7 Ocak 2008
Yüksek basıncın etkisinde olduğumuz kış günlerinde çiy ve kırağıyı dikkate almayanlar trafik kazasına uğrayabiliyor. Önce bir düzeltme yapalım: Çiy ve kırağı havadan yağmaz, yere düşmez. Kırağı donmuş çiy değildir. Bir daha "kırağı yağdı" ve "çiy düştü" demeyin!
Sabah havadaki su buharının yerde yoğuşarak oluşturduğu su damlacıklarına çiy denir. Yerdeki nem miktarı, çiy oluşumu için önemli. Uzun bir süre kuru kalan yerlerde ise çiy olma ihtimali düşük. Yağıştan sonra yerin ve bitki örtüsünün kuruması bir kaç gün sürer. Bu durumda dikkat! Eğer yağışlı bir günden sonra geceleyin hava açık ve sakin ise sabahleyin çiy oluşabilir.
ÇİY KÖPRÜYÜ SEVER
Çiy oluşması için, beton, asfalt, metal ve bitki yüzeyleri idealdir. Bitkiler, buharlaşma ve terlemesi nedeniyle nemli yüzeylere sahiptir. Bu nedenle bitki yüzeylerinde daha önce ve daha fazla çiy oluşur. Köprü, viyadük ve otomobil gibi yüzeyler ise çok hızlı bir şekilde soğur. Bu nedenle beton ve metal yüzeyler çiy oluşabilen en uygun yüzeylerdendir. Yüksek basınç merkezinin hákim olduğu bulutsuz geceler, sakin veya hafif rüzgár, nemli yer yüzeyi ve geceleyin yüksek çiy noktası sıcaklığı çiy oluşumu için çok uygundur. Eğer çiy oluştuktan sonra cisimlerin sıcaklığı düşmeye devam ederse, çiy donarak "beyaz çiy" olarak adlandırılan buz topaklarına dönüşür.
Çiy, otomobillerin üzerinde su tabakası oluşturabilir. Bu, sadece dışarıyı görebilmek için camları temizlenmesi gibi bir sıkıntı oluşturur. Bazen de çiy nedeniyle yollar ıslak bir zemin halini alır. Yolları kurutmak mümkün olmadığına göre, "çiy tehlikesinin" bilincinde olmayan sürücülerin yoldaki hızlarıyla girdikleri köprülerde aracı kontrol etmesi zorlaşır.
Havanın "çiy noktası sıcaklığı", sıfır derecenin altına düştüğünde "kırağı noktası sıcaklığı" olarak adlandırılır. Kırağı, havadaki su buharının direkt olarak sıvı hale geçmeden buza dönüşüp çok soğuk yüzeylerde birikmesiyle oluşur. Birikmeyle olan kırağı ayrıca beyaz kırağı olarak bilinir. Birikmeyle olan kırağı bitki örtüsünü, otomobil gibi yüzeyleri kaplar. Bu kırağı yeterli kalınlıktaysa, sanki etrafa hafif kar yağışmış gibi manzara oluşur. Havadaki su buharı soğuk yüzeylerde birikerek beyaz buz kristallerine dönüşür. Bu buz (gizli buzlanma gibi) genellikle renksiz ve şeffaftır. Kırağının beyaz rengi ise bazen buz kristallerinin içinde sıkışan havadan kaynaklanır.
HAVA İLE ZEMİN SICAKLIĞI FARKLI OLABİLİR
Eğer kırağı araçları bir sır gibi kaplarsa, sabahleyin bizi geciktirir: Eğer sıcaklık sıfır dereceye yakınsa, araçların camlarındaki kırağı şeklinde oluşmuş buzlar kolayca temizlenebilir ve araçların çamları çabuk ısıtılabilir. Sıcaklık -5 Co veya altına düşerse buzu yok etmek zorlaşır. Düşük sıcaklıklarda buz daha iyi yapışır. Böylece kırağı nedeni ile aracı trafiğe hazırlamak zaman alır ve yollar buzlu bir zemin halini alınca sürücülerin aracı kontrol etmesi de zorlaşır. Bu durumda da yollarda, özellikle köprü ve viyadüklerde araç hızı sürücüler tarafından dikkatlice ayarlanmalıdır. Sırf bu ve benzeri nedenlerle, İstanbul Büyük Şehir Belediyesi köprü ve viyadüklerin girişlerine "Gizli Buzlanma. Köprü ve Viyadükler Yoldan Önce Donar!" şeklinde uyarı levhaları koymuştur.
Meteorolojide hava sıcaklığı yaklaşık olarak yerden 1,5 - 2 metre yükseklikte ölçülür. Bu nedenle yer yüzeyindeki cisimlerin sıcaklığı ile hava sıcaklığı çoğu zaman farklıdır. Bazen hava sıcaklığı sıfır derece olunca yer yüzeyi sıcaklığı donma noktasının üzerinde olabilir. Bazen de yer yüzeyi sıfır derecenin altında bir sıcaklığa sahipken hava daha sıcak olabilir. Yani, hava sıcaklığına hiç aldanmamak gerekir! Özetle, çiy ve kırağı oluşumunu tahmin edebilmek için meteoroloji mühendislerinin kapsamlı bir hava analizi yapması gerekir...
Baharların ve kış mevsimlerinin sakin ve açık günlerinde kırağı tarımı da olumsuz etkiler. Siz bu mevsimlerde görülen dolunayın, "Kırağılı ay" olduğunu unutmayın. Soğuyan hava, yamaçlardan aşağı akarak vadi ve çukur bölgelerde toplanır. Buralardaki bahçe ve tarlalarla birlikte yollar da kırağıdan büyük ölçüde etkilenir. Ağaçların alt dallarındaki meyveleri ve çukurlardaki yolları kırağı çalması bu nedenle daha fazla görülür.
