Aslında bu bir sürpriz bir sonuç da değil. Yaşlanmadan, yaşlanmanın oluşturduğu doğal yıpranmadan, nörolojik yapılanmamız ve tabii ki öncelikle de beynimiz payını bir ölçüde alıyor. Yaşlanmayla ilişkili nörolojik sorunların ilk sıralarında ise “Alzheimer hastalığı” var. Onu Parkinson hastalığı izliyor. Bugünkü konumuz Alzheimer hastalığı ile genetik arasındaki önemli ilişki. Hazırsanız buyurun...
BİR NOT
ALZHEİMER HERKESİ ÜZER
Alzheimer hastalığı farklı belirtileri olsa da esas olarak bir bilişsel gerileme, bellek bozukluğu ile başlayıp neticede bellek kaybı ile sonuçlanan korkutucu bir sağlık sorunu. Tıbbi anlamda “DEMANS/BUNAMA” ise bu hastalığın en korkutucu ve üzücü sonucu. Ama bilelim ki “demans” sadece bir sonuç. Ve her sonuç gibi onun da bir başlama ve ilerleme süreci var. Zaten bu nedenle de Alzheimer araştırmaları bu tatsız sonuçla neticelenen hastalığın neden ya da nedenlerine odaklanmış durumda. Diğer taraftan bu nedenlerden birini net ve açık olarak biliyoruz: GENETİK! Peki, o genetik özellik ne? O genetik şansızlığın açılımında neler var?
ÖNEMLİ
APOE4’E DİKKAT!
Ve o yarının tam da ortasında çok şükür muazzam bir “KAR GÜZELLİĞİ” yaşadık. Görünen o ki inşallah yaşamaya da devam edeceğiz. Bu arada mutlaka siz de farkındasınızdır, kış enfeksiyonlarında özellikle de “soğuk algınlığı, nezle, tonsilit, farenjit, sinüzit, bronşit hatta zatürre vakalarında” gözle görünür bir artış var. Peki, güçlü bir salgın söz konusu mu? Kanaatimce hayır, ciddi bir salgın söz konusu değil. Orta karar bir enfeksiyon yoğunluğu söz konusu. Bunda yıllardır öğrendiklerimiz ve tecrübelerimizle edindiğimiz bağışıklık güçlendirme çabalarımızın önemli bir payının olduğu da kesin. Örneğin eskiye oranla grip veya zatürre aşısı yaptıranların sayısında belirgin bir artış var. Ayrıca daha güçlü bir bağışıklık için hangi tedbirleri almamız gerektiğini de çoğumuz az çok öğrenmiş durumdayız. Ama isterseniz gelin kışın geride kalan ikinci yarısını mikroplardan uzak daha rahat ve keyifli yaşayabilmek için bir başka deyişle “DAHA GÜÇLÜ BİR BAĞIŞIKLIK İÇİN” neler yapmamız gerektiğini biraz daha ayrıntılara girerek “BAĞIŞIKLIK ANAYASASI” başlığı altından yeniden hatırlayalım. Hazırsanız buyurun...
KESİP SAKLAYIN
BAĞIŞIKLIK ANAYASASI
VARAN 1
BESLENMENİZE DİKKAT EDİN: Güçlü bir bağışıklık için bir numaraya protein gücü yüksek besinleri (yumurta, beyaz-kırmızı et, süt ürünleri, bakliyat) koymalısınız. Aşırı şeker, un/nişasta tüketiminin ise bağışıklık gücünüzü azaltacağınızı unutmamalısınız. Alışveriş listenizde sebze ve meyvelere de imkânınız ölçüsünde daha fazla yer açmanızda fayda var. Ayrıca bugünlerde yemeklerinizde baharatları (özellikle zencefil, zerdeçal, tarçın, kırmızıbiber, karabiber) daha sık ve çok kullanmayı da unutmayın.
VARAN 2
UYKU VE EGZERSİZ ŞART:
Sağlığımızı şekillendirme gücü, hayal edebileceğimizden çok daha fazla oranda bizim elimizdedir. Daha da önemlisi yaşımız ne olursa olsun hayat hepimiz için sadece “önümüzdeki yolculuk”tur, o yolculuğu nasıl yapacağımız ise esas olarak bizim kararlarımızda ve o kararları uygulamadaki dikkatimiz ve samimiyetimizde gizlidir. Ne kadar uzun ve ne ölçüde sağlıklı bir ömür süreceğimiz muhakkak ki birçok faktörün ortak neticesidir. Genetiğimiz, iyi veya kötü yaşam tarzı seçimlerimiz, beslenme şeklimiz, hayata bakış açımız, doğduğumuz yer, eğitim düzeyimiz ve daha pek çok şey sağlığımızı ve ömür süremizi etkiler.
