3 Mart 2008
İETT otobüsünde üç öğrenci konuşurken ister istemez kulak misafiri oldum: "Sedat Hoca küresel ısınma yok diyor. Bence haklı. Küresel ısınma var diye, yok bu buzdolabını alma şunu al; yok o lambayı kullanma bunu kullan... Küresel ısınma yeni pazar yaratmak için uydurulmuş." Dayanamayıp "Sedat Hoca’nıza selam söyleyin, bilmediği konularda size yanlış şeyler öğretmesin" dedim!
Çocuklar hemen; "Ama o bir profesör" diye karşı çıktı. "Ben de bir meteoroloji ve afet yönetimi profesörüyüm ama haddimi bilip açık kalp ameliyatı ya da inşaat filan yapmaya kalkışmıyorum" dedim ama nafile.
Maalesef ülkemizde akademisyenlerin meslek etiğini, yani mesleklerini icra ederken yerine getirdikleri çok çeşitli görevleri yaparken uymak zorunda oldukları kuralları bu şekilde ihlal etmesi çok yaygın. Aslında bilim insanı, neyi bilip neyi bilmediğini en iyi bilen kişi olmalıdır. Fakat söz havadan-sudan, futbol, din, sağlık ya da depremden açılınca herkesin uzman kesildiği bir ülkede yaşıyoruz. Bilmiyorum demek ayıp bu ülkede!
Meslek etiği yanı sıra, "etik" kelimesi, ayrıca günümüzde "yanlış ve doğru nedir" kavramının felsefi bir sorgulaması ve uygulanmasıdır. Aynı zamanda "zorunlu ve gönüllü olan nedir"in sorgulanmasını da içerir. TÜBA Bilim Etiği Kurulu’na göre etik "İnsanların ahlaklı yaşamın temelleri üzerine akıl yordukları ve bu temellerden yola çıkarak, doğru ve yanlışı ayırt etmeye, doğru davranış biçimlerini bulmaya ve uygulamaya yarayabilecek kuramsal ve toplumsal araçları geliştirmeye uğraştıkları bir düşün alanıdır."
ETİK TARTIŞMA ZAMANI
İnsan kaynaklı iklim değişikliği büyük ve çok derin etik sorunlar ortaya çıkarmasına rağmen, iklim değişimi politikalarıyla ilgili tartışmalarda maalesef konunun bu yönü yeterince ele alınmıyor. Küresel iklim değişiminin birincil sorumlularıyla, değişimin kötü etkilerine karşı zayıf ve savunmasız kalanlar aynı kişiler değil. İklim değişimine karşı pratik ve uygulanabilir bir çözüm bulunması için bu problemi adil bir yaklaşımla ele almak gerekir. Fakat iklim değişimine karşı politikalar konuşulurken konu çoğunlukla, sadece bilim ve ekonomik yönden konu ele alınıyor. Etik ve ahlaki yönü ihmal veya örtbas ediliyor.
Bu nedenle günümüzde, küresel iklim değişiminin etik boyutunun incelenmesine yönelik çalışmalar teşvik edilmekte. Etik problemlerin analizinde iklim değişimi politikalarını belirleyen, hükümet, iş çevreleri, STK’lar, organizasyonlar veya bireyleri kendilerini ilgilendiren özgün pozisyonları almaları sağlanmakta. Karar vericilerin ve kamunun iklim değişiminin etik boyutlarını daha iyi anlamasına çalışılmakta. İklim değişimine karşı savunmasız olanlar dahil olmak üzere tüm ülkelerden bireylerin iklim değişimine tepki vermesi, etik sorgulamaya katılması istenmekte. Ayrıca, küresel iklim değişiminin etik yönünü araştırmak için disiplinler arası yaklaşımlar geliştirilmekte...
İNKAR ÇÖZÜM DEĞİL
Küresel iklim değişiminin etkileri artık önemli ölçüde tahmin edilebilmekte. İklim değişimi tüm dünyayı, coğrafyayı, sosyal, politik ve ekonomik olarak etkileyecek. İklim değişiminin birçok olumsuz etkisi gelecek 100 yılda daha fazla görülecek. Afet hazırlığı, enerji ve sanayi, finansal yatırımlar, anlaşmalar, eğitim politikaları gibi alanlarda iklim değişimine uyum çalışmaları mutlaka yapılmalı. Küresel iklim değişimiyle mücadelede, bireylerin dikkatinin problemin ahlaki ve etik yönüne de çekilmesi gerekiyor. Sağlık, yargı, bilim, iş dünyası, sosyoloji, politika, dinle ilgili kurum ve kuruluşlar da bu değişimin kötü etkileriyle yüzleşmek zorunda kalacak. Bu nedenlerden dolayı, küresel iklim değişimin ortaya koyduğu tehditler karşısında, yerel ve ulusal yöneticilerin, kurumların faaliyetleri, inkárcı ya da vurdumduymaz değil; saygın, şerefli, dürüst, ahlaki ve etik yani, "doğru" olmak zorunda.
İnkár edilemeyecek kadar açık ve çok sayıda gerçek ortadayken sırf kendi egomuzu tatmin etmek adına bugün iklim değişikliğini inkár etmek, mücadelede başarısız olmak, her türlü etik ve ahlaki değere ters düşerek torunlarımıza da zarar vermek demektir. Daha fazla bilgi için Aralık 2004 Buenos Aires Bildirisi’ne bakınız.
