ÖNEMLİ
KAYIPLAR SAYMAKLA BİTMİYOR
Önce şunu bilelim: Ani ölümler yalnızca bizim ülkemiz için değil gezegenimiz için de ciddi bir problem haline gelmiştir. Ani ölümle beklenmedik bir yaşta, yerde ya da zamanda kaybettiklerimizin sayısı giderek artmakta ve bu ölümler -maalesef- ciddi oranda genç yaşlara, hatta çocuklara doğru kaymaktadır. Gelin bildik örnekleri yeniden bir hatırlayalım. Yakın geçmişte Cenk Koray, Kemal Sunal, Barış Manço gibi sanatçılarımızı, Mustafa Koç gibi iş insanlarımızı ve daha birçok tanınmış şahsiyeti de ani ölümler nedeniyle kaybettik. Son zamanlarda bunlara İbrahim Erkal, Metin Arolat ve şimdi de Volkan Konak gibi değerli sanatçılarımız katıldı. Üzgünüz... Hepsi çok değerli ve sevilen isimlerdi ama bilelim ki her kayıp değerlidir ve sevilendir. Rabbimizin rahmeti üzerlerine olsun. İsterseniz gelin biraz daha ilerleyelim ve biraz daha detaylara girip başlıktaki sorulara yanıt arayalım.
ÖNEMLİ BİR SORU 1
ANİ ÖLÜMLER NEDEN ARTIYOR
İstatistiksel rakamlara bakıldığında ani ölümler tüm ölümlerin yüzde 10-12’sini oluşturuyor. Tamamı dikkate alındığında da ani ölümlerin yüzde 80’ine “kalbin koroner damarlarındaki sorunlar” neden oluyor. Kalbimiz muazzam bir enerji ihtiyacıyla çalışan olağanüstü bir kas yumağı. Öyle ki bedenimizin toplam oksijen tüketiminin neredeyse 4’te 1’ini o gerçekleştiriyor. Bunu da kendisini besleyen ve koroner arterler olarak bilinen damarlarla gelen kandaki oksijen ve diğer besinler ile gelen hammaddelerle başarıyor. Kalbi besleyen damarlarda kritik düzeyde daralma ya da tıkanmalar oluştuğunda bu hastaların yüzde 20’sinde ani ölümler ortaya çıkabiliyor. Kalp çok güçlü olsa da düşündüğümüzden çok daha hassas bir organ. Oksijen ve besin ihtiyacı yeterince karşılanamadığında özellikle ve öncelikle “ritmi” süratle bozuluyor, “pompalama gücü” azalıyor ve sonra da birdenbire durabiliyor. Ani ölümler yalnızca yaşlılarda değil, yetişkinler, gençler ve hatta çocuklarda bile görülebilen bir tehlike. Birçok ülkede ve muhtemelen bizde genç ve orta yaş ölümlerin en sık nedenlerinden biri de ani kalp ölümleri. Ama bilelim ki pek çok ölüm nedeni gibi ani ölümler de kader değildir, önlenebilir bir sağlık meselesidir.
ÖNEMLİ
Diğer taraftan sadece duygu ve motivasyon ilişkisi değil, “pekiştirme/güçlendirme ve uyarılma” meseleleri de bu ilişkiyi derinden etkiler. Ama temel oyuncu her daim motivasyon ile duygu arasındaki muazzam danstır. Duygular içimizden doğar, motivasyonlarla şımarır, havalara uçar. Diğer taraftan ruh sağlığı uzmanlarına göre duygular, duygu durumlarıyla ilişkilidir ama ikisi aynı şey değildir.
Bu alanın uzmanlarından biri olan benim de ilgiyle -hatta bazen gıpta ederek- izlediğim Dr. Daniel Levitin’e göre “DUYGULARIMIZ birkaç saniye ya da dakikalarca süren akut bir duygulanım ve uyarılma halidir. DUYGU DURUMLARIMIZ ise daha uzun süreli ve daha etkili bir duygusal tona işaret eder... Emotion (duygu) sözcüğünün motion (hareket) sözcüğünü içermesi de tesadüfi değildir. Keza özellikle ‘derin duygular’ hissettiğimizde ‘etkilendiğimizi/duygulandığımızı’ (move it) söylememiz de rastlantı değildir. Duygular bedenin bizi ‘kendimiz için en iyisini’ yapmaya teşvik etme biçimidir”.
