Yeni iklim tahminleri, sellerin düşündürdükleri, bürokratların yazılarıma gönderdiği açıklamalar, facebook maceralarım... Bu hafta yazı gündemi ağzına kadar dolu. Bari "ortaya karışık" bir yazı yazalım, eksik kalmasın.
Yeni iklim tahminlerine göre aralık ayının sonundan başlayıp, ocak ve şubat ayları boyunca İstanbul’da hava sıcaklıkları mevsim normallerinin altında olacak. Bari kışla mücadele edecek, yayalar, sürücüler ve yetkililerin de bundan haberi olsa. Haberleri olunca da buna yönelik hazırlıklarını şimdiden yapsa.
"Bir avuç su için güzelim İğneada’yı çöle çevirmeyin" başlıklı yazım üzerine İSKİ Genel Müdürü Sn. Mevlüt Vural telefonla arayarak yapılan proje ile İğneada Longoz Ormanlarına herhangi bir zarar verilmeyeceğini söyledi. Ben şahsen Sayın Mevlüt Vural’ı, İstanbul’a hizmet vermek için samimi bir şekilde didinip duran iyi bir teknisyen olarak biliyorum. Bari benim gibi herkes Mevlüt Bey’i doğru tanıyıp sözüne güvense.
"Dışişleri, Bayındırlık ve İskán bakanlarımıza açık deprem mektubu" başlıklı yazım üzerine Afet İşleri Genel Müdürü Mustafa Taymaz’dan Bakan adına uzun bir yazılı açıklama aldım. Sayın Taymaz, Türkiye’de kıran kırana tartışabileceğiniz, gerektiğinde hatasını kabul edip size hak vermekten çekinmeyen, hoşgörülü, yeniliklere açık bir bürokrat. Açıklamalarından anladığım kadarıyla Japonya’daki "Asya Afet Zararlarını Azaltma Merkezi"ne üye olmayı düşünmüyoruz. Çünkü bu kuruluşun adında "Asya" kelimesi geçiyor ve böyle bir organizasyona üye olmamız da dış politikamıza aykırı! Sayın Dış Politikamız, bari Fransa ve İsviçre gibi bu kuruluşa biz de gözlemci üye statüsünde katılabilsek. Yani Avrupalı’dan daha fazla Avrupalı olmasak.
Ülkemizde sel mevsimi tekrar açıldı, haydi hayırlısı! Artık son yaşadığımız kuraklıktan sonra sel sularına kızamıyor; "her şeyde bir hayır vardır" deyip onlara da iyi bir gözle bakıyorum. Toprak suya doyuyor, yeraltı suları besleniyor, barajlar doluyor gibi. Bari sel yataklarında evlerimiz, fabrikalarımız olmasa. Bari dünyanın çok yağış alan tropikal bölgelerinde olduğu gibi sel Doğu Karadeniz, Edirne gibi yerlerdeki sel yataklarında zorunlu olarak yapılan yapıları direkler üzerinde inşa etsek.
Artık toprak suya doyduğu için yağmurların barajlara faydası daha fazla olmaya başladı. Bir de su havzalarında şehirler, şehirlere de göl ve lagünler kurmasak. Derelere taşan evler yapmasak. Dereleri, kanalizasyon, cadde ve sokak ve hatta "cazibe merkezleri"ne dönüştürmesek. Ve de mazgalları doğru dürüst yapsak ve mevcutları temizleyip açık tutabilsek. Bir de halka "Bölgeyi boşaltın" çağrısı yapmadan önce nereye gidip sığınacakları da söyleyebilsek. Yani, sel için de "Afet Acil Durum Planları" ile kimlerin, ne zaman, nereye, nasıl tahliye edileceği ve toplu bakımın nasıl yapılacağını da belirlesek.
Haberlere göre "Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, yurdun güney ve iç kesimlerinde etkili yağış beklendiğini belirterek, sel, su baskını ve heyelan uyarısı yaptı." Böyle bir meteorolojik uyarıyı dünyanın hiçbir yerinde göremezsiniz. Bu tür uyarılarda, noktasal bir yer adı, zaman, yağış miktarı verilir. "Ben uyarmıştım" mantığı ile hazırlanan, "etkili yağış" gibi yanlış, genel ve muğlák ifadeler içeren bu metinlere bari "meteorolojik uyarı" filan demesek.
* Son günlerde "uçan profesöre" döndüm. Malatya, Şanlıurfa, Gaziantep, Ankara derken konferans ve panellerden eve zor atım kendimi. İklimi sanki ben değiştirmişim gibi, bana düzelttirmeye kalkıyorlar! Oysa bu konular üzerine yıllardır yazıyorum. Üç kitabım yayımlandı: Güncel Yayıncılık’tan çıkan "Küresel İklim Değişimi ve Türkiye", Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan "99 Sayfada Küresel İklim Değişimi", Hayykitap’dan çıkan "Havadan Sudan." Keşke bu kitaplar da okunsa, herkes kendi sorumluluğunu yerine getirmek için çaba gösterse.
Kızım "babam da facebook’da!.." diye feryat etse de sonunda ben de facebook’a girdim. Sanki facebook’a girmek için çok genç ya da çok meşhur biri filan olmak gerekiyor. Bari ilk ve ortaokul arkadaşlarımın adını hatırlayabilsem. Ya da onlar beni bulsa...