Yazının Devamını Oku 
25 Şubat 2008
Kullanılabilir su kaynaklarının gün geçtikçe azalması yaşam türlerini tehdit ediyor. İnsanoğlu, dünyada kıymetini bilemediği suyu kızıl gezegende arıyor. Ama hálá her şeyin sonu gelmiş değil. Bireysel olarak alacağımız önlemlerle tabiatın gizli tehdidi kuraklığa karşı gelebiliriz.
Bilsek de bilmesek de, istesek de istemesek de havanın içinde ve suya bağımlı yaşıyoruz. Havadan sudan konular hayatımızda giderek daha da büyük önem kazanırken, açıklanmaya ve yorumlanmaya muhtaç ayrıntılar içeriyor.
Yıllardır bu köşede ve çeşitli gazetelerdeki yazılarımla aktarmaya çalıştığım bu konuları ikinci kitabımda değerli okuyucularıma derli toplu bir şekilde sunmaya çalıştım. Hayykitap’ın "Yeryüzünün Ahengi" serisinden yayınlanan "Havadan Sudan" isimli kitabımda, köşe yazılarımda ve üniversitedeki derslerimde kullandığım gibi sade bir dil ve üslupla; önce bilgilendirmeye, sonra olası felaket ve afet senaryolarını anlatmaya, son olarak da uygulanabilir çözüm önerileri sunmaya çalıştım.
UNUTULMADAN YAZDIM
Eğlendirerek bilgilendirmeyi hedeflediğim kitabın değerli okuyucuları bu sayede hem doğayı tanıyacak, onu koruma bilinçlerini geliştirecek, hem de güncelliğini hiç kaybetmeyen iklim, hava ve su ile ilgili önemli problemimiz hakkında doğru bilgilenecek.
Susuzlukla boğuşan ağaçlar, seller, yağmur bombaları, kuruyan göller, ölen balıklar, Kuran’daki yağmurlar, sıcak hava dalgaları, 24 saat çalışan klimalar, incelen ozon, bas bas bağıran elektronik kirlilik, ana rahmine kadar sızan kimyasallar, deprem fırtınaları, kıyı şeridinde yükselen sular, rüzgárgülleri, fırıldaklar, poyrazlı şiirler, gök gürültülü sağanak yağışlar, alçak ve yüksek basınçlar, yoldan önce donan üst geçit ve viyadükler, çevreye Fransız kalan siyasi partiler, fırtınalar, türbülanslar, asit yağmurları, küçük bir çocuktan küresel ısınmayla ilgili büyük öneriler, kalkan ağlarına takılan yunuslar, tüyünden çapari yapılan martılar... Hiçbirini unutulmadan ele almaya çalıştığım yazılardan oluşan kitap, karikatürlerle desteklendi.
BEYAZ ADAMA SORUYORUM
Küresel ısınma, sıcak hava dalgaları, sel baskınları, tükenen doğal kaynaklar insanoğlunun doğayı kontrol altında tutma, hükmetme isteğinin sonucu onun bize ve gelecek nesillere isyanıdır. Yıllardır zehirli atıklarını doğaya bırakan, sera gazlarını soluduğumuz havaya salan insanoğlu için "Tabiatın gönlünü almanın tam vakti"dir.
En bilimsel mevzularda "havadan sudan" konuşan bir akademisyen olarak tüm insanlığa kitabımla sesleniyorum: "Sakın umutsuz olmayın!"
Susuzluk, kuraklık, küresel ısınma, sıcak hava dalgaları, sel baskınları hakkında önce bilgilendiriyor, sonra olası felaket ve afet senaryolarını süregelirken beyaz adama soruyorum: "Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenilemeyen bir şey olduğunu anlayacak mı?"
Havadan sudan konuşmanın, havadan sudan yazmanın asıl şimdi tam zamanı... Yoksa gelecek için çok geç olacak! Siz de önce bu kitap ile bilgilenin sonra da doğa ananın kalbini kazanmak için üstünüze düşen görevleri yerine getirin.
Yazının Devamını Oku 
18 Şubat 2008
Katıldığım bir TV programında birkaç defa kullandığım bazı ifadeler coğrafyacı meslektaşlarımın dikkatini çekmiş. Böylece "Coğrafya Biz Forumu"nda farkında olmadan bir tartışmaya neden olmuşum. İşte cevabım. Tartışmayı başlatan soru şöyle: "Sayın Kadıoğlu konuşmasında, az yağan yağış, yağışın az yağması, yağışın yağması gibi ifadeler kullandı. Yağış: Havadaki su buharının yoğuşmadan sonra, gerek sıvı, gerek katı olarak yeryüzüne düşmesi olayı olarak tanımlandığına göre, yukarıdaki ifadeyle kullanıldığı zaman yanlışlık olmuyor mu? Yağış azlığı veya fazlalığının bu şekildeki ifadesi hatalı değil mi? Bunun yerine yağışın meydana gelmesi veya oluşumunun azlığı veya çokluğu olarak kullanılması daha doğru değil mi?"
YORUMLAR SIRA SIRA
Tartışmayı başlatan bu eleştiri için yapılan yorumlar şöyle:
- Tabii ki bilim adamlarının çok daha dikkatli olması gerekir. Nitekim hazırladıkları tezlerin ya da araştırma bulguları sonucunda vardıkları sonuçları bilim çevresince onaylanması için en ufak ayrıntıları bile gözden kaçırmayan hocalarımızın bu türlü yanlışlıklara düşmeleri şaşırtıcıdır.
