20 Ağustos 2007
Geçenlerde Şırnak’taki Gabar Dağları’nda üç gün, iki gece çok farklı bir deneyim yaşadım. Jeolojik oluşumlarla, Akçay Mezrası’nda yaşayanların misafirperverliğiyle büyülendim. Dağda pirinç yetiştirmeyi bile başarmışlardı. Terör nedeniyle kaçırdığımız fırsatlara yandım. İşte izlenimlerim.
Mardin’de uçaktan indiğimde hava sıcaklığı 44 dereceydi. Karasal iklim işte! Denizi yok ki hava sıcaklığının bu kadar artmasına engel olsun. Bir de bölgeye yakın alçak basınç merkezinin güneyli rüzgárları çölden toz taşıyarak havayı bulanıklaştırmış.
Bindiğim minibüste klima yok. Pencereyi açmam ile kapatmam bir oluyor; sanki dışarıdaki bir ejderhanın ağzından çıkan alev içeri girdi. Doğal klima da olmayınca bir yandan bol bol su içiyor, bir yandan da radyodan teröristlere girdikleri yolun çıkmaz bir yol olduğunu anlatan anonslar ve çeşit çeşit türküler dinliyorum.
SINIRI KİM ÇİZDİ?
Gabar Dağları’na karayoluyla ulaşım süresi yaklaşık üç saat. Yol boyunca arada bir jandarma durdurup kimlik soruyor. Şırnak’a kadar yollar dümdüz. Irak’a yük taşıyan TIR’ların asfaltta neden olduğu tahribat nedeniyle hoplaya zıplaya gidiyoruz. Yol boyunca tarlalarda gördüğüm yuvarlak siyah taşların çokluğu beni şaşırtıyor. Bu kadar taş buraya nereden gelmiş? Rahmetli Ecevit bir zamanlar buralardaki tarlalardan taş toplamak için seferberlik başlatmıştı ama çoğu hálá ortalıkda duruyor. Bir an için minibüsten inip o taşları toplayasım geldi. Trabzon Maçka’da dereden, dağın tepesine ev yapmak için ailemle taş taşıdığım günleri hatırladım. O dik yamaçlarda döne döne uzanan keçi yollarından sırtımızda taş, briket, çimento, su taşıyoruz da neden bu düz ovadaki taşları taşıyamayalım!..
Yolun sağında aralıklarla sıralanmış kuleler dikkatimi çekti. Tel örgü üzerindeki muska şeklinde küçük kırmızı teneke levhalarda "mayın" yazıyordu. Burası Suriye sınırıydı. Tel örgü, mayın tarlası, nöbetçi kuleleri ve tren yolundan gerilere bakıldığında, uzaklarda Suriyeli koyunlar, kadınlar görülüyor... Bu sefer de neden sınırın daha ileri ya da beride değil de orada olduğunu düşünmeye başladım. Sınırın tam oradan geçmesine kim ve nasıl karar vermişti? Bir keresinde Okan Tüysüz’den Güney Anadolu’daki sınırın sömürgecilerin jeolojik analizlerine göre, bizi petrolden mahrum bırakacak şekilde belirlendiğini duymuştum. Bizim o zaman bu durumdan ne kadar haberimiz vardı bilmem! Bilgi üretmek ve üretilen bilgiyi kullanmak, yani bilgi toplumu olmak başka bir şeydir...
YER ŞEKİLLERİ BÜYÜLEYİCİ
Şırnak’a gitmeden önce bana "Cudi Dağı’nı görmeden, Hz. Nuh Türbesi ve Mem-u Zin Türbesi’ni ziyaret etmeden, Kasrik Boğazı’nı görmeden dönme" demişlerdi. Kasrik Boğazı’nda yer şekillerini incelerken, yatay tabakaların Arap Levhası’nın bizi sıkıştırması yüzünden nasıl da gökyüzüne dönüp dikleşmiş olduğuna hayret ettim. Bir sonraki sefer buraya daha fazla jeofiziksel açıklama alabileceğim Oğuz Gündoğdu ile birlikte gelmeliyim. Bu düz yerdeki bu kadar sıcak havaya daha fazla dayanamayıp kendimi haritalarda Küpeli Dağı diye geçen, ama bölgede Gabar diye bilinen, kaynak suları bol olan dağa attım.
Şırnak ili, Suriye-Irak sınırlarına yakın olan kesimleri hariç, dağlarla kaplı. Denizden 705 metre yüksekte, vadiye göre 7 derece daha serin olan Akçay Mezrası’nda konakladım. Burada vatanına, milletine bağlı Kürtlerin neler yaptığını gördüm. Ülkemizin başına bela olan terör, hem insanlarımızı hem de doğayı tahrip etmiş. Teröristler buranın halkını tabiatın nimetlerinden mahrum ederek işsizlik, fakirlik ve göçlere de neden olmuş...
