23 Haziran 2008
İki gün önce yaz mevsimi resmen başladı. Fakat "Bu yaz havalar nasıl geçecek" sorusuyla hálá beni rahatsız edenler var! Mahalle baskısından kurtulmak için oturup dünyada 2008 yazı için yapılan tahminleri inceledim. Şüphesiz mevcut teknoloji ve bilgi birikimiyle birkaç günden sonraki hava olaylarını tek tek tahmin etmek mümkün değil. Bununla beraber, önümüzdeki altı ayın hava sıcaklıkları ortalamalarının ve yağış toplamlarının mevsim normallerine göre nasıl olabileceğini söyleyebiliriz. Bu tür "iklim tahminleri", merakını gidermek hariç halk için fazla bir anlam taşımazken, yerel idareler, afet yöneticileri, tarım ve su endüstrisinin geleceğini planlaması için hayati önem taşır. Henüz sokaktaki insan, bu tür uzun vadeli tahminlere göre tatilini planlamıyor. Peki, ülkemizde neden etrafımızdaki insanlardan bu konudaki tahminleri yazmam yolunda baskı görürken, ilgili otoriteler ve sektörlerden hiç bir talep gelmez? Maalesef, "Hele bir olsun, hallederiz abi" şeklinde özetlenebilecek olan "kriz yönetimi" gibi ilkel bir mantık ve davranış şekli hala ülkemizde geçerliliğini koruyor!
SELLERE DİKKAT EDİN
ABD ve dünyanın değişik yerlerinden gelen küresel iklim değişimi, yıkıcı hortum ve tayfun haberleri de "bu yıl yaz nasıl geçecek" sorusunun ve kaygıların artmasına neden oluyor. Bu nedenle önce Avrupa ile ABD’yi bir kısaca bir karşılaştıralım: Avrupa’da genellikle yazlar sıcak, fakat ABD’de yazlar çok daha sıcak ve nemlidir. Bu nedenle Avrupa’da klima (kullanımı giderek artıyorsa da), ABD’de olduğu kadar yaygın değildir. Avrupa’da hava şartları ABD’de olduğu kadar şiddetli ve değişken de değildir. Avrupa’da tayfun hiç görülmezken, hortum gibi şiddetli hava olayları da çok sık ve şiddetli bir şekilde yaşanmaz. Fakat Avrupalılar seller ve sıcak hava dalgalarından çok etkilenmektedir. Bu nedenle, Türkiye dáhil olmak üzere Avrupa genelinde kuraklık, sıcak hava dalgaları ile birlikte sellere daha fazla dikkat etmeliyiz.
AVRUPA’NIN DOĞUSU SERİN
İngiltere’de yayınlanan en son resmi 2008 yaz tahminine göre: Bu yıl Avrupa’nın batısında sıcak; doğusunda ise serin bir yaz bekleniyor. Türkiye dáhil Doğu Akdeniz ile birlikte yağış eksikliği Batı Akdeniz’de de görülecek. Yağış ile ilgili olarak Avrupa’nın kuzey-batısı için yapılan tahminler hava değişkenliğinin az da olsa artan sıcak ve yağışlı bir yazı işaret ediyor. Bu bölgeler için yaz boyunca yağışlar uzun yıllar ortalamasında veya bunun altında ya da hep üstünde olacak demek zor. Bazı günler ortalamanın üstünde bazı günler de ortalamaların altında olacak; yani zikzaklı bir hava ile hem kurak hem de (daha çok olmak üzere) sulak (selli) günler yaşayacaklar.
Türkiye dáhil olmak üzere güney ve doğu Avrupa’nın büyük bir kısmında ise (zaten normalde düşük miktarlarda olan) yağışlar tüm yaz boyunca mevsim ortalamalarının altında kalacak. Yazın ortalama hava sıcaklıkları ise Avrupa’nın genelinde 1971-2000 ortalamalarının biraz üzerinde olacak. Fakat Türkiye dáhil olmak üzere Akdeniz Bölgesinde hava sıcaklıkları ortalamaların üzerinde daha yüksek olması bekleniyor.
Küresel iklim değişimi nedeniyle hava sıcaklıkları son yıllarda hem kışın hem de yazın uzun yılların üzerinde seyrederken yağışlar normallerinde altında kalıyor. Bununla beraber geçen yıla benzer bir şekilde bu yıl Akdeniz Bölgesi için "çok şiddetli sıcaklıklar olacak" şekilde bir tahmin yok. Diğer bir deyişle, hava sıcaklıkları bu yıl geçen yıldan daha düşük fakat uzun yıllar ortalamasının biraz üzerinde olacak. Yağışlar ise az da olsa yine uzun yıllar ortalamasının altında kalacak.
"Yarım hekim candan, yarım hoca dinden eder", diye bir atasözümüz var. Bu sözü örnek alarak "olmayan/kullanılmayan/uyduruk tahminler, bizi içme suyundan, ormanlardan, tarladaki üründen, tezgáhtaki sebze ve meyveden eder" diyebiliriz. Diğer bir deyişle, "Yazın gölge hoş, kışın çuval boş" olmasın; bu tahminleri de kullanmayı öğrenelim.
Yazının Devamını Oku 
16 Haziran 2008
Yaz mevsimine resmen girerken evimiz kavurucu sıcaklıklardan dolayı giderek bir fırın ya da tandır halini alıyor. Bu yüzden ülkemizde dam kazaları sezonunun açılması yakındır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaz aylarında damdan düşme olayları bir türlü önlenemiyor. Peki, atalarımız, diğer kültürler, hayvanlar bu sorunu nasıl çözmüş?
