Nilgün Tekfidan Gümüş

Vur emri kimden

25 Haziran 2012
Türk kamuoyu ancak krizin üçüncü gününde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun açıklamalarıyla Suriye’nin Türk keşif jetini düşürmesiyle ilgili ayrıntılardan malumat sahibi olabildi.

Cuma günü 14.45’ten bu yana Türk halkı, RF-4E keşif uçağının kaybolduğundan haberdardı, ancak olayın nasıl olduğu tam bilinmediği gibi haber merkezleri bilgi kirliliğinden geçilmiyordu.

Basın toplantısı yerine dün TRT’ye çıkıp konuşan Davutoğlu’nun açıklamasına göre Türk pilotları Türk radar sisteminin test edilmesi için Doğu Akdeniz’de rutin eğitim uçuşu yapıyorlardı.

Suriye’ye yönelik hasmane bir durum söz konusu değildi.

* * *

Suriye de hem uçağın kimlik sisteminden hem de uçuşla ilgili teknik bilgilerden ötürü bunun Türk uçağı olduğunu bilmeliydi. Düşürülmeden tam 15 dakika önce Türk uçağı Suriye’ye yönelik bir ihlâlde bulundu.

Yazının Devamını Oku

Gazze ablukası Hummer ve Porsche

18 Haziran 2012
Gazze geçen hafta İslami direniş örgütü Hamas’ın yönetimi ele geçirmesinin 5’inci yılını idrak etti. The Economist Dergisi’nde Hamas’ın nasıl kendi elitlerini yarattığına dair ilginç bir yazı yer aldı.

Derginin Porsche iddiası ne kadar doğru, ne kadar abartı bilmem ama aktardığı şöyle.

Hamas 2006 seçimlerinde çoğunluğu sağlayıp militan şovuyla yönetime el koyduğu ilk dönemlerde parlamentonun otoparkı külüstür araçtan geçilmiyordu.
Şimdi park yeri çoğu Mısır’ın Refah kentinden Gazze’ye açılan tünellerden kaçak olarak getirilen yeni araçlarla dolu. Hatta sokaklarda iki adet Hummer H3 ve altın bir Porsche görüldüğüne dair rivayetler bile var.

Economist der ki, şartlar Hamas’ı pragmatik olmaya zorluyor. İslami yöneticiler, Gazze ekonomisini canlandırabilecek bir yöntem bulabilmiş değil. Bölge siyaseten ve fiziksel olarak kapana kısılmış durumda.

Hamas’ın El-Risale Gazetesi’nin editörü Vesam Afifa, “Eskiden abluka için dış güçleri suçlardık, ancak 5 yıl sonra hükümetin de suçu olduğunu hissediyoruz” diyor.

İsrail varlığını kabul etmeyen, ülkesine yönelik füze saldırılarını durdurmayan Hamas iktidarını cezalandırmak için 2007 yılından bu yana Gazze Şeridi’ne denizden, karadan abluka uyguluyor.

Netanyahu hükümeti, 31 Mayıs 2010’daki Mavi Marmara baskını sonrasında mal ve insan geçişini bir nebze hafifletmiş olsa da günde geçmesine izin verilen 150 kamyonluk gıda ve inşaat malzemesi, bölgenin ihtiyacını karşılamaya yetmiyor.

Gazze'nin can damarı, Mısır’ın Refah sınır kentine açılan onlarca kaçakçılık tüneli. İsrail’in olası hava bombardımanına karşı çeşitli uzunluk ve derinlikte, havalandırmalı, aydınlatmalı bu tünellerden canlı hayvan da, lüks araç da geçirmek mümkün. Yeter ki, Hamas Yönetimi’nden gerekli izin alınsın, gerekli gümrük ödensin. Öyle ki, tünel ekonomisinin yılda 700 milyon dolarlık hacim yarattığına dair iddialar bulunuyor.