Buna rağmen, Anadolu’nun bu tipik misafirperver, mert, dürüst, samimi insanları sofrasındaki yiyeceği tanrı misafiri ile paylaşabilmek için birbirleriyle yarış ediyor. Burada yerel giysiler için halı ve kilim dokumacılığı öğreten ve öğrenen dost canlısı kadınlarla karşılaştım. Yeni kurulan Yaban Hayatı Koruma ve Avcılık Derneği’ni ziyaretimizde, birçok yabani hayvan çeşidi yaşayan bu dağların av turizmi potansiyeli açısından zengin olduğunu öğrendim. Bu dağlar aynı zamanda zeytin, ceviz, badem, fıstık, nar ve incir deposuymuş! Bağcılık, zeytincilik ve pirinç tarımı da yapabildiklerini duyunca inanamadım. Sonra bir kova taze incir, üzüm ve şeftaliyi önüme getiriverdiler...
Özetle, Şırnak ili sahip olduğu zengin tarihi, kültürel kaynakları ve doğal değerleri ile turistik ve tarımsal açıdan önemli cazibelere sahip. Bu potansiyeller iyi bir şekilde değerlendirilmesi sonucunda bölge halkının geliri önemli boyutlara ulaşabilecek... Bölgeyle ilgili daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız Kanal 24’de 22 Ağustos 19:30, 24 Ağustos 22:15 veya 25 Ağustos saat 11:15’de yayınlanacak "Doğanın Çığlığı" adlı belgeseli izlemenizi öneririm.
Yazının Devamını Oku 
13 Ağustos 2007
Sayın Başbakanım, su sorununa çözüm bulmak için "Su Şûrası" toplayarak problemin geniş bir açıdan ele alınması talimatınızdan cesaret alarak yazıyorum. Çünkü ülkemizdeki su probleminin nedenleri ve çözümü sanıldığı gibi tek değil. Şu ana kadarki klasik uygulamalar ve yaklaşımla bu büyüyen problemi çözemeyiz.
"Proaktif ve sürdürülebilir gelişme politikaları" bir bütün halinde uygulanmadıkça maalesef su problemi ülkemizde giderek artacak. Ehliyeti dikkate almayan kadrolaşma yüzünden Türkiye’nin hava, su, iklim, enerji, afet politikalarında şimdiye kadar söz sahibi olamayan meteoroloji mühendisleri, "Su Şûrası"nda da birey veya kurum olarak muhtemelen yer alamayacak. Bu nedenle, bu konudaki görüş ve önerilerimi burada 10 madde halinde dile getirmek istiyorum:
1- Suyun para kadar kıymetli olduğu anlaşıldığına göre acilen yerel yönetimlerimiz, "Su Bütçesi"ni hazırlayıp 1 Ekim 2007 olan su yılının başından itibaren uygulamalı.
2- Diğer afetlerle birlikte ülkemizde kuraklıkla mücadele için "kriz yönetiminden", "risk yönetimine" geçilerek artık reaktif değil proaktif politikalar geliştirip uygulamayı temel ilke olarak benimsemeliyiz. Böylece mevcut Kriz Merkezleri’nin, "Afet Yönetim Merkezleri"ne dönüştürülerek "risk yönetimi" çalışmalarının da yapması sağlanmalı.
KURUMLAR BİRLEŞTİRİLMELİ
3- Kuraklığı gelişmiş ülkelerde olduğu gibi meteorolojik, hidrolojik, tarımsal ve sosyo-ekonomik yönleri ile tek bir elden ve doğru bir şekilde izleyememekteyiz. Bunun için, örneğin ABD’deki Nebraska Üniversitesi’nde olduğu gibi ülkemizde tek olan İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nde "Kuraklık İzleme ve Önleme Merkezi" kurulmalı.
4- 1959’da yürürlüğe giren 7269 sayılı Umumi Afetler kanununun yerine acilen "Afet Çerçeve Yasası" çıkartılarak kuraklık gibi 28 adet meteorolojik afet de mevzuata dahil edilmeli. Belediyeler, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Acil Yardım Genel Müdürlüğü gibi kurumlara meteoroloji mühendisi istihdamı için gerekli kadrolar verilmeli.
5- Acilen hidrolojik ve meteorolojik hizmetler tek çatı altında toplanmalı ve meteorolojideki devlet tekeli kaldırılmalı. İklim, hava, afet ve su birbirinden ayrılmaz konulardır. Bu konularda sağlıklı politikalar geliştirebilmemiz için DMİ, DSİ ve EİEİ yerine "Hidrometeoroloji Enstitüsü" gibi tek teknik kurum oluşturmalıyız.
6- Ülkemizde kuraklık, sel, fırtına, don, vb. afetlerin etkin yönetimi için mevcut hidro-meteorolojik gözlem şebekemizi yenileyerek kapasitesini artırmamız ve afet öncesi süreçte erken uyarı sistemlerini tek elden geliştirerek kullanabilmemiz gerekiyor.
SUYU TAŞIMAYIN
7- Vatandaşların, yönetimlerin, kurumların kuraklık nedeniyle ortaya çıkabilecek problem ve etkilerinin zararlarını azaltmak için alınması gereken önlemleri tanımlayan "Kuraklıkla Mücadele Planları" hazırlanıp uygulanmalı. Böylece zamanında önlem alınmasını sağlayan, tüm paydaşları sürece katan proaktif bir yapı oluşturulmalı.