Hayatında damda hiç yatmamış ama damda yatanları görmüş kişi olarak, "damdan düşme" haberlerini hayretle, gülerek okurum. Anlam veremem. Şüphesiz damda yatmak apayrı bir kültür, alışkanlık ve aslında bir zorunluluk! Bunları anlamadan ve bıyık altından gülerek "Vatandaş, Damdan Düşme!" şeklinde yapılan sözde uyarılarla bu iş çözülemez. Zahmet edip küçük bir araştırma yaparsanız dam yaşamının, sadece "damdan düşme istatistikleri"nden ibaret olmadığını görürsünüz.
Her yıl özellikle temmuz, ağustos ve eylül aylarında Güneydoğu Anadolu’da damda yatan aileler ve çocuklar uyku sersemliğiyle damdan düşerek ölüyor, yaralanıyor veya sakat kalıyor. Çünkü buralardaki yapıların hemen hemen hiç birinde çatı yok. Sabahtan akşama kadar beton, güneşin tüm sıcağını emer; akşamdan sabaha kadar da emdiği bu sıcağı geri verir. Bu nedenle, yaz kendini iyice hissettirince bölge insanı yaylaya ya da yazlığa çıkar gibi, evinin damına taşınır. Dam süpürülüp, temizlenir, çullar serilir, çulların üzerine yataklar, yastıklar konur, cibinlikler gerilir... Güneşin batmasıyla başlayan damlı yaşam, güneşin ilk ışıklarına kadar sürer. Benim gibi hayatları boyunca damda hiç yatmamış olanlar bu dünyayı bilemez. Bizim için dam yaşamı, sadece gazete haberlerinde gördüğümüz "damdan düşme istatistikleri"nden ibaret.
ANTİK RÜZGAR KULESİ SİSTEMİNİ İNGİLİZLER EVLERE UYARLAMIŞ
"Ne yapalım seyahat acenteleri henüz damda yatma seçenekli bir paket satmıyor" diyebilirsiniz. Hatta "kardeşim evlerine klima ya da uyduruk da olsa bir vantilatör alsınlar" diyenler de olabilir. Birçok kişinin ne bu aletleri alma ne de hayli kabarık gelecek elektrik faturasını ödeyebilme, sıcaklardan kaçmak için başka yere gitme lüksü var. Ayrıca unutmayın, Türkiye Kyoto Protokolü’nü imzalamaya niyet etti. Yani artık bizler de birey olarak düşük karbonlu bir hayat yaşamaya niyet etsek iyi olacak. Aynen düşük karbonhidratlı, yağlı, tuzlu, şekerli diyetler gibi "düşük karbonlu diyet" yapmak zorundayız. Bu nedenle, sadece klimayla soğumak yerine daha çok yalıtım ve doğal yöntemler ile serinlemekten başka çaremiz yok.
Çok eski yıllarda ne klima ne de vantilatör vardı. Peki, atalarımız da damdan düşer miydi? "Osmanlı arşivlerine girip baktım" dersem yalan olur. Ama "doğaya dost bir ev nasıl yapılır" diye "mimari meteoroloji" çalışmalarına bakarken hayretle öğrendim ki eskiler damdan düşme problemini bir şekilde çözmüş. Özellikle İran’da başlayıp Pakistan ve Dubai’ye kadar yayılmış olan bir yöntem var. "Rüzgár kulesi" (badgir) olarak adlandırılan bu yöntem hálá yaygın şekilde kullanılıyor. Hatta İngiltere’de "sıfır karbon evler" diye tasarlanmış günümüzün en modern evleri de bu antik yöntemi kullanıyor.
KUŞLARA HAKSIZLIK YAPMAYIN
Küresel iklim değişikliğiyle birlikte önümüzdeki yıllarda damdan düşenlerin sayısı da artacak şüphesiz. Bu durumda, yöneticilerin daha ciddi önlemler alması gerekiyor. Örneğin, damın üstünden esen rüzgárları yakalayıp evin için yönlendirebilecek basit rüzgár kuleleri veya kulübelerinin yapılması yoluna gidilebilir. Hatta tüm Türkiye’de evler bölgede esen hákim rüzgárlara göre inşa edilerek kışın güneşten ve yazın da rüzgárdan yararlanılması gibi "basit" önlemler imar kanunlarıyla zorunlu hale getirilebilir.
Özetle atalarımız, kuşlar ve karıncalar gibi doğaya uyumlu evler inşa etmiş biz ise güya modernleşerek ucube binalar inşa ederek doğadan, akıl ve bilimden iyicene uzaklaşmışız. Bir de kuşlara "kuş beyinli" deriz. Hiç damından düşen yetişkin kuş gördünüz mü?
Yazının Devamını Oku 
9 Haziran 2008
İnsanlara bildiği bir şeyi söylerseniz teşekkür eder, bilmedikleri şeyi söylediğinizde nefret ederler... Şimdi bu özlü söze göre, benden nefret eden kişi sayısı epey fazla olmalı. Olsun,ben yine eşeğini boyayıp tekrar ona buna satmaktansa bilinmedik şeyleri söyleyip eski köye yeni adet getirmeye devam edeceğim. Çünkü "mış gibi" davranamam! Ancak bu özlü sözü öğrendikten sonra anladım neden bu köşede yazdıklarım yüzünden az da olsa nefret dolu mailler, iftiralar, şikáyetler ve toplamı 515 bin YTL’yi bulan tazminat davalarıyla karşılaştığımı. Allah’tan kamu yararını gözetip hep bilimsel doğruları söylediğim için şimdiye kadar hiçbir davadan mahkûm olmadım. Yalan ve yanlış bir şey söylediğim için mahcup da olmadım!