Yazının Devamını Oku

Money demişken

4 Haziran 2012
“BUNLARIN derdi money money (para para)” diyordu Başbakan Tayyip Erdoğan, sezaryenciler için. Neredeyse 10 yıldır iktidarda olan bir liderden bunları duyunca haliyle sormadan edemedim.

İrili ufaklı hastaneler sezaryenden kasalarını doldurmadan çok önce bu açıklama niye yapılmadı? Niye yıllarca beklendi? Niye normal doğum için samimi, bilinçli, uzun soluklu kampanyalar yürütülmedi? Ve niye sezaryen, daha çetrefilli bir konu olan kürtaj tartışmalarına iliştiriliverdi?

***

SEZARYEN konusundaki fikirlerimi daha önce özetlemiştim. Ağır ve riskli bir operasyon olduğundan, kadının normal doğuma teşvik edilmesinden yanayım.
Ancak bir dayatma, zapturapt altına alma asla kabul edilemez, edilmemelidir de. Sonuçta doğumu yaşayacak kişi, yasaları koyan değil, kadınlar olacaktır. Bu nedenle olası bir sezaryen düzenlemesinde sadece fizyolojik değil, anne adayının korku, endişe gibi psikolojik sağlığı da dikkate alınmalıdır.

***

GELELİM kürtaja. Geçen hafta kürtajın, sezaryene göre daha derin bir mevzu olduğunu yazmıştım.
Hazır laf, ‘money’den açılmışken, söze oradan devam edeceğim. İngilizce’de paranın gücünü anlatmak için kullanılan isabetli bir deyim vardır, “Money talks” diye. Yani “Para konuşur” ya da “Paranın sözü geçer” manasında.

Yazının Devamını Oku

Figüran değiliz

28 Mayıs 2012
SEZARYEN. Doğum gibi olmayan bir doğumdur. Ağır bir ameliyat olduğu gibi, anne-bebek ilişkisi açısından travmalı bir başlangıçtır. Ama yerine göre cankurtarandır da. Dolayısıyla çok çok hassas olmayı gerektiren bir mevzudur.

RİSKLİDİR. Çünkü en kanlı cerrahi müdahalelerden biridir. Bebek anestezi almasın diye ameliyathanede son ana kadar anne uyanık tutulur.
Ayıldığınızda ise kendinizi tuhaf bir sahnenin içinde bulursunuz. Bir yanda yeni doğana sevinen aile efradı, öte yanda acılar içinde sanrılar gören bir anne. Kendi hayatınızın figüranı oluverirsiniz. Doğru dürüst sevinemezsiniz bile.
Bebeği koklayıp sevemeden, hemşireler gelip ayağa kalkmaya zorlar. Vücut hareketsizlikten pıhtı atmasın diye iki büklüm yürürsünüz koridorda.

***

NORMAL doğum yapmış yan oda komşusu ise birkaç saat sonra çantasını toplar, bebeğini alır gider. Üstelik doğum sırasında çok fazla ter attığından şişkinliğinin bir kısmını da çoktan atmıştır. Kilolarınız, ağrılarınız ve ikilemlerinizle baka kalırsınız.
Sezaryen kapanır, çocuk büyür, ama tartışması bitmez. “Sezaryenle doğan bebeğin bağışıklığı zayıf olur, alerjik bünyelidir, hem bak göreceksin gelecekte obez de olur” v.s. 

***

ŞİMDİ.

Yazının Devamını Oku

4+4+4 uyarısı

21 Mayıs 2012
HOLLANDALI Avrupa Parlamentosu vekili Emine Bozkurt’un hazırladığı “Türkiye’de Kadınların 2020 Perspektifi” isimli raporu bugün Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu’nda görüşülecek. İşçi Partili vekil, rapora 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili de önemli bir değişiklik önerecek.