8- Kuraklıkla mücadelede sadece yapısal yaklaşım uygulamak yetmez. Acilen "Su Çerçeve Yasası" çıkarılmalı. Azalan su varlığımız, şehirlerarasında taşınmamalı, doğal bütünlük bozulmamalı su yerinde değerlendirilmeli. Çarpık şehirleşme, su havzalarındaki yapılaşma ve kirlilik nedeniyle su kalitesini, arz ve talebi olumsuz yönde değiştirmesine izin verilmemeli. Şehirler, su havzalarının kapasitesi üzerinde nüfus ve sanayiyi kabul etmemeli. Önerdiğiniz vize gibi kısa vadeli önlemlerle uzun vadede geriye göç de teşvik edilerek İstanbul bir kültür, sanat, ticaret ve eğitim şehrine dönüştürülmeli...
9- Tarım ve sanayide suya olan gereksinimi en aza indirecek teknolojiler desteklenmeli. Suyun sanayide kullanımında kapalı su devre sistemleri geliştirilmeli, atık sular arıtımla geri kazanılmalı. Barajlarda buharlaşma ve kentlerde şebeke su kayıpları engellenmeli...
10- Yiyecek gıda ve içecek su kalmadığında diğer bütün sosyo-ekonomik kaygılar anlamsız kalır. Bu nedenle, Türkiye Kyoto ötesi sürece hazır olması için acilen konumunu belirleyerek müzakerelere başlamalı. TBMM Küresel Isınma Araştırma Komisyonu Raporu da kabul edilerek öneriler bir an önce yürürlüğe girmelidir...
Bilginiz ve gereği için saygılarımla arz ederim.
Yazının Devamını Oku 
6 Ağustos 2007
Emel Sayın’ın "Yağdır Mevlam Su" adlı şarkısı bu günlerde en çok istek alan parça olmalı. Çünkü bu şarkı, duygu ve isteklerimizi ifade ediyor. Mevlam arada bir, az da olsa su yağdırıyor ama biz onu ne kadar tanıyor ve nasıl kullanıyoruz. Esas mesele burada!
Su sihirli bir molekül. Hayat ve yaşamın temel kaynağı. Vücut sıcaklığımızı sabitler. Besin maddeleri ve oksijeni taşır. Organları ve dokuları korur. Dünyanın 3/4’ü, vücudumuzun 2/3’si sudur. Tüm canlılar için ikame edilemez. Ekonomik ve sosyal kalkınma için şart. Bugünlerde olduğu gibi her zaman yerel ve küresel krize neden olabilir...
Dünyadaki toplam su miktarı, 1.4 milyar kilometreküp. Bunun yüzde 97.5’i okyanus ve denizlerdeki tuzlu su. Sadece yüzde 2.5’i tatlı su. Tatlı suyun da yüzde 90’ı buzullarda, toprakta, atmosferde ve yeraltında. "Kullanılabilir su" miktarı ise sadece yüzde 0.3. Bu nedenle, hızlı nüfus artışı ve su kaynaklarının azalması, dünyada ve ülkemizde su problemini de beraberinde getirmekte.
SU FAKİRİ OLACAĞIZ
Ülkemizde yılda 1 metrekareye düşen ortalama toplam yağış 643 kg. Bu yağışın zamansal ve yersel dağılımı dengesiz. Derelere, göllere bakıp su zengini olduğumuzu düşünmeyin. Su zengini olmak için kişi başına 8000 ila 10000 metreküp arasında su düşmeli. Kişi başına 1000 ila 2000 metreküp düşen ülkeler suyu az kategorisinde. Su fakiri ülkelerde ise kişi başına düşen su, 1000 metreküpten az. Ülkemizde şu an kişi başına düşen yıllık su miktarı 1500 metreküp civarında. Önümüzdeki yıllarda nüfus artışı ve küresel iklim değişikliği nedeniyle ülkemizde kişi başına düşen su miktarı 700 metreküp civarında yani 1000 metreküpten az olabilecek. Böylece, büyük bir ihtimalle su fakiri bir ülke olacağız.
Türkiye’de yılda yaklaşık olarak 40 milyar metreküp su tüketiyoruz. 30 milyar metreküp ile en fazla suyu tarımda kullanıyoruz. 6.2 milyar metreküp ise kentsel tüketim ve 4.3 milyar metreküp de sanayide kullanılıyor. Bu rakamlardan anlaşılacağı gibi doğru teknoloji ve uygulamalar ile tarımsal sulamada yapılabilecek yüzde 20’lik bir tasarruf tüm şehirlerin su ihtiyacından daha fazla su sağlayabilir.
TAŞIMA SUYLA ŞEHİR DÖNMEZ
Türkiye’de su kullanımdaki sorunlar saymak ile bitmez. Bunların belli başlılarını, 1 Haziran’da katıldığım TED Polatlı Koleji Özel Lisesi 1. Çevre Sempozyumu’nda, Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden Yrd. Doç. Dr. Ahmet L. Tek şöyle sıralamıştı: "Kentsel tüketimde, nüfus artışı, göç ve plansız kentleşmeden kaynaklanan sorunlar. Sanayide kaçak ve geri dönüşümsüz su kullanımı. Tarımsal sulamada karşılaşılan sorunlar: Mevcut sulama sistemi ve yöntemi, çiftçi ve teknik personelin eğitimi, sulama şebekesinin işletim ve yönetimi, sosyo-kültürel sorunlar ve tarım politikası."
Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, planlama ve su kullanımının insan ile başlayıp insanla bitmesidir. İklim değişirken biz de değişerek; şehirlerimize, suyumuzun her damlasına ve su havzalarının her çakıl taşına sahip çıkmalıyız. Su tasarrufunu, gönüllü olmaktan çıkartıp artık zorunlu hale getirmeliyiz. Yerel yönetimler halka örnek olmalı. Örneğin, belediye başkanları makam aracını ayda en fazla bir kez yıkatsın. Şehirler, su havzalarının kapasitesi üzerinde nüfus ve sanayiyi kabul etmemeli. Örneğin, vize konulması ve geriye göçün teşvik edilmesi gibi önlemlerle İstanbul acilen artık bir kültür, sanat, ticaret ve eğitim şehrine dönüştürülmeli... Çünkü taşıma suyla sadece değirmenler değil, şehirler de dönmez!..
Yazının Devamını Oku 
30 Temmuz 2007
Avrupalı bilim insanlarının yaptıkları yeni bir çalışmaya göre küresel iklim değişikliği Akdeniz’de de tayfunlar gibi tropikal fırtınaların oluşmasına neden olabilecek. Akdeniz kıyıları milyonlarca kişiye ev sahipliği yapıyor ve dünyanın en büyük turizm merkezi. Tehlike kapımızda.
Tayfunlar, tropikal enlemlerdeki okyanusların ılık suları üzerinde doğudan batıya doğru hareket eden dev azmanı fırtınalardır. Çok büyük bir alanı kaplayan ve bir Mevlevinin etekleri gibi kendi etrafında dönen bulut kümesinin ortasında, bu fırtınaların bir de gözü vardır. Tropiklerde maksimum rüzgárlar, hızları 60-110 km/saatlik bir hıza ulaştığında "tropikal fırtına"; 110 km/saati aştığında da "tropikal siklon" olarak adlandırılır. Tropikal siklonlar Pasifik Okyanusu’nun kuzeyinde "hurikeyn" (hurricanes); Kuzey Pasifik Okyanusu’nun batısında "tayfun" (typhoons); Avustralya’da "Willy-Willies"; Hint Okyanusu’nda "siklon" olarak adlandırılır. Bazı sözlükler tropikal siklonları Türkçe’ye yanlış bir şekilde "kasırga" olarak çeviriyor. Halbuki aynı sözcük Türkiye’de çok kuvvetli esen düz rüzgárlar için kullanılmakta. Sözlükler yanlış biçimde "tornado"ya (hortuma) da "kasırga" diyor. Bence Japonlar gibi tropikal siklonlara, "tayfun" demeliyiz...
TAYFUNA YEREL İSİM VERİLMELİ
Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) eskiden Japonya’da olsalar bile tayfunlara, Helene ya da Richard gibi İngiliz isimleri veriyordu. WMO, örneğin Kamboçya kıyısındaki tayfuna Emily gibi yabancı adlar verilmesi nedeniyle Kamboçyalıların tropikal fırtına uyarılarına karşı ilgisiz kaldığını fark ettikten sonra tayfunlara yerel isimler vermeye başladı.
Şu anda Atlantik Okyanusu’nun tropikal bölgesinde oluşan tayfunlar nadiren Avrupa’nın Batı kıyılarına ulaşabiliyor. Fakat Gaertner ve diğerlerinin yaptığı yeni bir bilimsel çalışmaya göre Akdeniz Bölgesi’nde ortalama hava sıcaklıklarındaki artış 3 santigrat olduğunda Akdeniz havzasında da tayfunların oluştuğunu görebileceğiz. Akdeniz’de nadiren oluşan tayfunlara benzer fırtınalara ait bir kaç makale okumuştum, ama ilk kez bir bilimsel çalışma bu tür fırtınaların Akdeniz’de yaygınlaşacağını belirliyor. Bu fırtınaları, deniz suyun seviyesindeki yükselme ile birlikte düşündüğünüzde kıyılardaki yerleşimler için çok kuvvetli rüzgár ve su baskınlarının büyük riskler oluşturacakları anlaşılabilir.
Tayfunların oluşumunu etkileyen faktörler arasında ılık deniz-yüzey sıcaklıkları ve atmosferik kararsızlık önemli rol oynuyor. Bu faktörler şimdiye kadar Kuzey Atlantik ve Kuzey Pasifik’teki belli başlı bölgelerde tayfunlara neden oluyordu. Ama son yıllarda tayfunlar alışık olunmadık yerlerde de oluşmaya başladı. Örneğin 2004 yılında Katrina adlı tayfun Güney Atlantik Okyanusu’nda oluştu ve Güney Brezilya’da karaya vurdu. Bir sene sonra Vince adlı tayfun Madeira Adaları civarında oluşarak İspanya’da karaya vuran tarihteki ilk tayfun oldu.
İLK TAYFUNA İSİM ÖNERİSİ
Bilgisayar modelleriyle yapılan araştırma, küresel ısınmadan dolayı Akdeniz’de artan su yüzey sıcaklıklarının bu bölgede görülen fırtınaların şiddetini tayfunlar kadar artıracağını belirlemiş. Fakat Akdeniz’in hangi kısımlarının daha fazla etkileneceği açıklanmamış. Gaertner’e göre sera gazlarında azaltmaya gidersek bu problemi savuşturabiliriz...