1991 yılında ABD’deki öğrenimimi tamamlayıp ülkeme döndüğümden beri sürekli olarak gündeme getirdiğim iklim değişimi, kuraklık, risk yönetimi, hissedilen sıcaklık gibi konu ve kavramları günümüzde bakanından sokaktaki vatandaşa kadar çok geniş kitlelerin kullandığını görmek benim için büyük mutluluk. Artık inkárı mümkün olmayan küresel iklim değişimi probleminin sorumlusu büyük firmalar bile "Dünyanın yeni dostları"ymış gibi oldu! En önemli gelişme ise saygın kurum ve kurumlarımızın ülkemizin su ve iklim problemlerini kendi kendilerine, STK’lar ve halktan kişiler ile oturup tartışarak çözüm aramaya başlaması. İşte size benim yakından şahit olduğum iki güzel örnek.
DSİ’NİN ÖRNEK ÇALIŞMASI
İlk örnek, 5. Dünya Su Forumu hazırlık sürecinde yapılan toplantılar. Ülkemiz önceki ev sahiplerinden farklı bir yaklaşım benimsemiş. Çevre ve Orman Bakanı Prof. Dr. Veysel Eroğlu’nun talimatıyla DSİ Genel Müdürlüğü’nce başlatılan Türkiye Bölgesel Su Toplantıları’nın amacı her bölge müdürlüğü için özel olarak belirlenen konu ile ilgili yerel ve bölgesel paydaşları bir araya getirip tartışarak sonuçlar elde etmek. Bu anlamda, DSİ Bölge Müdürlükleri’nce düzenlenen ve düzenlenmeye devam edilecek toplantılara DSİ mensupları ve akademik çevrelerinin katılımı yanında konuyla ilgili diğer tüm paydaşların (suyla ilgili kamu kuruluşları ve yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları, su yöneticileri ve su kullanıcıları) da katılımı sağlanıyor. Ölçeği küçültüp halka inen bu yaklaşım, Beşinci Dünya Su Forumu’nun en önemli başarılarından biri olacak.
5. Dünya Su Formu’nun konusu "Su için Farklılıkların Birleştirilmesi" olarak belirlemiş. Su kullanıcıları, karar mekanizmaları, medya ve su uzmanları arasında önce yerel, bölgesel ve sonra da küresel düzeyde bilgi alışverişi sağlanması ve karşılıklı anlayış yaratmak hedefleniyor. Bu toplantılara katılmak ve daha fazla bilgi için www.dsi.gov.tr ve www.worldwaterforum5.org sitelerine bakınız.
LİSELİLER FORUM DÜZENLEDİ
İkinci örnek, İstanbul Çekmeköy’deki Özel Sezin Lisesi’nin 21 - 22 Mayıs’da düzenlediği "Küresel Isınma"yı ele alan "Gençlik Sorunları" forumu. Bu forumun amacı, şöyle özetlenmiş: "Soran, sorgulayan ve tartışan gençler yetiştirmek; farklı liselerde okuyan gençlerin arasındaki dostluk ve arkadaşlık bağlarını güçlendirmek; gençlerin kendilerini ilgilendiren konularda daha duyarlı ve bilgili olmalarını sağlamak; sorunları belirleme, çözme, yaratıcı düşünme ve tartışma becerilerini geliştirmek; gençlerin birlikte çalışarak, çalışma sonuçlarını raporlayabilmelerini sağlamak."
Özel Sezin, Bingül Erdem, Hüseyin Avni Sözen, Özel Marmara Fen, Özel Marmara Koleji, Mümtaz Turhal Sosyal Bilimler, TED İstanbul Koleji Vakfı Özel ve TEV İnanç Türkeş Özel Lisesi öğrencileri bu konuyu, Küresel Isınma ve Türkiye, Küresel Isınmaya Karşı Alınabilecek Önlemler, Küresel Isınmaya Karşı Kentsel Dönüşüm, Sanayide Hammadde ve Enerji Kullanımı şeklinde dört ayrı alt grup oluşturarak uzun uzun tartıştı ve raporlarını hazırlayıp sundu.
Örnek olarak, 1. grubun raporundaki ilk paragraf şöyle: "Bizim konumuz küresel ısınmaya karşı alınabilecek bireysel önlemler. Bu konuyu tartışırken, ilk olarak kişilerin alabileceği önlemler üzerinde durduk. Kafamızdaki düşünce, önce bireylerin yani bizlerin bu konuda alabileceği önlemler daha sonra bunları çevremizdekilere yani ailemize ve arkadaşlarımıza iletmekti. İlk olarak ele aldığımız konuyu çeşitli alt başlıklara böldük. Bu başlıklar: su, tarım ve gıda, temizlik, enerji, ulaşım, ambalaj, sağlık, kozmetik, kimyasal maddelerdi. Tartışmaya geçmeden önce, beyin fırtınası yaparak bu maddeleri genişlettik. Daha sonra seçtiğimiz bu maddeler üzerinde tartıştık ve bireylerin uygulaması gereken çözüm önerilerini not aldık. Kendi aramızda yaptığımız konuşmalar sonucunda, pratik ve kolay uygulanabilir çözüm önerilerini sıraladık." Daha fazla bilgi için; http://www.sezin.k12.tr/WebSite/
Yani, artık "mış gibi" davranmaktan vazgeçip biz de çözümüm önemli ve aktif bir parçası olmalıyız.