AVRUPA Parlamentosu Türkiye kadın hakları raportörü olan Emine Bozkurt, ülkemizi yakından takip eden ve bilen bir Avrupalı.  Kadın Hakları ve Cinsiyet Eşitliği komisyonunda oybirliğiyle kabul edilen raporu, Türkiye’nin kadın hakları konusundaki fotoğrafını çekiyor. Bir yandan da Avrupa Birliği’nin 2020 için öngördüğü ekonomik ve sosyal hedefleri tutturabilmek için Ankara’ya ev ödevleri sıralıyor.

RAPORDAKİ bazı çarpıcı saptamalar şöyle:
Türkiye’de doğan her 100 çocuktan ancak 93’ü nüfusa kaydediliyor. Türk kadınlarının yüzde 39’u hayatının bir döneminde fiziksel şiddete maruz kalıyor.
Her gün ortalama iki ya da üç kadın eşleri, sevgilileri veya eski partnerleri tarafından öldürülüyor. Buna karşılık 70 milyonluk ülkede şiddet mağduru kadınlar için açılmış evlerin sayısı sadece 65.
Kadının toplam işgücündeki oranı da pek parlak değil. Çalışan kadın oranı ancak yüzde 30’u yakalamaya çalışıyor.

OYLAMA öncesi dün Emine Bozkurt ile telefonda görüştüm. Bayern Münich-Chelsea maçını izlemiş, Amsterdam’a dönmek üzere Münih havalimanındaydı. Bugün Strasbourg’ta görüşülecek, yarın oylanacak rapora 8 de değişiklik önerecek Bozkurt.
Bunlardan biri 4+4+4 eğitim sistemiyle ilgili.

Yazının Devamını Oku

Savaşta yasak statta serbest

14 Mayıs 2012
İSTANBUL’da önceki akşam oynanan asrın derbisi sonrasında çıkan olaylara asrın buluşları arasında sayılan gazlarla müdahale edildi. Bu gazların savaşlarda kullanımı yasak, ama toplumsal olayların bastırılmasında serbest.

ŞÜKRÜ Saraçoğlu stadında yaşanan olaylarda masum izleyici ve semt sakinlerinin de maruz kaldığı göz yaşartıcı gazlarla ilgili araştırma yaparken karşıma Türk Tabibleri Birliği’nin 2011 ağustosunda yayınladığı ayrıntılı bir raporu çıktı.
Çalışmanın adı “Kimyasal Silahlar, Gösteri Kontrol Ajanları.” Bakın bu rapor ve diğer araştırmalardan derlediklerim şöyle:
Aslında biber, yüzyıllarca savaş alanında caydırıcı anlamda kullanıldı. Modern kullanımını ise dünya, iki Amerikalı kimyacıya borçlu. 1920’lerde göz yaşartıcı maddenin sentetik formülünü geliştiren bu iki bilimcinin soyadlarının baş harflerinin birleşmesi yeni silahın da ismi oldu; ‘CS’.

‘CS’, beyaz kristalize bir madde. Aerosol tarzı spreylerle yayılıyor. Aşırı gözyaşı, nefes darlığı, yutkunma zorluğu, istem dışı göz kırpma, baş dönmesi, burun akıntısı gibi tepkilere yol açıyor.
Biber gazının kimyadaki kısa adı ise ‘OC’. Şili biberi adlı kırmızı biber ya da acı Arnavut biberinden elde edilen yağdan üretiliyor. Alkol, eter ve kloroform gibi organik maddelerde çözünüyor. Sentetik olarak da elde edilebiliyor.
OC, diğerlerine göre daha ‘avantajlı’ bir maddeymiş. Nedenlerini de hemen paylaşayım. Çünkü daha ucuz, daha hızlı etki gösteriyor ve daha etkili oluyormuş.
CS ve OC’nin bir de CN diye kardeşleri bulunuyor. Bu üçlü ve türevleri, 1990’lardan sonra toplumsal olayları bastırmada yaygın olarak kullanılmaya başlandı.