Peki hafta sonunun bu ilk gününde motivasyon-duygu ilişkisinin önemine değinmemin nedenine gelince... Sıkıntılı günlerden geçiyoruz ama önümüzde muazzam bir şans var: BAYRAM! Duygu durumumuzu iyileştirmek için her bayram gibi bu bayram da muazzam bir fırsat. Gelin beni dinleyin hepimiz bu fırsatı çok ama çok iyi değerlendirelim. O pek sevdiğimiz “Şenay şarkısı”nı yeniden hatırlayıp içimizden de olsa “HAYAT BAYRAM OLSA” şarkısını sık sık tekrar edelim...
Ramazan Bayramı’nızı kutluyor, sağlık, huzur ve mutluluk diliyorum.
İYİ BİLGİ 1
EKSOZOM KREMLERİ CİLDİMİZİ NASIL GENÇLEŞTİRİYOR
- Eksozom ürünleri cilde daha fazla nem, kolajen ve elastin sağlar.
Yaşlanmayı iyileştiren hapların son yıllarda en çok konuşulanı, satılanı ve yutulanı ise NAD’dır (Nikotinamid Adenin Dinukleotid). Peki, bu yaklaşım doğru mudur? Her gün düzenli olarak bir NAD takviyesi ya da bedende daha sonra NAD’a dönüşecek olan bir NAD öncüsü molekülü (Nikotinamin Ribozid/NR ya da Nikotinamid Mono Nükleotid/NMN) yutarak NAD zengini genç bir yaşlı olma beklentisi gerçekleşebilecek bir istek midir? Ya da NAD ampullerini damar yoluyla uygulatarak bir çeşit “NAD trilyoneri” olan birinin 100. yıl pastasını keyifle üfleme beklentisi gerçekleşebilecek bir şey midir? Bugünlerde en çok karşılaştığım sorulardan birinin “NAD MESELESİ” olduğu kesin. Bu nedenle “Merak ediyorsanız” demiyorum merak ettiğinizi biliyor ve şimdilik şu kısa bilgiyi sizinle paylaşarak bir sonraki yazımı beklemenizi tavsiye ediyorum. Ama şu cümleyi şimdiden kalemimden kaçırmış olayım: Araştırma sonuçlarına bakılırsa hasretle beklediğiniz o gençlik çeşmelerinden biri NAD olabilir.
ÖNEMLİ 1
SİNSİ BİR SAĞLIK DÜŞMANI: NÖROPATİ
Ayaklarınızda günlerdir devam eden ve çoğu gece de uykularınızı bölen ayak ağrıları ve kramplarından, yanma, uyuşma ve karıncalanmalarından, bacaklarınızda sanki karıncalar dolaşırmış gibi hisler yaratan tatsız duygulardan şikâyetçi misiniz? Bu şikâyetlerinize zaman zaman ayak kaslarınızda kasılmalar hatta bazı geceler sizi neredeyse yataktan fırlatacak şekilde sarsılmalar da bu sorunlara eşlik ediyor mu? Eğer yukarıdaki sorulardan sadece yarısına bile yanıtınız “Evet” ise üzülerek belirteyim siz de “HOŞGELDİN NÖROPATİ (!)” diyebilirsiniz. Peki, nöropati de neyin nesidir? Yanıt bir sonraki kutuda sizi bekliyor.
ÖNEMLİ 2
NÖROPATİNİN DE ÇEŞİTLERİ VAR
Nöropati
Özellikle 50’li 60’lı yaşlar sonrasında bu yatırım metabolik sağlığınızın sigortası gibidir. Bugüne kadar binlerce araştırmada fiziksel aktiviteden bağımsız olarak sadece uzun süreli hareketsiz kalmanın bile kötü sağlık sonuçlarıyla ilişkili olduğu net ve açık olarak gösterilmiştir. Daha önce de sık sık vurguladığım gibi “OTURMAK SAĞLIĞA İHANETTİR”. Egzersiz, iyi ve sağlıklı hayatın da uzun bir ömrün de vazgeçilmezidir. Ama bilelim ki egzersiz yapsanız da yapmasanız da “OTURMAKTA ISRAR ETMEK FAİLİ BELLİ BİR SAĞLIK CİNAYETİDİR”.