Yazının Devamını Oku 
2 Haziran 2008
Solaryum ya da plaj gibi bir tesis açıp kampanya yaptığımı sanmayın. Şayet ultraviyole (UV) ışınım seviyesinin yüksek olduğu bu günlerde memuriyetten istifa etseydim, şüphesiz "gel vatandaş bugün seni yakayım, yarın ödersin" gibi bir kampanya açmazdım. Bilmem farkında mısınız? Yazın Türkiye, UV ışınlarını dik alan ülkelerden biri. Dünya Sağlık Örgütü’nün incelen ozon tabakasına paralel olarak hazırladığı haritada "2. derecede risk grubu"nda. Fakat her nedense ülkemizde yaz mevsimi hálá çoğu kişide bronz ten aşkını depreştiriyor! Maalesef, bronz bir tenin sağlıklı ve güzel göründüğüne inananların sayısı çok fazla. Hálbuki bronzlaşma, aslında zarar görmekte olan bir cildin güneşin morötesi ışınlarına karşı doğal savunmasıdır. Diğer bir deyişle, bronz bir tene sahip olmak için güneş altında, solaryumlarda zaman geçiren kişiler, erken yaşlanma ve ilerleyen dönemlerde cilt kanserine yakalanma riski gibi ciddi sağlık sorunları ile karşı karşıya.
TANOREKSİYA’YA YAKALANDIYSANIZ SAHİLE DEĞİL, DOKTORA GİDİN!
Aslında tıpta UV ışınları, başta psöriazis (sedef hastalığı) ve vitiligo (deride beyaz lekeler) olmak üzere, yaygın alopesi areata (saçkıran), atopik egzema, el egzemaları, derinin lenfositer hastalıkları (Mikozis Fungoides) gibi yaklaşık 50 kadar deri hastalığının tedavisinde kullanılır. İşte bu yüzden sağlıklı kişilerin sağlıklarını kaybetmek pahasına güneşte nasıl kavrulduklarını hiç aklım almıyor. Büyük sağlık risklerine rağmen, UV ışınlarına maruz kalarak bronzlaşmayla iyi ve sağlıklı görünüldüğü kanısını silmek için Sağlık Bakanlığı sigara yasağından sonra bu konuyu da ele almalı! Yoksa ben "hasta mısınız kardeşim, güneşin altında ne diye kendinizi ve geleceğinizi yakıyorsunuz!" şeklinde bir kampanaya başlatacağım!
Kızım benim bilime çok inandığımı söyler. Yani, eğer bilim bana sigara, uyuşturucu, alkol, güneşlenme zararlıdır derse ben onlardan hemen uzak dururum. Ama bazıları, çok büyük tehlike ve risklerine rağmen bunları arzu ediyor! Yapılan bir araştırmada, çok fazla güneşte kalarak bronzlaşma arzusundakilerin neredeyse "uyuşturucu bağımlılığı" kadar güçlü bir güneşlenme bağımlılığı olduğu belirlenmiş. Bu hastalığın ismi ise "Tanoreksiya". Siz bronzlaşma bağımlısı olabilir misiniz? Yani hasta mısınız? Eğer güneşte yanma hastası iseniz bir solaryum ya da plaja değil; doktora gidin!..
KANSER ETKİSİ 20 YIL SONRA ORTAYA ÇIKIYOR
Geçenlerde İstanbul’da düzenlenen 5. Avrupa Dermatoveneroloji Akademisi Sempozyumu’ndaki bir oturumda İstanbul GATA Dermatoveneroloji Öğretim Üyesi Dr. Bilal Doğan’ı dinleme fırsatı buldum. Dr. Doğan, güneşten koruyucu ürünlerin (GKÜ) sıklıkla güneş yanığı olmadan bronzlaşma amacıyla kullanıldığını gösteren çalışmalardan bahsedince de şaşırdım. Eskiler minareyi çalan kılıfını hazırlar, dermiş. Pes yani, bu işte de amacı ve kendimizi tamamen aşmışız!
Dr. Doğan, GKÜ’lerin tek başlarına yeterli olmayacağı, UVA’dan korumaları sınırlı olduğu ve hatta onları sürekli kullanarak dış aktiviteleri uzatmanın UV ışınlarının yan etkilerini artırabileceği konusunda uyarıyor. Ayrıca GKÜ’lerin güneşe çıkmadan 15-30 dakika önce sürülmesi, uzun yüzme ve aşırı aktiviteyi takiben tekrarlanması, bol sürülmesi, ense, kulaklar ve saçsız bölgelere özen gösterilmesini tavsiye ediyor. Dr. Doğan’ın diğer önerileri şöyle: GKÜ güneşte kalma süresini uzatmak için kullanılmamalı. Daha duyarlı cilt tipine sahip olanlar GKÜ yerine uygun GK elbise giymeli ve güneşten uzak durmalı. Kullanılacak ürünün formuna uygulanacak bölgeye göre karar verilmeli, örneğin yüz için krem seçilirken, vücut için daha kolay sürülebilen süt veya losyonlar tercih edilmeli. Yüksek SPF’li bir ürünün az kullanılması önerilmemeli.