- Kadıoğlu’nun sitemizde yayınlanan coğrafya öğretimindeki meteoroloji (klimatoloji) ile ilgili yanlışlarını hatırlayınca (hemen hemen hiç bir doğru bilgi öğretmiyoruz gibi gelmişti okuduğumda) hocanın yanlışı yoktur, bizim bildiklerimiz yanlıştır gibi bir hisse kapıldım.
- Az yağan yağış, yağışın az yağması, yağışın yağması gibi ifadelerin doğru olmadığı fikrine katılıyorum. Fakat o kadar hata kadı kızında oluyorsa elbette ki Kadıoğlunda da olması son derece doğaldır :) Sayın Kadıoğlu değerli bir bilim adamıdır, bilgisine güvendiğim bir kişidir...
- Bence de ifade yanlış. Hepimiz bu tür yanlışlıklara düşebiliyoruz. Ama belli bir akademik seviyeden sonra daha dikkatli konuşmak gerektiğine inanıyorum. MEB kitabında epeyce eleştiri yapmıştı hocamız.
- Arkadaşlar, evet ben de katılıyorum o ifadenin yanlışlığına. Ama TV’de böyle hatalar çok doğal. Üzerek, kurul dahilinde hazırlanan bir ders kitabındaki hatalar bu kadar mazur görülemez, diyorum.
- Mikdat Hoca gibi değerli bir bilim adamının konuşurken daha dikkatli olması gerekir. Anlatım bozukluğu yapmış.
- Akademik kimliği olanlar daha derin konularla ilgili. Yani hocanın zamanının çoğu projeler, tezler hazırlamakla geçiyor. Bu yüzden terimleri bazen yanlış kullanabildikleri (önemsemedikleri) oluyor. Üniversitedeki öğrenciler de "hocanın her dediği doğrudur" anlayışında olduklarından çoğu zaman bu yanlışları görmezden gelir. Bu gayet doğal. Çok farklı pencerelerden bakıyoruz dünyaya.
- Sayın Kadıoğlu’nun hızlı konuşma özelliğinden dolayı canlı yayında böyle söyleyiverdiğini düşünüyorum. Bizler az yağış, fazla yağış, yağış meydana geldi veya yağış oluştu gibi ifadeler kullanırız. Klimatoloji dersimizde böyle görmüştük.
- Yağan kardır ya da yağmurdur. Yağış yağmaz, oluşur.
- Bunları söyleyen profesör olunca insanın aklı karışıyor. Acaba bildiği bir şey mi var diye ama arkadaşlara katılıyorum hocamızın ifadeleri hatalı. Sayın Kadıoğlu iyi bir bilim adamıdır yalnız hakkını teslim edelim çok da hoş sohbettir...
- Yağış yağma işleminin gerçekleşmesidir. Yağış yağmaz, meydana gelir veya oluşur. Hocamızın ifadesini sizin belirttiğiniz şekilde kullanırsak; yağma fiili peş peşe iki kez kullanılmış. Ölü ölmüş ifadesindeki anlatım bozukluğunda benzer bir yanlışlık söz konusu.
- Bence ifade yanlış değil. Yağış zaten yağmak fiilinden türemiş. Yağış yağar.
- Kesinlikle doğru ifadeler. Yağış yağar. Az veya çok yağar.
BUNU HAK ETMİŞTİK
Bana göre, yağış (İngilizce: Precipitation), yağmur, kar, sulusepken, dolunun genel ismidir. Bununla birlikte çiy bir yağış değildir! Hava durumunu açıklarken o gün gözlenen yağmur ise yağmur yağdı; kar ise kar yağdı filan derim. Fakat bir yıl ya da mevsim söz konusu ise o süre boyunca hem kar, hem de yağmur ayrı ayrı gözlenmiş olacağından bütün bunları ifade eden "yağış" ifadesini kullanırım. Yağmak ise sadece yağışın değil; herhangi bir şeyin az ya da çok görülmesi olayıdır. Örneğin, gol olup yağmak ya da kar (olup) yağmak gibi. Yani yağış, sadece yağmur ve benzerlerinin yağma işini anlatan bir fiil ya da yağmur veya karın miktarı değildir.
Mesleğimiz ve uzmanlığımızla ilgili Türk Dil Kurumu sözlüklerine ve ders kitaplarına girmiş olan yanlış açıklamaları düzeltmek için şimdiye kadar gerekli gayreti göstermeyen biz meteoroloji mühendislerinin başına bu gidişle taş yağsa yeridir!..
(http://www.cografya.biz/forum/index.php?topic=6405.0)
Yazının Devamını Oku 
11 Şubat 2008
Bazı bilgiler vardır ki, her nedense herkes hiç sorgulamadan evrensel doğruymuş gibi kabul edilip tekrarlanır. Bu tür bilgiler sadece "havadan-sudan" sohbetlerde kullanılsa aldırmayacağım ama TBMM raporlarında ya da Meclis komisyonlarında da tekrarlanması çok üzücü ve düşündürücü bir durum.
"Küresel Isınmanın Neden Olduğu Sorunların ve Oluşturduğu Riskin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan (10/351, 399,417) Esas Numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu"unda şöyle denilmekte: "DMİ temsilcilerinin Komisyonumuza verdiği bilgilere göre, ülkemizde yaklaşık 6 yılda bir orta, 18 yılda bir şiddetli olmak üzere meteorolojik kuraklık yaşandığı gözlenmektedir..."