Özetle hava sıcaklıklarının 5 Co civarında seyrettiği zamanlarda yol, köprü, viyadük gibi yüzeylerin sıcaklığı çiy veya kırağı noktasına düşmüş olabilir. Bu nedenle, sürücülerin hava sıcaklıkları donma noktasının hemen üzerinde olduğu zamanlarda ıslak zeminlerde, köprü ve viyadüklerde çok dikkatli araç kullanması zorunludur...
Yazının Devamını Oku 
31 Aralık 2007
Yıllardır aynı hayalle yaşıyorum. Gerçekleştiğini, günün birinde haber bültenlerinde dinlemeyi bekliyorum. Fakat haberler henüz bu noktaya ulaşamadı. Ben yine de yazayım rüyamı. Kimse kurumsal milliyetçilikle bana kızmasın. "Hayırdır inşallah!" denmesi yeterli! Çünkü böyle bir reform ülkemiz için çok daha hayırlı olacak.
"Hava, su ve iklim ile ilgili risk ve kriz yönetimine yönelik tüm yetkiler, tek elde toplanacak. Bu çerçevede, Çevre ve Orman Bakanlığı Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü ve Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ile birlikte Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Elektrik İşleri Etüt İdaresi Genel Müdürlüğü (ya da bunların hidro-meteorolojik çalışmalar yapan birimleri) kapatılacak ve Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı Hidrometeoroloji Enstitüsü kurulacak..."
Yıllardır bu haberin rüyasını görüp dururum!..
Gerçek bir habere göre, "Afetle ilgili zarar azaltma, risk ve kriz yönetimi ile ilgili tüm yetkiler, tek elde toplanacak. Bu çerçevede, Başbakanlık Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü, Bayındırlık ve İskán Bakanlığı Afet İşleri Genel Müdürlüğü ve İçişleri Bakanlığı Sivil Savunma Genel Müdürlüğü kapatılacak ve Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı kurulacak." Bu haberi görünce birçok meteoroloji mühendisinin yıllardır rüyasında gördüğü yukarıdaki haberin de gerçekleşmesi için Sayın Başbakanımız bir emir verebilir diye düşünüyorum. Çünkü bu hayırlı rüyanın gerçekleşmesini gerektiren birçok neden var.
TEK PARAMETRE YETMEZ
Örneğin, yiyecek gıda ve içecek su kalmadığında diğer bütün sosyo-ekonomik kaygılar anlamsız kalır. Kuraklık, en kapsamlı sosyo-ekonomik zararlara neden olan, yavaş gelişen en sinsi ve en tehlikeli doğal afettir. Yarı kurak olan ülkemizdeki yağışların miktarı ve zamanı düzensizdir. Buna bir de küresel iklim değişimi eklenirse, ülkemiz kuraklığın şiddetini gelecek yıllarda daha da fazla hissedebilecek...
Örneğin, ANKA ajansının yeni bir haberine göre, "Türkiye’nin dört büyük iline içme suyu sağlayan barajlardaki doluluk oranı geçen yılın üçte birinde kaldı. Enerji amaçlı barajların doluluk oranlarında da ciddi düşüş görüldü." Bu haber sadece DSİ’nin ölçümlerine göre (hidrolojik) kuraklığı tarif ediyor. Yakında DMİ’den yağışların mevsim normallerinde olduğu ve bu yüzden (meteorolojik) kuraklık olmadığına dair başka bir açıklama da gelebilir! Çünkü kuraklık, meteorolojik kuraklık olarak başlar, tarımsal, hidrolojik kuraklık olarak gelişir ve sosyo-ekonomik kuraklık olarak devam eder. Bu yüzden gelişmiş ülkelerde yeraltı suyu, akarsu ve göllerdeki su miktarı, toprak nemi, bitkilerin durumu ve uzun vadeli yağış tahminleri bir elde toplanıp değerlendirilerek kuraklık endeksleri hazırlanır. Yani körün fil tarifi gibi tek parametreye bakılarak kuraklık hakkında sağlıklı bir şekilde konuşulamaz.
TÜRKİYE GİBİSİ YOK
Örneğin, dünyada Türkiye’den başka yağışı bir kamu kurumu, akışa geçen yağışı veya karı ise başka bir kamu kurumu tarafından ayrı ayrı ya da tekrar tekrar ölçen bir ülke yok.
Bu ve benzeri birçok nedenden dolayı, Türkiye’de hava ve su ölçüm, gözlem hizmetlerdeki dağınıklığa ve tekrarlara artık bir son verilmeli. Ayrıca, ülkemizde kuraklık yönetimi için farklı kuruluşlara dağılmış su, hava ve iklim ile ilgili yetkilerin tek elde toplanmalı.
Bu nedenle, "Türkiye geneli, Türk hava sahası ve denizlerinde can ve mal güvenliğini sağlamak ve ulusal ekonomiyi kuvvetlendirmek için meteorolojik, hidrolojik (su) ve iklimle ilgili tahminler ve uyarılarda bulunmak; meteorolojik, hidrolojik ve iklim verilerini ve veri tabanlarından üretilen bilgileri kamu ve özel sektöre ait kurum ve kuruluşlar, kamuoyu, özel ve tüzel şahısların kullanımına sunmak" şeklinde görevlendirilmiş ve organize edilmiş DMİ, DSİ ve EİEİ yerine "Hidrometeoroloji Enstitüsü" gibi tek teknik kurum oluşturulmalı.