BİR ÖNERİ
KASLARINIZI ÇALIŞTIRIN
Kas
Bu artışın -bana göre- önemli nedenlerinden biri ise bağırsak florasındaki bozukluk meselesinin yaygınlaşması. “Disbiyozis” yani bağırsaklardaki kötü biyolojik değişimler ile Parkinson hastalığı arasında fark edilir ve dikkat çeken bir ilişki var.
Bazı uzmanlar bağırsaklarda iyi bakterilerin azalıp kötü bakterilerin artmasının beyne bağırsaklardan yollanan çeşitli toksik metabolitleri yoğunlaştırdığını, beyindeki nörolojik hasarı bu metabolitlerin yaptığını veya hızlandırdığını ileri sürüyor. Parkinsonluların çoğunun “kabızlık” problemi çekmesi ve yine birçok Parkinsonlu da disbiyozis sorununun belirlenmesi ise bu fikri ciddi ölçüde destekliyor. Eğer ileri yaşlarda Parkinson hastalığına yakalanmamak istiyorsanız mikrobiyom gücünüzü dikkatle izleyin ve koruyun.
İYİ BİLGİ 1
B12 EKSİĞİNİZ VARSA...
B12 en mühim vitamin eksikliklerinden biri, kan seviyesi ise asla 500’ün altına asla inmemeli. Peki bu nasıl başarılacak? İşte size kolay bazı çözümler...
- Daha sık ve çok hayvansal ürün, özellikle yumurta ve yoğurt yiyin.
- Daha az mide hapı, mümkünse asit pompasını felç eden ilaçlardan uzak bir yaşam sürün.
Sadece diyabete veya Alzheimer’a, yalnızca koroner kalp hastalıklarına, romatizmal problemlere veya kas ve kemik erimesine, obezite meselesine ya da farklı kanserlere harcanan rakamlar dikkate alındığında sorunun ekonomik açıdan da korkunç boyutlara ulaştığını anlamak mümkün. Zaten bu nedenle de günümüzün en önemli tartışma konularından biri “ömür uzatma” çalışmalarının yerini sağlıklı yaşamı geliştirme ve uzatmanın alması oldu, doğrusu da buydu. Peki, bu iş nasıl başarılacak, bu kilit nasıl açılacak?
UNUTMAYIN
O KİLİT EPİGENETİK YAKLAŞIMDIR
Sağlıklı yaşam kilidini açacak en önemli anahtarlarından birinin “EPİGENETİK YAKLAŞIM” olduğu kesin. Zira sağlığı güçlendirmenin, kronik hastalıklardan korunmanın, “biyolojik yaşı korumaya veya azaltmaya çalışarak” kronik hastalıkların neredeyse tamamının riskini aynı anda azaltmanın yollarından biri de epigenetik yaklaşımdır. Eğer epigenetik uygulamaları daha net ve açık, daha kolay uygulanabilir ve daha yaygın hale getirebilirsek kronik hastalıklar nedeniyle kaybettiğimiz acılı ve kötü yılları yaşamayabilir, daha kaliteli ve uzun bir ömür sürme şansı yakalama imkânını daha kolay buluruz. Diğer taraftan bu yaklaşım aynı zamanda “daha az diz protezi, daha az kalp stenti, daha az bypass ameliyatı, daha az kronik hastalık ilacı kullanımı” anlamına da gelecek, hayatımızın daha güzel yanlarına harcayabileceğimiz mükemmel bir ekonomik kazanca da dönüşecektir.
BU RAKAMA DİKKAT
SADECE BİR YIL = 38 MİLYON DOLAR
Ne var ki sağlık bilimcileri olarak bizler bile -en az sizin kadar- yakın zamana kadar bu ayaklardan birinin, uykunun öneminin yeterince farkında değildik.
Uykunun sadece bizi dinlendirdiğini düşünüyor, uykusuzluğun sağlığa neden bu kadar zararlı olduğunun farkına bile varmıyorduk. Neyse ki son yıllarda muazzam bir toplumsal uyku bilinci oluştu. Bunda COVID-19 salgınıyla birlikte gelişen “UYKU PANDEMİSİ”nin de etkisi olmalı. Neticede öyle ki neredeyse “uykusuna âşık faniler”e dönüştük, iyi de yaptık, doğrusunu yaptık. Nedenine gelince...