Bu çok kötü bir ezberdir ve bu bilginin hiçbir faydası yoktur! Artık, kuraklığı düşünüp, değerlendirme yaparken, bu tür ezberlerimizi bir tarafa koymalıyız. Ben bu ezberi bozmayı teklif ederken, aslında yeni ezberler dayatmaya da çalışmıyorum. Benim "mutlak gerçek" olarak kabullenilmesini istediğim tek şey var: Dünyanın, modern meteoroloji biliminin, mühendisliğin değişen ve gelişen çehresini artık doğru kavramalıyız.
İSTATİKSEL YALAN
Eğitimimiz sırasında bir derste duyduklarımızı, dost akraba çevresinde işittiklerimizi, daha kötüsü adları "meteoroloji temsilcisi" veya unvanı "meteoroloji uzmanı" olmasına rağmen meteoroloji bilimi ile gerçek anlamda hiçbir ilgisi olmayanların büyük bilim otoritesi edasıyla söylediklerini mutlak doğru olarak kabul edip papağan gibi tekrarlanmasından vazgeçmeliyiz. Bunların yerine yeni ezber aramadan, bilimsel anlamda olayları araştırıp, Çin’de de olsa gerçek uzmanlara ulaşıp, kişilere bağlı olmayan doğruyu ve gerçeği bulup ortaya çıkarmalıyız.
Bu yıl dünya iklimi sonbahara kadar etkili olacak, 1989 yılından beri görülmüş en kuvvetli La Nina ile karşı karşıya. Şu anda Çin ve Hindistan’ın kuzeybatısı, Afganistan’ın büyük kısmı, Pakistan, İran ve Türkiye kuru soğuklarla boğuşuyor. Yaz ayları da büyük kuraklıklara gebe. Şu andaki kuru kışlar ile La Nina arasındaki ilişkiyi neredeyse sağır sultan duydu, biz hálá istatistiksel bir yalan 6 - 18 yıllık periyotlar tartışmasıyla, nereden pompalandığı belli olmayan "umutlar" ile avunuyoruz.
AYVALARI MI SAYDINIZ?
Geçenlerde "2008 tarımda umut yılı" şeklinde çıkan habere de dikkat çekmeden edemeyeceğim: "2008’de kuraklık beklenmiyor. 2007’de tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de kuraklık nedeniyle ciddi sorunlar yaşayan çiftçilerimize iyi haber, Türkiye Ziraatçılar Derneği’nden geldi." 2008’de kuraklık beklenmediğini kim söylemiş? Amerikan çiftçileri gibi Türkiye Ziraatçılar Derneği’nin de uzun vadeli hava tahmini aldığı özel meteoroloji bürosu mu var? Yoksa yine daldaki ayvalara mı baktık? 22. Yüzyıl’ın eşiğindeki bir ülkede tarım gibi bir sektöre "umut" ile yön verilebilir mi? Ya da istatistiksel yalanlara bel bağlanabilir mi?
Bugüne kadar ülkemizde onlarca sulak alanımızı kuruttuk. Her biri kendi başına bir habitat olan bu alanlar artık birer çöl. Sanayi tesislerinin atık suları ve kanalizasyonlar, büyük ölçüde derelerimize, göl ve denizlerimize arıtılmadan boşaltılıyor. Bazı tesislerin atık suları arıtılsa bile, çıkan kimyasal çamurun ne yapıldığı bilinmiyor. Dokuma boya fabrikaları başta olmak üzere birçok sanayi tesisi, kaçak kuyulardan çektikleri yeraltı suyunu kullanıp kimyasallarla kirletip, başka bir kuyudan toprağın altına pompalıyor. Belediyelerin açtığı yeraltı kuyularıyla kirli sular evlere taşınıyor. Şimdi bütün bunları unutup 6 - 18 yıllık hayali bir çevrimine girmek ya da yağmayan yağışlara umut bağlamak mümkün mü?
Durum böyleyken biz hayali periyotlara, hayali kuraklık tahminlerine ya da mart ve nisan yağmurlarına umut bağlayıp, kukla kılıklı hayalet uzmanlara kulak veriyoruz. Bu durumda bence en iyisi Avustralya’da olduğu gibi bir uyarı yapmak: Vatandaş dikkat kuraklık var; banyoda şarkı söyleme!..
Yazının Devamını Oku 
4 Şubat 2008
İnsanoğlu dünyanın son 3 milyon yılında sahneye çıkmış. Ama Dünya var olduğu günden bu yana, yani 4,5 milyar yıldır iklim değiştiriyor. Geçmişte canlıların topluca yok olmalarına yol açan pek çok iklim değişikliğinde insanın payı yoktu. 1750 yılından beri ise insan bu sahnede baş aktöre dönüştü. Peki, geçmişten hiç ders aldı mı?
Geçmişteki küresel iklim değişimlerinden Anadolu’nun nasıl etkilendiğini anlamamız lazım. Bu konuyu değerli hemşerim Arkeolog Dr. Alev Eraslan’a sordum. Dr. Eraslan’a göre dünya genelinde, Holosen başlarından itibaren kültürleri etkileyen iklim değişimleri yaşanmakta. Bunlardan ilki günümüzden 12.800 ile 11.600 yıl öncesinde gerçekleşmiş. Bu dönemde artan sıcaklıklarla birlikte yaşanan aşırı kuraklıklar sonucunda buzulların erimesiyle seller olmuş. Dünya genelinde daha kurak ve daha soğuk bir iklim periyodunun yaşandığı bu dönemde Orta ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri, kuzey Irak ve kuzey Suriye ile Doğu Akdeniz kıyıları bu değişimden fazla etkilenmemiş. Bölgedeki avcı-toplayıcı kültürler ılıman iklimin elvermesi sayesinde artan nüfus ile birlikte yerleşik yaşama geçmiş. Baş gösteren kuraklığın insanlık tarihine yaptığı en önemli katkı ise (kuru) tarımın keşfi olmuş. Kuraklık sonucunda yabani tahılların azalması bölge insanlarını tarımın keşfi yolunda motive etmiş. Bu koşullar MÖ 6400 yılına dek sürmüş ve ilk tarımcı köy toplumları Anadolu ve Yakın Doğu’daki varlıklarını sürdürmüş.