Aksi takdirde, Türkiye’de meteoroloji karakterli veya hidro-meteorolojik olaylara sık sık birer afete dönüşmesi, gelişmiş ülkelere nazaran çok daha fazla insan ve ekonomik kayıplara neden olması ile birlikte, geçerli çözümler de geliştiremeyiz. Kurumsal bir milliyetçilikle kimse kurumuna hemen sahip çıkıp bana kızmasın: Sadece "Hayırdır inşallah!", denmesi için rüyamı yazdım! Çünkü böyle bir reform ülkemiz için çok daha hayırlı olacaktır...
Herkese, barışı bol, iklimi kötüleşmeyen, temiz bir dünyada nice yeni yıllar!..
Yazının Devamını Oku 
24 Aralık 2007
Uluslararası bir eğitim projesi olan "Akdeniz’de Su Eğitim Paketi"nin Türkiye’de yayınlanmasından mutlu oldum. İstanbul Sanayi Odası 23. Çevre Danışma Kurulu 2007 yılı KOBİ Çevre Ödül Töreni’nde yetkililerimizin bazılarının ezberleri ise beni üzdü.
"Suyu, bol olan yerden kıt olan yere taşıyacağız" ve "Suyumuz çok, fakat bazıları boşa akıyor" gibi "sudan ucuz lafları" hálá yetkililerin ağzından duymak çok üzücü bir durum. Çünkü İstanbul Sanayi Odası Çevre İhtisas Kurulu Başkan Vekili Dr. Caner Zanbak’ın aktardığı gibi "Hava, toprak ve su. İşte hayatımız bu!" Bu konu artık yanlışı, ihmali ve bilgisizliği kaldırmıyor...
Dünya nüfusunun 1-2 milyar olduğu zamanlarda uygulanan yöntemleri, şu anda 8 milyarı aşmış ve 2100 yılında da 12 milyara ulaşacak bir dünyada aynen uygulamak artık mümkün değil. Bunu gelişmiş ülkeler 1950 yılında fark etti. Olayı bir bütün olarak ele alıp su ile ilgili problemlerin çözümünde sadece, boru döşemek, baraj yapmak gibi yapısal önlemlere başvurmaktan vazgeçti. Talebi yönetmek, riski azaltmak için plan ve program yapmak gibi yapısal olmayan yöntemlere daha çok ağırlık vermeye başladı.
KUYULAR KARLA DOLDURULSUN
Eisten’a göre "Dünya, kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli yer haline gelmiş." Benzer şekilde büyük şehirlerimizdeki su problemi, şehirlerimizin plansız büyümesine, şehir su şebekelerinden yüzde 50’ye varan sızıntılara, su havzalarında olan yapılaşmaya, lagünlü villalara seyirci kalanlar yüzünden yaşanıyor...
Berkeley’e göre "Bilginlerle beraber düşünmeli, halkla beraber hareket etmeli." Ülkemizde bu tür bir hareket tarzına yönelik çok az örnek var. Başbakanımızın İstanbul’a vize konulması fikri ilk adım olarak artık uygulanmalı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Çevre Koruma ve Kontrol Daire Başkanı Doç.Dr. İbrahim Demir’in söylediğine göre, KİPTAŞ ve TOKİ’den daha az su kullanan bina yapması istenmiş. Bence olumlu bir adım. İstanbul İl Çevre Müdürü Doç. Dr. Mehmet Emin Birpınar ise Anadolu’da kışın su kuyularının ağzına kadar kar doldurulduğunu söylüyor. Şimdi her yerde kar yağınca, kuyu suyunu kullanmıyorum filan demeden, herkes kuyusunu kar ile doldurup yeraltı suyunu beslemeli. Bu arada İSKİ Genel Müdürlüğünün su havzalarının korunmasına yönelik açtığı davalar da özellikle yerel seçimler yaklaşırken çok yararlı ve caydırıcı olacaktır...
TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Çelik Kurtoğlu’na göre "Suyumuz boşa akıyor" gibi "sudan ucuz lafların" ve ezberlerin temelinde küçük yaşta hava, su, toprak, yani doğa konusunda doğru dürüst eğitim almamış olmamız yatıyor. Böylece, "Bilmeden anlayamıyoruz, anlamadığımız bir şeyi sevemiyoruz ve koruyamıyoruz..."
İNTERNETTEN ULAŞABİLİRSİNİZ
Bu nedenle, Yeşil Adımlar Çevre Eğitim Derneği’nin 5 yıllık çalışmayla hazırladığı "Akdeniz’de Su Eğitim Paketi"nin Finansbank’ın desteğiyle 20 bin adet basılıp Türkiye’deki eğitimcilere ve öğrencilere sunulacak olması çok yararlı bir adım. Bu kitap bildiğiniz çalışmalardan farklı. Birincisi içeriği birçok ülke ve kuruluşun ortak aklını yansıtıyor; ikincisi tarzı ezberci değil; etkinliklerle, tartışmalarla, deneylerle, eğlendirerek, yaparak ve yaşayarak çevre bilincini vermeyi hedefliyor.
Kitabın içeriği, 7 Akdeniz ülkesinin ve birçok uluslararası kuruluşun ortak çalışmasıyla belirlenmiş. Bu nedenle, bu eğitim paketi 8 ayrı Akdeniz diline çevrilmiş ve binlerce basılarak bütün Akdeniz ülkelerinde çevre eğitimcilerin çabalarını desteklemek amacıyla okutulmakta. Eğitim paketi hakkında daha fazla bilgi istiyorsanız "Çevre, Kültür ve Sürdürülebilir Kalkınma için Akdeniz Enformasyon Bürosu" web sitesi www.mio.-ecsde.org sizi bekliyor. Yeşil Adımlar Çevre Eğitim Derneği’nin diğer projeleri hakkında bilgi edinmek ve onlara katkıda bulunmak için http://www.yesiladimlar.org/ web sitesine bakınız.
