Ve ayrıca konuştuğum kalp sağlığı uzmanı hekimler de bu bilgiyi doğruluyor. Bu tatsız ve üzücü gelişmenin ilk iki nedeninin ise “kötü beslenme ve hareketsiz, tembel, egzersiz fakiri bir yaşam tarzı” olduğu da kesin. Ama bu arada önemli bir başka nedeni de ihmal etmememiz lazım: GENETİK!
Ailesinde özellikle birinci derece akrabalarında kalp damar hastalığı olan gençlerde ve orta yaşlılarda maalesef çoğu daha o ilk krizde yaşamı da sonlandırabilen “SÜRPRİZ KALP KRİZLERİ”ne daha sık rastlıyoruz. Bu nedenle de genetik hikâyesinde erken yaş kalp krizi olanların ve onları izleyen hekimlerin daha dikkatli, bilgili ve ilgili olmaları gerekiyor. Bu ilgi ve bilgiyi de genelde ıskalanan ya da ihmal edilen şu iki parametrede yoğunlaştırmakta fayda var: Apolipoprotein B / apoB ve Lipoprotein (a) / Lp(a)
ÖNEMLİ BİLGİ
APOB VE LP(A)’YA DİKKAT
Kalp damar hastalıklarıyla mücadelede yaptığımız temel bazı hatalar var. Bunların başında problemi yalnızca “iyi ve kötü kolesterol dengesi, trigliserit seviyesi” ile sınırlamamız geliyor. Oysa en az bunlar kadar insülin yükünün, kan şekerinin de önemli ve belirleyici olduğu kesin. Yani mesele biraz beklediğimizden daha da derin. İkinci hatamız damar sertliği süreçlerinin uzun zaman ve sinsi ilerleyen bir problem olduğunu unutmak ve problemi geçici kısa etkili acil ve yüzeysel çözümlerle halletmeye çalışmak. Üçüncü hatamız ise çok daha da önemli: apoB ve Lp(a) parametrelerini ihmal etmek. Oysa prensip olarak genetik kalp yükü yüksek olan herkeste öncelikle bu iki parametrenin masaya yatırılması lazım. Lp(a)’nın 30’dan apoB’nin 90’dan yüksek olduğu her genç ve orta yaşlıda süreci çok daha yakın ve ciddi bir koruma protokolü ile izlemek şart. Peki, neden?
Üstelik bu zamansal hediye böyle 3-5 yıl ile de sınırlı değil. En az 30 yıl civarında. Bu bir “EK YAŞAM SÜRESİ”. Zira son yüzyılda ortalama ömrümüz her 10 yılda 2-3 yıl uzadı. Ve biz kim olursak olalım, nerede yaşarsak yaşayalım bir şansızlık olmazsa eğer, geçmiş nesillerimizden daha uzun yaşıyoruz. İşte bu nedenle söz konusu hediyeyi akıllıca kullanmalı, yaşlılığımızı özenle planlamalı ve daha 40’lı yaşlardan itibaren basit de olsa kalıcı bir “İYİ HAYAT STRATEJİSİ” oluşturmalıyız. Nedenine gelince...
BİR SORU
YAŞLILIĞINIZ NASIL OLACAK
Şu bilgiyi lütfen siz de bir kenara dikkatle not edin: İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde bugünkü kadar çok sayıda insan, bugünkü kadar uzun bir ömür sürebilme fırsatı bulmadı, bulamadı. İsteseniz de istemeseniz de soyağacınızdaki büyüklerinizden daha uzun bir ömrünüz olacak. Size hediye edilen bu fazladan yılları, “hastalıklı, ağrılı, yorgun ve bitkin, sağlık sorunları ile kıvranan ihtiyarlar” olarak sürdürmek de “formda ve fit, sağlıklı, huzurlu, neşeli, keyifli, bilge, zarif, faydalı ve üretken yaşlılar” olarak tamamlamak da önemli ölçüde sizin elinizdedir.