SOĞUMA GÖÇ GETİRDİ
Dr. Erarslan’na göre, "insan uygarlığını" içeren Holosen’deki ikinci iklim değişimi MÖ 6400-6000’lerde yaşanır. Dünya bu tarihlerde tekrar kuraklık/soğuma dönemine girer ve dünya genelinde bazı bölgeler aşırı soğuklara tanıklık ederken bu kez kuzey Mezopotamya ve Doğu Akdeniz kıyıları ile orta Asya’da aşırı kuraklıklar gelişir. 400 yıl süren bu iklimsel değişimden en çok etkilenen bölgeler Güneydoğu Anadolu, Doğu Akdeniz kıyıları, kuzey Suriye ve kuzey Mezopotamya. Buralardaki ilk tarım toplulukları yerleşmelerini terk ederek suyun peşinde başka coğrafyalara göç eder. Böylece yaşam şekilleri yerleşik düzenden göçebeliğe dönüşür. Bununla birlikte "Neolitik Bunalım" olarak adlandırılan bu evrede Mezopotamya’nın Orta Fırat Vadisi ve Cezire Ovaları, Yukarı Ürdün’ün Rift Vadisi ile Şam Bölgesi toplulukları koşullara uyum sağlar, hayatta kalır.
Erarslan, insanlık tarihinde kültürel gelişmeleri etkileyen ikinci iklim değişiminin MÖ 3200-3000 yıllarında gerçekleştiğini söylüyor. Yakın Doğu’da kültürel evre olarak Geç Uruk Dönemi’nin bitişine rastlayan bu dönemde, MÖ IV. bin yıl ortalarında, kuzey Mezopotamya, kuzey Suriye ve doğu ve güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde kurulan Uruk koloni yerleşmeleri terk edilir. Yaklaşık olarak 200 yıl sürdüğü belgelenen bu dönemde yeryüzü oldukça hızlı bir şekilde tekrar soğuma/kuraklık periyoduna girer. Tartışmalı olmakla birlikte, genel kanıya göre ekonomik güçlerini tarımdan alan bu toplumlar, düşen yağış miktarındaki azalma ve şiddetli kuraklıklarla başa çıkacak tarımsal teknolojiyi geliştiremedikleri için yerleşmelerini terk eder. Bu iklimsel kırılmanın tarım üzerinde yarattığı tahribat dönemin yazılı kaynaklarında da yer alır.
BİZ NEREDEYİZ?
Eski dünyadaki iklim değişimleri bunlarla sınırlı kalmamış. MÖ 2200-1900 yıllarına rastlayan dönemde dördüncü kez küresel iklim değişimi yaşanmış. MÖ 3000’lerden sonra dünya elverişli ekolojik koşullara kavuşmuş ve bu tarihlerde yeryüzünde çok sayıda gelişmiş uygarlık yeşermişken, tekrar kurak ve soğuk periyoda girilmiş. Dünyanın birçok yerinde deniz, göl ve akarsu seviyeleri düşmüş, ormanların azalması ve yıllık yağışların yüzde 30 oranında gerilemesiyle ekonomileri tarıma dayanan birçok uygarlık çökmüş. Tüm eski dünyada bu dönemde yaşanan çok sayıda senkronize kültürel çöküşler arasında Akad İmparatorluğu, Mısır’ın Eski Krallığı, Indus vadisindeki Harappa Uygarlığı ve Çin’in Hongsha kültürü ile Anadolu, Filistin, Yunanistan ve Kıbrıs’ın İlk Tunç Çağ toplumları sayılabilir. Ancak sosyal etkileri oldukça ağır olan ve yaklaşık olarak 300 yıl süren bu dönemde, Anadolu ve dünya genelinde bazı bölgeler, sahip oldukları coğrafik koşulların yanı sıra iklim değişiklikleri karşısında geliştirdikleri uyum yetenekleriyle ayakta kalabilmiş.
Dr. Erarslan, iklimin her zaman değişim halinde olduğunu söylüyor. Bugün olduğu gibi eski dünyada da teknoloji geliştiren ve ekonomi değiştiren toplumların iklim değişimiyle mücadele edebildiğini hatırlatıyor. "Bu stratejik çalışmaları yapmayan toplumlar yok oluyor" diyor. Şu anda Türkiye’nin son küresel iklim değişimi ile mücadelede aldığı ya da alamadığı yol işte bu yüzden çok önemli!..