E. Hubbard’a göre "Eleştirilmek istemezsen, bir şey söyleme, bir şey yapma, bir şey olma." Ben de bir şey olanları bir şey olduğu için; bir şeyler yapanları da bir şey yaptığı için eleştiriyorum. Şimdi sıra bu eğitim paketini okuyup eleştirerek katkıda bulunmakta...
Yazının Devamını Oku 
10 Aralık 2007
Önceki hafta cuma sabahı 8.00 uçağı ile İzmir’e inince Isparta’da 57 kişinin ölümüyle sonuçlanan uçak kazasını öğrendim. Uçak kazasını duyan eşim de telaşla aradı. "Telefonda konuşan sen misin" diye soruyor. Telaşlanmasın diye kendisini 3 kez arayıp ulaşamadığım için biraz da kızgınlıkla "Şu anda cennette arkadaşlarla oturmuş sohbet ediyoruz. Zebaniler de işlemlerimizi yapıyor" dedim. İnanmadı, konuşan sen misin, diye sormaya devam etti!..
Aynı günün akşamı Doç.Dr. Alper İlki ile birlikte İzmir’den uçakla İstanbul’a döndük. JICA’nın (Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı), İçişleri Bakanlığı ve İzmir Valiliği ile birlikte düzenlediği "Türkiye Afetlere Hazır mı" adlı panelden dönerken başta hostesler olmak herkes üzgün ve tedirgin görünüyordu. Biz ise hálá kendimizle "dalga" geçiyoruz! Alper, "düşsek iki değerli bilim insanımızı yitirdik filan derler mi acaba" diye soruyor.
Alper Bey’i bilmem ama önce benim için ne derlerdi, ne tür senaryolar yapılırdı, hangi resimlerimizi ekranlardan gösterirlerdi, uçağa bizi VIP’den aldıkları için yolcuların son görüntülerinde olmazdık gibi istem dışı saçma sapan düşünceler aklımdan geçmeye başladı. Sonra ise "kendim için ne derdim" diye düşünmeye başladım. Aklıma daha çok başarısızlıklarım geldi.
GÖRMEZDEN GELİNEN UZMANLAR
Her ne kadar bu son uçak kazasında hava koşullarının rol oynadığı söylenemezse de meteoroloji ulaşımda kilit önemdedir. Ulaşımda ekonomi, düzen, mal ve can emniyetinin sağlanabilmesi, modern karayolu, demiryolu, denizyolu ve havaalanlarının planlanması, işletilmesi, seyrüseferin her aşaması meteorolojik şartların uzmanlık seviyesinde göz önünde bulundurulmasıyla mümkün. Buna rağmen, Türkiye’deki Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nde, Kara Yolları Genel Müdürlüğü’nde, THY ve diğer özel işletmeler tarafından yer hizmet personeli ve dispeçer olarak eğitilecek personelin seçimi ve işe alımında bu unsur dikkate alınmıyor. İleri ülkelerde olduğu gibi, bu işlerin meteorolojik yönü de düşünülerek meteoroloji mühendislerine yeterli önem verilmiyor.
70 milyonluk Türkiye’de mesleğini icra edebilme fırsatını bulmuş yaklaşık 300 şanslı meteoroloji mühendisinden biri ve bu ülkenin kıt kaynaklarından sağlanan burslarla ABD’ye modern meteoroloji bilgi ve uygulamalarını öğrenip yurdumuza getirmek için gönderilmiş bir akademisyen, bölüm başkanı, oda temsilcisi olarak, meteorolojik durumumuzla ilgili görüş ve önerilerimi "Dilsiz şeytan olmamak" için her ortamda söyledim.
ELMASI İŞLEME ZAMANI GELDİ
Maalesef bu ülkede meteoroloji mühendisliği diye bir meslek ve bilim dalı olduğunu yetkililerimize bir türlü kabul ettiremedim. Bu konuda söyleyip yazdıklarım yüzünden, toplam 515 milyar TL’lik tazminat davaları ile karşılaştım! Yalan ve yanlış hiç bir şey söylemediğim için şimdiye kadar hiçbir davada suçlu bulunmadım. Açtığı davaları kaybedenler bu dünyada hiç utandı mı, hiç özeleştiri yaptı mı, bilemem...
Aslında biz meteoroloji mühendisleri, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin diğer mezunları gibi, herhangi bir kamu kuruluşundaki herhangi bir kadroya veya özel sektördeki herhangi bir işe değil; bu ülkenin insanını meteorolojik afetlerden, sanayi tesisleri, yollar, havalimanı ve şehirlerimiz için yanlış yer seçimlerinden, dışarıya bağımlı hava tahminlerinden sözün kısacası insanımızın canını ve malını korumaya ve bu ülkenin meteoroloji bilimindeki geri kalmışlığını ortadan kaldırmaya talibiz...
Şu anda ülkemizde meteoroloji, hálá işlenmemiş bir elmasa benzemekte. Bu elmasın işlenmesinde de herkese roller düşüyor. Ben mesleğimizin onurunu korumak ve sonuçta halkımızın hak ettiği modern meteorolojinin tüm hizmetlerine sahip olabilmesi için üzerime düşen görevleri yerine getirmeye devam edeceğim... Ya bizi yönettiğini sananlar, sıcaklığa "ısı" diyen yetkili ve etkililer, ezbere alet kurup onların kendi kendine çalışacağını sananlar üzerlerine düşen görevi ne zaman yerine getirecek?..