Son kaybımız benim de yakından tanıdığım ve kendine iyi baktığını düşündüğüm 50’li yaşlardaki genç bir meslektaşım Dr. İsmail Bozkurt oldu. İsmail kardeşime Allah’tan rahmet ve ailesine sabır diliyorum. Ama bilelim ki genç ve orta yaşlılarda kalp krizi artışı sadece bizde rastlanan bir problem değil. Daha pek çok ülkede aynı sorun yaşanıyor. Gençlerdeki kalp krizinde bu beklenmeyen artış son 3-4 yılda zirve yapınca da çoğu insan, “KALBİN GİZLİ KATİLİ”nin COVID-19 aşıları olduğunu düşünüyor. Peki, doğru mu? Cevabım son derece net ve açık, üstelik ciddi bilimsel verilere dayanıyor: COVID-19 ile kalp krizleri arasında bir bağlantı evet var, ama bu bağlantı COVID-19’un aşılarıyla değil kendisiyle ilişkili. Daha açık bir deyişle “COVID-19 kalp hastalıklarına ve kalp krizlerine neden olabiliyor bu kesin ama COVID-19 aşılarının bu süreçte SUÇLU değil KORUYUCU olarak değerlendirilmesi gerekiyor”.
Bilelim ki bu tatsız gelişmelerin arkasında başka pek çok neden var. İsterseniz gelin biz önce şu “COVID-19 aşısı mı suçlu?” sorusuna net bir cevap verelim.
ÖNEMLİ BİLGİ 1
COVID-19 GEÇİRENLERDE RİSK ARTIYOR
COVID-19 geçirenlerin kalp krizi geçirme riski beklenenden daha yüksek. 2022’de 150 binden fazla COVID-19 hastası üzerinde yapılan bir araştırmaya göre, COVID-19 enfeksiyonundan kurtulanların hasta olduktan 1 yıl sonra bile kayda değer ölçüde kalp rahatsızlığı ve kalp krizi geçirme risklerinde belirgin bir artış var. Aynı araştırmaya göre bu risk COVID-19’u hafif geçirenler için bile söz konusu. Üstelik o risk hastalığı geçirdikten sonraki 3’üncü hatta 4’üncü yılda bile devam ediyor.
ÖNEMLİ BİLGİ 2
Ama ne var ki hastalıklar özellikle kronik hastalıklar (şeker hastalığı, kalp damar hastalıkları, nörodejeneratif hastalıklar ve kanserler...) daha 50’li 60’lı yaşlarda bu uzayan ömrün başına bela olabiliyor. Yani ömür uzaması ile sağlıklı yaşam uzaması eşdeğer değil. Neticede de çoğu insan haklı olarak yaşlılığını dinginlik ve keyifle sürdürmek yerine kronik hastalıklarla boğuşarak geçiriyor. Size iyi bir haberim var: Sensör tıbbı ve benzeri gelişmeler bu konuda bize çok yardımcı olacak. Zira tıp adeta kabuk değiştiriyor. Nasıl mı?
BANA GÖRE
TIP ÖZLERİNE GERİ DÖNÜYOR
Tıp yeniden özlerine geri dönüyor. Binlerce yıldır yaptığı gibi “hastalık teşhis ve tedavisi odaklı” tıbbın yanına yeniden “sağlığı koruma ve daha da güçlendirme odaklı” geleneksel tıp da yavaş yavaş ama yeni atılımlarla, yeni teknolojilerle monte ediliyor. Bu ikili yaklaşım bilelim ki en doğru sağlık yaklaşımıdır. Sağlıklı hayat hedefimizi oluştururken önceliği, başlangıç noktamızı, sağlam ve dürüst bir şekilde “koruyucu ve güçlendirici” sağlığa vermeli ve bu arada tabii ki hastalıkların erken teşhisi ve eksiksiz tedavisi konusunda da elimizden gelen gayreti göstermeliyiz. Ama tekrar altını çizmek isterim ki özellikle yaşlılıkla ilişkili kronik hastalıklar söz konusu olduğunda önceliği tedaviye değil, önlemeye vermeliyiz. Günümüz tıbbındaki bazı iyi değişimler bize bu olanağı sağlıyor. Söz konusu olanakların başında da “SENSÖR TIBBI” var. Sensör tıbbın tanımı bana ait bir kavram onu da bir kenara not edelim.