ÖNEMLİ
U VİTAMİNİNİ HER GECE YUTMAK ZORUNDAYIZ
İyi bir gece uykusu sağlığımız için en az yiyip içtiklerimizin kalitesi, en az attığımız adımların sayısı, en az huzur, keyif ve neşeyle geçirdiğimiz zaman dilimlerinin sıklığı kadar önemli bir sağlık ayrıntısıdır. Bu nedenle tıpkı “2 ayrı H vitaminlerimiz yani HUZUR ve HAREKET” haplarımız kadar, tıpkı “G vitamini yani yiyip içtiğimiz GIDALAR” kadar “U vitamini de yani UYKU”muz da vazgeçilmez ve yaşamsal bir değere sahiptir. Osman Hoca size diyor ki: Uykunuza sahip çıkın ve kaliteli bir gece uykusuna sahip olup olmadığınızı anlayabilmek için aşağıdaki testi siz de mutlaka değerlendirin.
Bedenimiz için şekerli olmak daha sertleşmiş ve pıhtılarla dolmuş, tıkanmış damarlar, daha kalitesiz eklemler, tendonlar ve daha kötü yaşlanan hücreler anlamına da gelir. Dolayısıyla “yüksek şekerli biri olmak” türküler ve şarkılardaki kadar iyi bir şey değildir. İşte bu nedenle şekerin fazlasından da dikkatle korunmak mühim ve vazgeçilmez bir sağlıklı yaşam görevidir ve kanınızdaki “şeker/glikoz değerlerini” belirli hudutlar içerisinde tutmak yaşamsal bir biyolojik ve metabolik mecburiyet ve süreçtir. Zira makul miktarda şekeri sürekli ve etkili bir şekilde kullanmadan ne enerji üretebiliriz ne de yaşamımızı sürdürebiliriz. Diğer taraftan konu bedenimizdeki şeker düzeyi olduğunda daha da net ve açık deyimiyle “kan-şeker dengesi”nden bahsettiğimizde burada da “makul” sözcüğü yine biyolojik bir altın standarttır. Kan şekerinin azı da çoğu da problemli, tehlikeli ve zararlıdır. Peki, kan şeker dengemizin yerinde olduğunu nasıl anlayacağız? Sadece açlık-tokluk kan şekerimize bakarak hatta onun vazgeçilmez yol arkadaşı sayılan “açlık ve tokluk insülin seviyeleri”ni araştırarak kan şeker dengemiz hakkında fikir sahibi olabilmemiz yeterli ve güvenli midir? Maalesef hayır! Nedenine gelince...
UNUTMAYIN
HEMOGLOBİN A1C (HBA1C) SEVİYENİZİ DİKKATLE İZLEYİN
Tıbbi pratikte kısaca A1c olarak da bilinen HbA1c değerlerinin kan analizleriyle takibi “ŞEKERLENME” yani “GLİKASYON” süreçlerinin izlenmesi için vazgeçilmez bir standarttır. Glikasyon meselesinin önemli bir yaşlanma kalitesi belirleyicisi de olduğu dikkate alınırsa A1c seviyelerinin takibinin önemi daha iyi anlaşılacaktır. A1c testi vücudumuzda şekerlenme/glikasyon yoluyla “şeker yapışmış hemoglobin yüzdesi”ni ölçen kıymetli bir biyolojik takip kriteridir. Bu nedenle A1c testi sadece insülin direnci ve tip 2 diyabet için değil yaşlanma kalitesinin takibinde de kullandığımız önemli bir sağlık taraması parametresidir. Hatırlayalım, HEMOGLOBİN tüm kırmızı kan hücrelerinde (eritrositler) bulunan ve oksijeni hücrelerimize taşıyan önemli bir moleküldür. Kan dolaşımında fazla miktarda glikoz/şeker mevcutsa hemoglobinin şekerlenme olasılığı artacaktır. Kanımızda aşırı şeker bulunması durumunda o şeker beklenenden daha fazla hemoglobini “glikozile” edecek yani şekerleyerek(!) yapısal değişime uğratacaktır. Neticede de kanımızdaki “glikozlanmış hemoglobin yüzdesi” çoğalacaktır. Kırmızı kan hücrelerinin yaklaşık 90 ila 120 gün boyunca kan dolaşımımızda tur attıkları/yüzdükleri biliniyor. Dolayısıyla HbA1c değerlerinin ölçümü bize ortalama 2-4 ay boyunca kanımızdaki ortalama kan şekeri seviyelerinin tahminini mümkün kılacaktır. Bu bilgi de şeker dengemizin takibi için daha güvenli bir kriterdir.
KESİP SAKLAYIN
HBA1C’MİZ KAÇ OLSUN