Yazının Devamını Oku 
3 Aralık 2007
Hafta sonunu Trabzon’un Maçka ilçesinde geçirdim. Maçkalı olmama karşın, bu benim ilçe merkezinde geçirdiğim en uzun zaman oldu. Maçka Belediye Başkanı Ertuğrul Genç, İngiltere’de yaşayan Maçka doğumlu Şehir Planlamacısı Mimar Faruk Burhanoğlu’yla buluştum. Kanser Hastaları ve Yakınları Dayanışma Derneği Başkanı Av. Sibel Suiçmez de katıldı aramıza. Yörenin sorunlarına onların penceresinden bakma şansını yakaladım.
Maçka Belediye Başkanı ile Sümela’ya çıkarak yaptığımız sohbette az daha donuyordum. Başkan maşallah delikanlı gibi mont ya da palto giymeden buz ve karın içinde dolaşabiliyor. Burada belediye başkanının sandığınızdan çok işi var: Küsenleri barıştırmak, kız istemek, her gün 3-5 cenaze namazına, düğüne, mevlide katılmak gibi. Yolda her karşılaştığının hatırını sorması lazım. Yoksa ona gitti bana gelmedi, ya da beni görmedi gibi küskünlükler olabilir. Yani buralarda başkan olmak için hiç üşümeyecek, acıkmayacak, uyumayacak, sinirlenmeyecek, eve filan da gitmeyeceksiniz!
HAVA DURUMUNU ERZURUM’DAN ÖĞRENİYORLAR!
Bu bölgede küçük hidrolik elektrik santralı (HES) kurmayı düşünenlere duyurulur. Ertuğrul Genç’in anlattıklarından aklımda kalan, bölgede sanıldığı kadar çok su olmadığıydı. Genç’in gönlü rüzgárın kanalize olup kuvvetlendiği vadilerde rüzgár enerji santralları görmek. EİEİ’nin hazırlattığı rüzgár atlasında Maçka’nın rüzgár potansiyeli görülmüyor, çünkü sayısal modeller vadileri göremez. Maçka’daki meteoroloji istasyonu da memuru ölünce kapanmış. Yani şu anda Maçka, Hamsiköy, Zigana gibi yerlere yağan kar, meteorolojik parametreler Trabzon sahilindeki tek meteoroloji istasyonundan ölçülmüş oluyor! Ertuğrul Genç, Maçka’daki hava durumunu öğrenmek için Trabzon’a değil Erzurum’un tahmin verilerine baktıklarını söylüyor. Ben de Maçka’ya gelmeden önce Trabzon yağışlı diye yanıma şemsiye alacaktım, ama evde unuttum. İyi ki unutmuşum çünkü tek damla görmedim ama dondum. Bundan sonra siz de Erzurum’un hava durumuna bakarak Maçka’ya hazırlıklı gelin.
İLÇEDE ÇİFTLİK YUMURTASI ARAYAN KÖYLÜLER
Eskiden Maçka’da "hamburger" lokumla yapılırdı. Yani iki bisküvi arasına lokum konulurdu. Sarı Maçka kurabiyesi hálá var ama yumurta yerine arık gıda boyası kullanılıyormuş. Başkan ülkemizde izlenen yanlış tarım politikaları yüzünden köylülerin üretim yapamadığını söylüyor. Köylüler artık Maçka’nın merkezine gelip yoğurt ve yumurta satın alıyor! Köyden gelen bir teyzenin ısrarla çiftlik yumurtası istemesi de bu yüzden gülüşmelere yol açıyor. Eskiden sabit sıcaklıkta olgunlaşsın diye telli peynir toprağa gömülürdü. Bir zamanlar Maçka’nın merkezi, ceviz ağaçları nedeniyle cevizlik diye anılırmış. Şimdi ne ceviz ne de bizim bildiğimiz imanlı (yağlı) ve imansız (yağsız) peynir kaldı. Eskiden bölgenin kendi armudu, elması, kar üzümü, kızılcığı vardı. Hatta kızılcık şurubu kışın içilmek için hazırlanırdı. Karayemişe de olan rağbet azalmış. Yani geleneksel tarım ve beslenme alışkanlıkları değişmiş. Kanser Hastaları Dayanışma Derneği’nden Sibel Suiçmez’e göre, bu gelişme kanserin yaygınlaşmasındaki etkenlerden biri. Devletin sağlık alanındaki ihmallerinin yanı sıra turşulu, tuzlu, içyağlı, kırmızı etli, yanmış tereyağlı yanlış beslenme alışkanlıkları da hastalığı çağırıyor.
Çarpık, ruhsuz, üslup ve tarz yoksunu yapılaşmadan Maçka da nasibini almış. Mimar Faruk Burhanoğlu’nun gönlünden geçen vadinin ortasında hiç bina yapılmaması. Yani evler eskiden olduğu gibi yamaçlara yaslanıp vadinin ortası boş bırakılmalı. Şehrin bir ucundan bakınca öteki ucunu görebilmemiz gerekiyormuş. Şehre girince yamaçlarda sıralanmış evler sizi kucaklamalı. Şimdi ise vadinin tabanından Eiffel kulesi gibi yükselen, geçmişte yapılmış betonarme binalar doğaya hiç de uyumlu değil...
Maçka Belediye Başkanı Ertuğrul Genç, doğayı tahrip etmeden, seller ve heyelanlara neden olmadan, bölgedeki turizm potansiyelinin geliştirilmesi, eğitim kalitesinin artırılması, köylerinin birer cazibe merkezi haline getirilmesini sağlayacak bütüncül bir kentsel dönüşüm planı, hamlesi, stratejisi olmadığı için üzgün...