Bu günkü cilt kanserlerinin çoğu 20 veya daha önceki (ozon tabakasının zayıflamadığı) yıllarda güneşin zararlı ışınlarına maruz kalmaktan kaynaklanıyor. Daha da kötüsü, şimdiki gençler günümüzdeki ozon tabakasındaki tahribattan dolayı daha büyük riskler ile karşı karşıya! Yani adamı (yani kendinizi) hasta etmeyin güneşten korunun artık!
Özetle, bu sıcak, nemli ve morötesi ışın seviyesinin yüksek olduğu günlerde "Beyaz giyinin, gölgede kalın, hafif, yavaş ve sulu bir yaşam sürün!"
Yazının Devamını Oku 
26 Mayıs 2008
Otoyol kenarında çocuk parklarını ve otlayan inekleri gördükçe canım sıkılıyor. Yol kenarlarında çoluk çocuk piknik yapanlara ise ne demeli! Bu kadar da cahillik olmaz ki! Kurşun madeni 8 bin 500 yıl önce ilk defa Anadolu’da açılmış.
Kolay işlenmesi, düşük ergime noktası ve paslanmaması kurşuna ilgiyi artırmış.
Fakat 2 bin 200 yıl önce kurşunun zehirli olduğunun farkına varılmış.
Maalesef ülkemizde bu tehlikenin hálá farkında değiliz.
Aksi takdirde belediyelerimiz yol kenarlarına çocuk parkı ve oyun alanı yapmazdı.
Ayrıca yol kenarında ne inek otlatıp sütünü içer, ne de çoluk çocuk piknik yapardık.
Daha da önemlisi 1 ve 2 yaşına gelince çocuklarımızın kanlarındaki kurşun oranını kontrol ettirirdik...
OYUN ÇAĞINDAKİ ÇOCUĞA KURŞUN YÜKLÜYORUZ
Çocukların kurşun zehirlenmesinden korunması için alınması gereken önlemleri öğrenmek için internetteki yabancı kaynaklarda bir araştırma yaptım ama yol kenarında otlayan inekler ile ilgili hiçbir şey bulamadım.
Herhalde yol kenarında inek otlatmak, oyun bahçesi kurmak ve piknik yapmak sadece bize özgün!
Bunlar hemen, acilen yasaklanmalı!
Vücudumuza soluma, yutma ve temas ile alınan kurşun zehir olarak davranıyormuş.
Uzun süre kurşuna maruz kalan çocuklarda kemik ve kas büyümesinde yavaşlama, kaslarını kullanmada zorluk, sinir sisteminde, böbrek ve işitmede hasar, konuşma ve dil problemleri, sara ve bilinç kaybı gibi etkileri görüldüğü belirtilmekte.
Kurşun, aynı zamanda çocukların beyin ve zihinsel gelişmesi ile birlikte davranışlarını da etkilemekteymiş.
ZEHİRLENME ÖN BELİRTİ VERMİYOR
Çocuklarda genellikle kurşun zehirlenmesine neden olan birçok etken var.
Özellikle eski evlerde kullanılan kurşun içerikli boyalar, cadde veya otoyol etrafında kurşunla kirlenmiş toprak, park ve bahçeler, bunlardan gelen toz ve toprak, kurşunlu eski veya kırık su borusu ve musluklar, kurşunlu boyayla boyanmış ve mühürlenmiş kap ve konserve kutuları, bazı oyuncaklar, süs eşyaları, mürekkep bunların başında geliyor.
Kurşunla yavaş yavaş zehirlenmekte olan çocukların çoğu hastalanmaya başladıklarına dair hiçbir işaret vermeyebiliyormuş.
Kanda belli bir seviyeye ulaşan kurşun ise çocuklarda baş ve karın ağrısı, kansızlık ile birlikte davranış bozuklukları gibi birçok rahatsızlıkla kendini belli etmekteymiş.
KURŞUN YÜKLENENLER SUÇA EĞİLİMLİ OLUYOR
Rick Nevin tarafından 2000 ve 2007’de yapılan çalışmalarda ABD’nin değişik eyaletlerinde suç işleyenlerin yüzde 65 ila 90’ının okul öncesinde kanlarında kurşun seviyesinin yüksek olduğu belirlenmiş.
Kan testleri ile 1978 yılında ABD’de 1 ila 5 yaşındaki 13,5 milyon çocuğun kanında kurşun bulunmuş.
Alınan önlemler ile bu sayı 2002’de 310 bine düşürülmüş.
Darısı başımıza!
Bu nedenle, hiçbir kanun, yönetmelik, işaret filan beklenmeden biz de çocuklarımızın kurşuna maruz kalmasını önlemeliyiz.
Uyumayalım, sağlıklı nesiller için biz de artık her türlü kurşuna dikkat edelim, lütfen!..
KURŞUNDAN KORUNMAK İÇİN ÖNLEM ALABİLİRSİNİZ
á Eski su tesisatını kullanmayın: Eski tesisatlarda büyük ihtimalle kurşun kullanılmıştır. Eğer çok eski bir su tesisatınız varsa suyu içmeden birkaç dakika akıtmanız gerekir. Sıcak su daha fazla kurşun içerebildiği için, sıcak musluk suyunu yemeklerde kullanmayın.
