Yaz mevsimine resmen girerken evimiz kavurucu sıcaklıklardan dolayı giderek bir fırın ya da tandır halini alıyor.
Bu yüzden ülkemizde dam kazaları sezonunun açılması yakındır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaz aylarında damdan düşme olayları bir türlü önlenemiyor. Peki, atalarımız, diğer kültürler, hayvanlar bu sorunu nasıl çözmüş?
Hayatında damda hiç yatmamış ama damda yatanları görmüş kişi olarak, "damdan düşme" haberlerini hayretle, gülerek okurum. Anlam veremem. Şüphesiz damda yatmak apayrı bir kültür, alışkanlık ve aslında bir zorunluluk! Bunları anlamadan ve bıyık altından gülerek "Vatandaş, Damdan Düşme!" şeklinde yapılan sözde uyarılarla bu iş çözülemez. Zahmet edip küçük bir araştırma yaparsanız dam yaşamının, sadece "damdan düşme istatistikleri"nden ibaret olmadığını görürsünüz.
Her yıl özellikle temmuz, ağustos ve eylül aylarında Güneydoğu Anadolu’da damda yatan aileler ve çocuklar uyku sersemliğiyle damdan düşerek ölüyor, yaralanıyor veya sakat kalıyor. Çünkü buralardaki yapıların hemen hemen hiç birinde çatı yok. Sabahtan akşama kadar beton, güneşin tüm sıcağını emer; akşamdan sabaha kadar da emdiği bu sıcağı geri verir. Bu nedenle, yaz kendini iyice hissettirince bölge insanı yaylaya ya da yazlığa çıkar gibi, evinin damına taşınır. Dam süpürülüp, temizlenir, çullar serilir, çulların üzerine yataklar, yastıklar konur, cibinlikler gerilir... Güneşin batmasıyla başlayan damlı yaşam, güneşin ilk ışıklarına kadar sürer. Benim gibi hayatları boyunca damda hiç yatmamış olanlar bu dünyayı bilemez. Bizim için dam yaşamı, sadece gazete haberlerinde gördüğümüz "damdan düşme istatistikleri"nden ibaret.
"Ne yapalım seyahat acenteleri henüz damda yatma seçenekli bir paket satmıyor" diyebilirsiniz. Hatta "kardeşim evlerine klima ya da uyduruk da olsa bir vantilatör alsınlar" diyenler de olabilir. Birçok kişinin ne bu aletleri alma ne de hayli kabarık gelecek elektrik faturasını ödeyebilme, sıcaklardan kaçmak için başka yere gitme lüksü var. Ayrıca unutmayın, Türkiye Kyoto Protokolü’nü imzalamaya niyet etti. Yani artık bizler de birey olarak düşük karbonlu bir hayat yaşamaya niyet etsek iyi olacak. Aynen düşük karbonhidratlı, yağlı, tuzlu, şekerli diyetler gibi "düşük karbonlu diyet" yapmak zorundayız. Bu nedenle, sadece klimayla soğumak yerine daha çok yalıtım ve doğal yöntemler ile serinlemekten başka çaremiz yok.
Çok eski yıllarda ne klima ne de vantilatör vardı. Peki, atalarımız da damdan düşer miydi? "Osmanlı arşivlerine girip baktım" dersem yalan olur. Ama "doğaya dost bir ev nasıl yapılır" diye "mimari meteoroloji" çalışmalarına bakarken hayretle öğrendim ki eskiler damdan düşme problemini bir şekilde çözmüş. Özellikle İran’da başlayıp Pakistan ve Dubai’ye kadar yayılmış olan bir yöntem var. "Rüzgár kulesi" (badgir) olarak adlandırılan bu yöntem hálá yaygın şekilde kullanılıyor. Hatta İngiltere’de "sıfır karbon evler" diye tasarlanmış günümüzün en modern evleri de bu antik yöntemi kullanıyor.
KUŞLARA HAKSIZLIK YAPMAYIN
Küresel iklim değişikliğiyle birlikte önümüzdeki yıllarda damdan düşenlerin sayısı da artacak şüphesiz. Bu durumda, yöneticilerin daha ciddi önlemler alması gerekiyor. Örneğin, damın üstünden esen rüzgárları yakalayıp evin için yönlendirebilecek basit rüzgár kuleleri veya kulübelerinin yapılması yoluna gidilebilir. Hatta tüm Türkiye’de evler bölgede esen hákim rüzgárlara göre inşa edilerek kışın güneşten ve yazın da rüzgárdan yararlanılması gibi "basit" önlemler imar kanunlarıyla zorunlu hale getirilebilir.
Özetle atalarımız, kuşlar ve karıncalar gibi doğaya uyumlu evler inşa etmiş biz ise güya modernleşerek ucube binalar inşa ederek doğadan, akıl ve bilimden iyicene uzaklaşmışız. Bir de kuşlara "kuş beyinli" deriz. Hiç damından düşen yetişkin kuş gördünüz mü?