Ben de Japonya’daki dağlarda gördüğüm teleferik hatlarının neden bizim dağlarda olmadığını anlamış değilim. Düşünün Trabzon’dan Maçka’ya, Maçka’dan Zigana’ya ağaçların üzerinden dağları teleferik ile dolaşıp fotoğraf çekiyorsunuz. Ne yol açarak ormanı yok ediyor ne de heyelanlara neden oluyorsunuz. Tarihin doğayla buluştuğu bu dağlarda otomobil, otobüs yerine doğa aşığı insanları güvenle gezdiriyorsunuz. Hayali bile güzel!
Yazının Devamını Oku 
26 Kasım 2007
Yeni iklim tahminleri, sellerin düşündürdükleri, bürokratların yazılarıma gönderdiği açıklamalar, facebook maceralarım... Bu hafta yazı gündemi ağzına kadar dolu. Bari "ortaya karışık" bir yazı yazalım, eksik kalmasın. Yeni iklim tahminlerine göre aralık ayının sonundan başlayıp, ocak ve şubat ayları boyunca İstanbul’da hava sıcaklıkları mevsim normallerinin altında olacak. Bari kışla mücadele edecek, yayalar, sürücüler ve yetkililerin de bundan haberi olsa. Haberleri olunca da buna yönelik hazırlıklarını şimdiden yapsa.
"Bir avuç su için güzelim İğneada’yı çöle çevirmeyin" başlıklı yazım üzerine İSKİ Genel Müdürü Sn. Mevlüt Vural telefonla arayarak yapılan proje ile İğneada Longoz Ormanlarına herhangi bir zarar verilmeyeceğini söyledi. Ben şahsen Sayın Mevlüt Vural’ı, İstanbul’a hizmet vermek için samimi bir şekilde didinip duran iyi bir teknisyen olarak biliyorum. Bari benim gibi herkes Mevlüt Bey’i doğru tanıyıp sözüne güvense.
"Dışişleri, Bayındırlık ve İskán bakanlarımıza açık deprem mektubu" başlıklı yazım üzerine Afet İşleri Genel Müdürü Mustafa Taymaz’dan Bakan adına uzun bir yazılı açıklama aldım. Sayın Taymaz, Türkiye’de kıran kırana tartışabileceğiniz, gerektiğinde hatasını kabul edip size hak vermekten çekinmeyen, hoşgörülü, yeniliklere açık bir bürokrat. Açıklamalarından anladığım kadarıyla Japonya’daki "Asya Afet Zararlarını Azaltma Merkezi"ne üye olmayı düşünmüyoruz. Çünkü bu kuruluşun adında "Asya" kelimesi geçiyor ve böyle bir organizasyona üye olmamız da dış politikamıza aykırı! Sayın Dış Politikamız, bari Fransa ve İsviçre gibi bu kuruluşa biz de gözlemci üye statüsünde katılabilsek. Yani Avrupalı’dan daha fazla Avrupalı olmasak.
Ülkemizde sel mevsimi tekrar açıldı, haydi hayırlısı! Artık son yaşadığımız kuraklıktan sonra sel sularına kızamıyor; "her şeyde bir hayır vardır" deyip onlara da iyi bir gözle bakıyorum. Toprak suya doyuyor, yeraltı suları besleniyor, barajlar doluyor gibi. Bari sel yataklarında evlerimiz, fabrikalarımız olmasa. Bari dünyanın çok yağış alan tropikal bölgelerinde olduğu gibi sel Doğu Karadeniz, Edirne gibi yerlerdeki sel yataklarında zorunlu olarak yapılan yapıları direkler üzerinde inşa etsek.
Artık toprak suya doyduğu için yağmurların barajlara faydası daha fazla olmaya başladı. Bir de su havzalarında şehirler, şehirlere de göl ve lagünler kurmasak. Derelere taşan evler yapmasak. Dereleri, kanalizasyon, cadde ve sokak ve hatta "cazibe merkezleri"ne dönüştürmesek. Ve de mazgalları doğru dürüst yapsak ve mevcutları temizleyip açık tutabilsek. Bir de halka "Bölgeyi boşaltın" çağrısı yapmadan önce nereye gidip sığınacakları da söyleyebilsek. Yani, sel için de "Afet Acil Durum Planları" ile kimlerin, ne zaman, nereye, nasıl tahliye edileceği ve toplu bakımın nasıl yapılacağını da belirlesek.
Haberlere göre "Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, yurdun güney ve iç kesimlerinde etkili yağış beklendiğini belirterek, sel, su baskını ve heyelan uyarısı yaptı." Böyle bir meteorolojik uyarıyı dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz. Bu tür uyarılarda, noktasal bir yer adı, zaman, yağış miktarı verilir. "Ben uyarmıştım" mantığı ile hazırlanan, "etkili yağış" gibi yanlış, genel ve muğlák ifadeler içeren bu metinlere bari "meteorolojik uyarı" filan demesek.
* Son günlerde "uçan profesöre" döndüm. Malatya, Şanlıurfa, Gaziantep, Ankara derken konferans ve panellerden eve zor atım kendimi. İklimi sanki ben değiştirmişim gibi, bana düzelttirmeye kalkıyorlar! Oysa bu konular üzerine yıllardır yazıyorum. Üç kitabım yayımlandı: Güncel Yayıncılık’tan çıkan "Küresel İklim Değişimi ve Türkiye", Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan "99 Sayfada Küresel İklim Değişimi", Hayykitap’dan çıkan "Havadan Sudan." Keşke bu kitaplar da okunsa, herkes kendi sorumluluğunu yerine getirmek için çaba gösterse.
Kızım "babam da facebook’da!.." diye feryat etse de sonunda ben de facebook’a girdim. Sanki facebook’a girmek için çok genç ya da çok meşhur biri filan olmak gerekiyor. Bari ilk ve ortaokul arkadaşlarımın adını hatırlayabilsem. Ya da onlar beni bulsa...