á Evinizi ve çocuğunu temiz tutun: Çoğunuzun ellerini ve oyuncaklarını sık sık yıkayın ve tozlu yüzeyleri ıslak bir bezle temizleyin.
á Çocuğunuzun nerede ve neyle oynadığına dikkat edin: Eski evlerin, otoyol, cadde ve köprülerin etrafından uzak durun. Ortadoğu, Hindistan, Afrika ve Endonezya’dan ithal edilen kozmetik ürünlerle birlikte Çin’den gelen oyuncaklara dikkat edin.
á Çocuğunuzu 1 ve 2 yaşında kontrol ettirin: Özellikle bebekler emekleme çağında, yani 6 ay ila 3 yaş arasında evin döşemesinde çok vakit geçirir. Bulduğu nesneleri ağzına koyar. Bu nedenle çocuklara 1 ve 2 yaşında kanda kurşun testi yaptırılması tavsiye ediliyor.
Yazının Devamını Oku 
19 Mayıs 2008
"Marmara’da hareketlilik arttı, deprem bekleniyor" gibi haberleri artık kanıksadığımız için vurdumduymaz davranmaya devam ediyoruz. 10 yılda afetlere hazırlık için çok şey yaptık ama hiç yeterli değil. Özellikle de riskleri azaltamadık ve halka inemedik. Ben belediye başkanı olsaydım, öncelikle yapacaklarımı yazdım...
Marmara’da yaşadığımız depremler gibi yıkımlara neden olabilen afetler, Türkiye’de afet ve acil durum yönetimleri konusunda daha yüksek standartlara, ortak bir eğitime, hazırlığa ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Etkin afet yönetimi için öncelikle afetlere hazırlığı bireyden ve evden başlatmalıyız. Bu nedenle, belediye başkanı olsaydım öncelikle şunları yapmaya çalışırdım:
1. Fay hatlarına ve zemine asla takılıp kalmazdım. İyimser değerlendirmelere aldanmaz en kötü olasılığa göre hazırlanırdım. Ayrıca yaptıklarımı hiç bir zaman yeterli görmez, şakşakçılardan, kurumsal milliyetçilik ve körlükten kaçınırdım.
2. Şatafatlı fakat atıl arama kurtarma ekipleri kurmak yerine afetlere müdahale için itfaiyeye ve/veya itfaiye gönüllülerime yatırım yapardım. İtfaiye konusunda ülkemizde akretidasyonu sağlayacak İtfaiye Genel Müdürlüğü kurulması için çalışırdım. Afet planlarımı sadece binaların yıkılma riskine göre değil aynı zamanda yangın ve tahliye risklerini de dikkate alarak yapardım. Ayrıca, su kesintisi, yolların tıkanması gibi nedenlerle yangınlara taşıma suyla müdahale edilemeyeceğini düşünerek, sabit su tanklarını depreme dayanıklı hale getirir ve her yere hizmet verecek şekilde yaygınlaştırırdım.
ŞARKICI, TÜRKÜCÜYLE VATANDAŞ TOPLAYIP BİLGİ VERİRDİM
3. Gösterişli ve atıl afet yönetim merkezleri yerine içinde güvenli yaşamı öğreten müze, ilk yardım ve yangın eğitimleri de veren Afet Üsleri kurardım. Afet sonrası kendi kendisine yeterli olabilmesi için (şarkıcı, türkücü de getirerek) topladığım vatandaşlarıma ilkyardım ve yangın söndürme eğitimleri verirdim. Eğitimlerini tamamlayanlara ilk yardım çantası, duman detektörü ve yangın söndürücü dağıtırdım.
4. Tüm belediye birimlerini ve kamu binalarını tansiyon ölçme aletinden Acil Sağlık Müdahale Setine kadar temel sağlık malzemeleri ile donatırdım. Bunları, mağazaların, sinemaların özel kurum ve kuruluşların da bulundurması için onları teşvik ederdim.
5. Yerel Afet Gönüllülüğünü (YAG) teşvik eder; öncelikle istekli ve kendi aralarında organize olmuş site, sokak, mahalleliye gerekli eğitim ve malzeme için yardımcı olurdum. YAG ve mahalle komiteleri ile beraber organize ettiğim tatbikatlara anaokulu öğrencilerinden mahalledeki en yaşlı bireye kadar çok geniş bir katılım sağlardım.
BUNLAR BENİM İŞİM DEĞİL, DEMEZDİM
6. Belediye binalarının, parkların, salonların, okulların afet anında geçici sığınma yeri olarak kullanılacağı bilerek buralarda en az üç günlük ihtiyacı karşılayacak temel gıda ve sağlık malzemelerini depolardım. Bu malzemeleri kullanma süreleri geçmeden ya yoksullara dağıtır ya da tatbikatlar da kullanarak yenilerdim.
7. Afetten hemen sonrasında enkazı nereye dökeceğimi, yaralıları nerede toplayacağımı, yardımları nerede depolayıp nasıl dağıtacağımı ve barınma imkánlarını şimdiden belirleyip planlardım. Ayrıca tıkanan trafiğimi, yeşil alan eksikliğimi, dar sokaklarımı, problemlerimi de çözecek şekilde afetten sonra yeniden yapılanma için gerekli olan planlarımı da şimdiden hazırlardım.