Başta ABD, Avustralya, Çin, Hindistan ve Türkiye olmak üzere sera gazlarını azaltmaya niyetli olmayan ülkeler oldukça Akdeniz’de Katrina kadar süper olmasalar bile tropikal güçte fırtınaların olacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Bu durumda dikkat edelim de kıyılarımızda oluşacak olan tayfunlara bari bizden isimler verilsin. Örneğin, meteorolojimiz hazırlayacağı listede isterse adımı kullanabilir. İlk tayfuna "Mikdat Tayfunu" adını verebilir!
Yazının Devamını Oku 
23 Temmuz 2007
Seçim nedeniyle henüz tatile çıkmamış olanlar veya tatilini kesenler bugünden itibaren seyahat planları yapıyor olmalı. Seyahate çıkacak olanlar neye göre plan yaparsa yapsın mutlaka gidecek oldukları yerin hava durumunu da dikkate almalı. Hava sizi sobelemesin diye önümüzdeki üç ay için dünyanın "gayri resmi hava durumu"nu sunmak istiyorum.
Maalesef ülkemizde "tahmin" ve "hava tahmini" kavramları pek oturmuş değil. Birkaç haftalık ya da aylık tahmin bulmak zor. Bir meteoroloji profesörü olarak "havanın iyisi, kötüsü veya güzeli, çirkini olmaz" desem de önemli değil. Önemli olan güneşli havanın, ülkemiz medyası ve ahalisinin büyük bir kısmı tarafından "güzel hava" olarak adlandırılıyor olması. Ama son aylarda oluşan bu "güzel havalar" yüzünden Türkiye yeterince yağış alamıyor. Başta çiftçilerimiz olmak üzere kuraklıktan dolayı çok sıkıntılı günler yaşamaktayız, yaşamaya da devam edeceğiz.
HERKESİN HAVA BEKLENTİSİ FARKLI
Her zaman birisi için iyi olan hava, öteki için kötü olabiliyor. Bu nedenle, turizm sektöründe de herkesin havaların hep güneşli olmasını ve müşterilerin sadece plajda vakit geçirmesini istediğini filan sanmayın. Örneğin, bir gazino vb. şans oyunları işletmesi, bahisçileri deniz kıyısına çekmek için önce "güneşli hava" tahminlerini bekler, daha sonra da müşterilerinin salona girmesi için yağmur yağmasını ister. Otelcilik sektörü ise müşterileri tesislere çekmek ve memnun kalarak gelecek yıl tekrar gelmeleri için havaların hep güneşli geçmesini isterler. Düğün sahipleri, pop konseri ve spor müsabakası organizatörleri de yağışsız-sakin hava ümit ederler...
EYLÜLE KADAR SICAK GEÇECEK
Kısa adı IRI olan "İklim ve Toplum İçin Uluslararası Araştırma Enstitüsü"nün daha çok okyanusların yüzeyindeki su sıcaklıklarını kullanan birleşik atmosfer-okyanus modellerinin yaptığı tahminleri size aktaracağım. Önce hava sıcaklıklarına bakalım. Önümüzdeki eylül ayının sonuna kadarki günlerin yaklaşık yarısında, İngiltere, İrlanda, Danimarka’nın tümü; İtalya’nın Colobria, Cantanzaro ile birlikte Sicilya Adası’nın doğu kısmı, Yunanistan, Bulgaristan’ın güneyi; Türkiye’de Marmara, Ege, İç Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde hava sıcaklıklarının mevsim normallerinin üzerinde geçmesi bekleniyor. İrlanda ya da İskoçya’ya seyahat etmeyi planlayanlar için iyi haber. Ancak İtalya ve Yunanistan’a gitmeyi düşünenlerin işi zor. Yine IRI’a göre Rodos, Girit, Güney Kıbrıs, Libya, Mısır, Karayip Adaları ve Hawaii’de aralıklarla ekstrem (yani çok yüksek) hava sıcaklıklarının görülme olasılığı var.
AŞIRI YAĞIŞLARA DİKKAT
Yağışlar bakımından Kuzey Yarımküre’de zaten çok kurak bir döneme girdik. Bu nedenle eylül ayına kadar Türkiye’nin Akdeniz kıyıları da dáhil olmak üzere güneyde tropiklere kadar olan bölgenin genelinde yağışların 3 kilogramın altında kalacağı tahmin ediliyor. Bununla birlikte, İspanya’nın İlles Bolears, Valencia, Murcia ile birlikte Cezayir’in ve Tunus’un kuzeye bakan Akdeniz kıyıları; Türkiye’nin Tuz Gölü’nün batısında kalan Konya, Isparta, Afyon ve Eskişehir ile birlikte Ankara’nın güneyinde kalan kısımlarda yağışların mevsim normallerinin üzerinde olma ihtimali var. IRI’ya göre önümüzdeki 3 ay içinde dünya genelinde aşırı miktarda yağış beklenmiyor. Burada IRI’nın tahminlerinin genel olduğunu, küçük yerel özellikleri ve şartları dikkate almadığını hatırlamak isterim. Yani dere yatağına filan gidip kamp kurmayın ve öyle yerlerdeki otellere yerleşmeyin...