Yazının Devamını Oku 
19 Kasım 2007
Allah’ım bu nasıl bir çelişkidir! İstanbul bir avuç su için ahtapot gibi kollarından birini İğneada longoz ormanlarına, diğerini Melen’e uzatmış. Aynı günlerde İstanbul’daki sadece bir konut projesinde 35 bin metrekare lagün oluşturmak için ayrılıyor. Neymiş efendim konutları çevreleyen göller her ev için farklı güzellikte manzara sağlayacakmış!
Geçenlerde İğneada’ya gittim. Adına bakıp aldanmayın; burada ada filan yok. Derelerinde de su kalmamıştı. Aşırı nüfus ve sanayinin biriktiği İstanbul’da ise önemli miktarda suya ihtiyaç var. Hal böyleyken bir yandan İstanbul’da "en dikkat çeken özelliği villaların çevresindeki lagünler" olan büyük konut projeleri yapılıyor; bir yandan da İğneada’nın bir avuç suyunun İstanbul’a getirilmesi planlanıyor.
Lagün, denizle yeraltından veya yerüstünden bir suyoluyla bağlantısı bulunan, denizden çoğunlukla da dar bir kara şeridiyle ayrılmış göllerdir. Türkiye’de lagünlere iyi bir örnek vermek gerekirse, Fethiye’deki Ölüdeniz ya da Marmara Bölgesi’ndeki Büyükçekmece, Küçükçekmece ve Durusu Gölü’nden bahsedilebilir. Yani örneğin İstanbul Samandıra beldesinin denize kıyısı yok ki lagünleri olsun. Peki, İstanbul Samandıra gibi bir yerde kurulacak olan bu yapay göllerin suyu nereden gelecek? Ömerli’den mi, Melen’den mi ya da İğneada’dan mı?..
İğneada’daki durumu yerinde görünce bir türküyü hatırladım. "Atmacayı vurdular bir avuç kanı için, Gel edelim sevdalık babanın cani için, Kadırga yok diyorlar nereye gidiyorlar, Benim ufak gülümü ellere veriyorlar." Bulanıkdere, Madaradere ve Çavuşdere’nin suyu, İğneadalılar için İğneada’nın hem kanı, hem de gülü; manzara değil!
MISIR’DA YAŞANANLARDAN DERS ALMAK GEREKİR
Peki, buradaki "bir avuç su" alınırsa ne olur? İğneadalılar olası sonuçları şöyle açıklıyor:
1) Su basar ormanlar su basmaz! Derelerimizin suyunu alarak bizim longoz dediğimiz, dünyada su basar orman olarak adlandırılan, Avrupa kıtasının son ve en büyük korunan alanını yok edersiniz.
2) Longozlar yok olur! Longozları gençleştiren, çeşitliliği sağlayan en önemli etken her yıl sularla kaplanmasıdır. Su giderse, önce çeşitlilik gider, ardından da binlerce hektarlık orman yok olur.
3) Bitki çeşitliliği yok olur! Longozlarda yaşayan 544 tür bitki yok olur. Bu bitkilerin 3 tanesi endemik ve 11 türü de küresel ölçüde tehlike altında bitkilerdir.
4) Hayvan çeşitliliği ve yaban hayatı biter! 310 tür böcek, 28 tür balık, 46 tür memeli, 194 tür kuş ve 17 tür sürüngenin yaşam alanları kaybolur.
5) Patlayan Erikli, Mert, Saka ve Deniz gölleri sonsuza kadar patlayamaz! Göllerin patlaması deniz canlılarının ihtiyacı olan planktonları ve siltasyon içeriklerini körfeze boşaltarak deniz ekosistemindeki canlıların beslenmesi için önemli bir görevi yerine getirir. Balıkçılık açısından önemli olan, palamut ve lüfer gibi balıkların İğneada Körfezi’ne gelmelerini sağlar. Sular körfeze akmazsa balıkçılığın da sonu gelir. Bilimsel veriler göstermiştir ki Mısırlıların Nil nehri üzerine Asuan barajını inşa etmelerinden sonraki yıllarda Akdeniz’deki balıklar yüzde 40 azaldı. Yani sularımız denize boşa akmıyor!
6) Longozları tuzlu su basar! İrili ufaklı birçok derenin getirdiği sularla oluşan ve denizle longozlar arasında kalan göller, longoz ormanları için adeta bir sigortadır. Doğal tatlı su perdesi oluşturarak denizle hemen hemen aynı seviyedeki ormanlara alttan ve üstten tuzlu deniz suyu girişini önler. Bölgedeki toprağın tuzlanması, yöredeki meyvecilik, kavakçılık, hayvancılık, ormancılığı olumsuz etkileyecektir.
7) Ekoturizm sona erer! Tüm dünyadan Demirköy’e, İğneada’ya, Sivriler’e ziyaretçi gelmeye başladı, ekoturizm için bir umut yaratıldı. Longozlar ölünce bu ilgi yok olur.
HANGİ KULAĞI KORUMALI HANGİ KULAĞI ÇEKMELİ
İstanbul’da kuralsız bir şekilde artan nüfusun ve su talebinin cezasını başka bir yerde yaşayan canlılar neden çeksin? Aslında lagün’ün Türkçe karşılığı "deniz kulağıdır". Denizi olmayan yerde deniz kulağı yapmaya kalkanların da kulağı mutlaka çekilmeli. İstanbul, kendisi ile birlikte çevresindeki tüm yaşamı yok etmeden İstanbul’daki sulu-artistik projeler, nüfus ve sanayideki artış bir an önce durdurulmalı. Osmanlı’nın yüzlerce yıl önce İstanbul’a vize koyduğu gibi Sayın Başbakanımızın vize önerisi de bu problemin çözümünde ilk adım olarak bir an önce yürürlüğe konulmalı...