8. Cep telefonları yaygınlaştıkça kentlerde telefon kulübeleri azalmakta. Bu nedenle, afet anında GSM şebekelerinin çökmesi durumunda kullanılması için Japonya’daki gibi "171 Sesli Mesaj Servisi," gibi sistemlerin GSM şirketlerince kurulması için çalışırdım.
9. Bitişik nizamdan vazgeçilecek, zemine uygun bina yapılmasını sağlayacak, sağlam zemin diye ormanlara ve su havzalarına çürük bina yapmak isteyen açıkgözleri de engelleyip, afetlerde kullanılacak tahliye yolları, toplanma alanlarını da göz önüne alarak kentsel dönüşümü planlardım.
10. Belediye başkanı olarak asla "Bunlar benim işim değil" demez; 5393 sayılı Belediye Kanu’nun afetlerden korunmak ve bunların zararlarını azaltmak için zarar azaltmak, müdahale planları yapmak, halk eğitimi faaliyetlerini yürütmek, gerekli donanımları hazırlamak gibi bana görevler verdiğini hiç aklımdan çıkartmazdım.
Yazının Devamını Oku 
11 Mayıs 2008
Çocukluğu ilkokul 3.sınıfa kadar Akyazı’da geçen biri olarak düğünlerdeki ateşli silah terörünü kendi gözümle görüp yaşamış biriyim. Bu nedenle Akyazı Belediyesi’nin "Silahla Oyun Olmaz, Silahın Oyuncağı Olmaz, Oyuncak Silahını Getir, Bir Kitabın Olsun" projesini yazmam vacip oldu. Farkında mısınız? Türkiye’de yılda 3 bin kişi ateşli silahla ölüyor. Her yıl 700 kişi, hangi namludan çıktığı belki de hiç belirlenemeyecek bir kurşunla hayata veda ediyor! Bu sucu istemeden de olsa işleyenler büyük pişmanlıklar ve utanma duygusu ile yaşıyor. Diğer bir deyişle, bireysel silahlardan dolayı ülkemizde her yönüyle yürekler yanıyor.
Peki, neden bütün bunlar yaşanıyor? Komşu düğünlerinde, maç kutlamalarında, ay tutulmasında, vb.nde silah atma heveslerimiz! Halbuki silahın hiç şakası yok. Adına ister kaza kurşunu deyin; ister maganda terörü kurşunlar bula bula bizi buluyor ve canlarımızı alıyor. Toplumda yerleşen bu tür yanlış gelenek ve görenekler için bir şeyler yapmanın zamanı çoktan geldi de geçti bile.
İşte sırf bu yüzden "Silahla oyun olmaz, silahın oyuncağı olmaz, oyuncak silahını getir bir kitabın olsun" diyen bir proje yürüten Akyazı Belediyesi’ne çok teşekkürler ve tebrikler! Çocuklara küçük yaştan itibaren güvenli yaşam kültürünü vermek için bundan daha güzel bir çalışma olamazdı.
1975 yılında kurulmuş olan Türkiye’nin ilk ve bölgesel ölçekte en kapsamlı belediyeler birliği kimliğine sahip Marmara ve Boğazları Belediyeler Birliği, 2008 Yılı Örnek Belediyecilik Projeleri Yarışması’nda dereceye giren belediyelere ödüllerini verdi. Üç ana kategoride yapılan yarışmada İyi Yönetişim Projesi kategorisinde ilçe belediyeleri arasında Bayrampaşa Belediyesi "Üç Boyutlu Kent Rehberi"; Çevre ve Altyapı Projeleri kategorisinde Nilüfer Belediyesi "Pedal Dostu Nilüfer"; Sosyo Ekonomik ve Kültürel Projeler kategorisinde Akyazı Belediyesi "Silahla Oyun Olmaz, Silahın Oyuncağı Olmaz, Oyuncak Silahını Getir, Bir Kitabın Olsun" projesi ile birinci oldu.
EN BÜYÜK SİLAH BİLGİ
Bu vesile ile inceleme fırsatı bulduğum bu projeyi diğer belediyelerimize de örnek olması için burada tanıtmam benim için hem farz hem de vacip oldu. Ayrıca çocukluğu ilkokul 3.sınıfa kadar Akyazı’da geçen biri olarak düğünlerdeki ateşli silah terörünü kendi gözümle görüp yaşamış biriyim. Düğün yapılan evlerin çatılarda baca, vb. kalmadığı, havaya sıkılan kurşunların yakın ya da uzak bir yerde yere düşerken birilerinin başına, topuğuna saplandığını da örnekleri ile bilirim.
Bu nedenle Akyazı Belediyesi’nin "Silahla Oyun Olmaz, Silahın Oyuncağı Olmaz, Oyuncak Silahını Getir, Bir Kitabın Olsun" projesine Akyazı’daki tüm kamu kurumları ve esnaf destek verdi. Esnaf artık oyuncak silah satmıyor ve bunu camlarına astığı "Bu iş yerinde oyuncak silah satılmamaktadır!" diyen afişler ile duyuruyor. Geleceğin büyükleri çocuklar bu kampanyaya herkesten daha çok sahip çıkarak oyuncak silahlarını bırakıp kitap almaya koştu. Böylece, kampanyanın başlamasından buyana belediye tarafından 4200 oyuncak silah toplantı. 5900 kitap dağıtıldı.
