilmesi için Sydney Water’dan izin almak gerekir.

Araçlar d hil, sert yüzeyler hiçbir zaman hortumla yıkanamaz.

Havuzları veya kapları doldurmanın dışında, hortum veya musluklar, başında kimse olmadan açık bırakılamaz.

Yangın hortumları sadece yangın söndürme amacıyla kullanılır, temizlik için değil.

Ceza uygulaması vardır.

NSW Hükümeti’nin su sağlanması güvence altına almak için bir planı bulunmaktadır. Bu amaçla şunları yapıyoruz:

Barajlarımızda, daha derinlerde olan suya ulaşmak için ilave pompalar.

Shoalhaven Irmağı’ndan Sydney’e su getirmek amacıyla yeni boru hattı.

Eğer kuraklık devam ederse, deniz suyunu içme suyuna dönüştürmek amacıyla tuzdan arındırma tesisi kuracağız.

Daha fazla bilgi edinmek ve kısıtlama muafiyetleri için web sitemize bakınız"

Yukarıdaki "ceza uygulaması"nı okuyunca merak etmiş olmalısınız. Cezalar caydırıcı boyutlara yükseltilmiş. Örneğin, yeni düzenleme sonrasında su çalmanın cezası 2,200 dolar.

HAVUZLARA SU YASAĞI

Şu anda, Sydney’dekine benzer uygulamalar ABD’nin Kuzey Carolina Eyaleti’ndeki bazı şehirlerinde de yürürlükte. Zorunlu kısıntı nedeniyle su kullanımına yeni kurallar getirilmiş. Örneğin:

Restoranlarda müşteri istemeden su servisi yapmak yasak.

Çimen, çayır, bahçe, ağaç, çalı veya çiçek sulamak yasak.

Yüzme havuzlarına su doldurmak veya su ilave etmek yasak.

Otomobil, kamyon, otobüs, bot veya uçak yıkamak yasak.

Ayda 37.8 metreküpten fazla su kullanımı için zamlı tarife uygulanıyor.

Başıboş yağmurlama sistemi ile sulama haftada iki günle sınırlandırılmış. Kapı numarası tek olan evler salı ve cumartesi; çift olanlar veya numarasızlar perşembe ve pazar günleri sulama yapabiliyor.

Başıboş sulama yapmak yasak. Bununla birlikte hortumun elde tutulması şartıyla veya su taşıma kaplarıyla, bitki köküne küçük miktarda su veren damla sistemiyle sulama her zaman serbest.

Özel otomobil yıkamak sadece tasarruf sağlayan gereç takılmış hortumla serbest.

Basınçlı suyla otomobil yıkayan iş yerleri hafta içinde sabah 09.00 akşam 17.00 arasında açık.

Bu kuralları ilk ihlalde uyarı veriliyor. İkinci ihlalde 100, üçüncü ihlalde 500 dolar ceza uygulanıyor. Dördüncüsünde su kesiliyor, ayrıca 500 dolar ceza yazılıyor.

ASKİ İŞİN BAŞINDA

Ankara Su ve Kanalizasyon İdaresi’nin web sitesine de (www.aski.gov.tr) girerek yukarıdakine benzer kuralları aradım. Geçici su kesintileri, altyapının zarar görmesi, su kıtlığı ve hastalıklar gibi sebeplerden dolayı bir çözüm değildir. Artık bunun farkında olan ASKİ’nin web sayfasında suyun evde tasarrufuna yönelik ayrıntılı bilgiler ve güzel hazırlanmış bir video var. Ama bu kuralların kaçıncı derecedeki kuraklık veya hangi aşamadaki su kısıtlaması için geçerli olduğu belli değil. Yani ülkemizde yerel yönetimler "Kuraklıkla Mücadele Planı" d hilinde değişik seviye ve büyüklüklerde karşılaşabilecekleri kuraklık risklerini dikkate alarak önlem, kural ve yaptırımlarını belirleyip uygulamıyor.

Artık "su bitti böyle oldu" dememek için kriz yönetimi yerine risk yönetimi uygulamalıyız. Yani, kuraklığın etkileri en fazla, suya talebin en yüksek olduğu zamanlar hissedilir, ama o zaman da herhangi bir önlem almak için çok geç olduğunu anlamalıyız. Bu nedenle, yerel yönetimler bugünden itibaren kademe kademe tüm su kullanım kurallarını ve yaptırımlarını içeren Su Bütçesi ve Kuraklıkla Mücadele Planı hazırlayıp uygulamalı...
Yazının Devamını Oku