Özetle, "Planlamış olduğunuz tatil iklime bağlıdır, ama tatil yerine vardığınızda sadece hava vardır." Yani, havanın her zaman siz turistlere "bir sürpriz yapma hakkını" saklı tuttuğunu unutmayın. Ayrıca bu mevsimde nereye giderseniz gidin, "güneşte yanmadan, yavaş, hafif, sulu ve gölgede bir yaşam" sürdürmeye dikkat edin.
Yazının Devamını Oku 
16 Temmuz 2007
Küresel iklim değişimi sonucunda yazların şimdiye kadar görülmemiş aşırı sıcaklarla geçmesi klima satışları, elektrik kesintileri kadar sera gazı üretimimizi de artırıyor. İşte bu aşamada yalıtımın önemini bir kez daha gündeme getirmemizde yarar var. Yapı yalıtımı için yapılan harcama, sağladığı enerji tasarrufu sayesinde en fazla dört yılda kendini amorti ediyor.
Küresel iklim değişimiyle beraber tüketim alışkanlıklarımız da değişiyor. Örneğin, kömür satışları yüzde 70 azaldı. Kar yağmayınca kış lastikleri ve tuz elde kaldı. Kayak merkezleri kar duasına bile çıktı. Eldivenler unutuldu, kazak ve çizme satışları düştü. Fakat nerdeyse zorunlu bir ihtiyaç haline gelen klima satışları patladı. Böylece Türkiye son zamanlardaki talep artışıyla birlikte dünyanın 4’üncü büyük klima pazarı haline geldiği söyleniyor.
Bir yerdeki mesken ve işyerlerinin ısıtma ve soğutmaya yönelik enerji talebi, büyük ölçüde hava koşullarına ve nüfus yoğunluğuna bağlı. Günümüzde küresel ısınmayla şehirler daha sıcak bir hale geldikçe yazın elektrik sistemi klima kullanımından dolayı oluşan yüklenmeleri kaldıramıyor. Yazların şimdiye kadar görülmemiş aşırı sıcaklarla geçmesi klima satışları, elektrik kesintileri kadar sera gazı üretimimizi de artırıyor. İşte bu aşamada yalıtımın önemini bir kez daha gündeme getirmemiz gerekiyor.
Artık ısı yalıtımının sadece kış aylarında verimli şekilde ısınmayı değil; yaz aylarında da çok fazla enerji tüketmeden serinlemeyi sağladığının farkına varmalıyız. Bu nedenle yazın aşırı sıcaklarda sadece klimayla değil daha çok yalıtım yaptırarak serinlemeliyiz. Böylece, konfor ve enerji tasarrufu sağlanması ile birlikte hava kirliliği ve sera gazlarının azaltılmasında da ısı yalıtımının yeri ve önemi çok büyük.
Maalesef Türkiye’de ısı yalıtımı olan binaların oranı oldukça düşük. Oysa tüm konutların standart ve yönetmeliklere uygun olarak yalıtılması durumunda, ülkemizde yılda en az 4 milyar dolar tasarruf yapılacağı, hava kirliliğinin azalacağı ve en önemlisi küresel ısınmanın hızını azaltmaya katkıda bulunulacağı biliniyor.
Üstelik bir kereye mahsus bir yatırım yaparak her sene soğutma için ödenen nakit miktarı yarı yarıya düşüyor. Isı yalıtımının binanın yapım aşamasında getirdiği ek maliyet toplam maliyetin sadece yüzde beşi civarında. Ancak sağlanan tasarrufla bu rakam 2 ila 5 yıl arasında kendi kendini ödüyor ve bundan sonra da kazandırmaya devam ediyor.
ŞEHİRLERİN RÜZGAR KORİDORUNU KAPATMAYIN
Ayrıca klima ihtiyacını minimuma indirmek için şehir planlamasında da daha dikkatli olmamız gerekiyor. Yazın şehirlerde etkin olan rüzgár koridorlarını açık tutmalıyız. Örneğin, caddelerin yönlendirilmesi, oturma odalarının hangi yöne bakacağı, camların büyüklüğü gibi ayrıntılara dikkat etmeliyiz. Eskiden İzmir’de caddeler denize dik yapılırdı. Meltemin içeri girmesi ve yazın şehrin derinlerinde ferahlık sağlanması istenilirdi. Binaların denize paralel yapılması rüzgára Çin Seddi çekmek gibi bir durum oluşturuyor.
PAKİSTANLILAR DAMDAN DÜŞMENİN ÇARESİNİ BULDU
Ülkemizde damdan düşmeler de artıyor. Damdan düşme problemi Pakistan’da da var. Pakistan’da bu yüzden bizdeki kerpiç evlere benzer evlerin üzerine gece rüzgárı toplayıp evin içine almak için rüzgárın yönü açık olan kulübe gibi bir şeyler inşa etmişler. Yani pasif ama doğal soğutma ve havalandırma sistemlerini her yerde düşünmemiz gerekiyor.