2018 yılında 54 milyon kişilik bir “soy veritabanı”nın analiz edilmesinin sonrasında yaşam süremizin genlerimizle ilişkisinin zannedildiği kadar büyük olmadığını bir kez daha gösterildi. O araştırmaya göre, genetiğimiz/kalıtımsal özelliklerimiz sağlıklı ömür süremizin en fazla yüzde 7’sinden sorumlu. Kısacası “sağlığımızı şekillendirme gücü” yani “hayatımız” önemli ölçüde hatta hayal edebileceğimizden çok daha fazlasıyla bizim elimizde. Benim “ÖNÜMÜZDEKİ YOLCULUK” olarak da tanımladığım sağlıklı yaşam sürecinde tabii ki “kader”in de mutlak bir payı vardır. Ne var ki kendi sağlığınızın yönetimini kendiniz elinize aldığınızda düşündüğünüzden daha kaliteli ve daha iyi bir hayatı kucaklayacağınız da net ve açıktır. Unutmayın: Yaşam da yaşlanmak da değiştirilebilir, şekillendirilebilir, iyileştirilebilir hatta manipüle bile edilebilir. Yeter ki siz o yolculuğu yaparken bilgili, samimi ve kararlı biri olun.
İYİ BİLGİ
GLUTATYON NOTLARI
1- Tek bir sigara bedeninizden en az 50 mg. C vitamini çalıyor.
2- Sigara içenlerde akciğerlerin glutatyon rezervi yüzde 70 azalıyor.
3- Alkol bilinen en tehlikeli glutatyon düşmanı olarak gösteriliyor. Tekrarlanan kullanımda doza bağlı olarak organlarımızın tamamının ama en çok da karaciğerimizin glutatyon rezervleri hızla azalıyor.
Mide ülserlerinin, gastritlerin önemli bir nedeni helikobakter enfeksiyonunun bazı kişilerde mide kanseri ve bir tür mide lenfoması ile ilişkili olabildiği de doğru bir bilgi.
Zaten bu nedenle de H. Pilori mikrobu kanserojen yani kanser yapabilen bir mikrop olarak kabul ediliyor.
Helikobakter sorunu olanların mutlaka tedavi edilmeleri şart. Bunu için de önce bir “kesin tanı” lazım. Kesin tanının yolu da bir Gastroenteroloji uzmanından yardım almak. Aklınızda olsun: Helikobakter için kesin teşhis endoskopi ile yapılan biyopsi sayesinde başarılıyor. Teşhis kesinleşince de tedavi süreci devreye giriyor. Tedavi sonuçları ise son derece yüz güldürücü. Bu nedenle meseleye korkuyla yaklaşmak yerine ilgili hekimin sözünü dinlemek en doğru stratejidir.
CUMARTESİ TAVSİYESİ
TARÇINDAN FAYDALANIN
Neredeyse
En olumlu düşünenlerimiz bile zihnimizde yaşlanma dönemimizi canlandırdığımızda biraz tereddütlü ve biraz da çekimser kalırız. Bunun temel nedeni kolektif bilincimizdeki yanlış yaşlanma algısıdır. Bunda muhakkak ki popüler medyanın da bir ölçüde etkisi vardır. Medyada ve kolektif bilincimizde yaşlılık “biraz ağrı, biraz yorgunluk, biraz uyku kaybı ve bir dizi kronik hastalığı” içerir. “Fiziksel ve duygusal acılar”ın, daha da önemlisi “sosyal tecritler, finansal kayıplar, bedensel güçsüzlük ve çelimsizlikler, görme ve işitme yetisindeki azalmalar, entelektüel melekelerdeki yıpranmalar” ve daha pek çok olumsuz durumun toplamı gibi düşünürüz yaşlılığı. Peki, doğru mu? Yaşlılık daha önce de yazdığım gibi bir çeşit “KAYIPLAR SENFONİSİ” olmak ve öyle kalmak zorunda mı? Bana sorarsanız bu yaklaşım her zaman herkes için doğru olmasa gerek. Yaşlılığın biyolojik ve psikolojik gerilemelerini tamamen telafi edemesek bile oluşturabileceği olumsuz kimi etkileri önceden yapacağımız plan ve hazırlıklarla savuşturmamız mümkündür. Tıptaki yeni gelişmelere, teknolojik ilerlemelere ayak uydurarak, olumlu yaşam biçimi değişimleri, fiziksel ve ruhsal hazırlıklar yaparak yaşlılığın olumsuz pek çok etkisini hafifletmemiz hatta durdurup önlememiz, daha da ileri gidelim; mevcut bazı yaşlılık sorunlarını tamamen ortadan kaldırmamız mümkündür. Peki, bu nasıl olacak?
ÖNEMLİ
YAŞLILIK BİR DİP DEĞİL ZİRVEDİR
Zira özellikle 60’lı 70’li yaşlardan sonra öncelikle de kadınlarda kemikleriniz ne kadar sağlam olursa olsun “düşme travması” yüzde 90’ın üzerinde bir oranla “KEMİK KIRILMALARI” ile sonuçlanıyor. Üstelik düşmeye bağlı bu kırılmalar çoğu zaman da kalça kemikleri gibi büyük kemiklerde meydana geliyor. Sonrası mı? Sonrası biraz tatsız. Zira bu gibi travmalara uğrayanları bazen can sıkıcı bazı problemler bekleyebiliyor... Peki o gelişmeler neler?