Yazının Devamını Oku 
28 Ocak 2008
Geçen hafta "Eskiden kuzeydeki alçak basınç merkezleri ve ona bağlı olan cepheler kışın güneye inerek ülkemize yağış getirirdi" diye yazmıştım. Bu açıklamadan sonra, "neden cepheler bu yıl gelmedi" diye zincirleme sorularla beni sorguya çekenler oldu! İşte cevabım... Bu durumlarda hep eskilerin "İti, öldürene sürütürler" sözünü hatırlarım. Nasreddin Hoca’nın, bindiği dalı kestiğini görüp düşeceğini söyleyenin yakasına yapışıp ne zaman öleceğini de sorması gibi bir durumdur bu. Soru: "Neden yağış yok?" Cevap: "Şu olmuyor da ondan." Soru: "Şu niye olmuyor?.." Soru içindeki sorular bitip tükenmez...
Kızmayın, yağışların buraya kadar gelmesini ben engellemiyorum. Aynı şeyi küresel iklim değişimi konusunda Türkiye’nin her köşesinden konferans vermeye çağrıldığım zaman da hissederim. Sanki iklimi ben değiştirdim! Bir derviş gibi şehir şehir dolaşıp onu nasıl düzeltiriz diye anlata anlata hem yorgunluktan bitap düştüm, hem de iflas etme noktasına geldim. Üç adet kitap yazdım ama fayda yok; okumak zor geliyor millete. Allahtan eşim bu olaya da el koyup şehir dışına çıkışımı yasakladı da ben de kendime geldim!..
ÇOCUKLAR YER DEĞİŞTİRDİ
Neden bu ay Güney Afrika’yı, İngiltere’yi seller götürürken bize yağmurun bir damlası, karın bir kristali bile doğru dürüst düşmedi. Aslında bunu 8 Ekim 2007’de bu köşede açıklamıştım. Özetle hatırlatayım: "Şu anda El Nino yerini La Nina’ya bırakmakta. Bu geçiş döneminde dünyada genellikle normal yağış paternleri görülmekte. La Nina yıllarında ise Avustralya, Endonezya, Güney Afrika’da yağışların arttığı gözlenmekte. Fakat Avrupa ve Güney Amerika’nın bazı kısımlarında ise yağışların azalmasına neden olmakta..." Sonuç olarak, şimdi El Nino’dan La Nina’ya geçiş tamamlandı. Birkaç ay normal miktarda yağış aldıktan sonra, beklenen oldu. Ülkemizde yağışlarda azalma oluştu...
Yazılarımı düzenli takip ediyorsanız ya da kitaplarımı okuduysanız yukarıda bahsettiğim iki isim hakkında bilgi sahibi olmalısınız. Sabrınıza sığınıp, bilmeyenler için bir kez daha yazacağım: El Nino, Pasifik Okyanusu’nun tropikal enlemlerinde su yüzey sıcaklıklarını mevsim normallerinin üzerine çıkaran ve Ekvador’dan Peru’nun güney kıyılarına doğru akan zayıf bir sıcak su akıntısıdır. Bu akıntı, her yıl Hz. İsa’nın doğum günü Noel’de muz, portakal ve hindistancevizi ağaçlarının dallarını Peru kıyılarına taşıdığı için El Nino (o erkek çocuk/özel çocuk) diye adlandırmış. Pasifik Okyanusu’nun doğu ve tropikal enlemlerindeki su yüzey sıcaklıklarının mevsim normallerinden daha soğuk olduğu yıllara ise La Nina (kız çocuğu/kız kardeş) adı verilir. Yani bunlar bizim için basit bir sıcak su akıntısından öte, atmosferin genel sirkülásyonunu etkileyen üç boyutlu karmaşık bir olaydır.
SON 10 YILIN EN GÜÇLÜ EL NİNA’SI
Böylece La Nina şu anda güney enlemlerinde olması gereken jet akımlarını kuzeye sürerek, eğip bükerek atmosferin genel dolaşımını değiştirdi. Yine buradaki yazdıklarımdan hatırlarsanız: Jet akımları yukarı seviyedeki hızlı rüzgárların bir kurdele gibi dalgalanıp dünyayı dolaşmasıdır. Jet akımları yerdeki cephe sistemlerinin de dümenidir. Böylece, eskiden jet akımları kışın güneye sarkarak alçak basınç ve ona bağlı cephe sistemlerinin üzerimize getirip daha çok yağış bırakmasına neden olurdu. Fakat şimdi (İstanbul’da büyük bir kuraklığın yaşandığı La Nina’nın olduğu) 1988-89 yılından beri gözlenen en kuvvetli La Nina ile karşı karşıyayız. 2008 yılının serin bir yıl olacağını da söyleyebiliriz.
Halkın hava durumundaki değişimleri doğru anlaması ve algılaması, sebep sonuç ilişkisini doğru kurabilmesi için hava durumu programlarında bilgilendirilmeleri gerekir. Örneğin, ben bir TV kanalında hava durumu sunsam ve kimse işime karışmasa mutlaka jet akımlarına ait basit haritaları göstererek önümüzdeki günlerde havanın nasıl olacağını anlatırdım. Maalesef, ülkemizdeki "halk anlamaz, ilgilenmez" diye bu tür bilgiler hava durumu programlarında henüz verilmiyor.
Jetleri gün ben gün takip etmek isterseniz http://turkish. wunderground.com /global/Region/EU/JetStream.html web sitesine girmelisiniz. Yalnız bu sitedeki "çiğ" noktası gibi yanlış deyimlere dikkat. Ayrıca, El Nino ve La Nina, dünyanın herhangi bir bölgesinde meydana gelen iklimsel değişimlerin diğer bölgelerde ne denli büyük etkilere sahip olabileceğinin en önemli kanıtlarıdır...