İYİ HABER 1
SENSÖRLERLE DONATILDIK DONATILIYORUZ, DAHA DA DONATILACAĞIZ
Sağlık haberlerinin ve sağlık trendlerinin neredeyse her gün hızla değiştiği, bu karmakarışık ortamda eksozomlar -bana göre de- adeta bir “deniz feneri” gibi yolumuzu aydınlatıyor. Öyle görünüyor ki kısa bir zaman öncesine kadar “hücresel çöpler” zannettiğimiz ve değerlendirdiğimiz bu “minik biyolojik kesecikler” her geçen gün bizi daha çok şaşırtan birer “biyolojik hazine”ye dönüşüveriyor. Peki, neden? Nedeni şu...
GÜZEL HABER
EKSOZOMLAR BAKIN NELERE İMZA ATIYOR
Neredeyse tüm hücre tipleri tarafından salgılanan bu küçük nano boyutlu biyolojik kesecikler her şeyden önce “hücresel haberleşme”de kritik roller üstleniyor ve oynuyor. İçlerinde taşıdıkları kargo yükleri olan “proteinler, lipitler/yağlar ve nükleik asitler/miRNA’lar” ile hücreler arası gizli bir haberleşme ağının dedektifleri/ajanları/becerikli haberleşme oyuncuları rollerini de üstleniyor. Neticede de sofistike birer iletişim aracı olarak hücreler arası organizasyonlarda muazzam işlere imza atabiliyor.
Örneğin eksozomlar “bağışıklık sistemi”nin yapılanmasında kritik görevler alabiliyor. “Antijen-antikor ilişkileri”nde şaşırtıcı roller üstleniyor, bağışıklığımızı adeta regüle ediyor.
Eksozomların rejeneratif/yenileyici/gençleştirici/tamir edici potansiyelleri de bizi şaşırtıyor. Kök hücrelerden üretilen eksozomlar büyüme faktörlerini ve iltihap baskılayıcı molekülleri hasarlı ve yaşlı dokulara ileterek doku onarımı ve rejenerasyonunu/gençleştirilmesini/tamirini kolaylaştırıyor. Kısacası eksozom ürünleri yaşlanma sürecinin oluşturduğu yıpranmlarla mücadelede de bize yeni ufuklar açıyor.
Bitmedi! Eksozomların ruh sağlığı alanında bile kafa karıştırıcı dalgalanmalara yol açabilecekleri anlaşılıyor. Araştırmalar ve kanıtlar, eksozomal aktiviteyi “
Zira bazı vitamin, mineral ve polifenolik antioksidan bileşikler var ki noksanlıkları sağlık dengemizi kısa sürede alt üst edebiliyor. Bu nedenle “MİKRO BESİNLER” olarak tanımlansalar da onları pek de küçük görmememiz, ıskalamamamız ve ciddiye almamızda fayda var. İsterseniz gelin sözü fazla uzatmadan hemen başlayalım.
KISA BİLGİ 1
Kalsiyum zengini besinlerde ilk 10
Kalsiyumsuz yapamayız. Sadece kemiklerimizin sağlamlığı değil, kaslarımızın, sinir sistemimiz hatta kalbimizin bile işini düzgün yapabilmesi için yeteri kadar kalsiyumu besinlerle sürekli kazanmamız lazım. Üstelik araştırmalara bakılırsa kalsiyumu takviye şeklinde kullanmak da pek doğru değil. Zira kontrolsüz ve dikkatsiz kullanım halinde kalsiyum takviyeleri kalsiyum birikimine neticede de damarlarda plaklara, böbreklerde taşlara, kalplerde krizlere yol açabiliyor. Bu nedenle günlük/düzenli ihtiyacı besinlerle kazanmak daha doğru. Kalsiyum zengini besinlerin ilk 10’unda bakın neler var...
- BİR: Bakliyat grubu (fasulye, bezelye).
-
Bilelim ki herkes eşit hızda ve dozda yaşlanmıyor. Hayat bazı beden ve ruhları daha hızlı ya da daha yavaş yıpratabiliyor ya da güçlü kılıyor. Bu nedenle de aynı yaşta olan iki kişinin hatta iki tek yumurta ikizi kardeşin bile sağlık durumları dolayısıyla biyolojik yaşları ve güçleri farklı olabiliyor. Unutmayalım ki önemli olan kronolojik yaş değil, sağlık durumumuzu da yansıtan gerçek yaşımız yani biyolojik yaşımızdır. Biyolojik yaşı belirleyen temel faktör de hücresel yaşlanma ve yıpranmanın derecesi ve hızıdır. Kronolojik yaşa gelince... KRONOLOJİK YAŞ SADECE BİR SAYIDIR. Sağlık durumumuzu göstermez; yalnızca doğum tarihimizden bugüne kadar geçen zamanı ölçer.