BİR UYARI
SAKIN DÜŞMEYİN
Şu veya bu nedenle düşmeye bağlı kırıklar nedeniyle hastaneye yatırılan yaşlıları daha sonra pek çok tatsız olay bekleyebiliyor. Bu tatsızlıkların en başında da “PIHTI ATMALARI/EMBOLİLER” geliyor. Bitmedi! Bu insanların önemli bir bölümü ise ameliyat sonrasında uzunca bir süre -hatta bazen ömür boyu- tekerlekli sandalyelere de mahkûm olabiliyor. Kısacası “DÜŞMEMEK!” mühim bir iyi yaşam ve yaşlanma ayrıntısıdır. Meselenin çözümü ya da önlemleri ise sadece kemikleri güçlendirmekten de ibaret değildir. Nedenine gelince...
ÖNEMLİ
KASLARINIZ DEPREM İZOLATÖRLERİNİZDİR
Eğer
Danışanlarının ya da hastalarının sağlık gemisinin kaptanı olmak! Amerikalı hekim Peter Attia “Outlive” kitabında aynı dileği tekrarlıyor ve bakın ne diyor: “Benim işim sizi bir buz tarlasında yönlendirmektir. 7/24 ‘buzdağı görevi’ndeyim. Etrafta kaç tane buzdağı var? En yakınları hangileri? Eğer onlardan uzaklaşırsak bu bizi kurtarır mı yoksa başka tehlikelerin yoluna mı sokar? Ufkun ötesinde gözden uzakta gizlenen daha büyük, daha tehlikeli buzdağları var mı?”
Dr. Attia kesinlikle haklı, peki ya çözüm?
Peter Attia
BİR TARİH DERSİ
TİTANİK FACİASINI ÖNLEMEK SAĞLIKTA DA MÜMKÜN
Dr. Attia diyor ki: “Titanik görüş mesafesinin düşük olduğu sisli bir gecede olması gerekenden çok daha yüksek bir hızla seyrediyordu. Su alışılmadık derecede sakindi ve bu durum kaptana da mürettebata da yanlış bir güvenlik hissi veriyordu. Gemide bir dürbün vardı ama kilitliydi ve anahtarın kimde olduğu da belli değildi. Gemi gözcüsü bu nedenle ölümcül buzdağını sadece 500 metre ileride görebildi. Sonucu hepimiz biliyoruz. Peki ya Titanik’te radar veya sonar olsaydı? Ya da daha da iyisi GPS ve uydu görüntülemesi de yapılabilseydi? Bu durumda kaptan ölümcül buzdağları labirentinde en iyisini umarak panik içerisinde kaçmaya çalışmak yerine daha önceden hafif bir rota düzeltmesi yapabilir, Titanik’i de yolcularını da kurtarabilirdi. Sorun şu ki bugünkü tıpta kullandığımız mevcut araçlar -maalesef- bizim de ufkun çok ötesini görmemize izin vermiyor. Tabiri caizse bizim de ‘radarlarımız’ yeterince güçlü değil.”
BANA GÖRE
PEKİ NE YAPMALIYIZ?
O hatalardan birinin “RUHU ISKALAMAK” olduğunu daha önce yazdım. Modern tıp ısrarlı bir şekilde hemen her şeyi bedende arıyor, ruhu ısrarla ıskalayıp ruh ve beden arasındaki sarsılmaz bütünlüğü görmezden geliyor.
Diğer taraftan modern tıbbın hataları sadece bununla da sınırlı değil. Önemli bir diğer yanlışı daha var: “Geleneksel ve tamamlayıcı tıbbı” da görmezden geliyor. Peki modern tıbbın yanlışları sadece bunlarla mı sınırlı? Tabii ki değil. Modern tıp sizi/bizi değil hastalığı/hastalıkları tedavi ediyor, talimnamesinde tarihi bir emir olarak yazılı duran “Hastalık yok hasta var!” yanlışını da ısrarla sürdürüyor.
Bütün bu yanlışlar yetmezmiş gibi modern tıp önemli bir hataya daha imza atıyor. Bu hata “sağlık sorunlarını kök salmadan önce değil” zaman çizelgesinin yanlış ucunda bekleyerek hastalıklar yerleştikten sonra onları tedavi etmeye çalışmasıdır.
Bitmedi! Modern tıp hastalıkların teşhisi ve tedavisi yanında tarihsel, geleneksel ve vazgeçilmez görevi olan “sağlığı koruma, güçlendirme ve iyileştirmeyi görmezden gelme” konusundaki 100 yıllık inadını da ısrarla sürdürüyor. Neyse ki bu inadından son yıllarda “erken teşhis” akımıyla birlikte biraz uzaklaşmaya başladı. Peki yeterli mi? Bence değil! Nedenine gelince...
BANA GÖRE
ERKEN TEŞHİS DE BAZEN YETMEYEBİLİR
Modern