Yazının Devamını Oku 
21 Ocak 2008
Aşağıdaki mısralar merhum Orhan Veli Kanık’ın "Beni Bu Havalar Mahvetti" şiirinin günümüze uyarlamasıdır. Bu kötü uyarlamayı ocak ayındaki güneşli günlere "güzel havalar" diyen meteoroloji cahillerine ithaf ediyorum!
Bizi bu güzel havalar mahvetti,
Böyle havalarda suyumuzu israf ettik
Evdeki musluktan, kuyudaki kovadan.
Araba yıkamaya böyle havalarda devam ettik,
Böyle havalarda vurdumduymaz olduk
Su yönetimini böyle havalarda unuttuk;
K(e)riz yönetimi, kısa vadeli düşünebilme,
Plansızlık ve hayal kurma hastalığımız,
Hep böyle havalarda nüksetti;
Bizi bu güzel havalar mahvetti.
Nerde o eski kış havaları! Eskiden kışın kuzeyden inen alçak basınç merkezlerine bağlı sıcak ve soğuk cepheler peşi sıra Balkanlar’dan gelip giderdi. Millet olarak da bu durumdan "ne bu bir sıcak, bir soğuk; havalar çıldırdı galiba" diye şikáyet eder dururduk. Şimdi öyle garip havalara kaldık ki; o "çılgın havaları" mumla değil; fenerle arar olduk.
Ülkemiz, güneydeki yüksek basınç merkezleri ile kuzeydeki alçak basınç merkezlerinin bulunduğu bölgelerin arasında bir yerde bulunmakta. Bu nedenle Türkiye genel olarak ne tamamen kurak ne de tamamen sulak bir ülke. Özetle, yarı kurak bir ülkede yaşıyoruz. Normalde, yazın güneydeki yüksek basınç merkezleri kuzeye sokulup ülkemizde kurak ve sıcak bir havaya neden olur. Kışın ise kuzeydeki alçak basınç merkezleri ve ona bağlı cepheler güneye inerek ülkemize yağış getirirdi. İşte bu nedenlerden dolayı, neredeyse herkes "Akdeniz iklimi, yazları sıcak ve kurak; kışları ılık ve yağışlı" gibi bir tekerleme haline gelmiş tanımını ezbere bilir.
"AYLAK" BASINÇ MERKEZLERİ
Alçak basınç merkezlerine bağlı olarak hareket eden cephe sistemlerini yürüyen bir kişinin bacakları gibi düşünebilirsiniz. Adım atarken ileride olan bacağı sıcak cephe, arkadakini ise soğuk cephe olarak kabul edin. Bu sıcak cephenin arkasında ve soğuk cephenin önünde kalan bölgeyi ise sıcak sektör olarak adlandırırız. Bu bölgede soğuk cephenin önünde lodostan esen rüzgárdan dolayı hava önce ısınır, sonra soğuk cephe gelip geçince de hızla soğur. Eskiler "lodosun gözü yaşlı" ya da "lodos kar topluyor" der. Geçmişte lodoslu sıcak havaları yağmur veya kar takip ederdi. Soğuk cephe ile gelen yağıştan sonra rüzgár da karayele döner ve hava basıncının artması ile birlikte hava açarak ayaz/don/sis yapardı.
Bu yıl ocak ayının ilk yarısında yüksek basınç merkezleri ve onlara bağlı olarak ayaz, don, sis ve kırağı ile fazlaca karşılaştık. Fakat bu yüksek basınç merkezleri yağış bırakarak doğuya doğru giden cephelerin arkasındakiler değil. Bunlar daha çok güneyden ve bazen de kuzeyden ülkemize sokularak Avrupa’dan gelen yağışlı sistemlerin ülkemize girmesini engelliyor. Yüksek basınç merkezlerinde hava yukarıdan aşağıya doğru çöker. Nasıl ki yükselen kuru hava her 100 metrede 1 derece soğursa, benzer şekilde çöken kuru hava da her 100 metrede 1 derece ısınır. Böylece kışın ortalıkta işsiz güçsüz dolaşan (salahana) yüksek basınç merkezlerinde hem bulut oluşmaz hem de yukarı seviyelerde hava yer seviyesinden daha sıcak olur. Bu durumda gece oluşan ayaz ile birlikte yerde sis oluşur ve yerdeki hava kirleticileri yükselip dağılamaz. Sonuçta bulut olmadığı için yağış yok; hava sakin ve kararlı olduğu için de (özellikle Gaziantep’te) hava kirliliği çok.
YAZI HİÇ UNUTMAYIN
Bu nedenlerden dolayı İSKİ Genel Müdürü, geçen yıl yüzde 15 su tasarrufu yapan İstanbullulardan tasarrufu alışkanlık haline getirmelerini istiyor. Vural, "Vatandaşlar gelişigüzel su harcamasınlar. Su tasarrufu devam etsin" diyor. Diğer bir deyişle yazın içeceğimiz suyu şimdi yol, halı, araba yıkama, cim sulamayla israf etmemeliyiz. Ayrıca kışa göre daha az olan ilkbahar yağmurlarına ise asla umut bağlamamalıyız. Unutmayalım eskilerin dediği gibi; ancak "Su bulununca teyemmüm bozulur."
Yazının Devamını Oku 
14 Ocak 2008
Bu günler, özellikle her ikindi vakti valiler, kaymakamlar, belediye başkanları ve Karayolları Genel Müdürlüğü önemli ve zor kararlar alır. Önemli kararlar, çünkü yola çıkacak binlerce araç ile birlikte yolcu bundan etkilenir. Zor kararlar, çünkü ellerinde yol şartları hakkında yeterli bilgi, bilgi olsa bile bunu doğru yorumlayacak elemanları yoktur...