İYİ de bu boğucu gazlar, iddia edildiği kadar masum mu, yoksa kalıcı etkileri var mı?

Yazının Devamını Oku

İsrail’in nükleer başlıkları

9 Mayıs 2012
TABULAR. Hani herkesçe bilinen ancak konuşulmayan tabular, dokunulmayan sırlar vardır.

Mesela, Soğuk Savaş döneminde caydırıcı olsun diye Türkiye’ye nükleer bombalar konuşlandırıldığı sır değildir, ama kaç adet olduğunu sadece taraflar bilir.
Yine aynı şekilde İsrail’in nükleer silah başlıkları olduğu söylenir de Tel Aviv Yönetimi bu meseleyi ne doğrular, ne de yalanlar. Politikasıdır bu.

***

İSRAİL. Dün sürpriz gelişmelere sahne oldu. Tam erken genel seçim kararı açıklanması beklenirken Başbakan Binyamin Netanyahu ve Kadima’nın yeni lideri Şaul Mofaz, ortak cephe hükümeti kurma kararı aldı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, malûm milliyetçi kanattan gelen bir isim. İran’ın nükleer gücünün askeri yeteneğe ulaşmadan etkisizleştirmeden yana olan bir lider. Mofaz, bu konuda daha çekimser.
Fakat İsrail’deki son gelişmeleri Farsi yönetime yönelik bir operasyonun habercisi olarak yorumlayanlar yok değil. Nitekim İran’a saldırmak ya da saldırmamak? İsrail kamuoyunun popüler konularından biri.

***

BAĞDAT. İsrail böylesine bir süreçten geçerken Irak başkenti 23 Mayıs’ta İran ile yeniden başlayan nükleer pazarlıkların ikinci turuna ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.

Yazının Devamını Oku

Şu vize mevzusu

30 Nisan 2012
TATİL. Haberciliğin zor yanlarından biri izin meselesidir. Cumartesi-pazar, bayram izinleri düzenli değildir pek. Kazara denk getirdiyseniz de tadına doyum olmaz.

İşte geçen haftaki yazımın atlamış olmasının nedeni de bu. Yakın mesafeye minik bir kaçış fırsatı. Rota Çanakkale. Doğa yeni bir bahara uyanmış. Sevimsiz, boyası akmış yazlıkları ve yamalı bohça gibi yolları saymazsak mükemmel bir tablo.
Bir yanda yağmurda yıkanmış yeşilin her türlüsü, beri yanda tepeleri sarıya kesmiş kanola tarlaları, masmavi bir gökyüzü ve arada tek tük çıkan erguvan ağaçları. Özetlersek, tıpkı bir yol filminin içinde gibi.

***

SINIR. İpsala hududuna yaklaştığımıza dair tabelalar beliriyor. Korudağı ve Gelibolu Yarımadası’na doğru kıvrılıp devam edeceğiz yola. Rana, çocuk koltuğunda uyukluyor. Sezen Aksu çalıyor bir yandan. Çoktandır buralardan geçmemiştik. Yanımızdan turist taşıyan Yunan otobüsleri geçiyor. Yol boyunca Yunan turistleri selamlayan tabelalar. Ekonomik krize rağmen, belli ki, sınırda iki yanlı bir hareketlilik var.
Hudut, nedense psikolojik olarak bir duvar hissi veriyor insana. Oysa eşim dolayısıyla yeşil pasaportluyuz vize gerekmiyor. Benzer bir huzursuzluğu Edirne’ye gittiğimde de yaşamıştım. Bu tanıdık bir isyan aslında; “Vizesiz Avrupa istiyorum. Avrupa’nın Türklere en büyük haksızlıklarından biri bu.”

***

ÇANAKKALE. Her zamanki gibi harika bir kent. Hem İstanbul gibi, hem İstanbul olmayan şehir.

Yazının Devamını Oku