Kronolojik yaş ile biyolojik yaş arasında önemli bir fark daha var. Kronolojik yaşı yalnızca mahkeme kararıyla (!) değiştirebiliriz ama biyolojik yaşı kendimiz de değiştirebilir, büyütür ya da küçültebiliriz.
İYİ BİLGİ 1
ÖNEMLİ OLAN BİYOLOJİK YAŞTIR
Biyolojik yaş sağlık durumumuzun net, açık ve gerçek göstergesidir. Hücre, doku ve organlarımızın -dolayısıyla hangi yaşta olursak olalım- “vücudumuzun hücresel ve metabolik işlevlerinde ne kadar hasar olduğunu” gösterir. Biyolojik yaşın esas belirleyicileri de “hipertansiyon, kalp damar hastalığı, Alzheimer, şeker hastalığı, Parkinson, romatizmal hastalıklar, obezite, kanserler ve benzeri kronik hastalıklar” diğer tanımlarıyla YAŞA BAĞLI HASTALIKLARDIR. Biyolojik yaş bize aynı zamanda vücudumuzun doğru mu yanlış mı, hızlı mı yavaş mı yaşlandığı hakkında da bilgi verir. Biyolojik yaşımız kronolojik yaşımızdan küçükse bu bilgi vücudumuzun daha yavaş yaşlandığı, bedenimizin daha az yıprandığı, sağlığımızın daha güçlü olduğunun da işaretidir. Peki, biyolojik yaşımızı ölçebilir miyiz? Evet, ölçebiliriz.
İYİ BİLGİ 2
BİYOLOJİK YAŞ NASIL ÖLÇÜLÜR
Doğal olarak bana da Yale Üniversitesi bilim insanlarından Morgan Levine gibi sık sık “yaşlanma konusuna neden bu kadar çok ilgi duymaya başladığım!” soruluyor.
Samimiyetle belirteyim birinci neden çok değil, 6 ay kadar sonra 70. doğum günümü kutlayacak olmamdır. Ben de yaşlanıyorum ve daha iyi yaş almanın ve sağlıkla yaşlanmanın yollarını arıyorum.
Diğer neden daha da önemli ve gerçekçi: 90’lı yılların başından bu yana 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile yaptığımız sohbetlerin çoğunun konusu da “Nasıl daha iyi yaşlanabiliriz?” cümlesinin etrafında dönmüştür. Süleyman Bey, sağlığı konusunda muazzam hassasiyetleri olan entelektüel, dikkatli, öğrenmeye açık ve hekim sözü dinleyen mükemmel bir “iyi yaşlanma ustası”ydı. İtiraf edeyim, o sohbetlerde yaşlanmanın özellikle psikolojisi konusunda ondan çok şey öğrendim.
Bir başka neden de -ki bu neden son yıllarda daha da önemli bir belirleyici faktör haline geldi- sohbet ettiğim dostlarım, danışanlarım ya da hastalarımın çoğu “daha iyi yaşlanmak” ya da “daha uzun değilse bile ömürlerini sağlık ve huzurla başkalarına ve kendilerine yük olmadan tamamlamak” konusunda bilgilenmek istiyorlar.
Bana sorarsanız -ki sizin de hak vereceğinizden en ufak bir şüphem yok- sonuna kadar da haklılar. Çünkü kötü yaşlanmak bir insanın başına gelebilecek en önemli, hasarlı, yorucu, yıpratıcı, üzücü sorunlardan biridir. İşte bu nedenle “SAĞLIKLI YAŞLANMA MESELESİ” düşündüğümüzden çok daha önemlidir. İsterseniz gelin şimdi konuda biraz daha derinleşelim ve sözü Yale’li ünlü akademisyen ve araştırmacı Morgan Levine’ye (True Age / Morgan Levine) bırakalım.
İYİ BİLGİ