Sıcaklıklar sıfır derece civarına düştüğü zamanlarda hava alanlarındaki pistler, demir ve karayolları don tutar. Bu durum hava, demiryolu, kara ulaşımı ve taşımacılığı için büyük tehlikeler oluşturur. Buzlanmayla mücadelede kullanılan tuz, korozyon nedeniyle köprüleri tahrip ederken, yol kenarındaki yeşil örtüyü de öldürür. Ayrıca, tuz buzu eritmez! Bu nedenlerden dolayı maliyeti ve doğurduğu çevre problemleri dolayısıyla, işe yaraması için mümkün olduğu kadar hesaplı, doğru yerde ve zamanda kullanılması gerekir. Ayrıca, kar yağışının ne zaman biteceği de doğru bir şekilde tahmin edilmelidir.
Bazen tuzlama konusunda karar alınmasının saat 23.00’e kadar geciktirilmesi gerekir. Veya bir sonraki gün trafik yoğunlaşmadan önce sabah 04.00 gibi erken bir saatte tuzlama işlemine başlanılması lazımdır. Yani duruma göre kararlar alınması gerekir. Bu nedenle, modern meteoroloji bilimi yolların hangi kısmının ne zaman, ne kadar donacağının belirlenmesine yönelik, termal haritalama gibi özel çalışmalar yapar. Ayrıca üç saatlik güvenilir hava tahminleri de buzlanma ile savaşta (nereye, ne zaman ve ne kadar tuz döküleceğinin belirlenmesi için) çok önemlidir.
HER SAAT VE KİLOMETRE İÇİN AYRI KARAR
Bütün bunların sonucu olarak, 1980’li yıllardan beri gelişmiş ülkelerde pek çok il, ilçe ve karayolları, yollar üzerinde sürekli olarak özel meteorolojik ölçümler ve analizler yapmaya başladı. Karayolu boyunca kurulan otomatik meteoroloji istasyonlarından alınan anlık bilgiler meteoroloji mühendislerince yol yüzey (asfalt) sıcaklıklarındaki tehlikeli değişimler belirlenip yorumlanarak karayolculara sunulmakta. Böylece tuzlama, kar küreme gibi konularda zamanında, doğru kararlar alınabilmekte ve sürücüler uyarılmakta.
Yol sensorları, yol yüzeyleri için hava tahminlerinin doğruluğunu da saat saat kontrol edilebilmesini sağlamakta. Yol yüzeyinin sıcaklığı için yapılan tahminlerde, 1.5 derece civarında tipik bir yanılma payı görülebilir. Böylesine küçük bir hata payı dahi sıcaklığın donma noktasına yaklaştığı durumlarda çok kritiktir. Bazen yolun sadece küçük bir kısmında buzlanma olabilir. Bu nedenle, para ve emek israfını önlemek amacıyla her gece, her saat ve her kilometre için ayrı kararlar alınması gerekebilir.
Diğer yönden yolların bakımını yapan Karayolları Genel Müdürlüğü için, hava şartları yaz aylarında da hayati öneme sahiptir. Yazları yol bakımı ve asfaltlama çalışmaları için yağışsız hava şartlarına ihtiyaç duyarlar. Yağmur veya aşırı sıcak havalar, asfaltın düzgün şekilde yapılmasını engelleyebilir. Çok soğuk havalar ise, büyük bir çaba ve özel bir tip asfalt karışımını gerektirir. Bütün bunlar için de genel hava durumu bilgileri asla yeterli değildir. Bu nedenlerden dolayı gelişmiş ülkelerde, trafik akışı ve kazalarında etkili olan şiddetli yağmur, kar, yoğun sis, don ve kuvvetli rüzgárlar gibi hava şartları ile mücadelede meteoroloji teknolojisi, meteoroloji mühendisleriyle birlikte etkin bir şekilde kullanılmakta.
Ülkemizde ise İstanbul’da, Büyükşehir Belediyesi 25 noktada, Karayolları 3 noktada Yol Meteoroloji İstasyonları çalıştırıyor. Bir de sürekli olarak haberlerde adı geçen Bolu Tüneli’ne kurulan "otomatik buzlanmayı algılama ve önleme sistemi" var. Haberlere göre bu sistem dahilinde Bolu Dağı Tüneli’nden önceki 3 viyadükte ve tünel giriş-çıkışlarında 7 meteorolojik ölçüm istasyonu bulunuyor. Yaklaşık 10 milyon dolara mal olan bu sistem, kış ayları boyunca 7 gün 24 saat çalışacak. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, yol meteoroloji istasyonlarından en iyi şekilde yararlanabilmek için bünyesinde 3 meteoroloji mühendisi çalıştırıyor. Maalesef Karayolları gibi ülkemizin en köklü kurumunda ise yaptığı bu yatırımdan etkin bir şekilde yararlanabilmesi için bile tek meteoroloji mühendisi bile bulunmamakta!
Özetle, ulaşımda ekonomi ve emniyet ile meteorolojik şartlar doğrudan ilişkilidir. Fakat en pahalı meteorolojik sistemleri alıp yolun kıyısına tek başına kurmak yeterli değildir. Diğer bir deyişle teknoloji denilen beyaz atın şahlanması için prensi olmalı! Saygı ile duyurulur.
Yazının Devamını Oku 