Yazının Devamını Oku 
12 Kasım 2007
Plansızlığı planlayanlar, başarısızlığa planlanmıştır. Bu söz afet ve acil durumlarda etkin çözümü o anda bulmanın zorluğunu anlatır. Son yıllarda yaşadığımız kayıplar, "bize plan değil, pilav lazım" gibi sözleri çok geride bırakıp, artık her kurum ve kuruluşun iyi bir plana sahip olması gerçeğini kabul ettirmiş olmalı. Bununla beraber, ülkemizin "afetle yıkım-yara sarma" sarmalından çıkması için afet planlarında daha doğru bir anlayış geliştirmeli ve uygulamalıyız.
Ülkemizde maalesef bu konuda temel ilke ve kavramlar netleşmemiş, ortak bir dil ve fikir birliği sağlanıp kavram kargaşasının önüne geçilememiş. İşte internette küçük bir arama yapınca karşınıza çıkabilecek olan plan çeşitlerimiz: Acil Afet Planı, Acil Durumlar Planı, Acil Eylem Planı, Afet Eylem Planı, Afet Müdahale Planı, Kriz Müdahale Planı, Acil Durum Müdahale Planı, Acil Hal Müdahale Planı, Afet Halinde Müdahale Planı, Afet Acil Durum Planlaması, Aile Afete Hazırlık Planı, Kurum Afete Hazırlık Planı, Doğal Afet Planı, Tabii Afet ve Deprem Acil Kurtarma ve Müdahale Planı... General Patton’nun "Bugünün iyi planı, yarının mükemmel planından çok daha iyidir" dediği gibi bütün bu planların da, isimleri farklı ve içerikleri yetersiz olsa dahi, "yararlı" olduğu söylenebilir...
AFET VE ACİL DURUM FARKLIDIR
Antik bir Yunan Savaşçı ise, "Savaş ilan edilince ilk kaybedilen şey gerçektir" demiş. 1999 Depremleri’nden sonra afetlere savaş açan bizlerin acaba gözden kaçırdığı gerçekler nelerdir? Ege’de bir söz vardır: Sormadan söyleme, çalmadan oynama! Olsun, ben Karadenizliyim sorulmadan da söylerim: Özellikle ülkemizde afet yönetiminin, "her türlü tehlikeye karşı hazırlıklı olma, zarar azaltma, müdahale etme ve iyileştirme amacıyla mevcut kaynakları organize eden, analiz, planlama, karar alma ve değerlendirme süreçlerinin tümü" olduğu gerçeğini gözden kaçırıyoruz. Böylece bazıları "afet planı" yerine "acil durum planı" yapıyor. Hálbuki afet planları, en düşük seviyeden en yüksek seviyeye sırayla, Olay, Acil Durum ve Afet için gerektiğinde uygulanmak üzere hazırlanır.
Diğer bir deyişle, "afet" ile "acil durum" arasındaki farkı bile henüz fark edememişiz. Acil durum planlarıyla afetlerden korunamayacağımızı anladığımızda da iş işten geçmiş olacak. Ülkemizde yanlış anlaşıldığı gibi, "Afet Yönetimi" sadece insanları enkaz altından kurtarmak, hastaneye yetiştirmek, yangın söndürmek gibi müdahaleleri içermez. Aksine afet yönetiminin en büyük önceliği insanları tehlikelerden korumak ve mevcut riskleri afetlerin öncesinde azaltmaktır.
KOPYA PLAN İŞE YARAMAZ
Ülkemizde yapılan afet çalışmalarının arkasında daha çok veya sadece "arama-kurtarma" mantığı yatsa da müdahale konusunda da birçok şey eksik kalmıştır. Örneğin, müdahalede standardize edilmiş bir organizasyon yapısı içinde işleyen iletişim, personel, ekipman, prosedürler ve imkánlar kombinasyonu yaratan bir olay yeri komuta sistemimiz yok. Olay Komuta Sitemi gibi acil durum servislerinin içinde kurulup sevk ve idare edildiği, tüm tehlikelerde ve her düzey için oluşturulmuş bir modüler saha acil yönetim sistemi olmadan plan yapmak, uygulamak da mümkün değil. Böyle bir standart yönetim sistemi, aile, kurum, kuruluş, mahalle, köy, ilçe, il çapında ve ülke genelinde tüm afet ve acil durumlara hazırlık ve müdahale yönetiminin temeli olmalı.
Özetlemek gerekirse parolamız, "Ülkemizdeki herkes ve her kurum afetlere hazır olduğunda, ülkemiz afetlere hazır olacaktır" şeklinde olmalı. Ayrıca General Eisenhower’ın "Plan hiçbir şeydir, ama planlama süreci her şeydir" sözünü de unutmamalıyız. Böylece gözden kaçırmamamız gereken gerçekler, planlama sürecindeki katılımcılık ve tüm afetlerin göz önüne alınmasıdır. Yani, kurum ve kuruluşlarda afet acil yardım planları sadece bir-iki kişinin görevi olmamalı. Ayrıca planlar, kopya edilmemeli ve teftiş fırçası gibi kerhen hazırlanıp raflara konulmamalı...
Merkez üstü Bolu’nun Düzce ilçesinde 12 Kasım 1999 yaşanan depremin 9. yıldönümü olan bugün "başarısızlığa planlanmış" olanlara bunları bir daha hatırlatmak istedim!..
Yazının Devamını Oku 