Türkiye’de şimdi etkin enerji tasarrufu politikaları uygulanmazsa gelecekte büyük enerji ve çevre sorunları ile karşı karşıya kalacağımız kesin. Artık ülkemizde enerji yoğunluğunu düşürmek ve enerji verimliliğini öne çıkartmak zorundayız. Bu nedenle, gereksinim duyulan, enerji verimliliğini destekleyecek, çevreyi koruyacak iklim koruma temelli politikaların geliştirilmesi gerekiyor. Klimadan vazgeçemiyoruz, o halde yalıtma ve enerji verimliliğini artırmaya yönelik çalışmalar yapalım. Yani, artık yalıtımı bir zorunluluktan da öte büyük bir ihtiyaç olarak görmek zorundayız...
Yazının Devamını Oku 
9 Temmuz 2007
Seçimler yaklaşırken ben de bilinçli bir seçmen olarak oy vereceğim partiyi belirlemeye çalışıyorum. Bunun için partilerin internet sayfalarından seçim beyannamelerini inceledim. Küresel iklim değişikliği, kuraklık, Kyoto, meteoroloji gibi konulardaki görüşlerini aradım. İşte bulabildiklerim. Şimdiye kadar ehliyet, liyakat gibi kavramlardan bahsedip, iktidara gelince meteoroloji alanında tam tersini yapan birçok iktidar gördük. Artık siyasilerin söyledikleri ile yaptıklarının çok farklı olduğunu öğrendim. Buna rağmen, "seçim beyannamelerinde aşağıdaki konulara en çok yer veren partiye oyumu vereyim bari" diye kendi kendime bir ölçü koydum.
METEOROLOJİ
CHP: "... meteorolojiyi, kurumsal yapı, bilimsel kadrolar, araştırma imkánları açısından geliştirip destekleyeceğiz."
MHP: "Meteorolojik ölçüm istasyonları çevre kirliliğine ilişkin ölçümleri de yapabilecek şekilde geliştirilerek, oluşturulacak veri tabanı, yeni tesislerin projelendirme aşamasında kullanıma sunulacaktır. ... meteorolojik konularda uyarılar ile çiftçimizin ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına müspet katkı sağlayacak tarımsal yayın faaliyetleri yapılacaktır."
KURAKLIK
AKP: "Küresel iklim değişikliklerinin tarım sektörüne etkisini zamanında değerlendirmek üzere Kuraklık Yönetimi Koordinasyon Kurulu oluşturulmuştur. Bu çerçevede ülkemizin tümünü ilgilendiren çeşitli senaryoları içeren kuraklık eylem planı hazırlanmıştır."
SU
AKP: "Soluduğumuz hava ve içtiğimiz su başta olmak üzere, kamu ve sivil toplum işbirliği ile tüm çevresel varlıklarımız etkin bir şekilde denetleyeceğiz."
CHP: "Ulusal Su Tedarik ve Kullanım Programı’nı geliştirerek, uygulamaya koyacağız. Enerji ve su kullanımında tasarrufu sağlayan uygulamaları destekleyeceğiz."
MHP: "Su kayıp ve kaçakları önlenecek, kirlilikten korunacak. Su, hava, toprak ve denizi birlikte dikkate alan entegre çevre politikaları geliştirilecektir..."
AFET
CHP: "Yeni yönetim modelinde, İstanbul doğal afetlere karşı hazırlı olacaktır.
MHP: "... doğal afet ve iskanı içine alacak bir idari yapılanma ile bu alandaki kurumsal çok başlılık giderilecektir."
KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ
AKP: "Küresel iklim değişikliğine ve erozyona karşı en önemli tedbirlerden biri olan orman alanlarının korunması ve genişletilmesi, AKP iktidarlarının öncelikleri arasında yer almıştır..."
İKLİM
AKP: "iklim değişikliği ve küresel ısınmanın olumsuz etkilerinin azaltılması için uluslararası işbirliği yapmaya devam edeceğiz."
KÜRESEL ISINMA
AKP: "Küresel ısınmayla ilgili olarak daha önce başlatılan enerji, ulaştırma, tarım ve sanayi gibi sektörel alandaki çalışmalara kararlılıkla devam edeceğiz."
CHP: "Küresel ısınmaya karşı mücadelede devlet ve yerel yönetimlerin sorumlulukları ve yükümlülüklerini belirleyeceğiz; ulusal stratejik politikalarımız çerçevesinde yerine getirilmesini sağlayacağız. Küresel ısınma konusunda uluslararası bilimsel çalışmalara, bilim insanlarımız ve her kademede yetkililerimizle etkin katılım sağlayacağız."
KYOTO
AKP, CHP ve MHP’nin seçim beyannamelerinde Kyoto’nun K’sı bile yok...
Hayret! Her gün gündemimizi bu kadar çok meşgul eden ve günümüzdeki birçok problemin çözümüne giden yolun başlangıcı olan bir protokolün adı partilerimizin seçim beyannamelerinde yer almıyor. Bu durumda, küresel iklim değişikliği veya küresel ısınma, kuraklık, su, meteoroloji, vb. konularda verdikleri sözleri ne kadar ciddiye alabilirim?.. Böylece, parti seçmek için koyduğum somut ölçü de işe yaramadı! Ne yapacağım şimdi?