İnsanlarımız kör bir kuşunla ölmesin diye: Her düğünde bir polis bulundurmak mı gerekiyor? Düğün davetiyenizde "silahsız geliniz, lütfen" mi demeli? Ya da sadece, "Maganda terörüne hayır!" demek yeterli mi? Hayır bunlar yeterli ve doğru değil. Her şeyden önemlisi özellikle erkek çocuklarımızı silah özentisinden uzak tutarak eğitmeli ve büyütmeliyiz. Bu nedenle, çocuklarımızın eline oyuncak silah, maytap, vb. yerine kitap verelim, lütfen. Çünkü en büyük silah bilgidir! Gelecek için bir adım da siz atın...
Yazının Devamını Oku 
5 Mayıs 2008
Bilim için, toplum için ve yürüyüşü sevdirmek için İstanbul’dan Kahramanmaraş’a kadar yürümeye var mısınız? Hedefimiz, 83 günde sadece 1250 kilometre!.. Şehir insanları olarak çeşitli nedenlerden dolayı hareketsiz bir yaşam biçimi sürdürüyoruz. Bu nedenle çoğunuzun davetime çeşitli gerekçeler öne sürerek olumlu yanıt vermeyeceğini biliyorum! Bir de "bilim ve toplum için yürümek de ne oluyor ki" diye itiraz edenler çıkabilir. Haklısınız, ülkemizde ya spor ya da protesto için yürünüyor. Bilim ve toplum için yürüyeni ben de hiç duymamıştım. Bu nedenle, "İTÜ Bilim-Toplum Yürüyüşü" adı altında son yılların en ilginç ve toplumsal faydası en yüksek yürüyüşünü gerçekleştiren emekli mühendis Atilla Karaboran’ı size tanıtmak istedim.
BELGESELİ ÇEKİLİYOR
Bilindiği gibi, yaşamın getirdiği sorunlara göğüs gerebilmenin en iyi yollarından biri fiziksel açıdan aktif olmak. Herkesin her yerde, her zaman, en güvenilir, en ucuz ve en kolay yapabileceği aktivite ise yürüyüş. Yürümenin diğer bir avantajı da bu aktivite sırasında doğa ile baş başa olabilme şansı. Seçeceğiniz yürüme ortamına göre çiçeklerin kokusunu alma, kuşların sesini dinleme ve doğayı seyretme şansını elde edebilirsiniz. Hatta yürürken düşünebilir, planlar yapıp, kararlar da alabilirsiniz. Uzmanlara göre orta şiddette yapılacak bir yürüme programı, eğer çok belirgin bir rahatsızlığınız olmadığına inanıyorsanız, tıbbi bir muayeneden geçmeden yapabileceğiniz yegane aktivite türüdür...
Diğer bir deyişle, yürürken sadece spor yapmıyor; aynı zamanda salimen düşünebiliyor ve doğa ile de baş başa olabiliyorsunuz. İTÜ Bilim-Toplum Yürüyüşünü gerçekleştiren İTÜ İnşaat Fakültesi 1966 yılı mezunu İnşaat Yüksek Mühendisi Atilla Karaboran’ın amaçları ise aşağıdaki gibi çok daha da kapsamlı.
Örneğin, kuruluşu son aşamalarına yaklaşmış bulunan İTÜ Bilim Toplum Televizyonu için hazırlanan bir belgeselin omurgasını oluşturuyor bu yürüyüş. Görüntülerinden çıkmalar yapılarak, mimarlık ve mühendislik açısından önemli yapıların tarihi, üretim tekniği, önemi izleyiciyi sıkmadan anlatılacak. İTÜ’yü ilgilendiren tüm konularda toplumsal duyarlılık sağlamak, teknik sorunlara dikkati çekmek, çözüm önerileri geliştirmek ve İTÜ laboratuvarlarında bilgi üretimini görselleştirmek, teknik bilimlerin çekiciliğini geniş halk topluluklarına aktarmak ve sevdirmek, bu yolla olası görülmekte.
İNTERNETTEN BAKIN SİZ DE KATILIN
Seçilen ilk güzergah çerçevesinde ülkemizin önemli yapıtları, İstanbul Teknik Üniversitesi mezunlarının eserleri belgelenecek. Ayrıca yerel teknik sorunlarda bilimsel tartışma ortamı oluşturmak, İTÜ Mezunları ile yüz yüze görüşmeler yapmak ve İTÜ Araştırma Gücüne Katkı Projesi için mezunlarımızı bir araya getirmek gibi amaçları var bu yürüyüşün.
25 Mart’ta İTÜ Ayazağa Yerleşkesi’nden yola çıkan ve bugün Hacıbektaş’da olması beklenen Atilla Karaboran’ın amaçları arasında yürümeyi sevdirmek de var. Diğer bir deyişle yürüyüş güzergahı boyunca Atilla Bey’e ara noktalardan da katılabilir ve eşlik edebilirsiniz. Böylece, katkı ve önerilerinizle zenginleşebilecek olan bu yürüyüş, sizinle daha ilgi çekici olacaktır. Özellikle, güzergaha yakın olan İTÜ mezunlarının ilgileri yürüyüşe renk katacaktır.
Yürüyüşe katılmak için, güzergahı http://bilimtoplumyuruyusu.itu.edu.tr adresinden görebilir, kendi rotanızı belirleyebilirsiniz. Bunun için, yürüme sırasında rahat bir elbise ve ayakkabı giymeniz yeterli. Haydi, bilim, toplum ve sağlığımız için yürüyelim arkadaşlar!..
Yazının Devamını Oku 