Yazının Devamını Oku 
2 Temmuz 2007
Geçen hafta Afrika sıcağı kapıya dayandı ve kayıt dışı da olsa birçok can aldı. Bugünlerde havalar biraz serinlemiş olabilir ama unutmayın bu tür sıcak hava dalgalarının sayısı ve şiddeti küresel iklim değişimi ile birlikte artmakta. Buna rağmen bu tehlikeyi anlamak ve gerekli önlemleri almak konusunda hálá gerekli adımları atamıyoruz.
Geçen hafta sıcak hava dalgasıyla ilgili basında çıkan haberleri ve demeçleri okudukça saçımı, başımı yoldum. Kimya profesörü bir arkadaşımız kimine göre meteoroloji uzmanı, kimine göre ise meteoroloji profesörü oldu. Koca koca valiler, müdürler ve muhabirler şehirlerin değişik yerlerindeki panolara konulmuş uyduruk termometrelerin gösterdiği yanlış sıcaklık değerlerini kullanarak demeçler verdi ve haber geçti...
Devlet Meteoroloji İşleri (DMİ) Genel Müdürlüğü, zamanında uyarıda bulundu ama tehlikenin adını yine koymadı. Sitesinde yayınladığı "Meteorolojik Uyarının" başlığı "... gününden itibaren Türkiye’nin güney, iç ve batı bölgelerinde yüksek sıcaklık bekleniyor" şeklinde. Yani hálá "sıcak hava dalgası" (heat waves) gibi bir kavramdan bu ülkenin meteoroloji konusunda en yetkili kurumunun sanki haberi yok. Fakat, "Sıcak hava kütlesine bağlı olarak" gibi ifadelerle 1945’lerde hava analizi ve tahmininde terk edilmiş nostaljik "hava kütlesi" kavramını hálá kullanıyorlar.
SICAK HAVA NEREDEN GELDİ?
"Sıcak hava kütlesi gibi" antik ifadeler yerine jet akımlarına ait basit bilgiler verseler çok daha iyi olurdu. Örneğin, "Bu sıcak hava dalgasını Afrika’dan geldiğini nereden biliyoruz? Öyle ki, adına Afrika ya da çöl sıcağı denilen bu havanın Balkanlar’dan geldiği söyleniyor. Bu da çoğu kişinin aklını karıştırabiliyor. Yine dünyanın birçok yerinde yapıldığı gibi, birkaç günlük jet stream haritalarını basitleştirerek web sitelerinde verebilseler, Fas’tan çıkıp İtalya üzerinden Balkanlara sarkan jetin sıcak havayı Marmara ve Ege üzerine taşıdığı görülebilirdi. Bunu isteseler TV ve gazetelerimiz de yapabilirdi.
Son yıllarda DMİ’de bazı iyi gelişmeler oldu. Örneğin artık hissedilen sıcaklığı inkár etmiyorlar. Web sitelerine hissedilen sıcaklığın güzel bir tablosunu bile koymuşlar. Fakat halka normal hava sıcaklıkları ile birlikte hissedilen sıcaklıkları hesaplayıp bildirmiyorlar. Bu durumda halkımız termometreden farklı olarak hissedeceği sıcaklığı, ya bazı TV istasyonlarının özel olarak hazırladığı hava durumu programlarından ya da Amerikan veya İngiliz web sitelerinden öğrenmek zorunda. Örneğin, 1948 yılından beri Amerika halkı "hissedilen sıcaklık" gibi önemli bir bilgiyi alıp gündelik yaşamında kullanmayı öğrenmişken, bizdeki bu geri kalmışlık inanılır gibi değil.
Sanki kışın hava çok soğuk olduğu için okullar ve işyerleri tatil ilan ediliyordu da bazıları şimdi çok sıcak oldu diye işyerlerini tatil edelim diyor! Bazıları da çocuğum D vitamini alsın diye güneşte bebesini dolaştırıyor! Hiç kimse, sıcak hava dalgasından vazgeçtim, kuraklığı bile afet saymayan 1959 yılında çıkartılmış 7269 Sayılı Umumi Afetler Kanunu için günümüzün şartlarına uymuyor, demiyor. Bazılarımız ise İstanbul gibi büyük şehirlerimizde sıcaktan bunalıp daha sıcak olan güney illerimize tatile gidiyor!..
ERKEN HASAT KURBANI OLMAYALIM
Sıcak hava dalgalarından dolayı 2003 Ağustosu’nda Avrupa’da beklenenden 35 bin fazla ölüm oldu. Sıcak dalgaları sırasında özellikle yaşlılar ve kronik hastalığı olanların ölümlerinde artış olmasına "hasat fenomeni" deniliyor. Evet hepimiz bir gün öleceğiz, ama erkenden hasat olmamıza lüzum yok. Antik kanunlarımız afet saymıyor diye sıcak hava dalgalarında boş oturmamalı ve uzun uzun tartışmalara girmeden hemen önlem almalıyız. Çünkü dünya böyle yapıyor. Örneğin, Birleşmiş Milletler’in 1992’de benimsediği 15. Prensip şudur: "Ciddi ve dönüşü olmayan hasarlar söz konusu ise bilimsel belirsizliklerin olması, çevresel zararları engellemede maliyet etkin önlemleri ertelemek için bir neden olmamalıdır." Küresel iklim değişimi ve sıcak hava dalgaları için de bu prensip geçerlidir.
Yazının Devamını Oku 