Nilgün Tekfidan Gümüş

Kritik hafta

29 Ekim 2012
ABD’de 6 Kasım seçimleri öncesinde kritik haftaya girildi. Ya Demokrat Barack Obama, başkanlık dümeninde kalacak ya da yerini Cumhuriyetçi Mitt Romney’e bırakacak. Anketler, şimdiden sıkı bir yarışın habercisi. Bugün size iki adayın dış politikadaki duruşunu aktaracağım. *
BAŞKAN Obama döneminde Türk-ABD ilişkileri üç önemli sınavdan geçti. İran ile yapılan nükleer yakıt takası uzlaşmasının ABD nezdinde kabul görmemesi, Türkiye’nin Mavi Marmara gemisini Gazze’ye gitmekten alı koymaması ve Demokratların 1915 olaylarını ‘soykırım’ sayan yasa tasarısını Temsilciler Meclisi’nin Dış İlişkiler Komitesi’nden geçirmesi ikili ilişkilerin en ciddi krizleriydi.
Tüm bu sıkıntılara rağmen Obama ve Başbakan R.Tayyip Erdoğan, Arap Baharı vesilesiyle de yakın çalışma arkadaşı olmayı bildiler. Stratejik ortaklık ve PKK’ya karşı istihbarat paylaşımı gibi olumlu gelişmeler yaşansa da ikili ilişkilerde ilerleme nispeten sınırlı kaldı. Suriye konusunda Türkiye, zaman zaman daha sert ve kararlı bir çizgide yer aldı.
*
ROMNEY ve Obama, üçüncü ve son televizyon münazarasını geçen hafta ‘dış politika’ konusunda yaptılar. Daha önceki konuşmalarında Obama’yı ABD’nin dünya liderliğinden vazgeçmekle itham eden, Suriye’de, İran’da şahin sortiler yapan Romney, neredeyse İsrail’den Çin’e kadar rakibiyle aynı çizgide bir dış politika tablosu sergiledi.
Obama, “Suriyeli muhaliflere yardım için elimizden geleni yapmalıyız” dedi. Romney destek verdi.
Moderatör, “Suriye üzerinde uçuşa yasaklı bölge düşünür müsünüz” diye sordu. Romney, “Ordumuzun Suriye’ye müdahil olmasını istemiyorum. Gelecekte de böyle bir şey öngörmüyorum” yanıtını verdi. Obama, “Beyaz Saray’da olduğum sürece İran nükleer silah sahibi olamaz” dedi. İkisi de “İsrail saldırıya uğrarsa yanında yer alırım” mesajı verdi.
*
IRAK’tan Amerikan askerini çeken, Afganistan için çekilme takvimi veren, Usame bin Ladin’i bertaraf eden Obama, ulusal güvenlikte güçlü taraf olarak seçimlere katılıyor.
Seçimlerden kim çıkarsa çıksın, devletin devamlılığı ilkesi, dış ilişkilerin sürekliliğini sağlayacaktır.
Ancak Romney seçilirse kadroların değişeceğini ve bu tanışma sürecinde aksamalar oluşabileceğini de hesaba katmak gerekir. Türkiye, öyle ya da böyle Demokrat Yönetim ile ilişkilerde uygun bir tempo yakalamayı başarmış durumda. Öte yandan Cumhuriyetçiler de geleneksel olarak Türkiye’ye daha yakın parti olarak bilinir.
Seçimlerde, yeni başkanın yanı sıra, 100 üyeli Senato’nun 33 koltuğu ve 435 sandalyeli Temsilciler Meclisi’nin tamamının yeni sahipleri de belli olacak. Yeni uluslararası konjonktürde ABD azalsa da ağırlığını koruyacaktır. Başkan kim olursa olsun, Ankara’nın yeni siyasi dengeyi ve Kongre aritmetiğini de göz önünde bulundurması hiç şüphesiz ikili ilişkilere katkı sağlayacaktır. Kurban ve Cumhuriyet Bayramınız kutlu olsun.
Yazının Devamını Oku

Onların Oslo’su

22 Ekim 2012
BARIŞ. Geçen hafta Kolombiya devleti, 50 yıldır silahlı mücadele yürüten Marksist FARC gerillaları, Filipinler ise 40 yıldır ülkenin güneyinde otonomi için savaşan İslamcı MILF grubuyla barış için resmen masaya oturdu.

Bugün size Kolombiya’nın Oslo’ya uzanan barış sürecini anlatacağım.

*

FARC. Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri’nin kısaltması. 1964 yılında Manuel Marulanda tarafından, Komünist Partisi’nin silahlı kanadı olarak kuruldu. Amaç zenginlere karşı köylü sınıfının haklarını korumak, kaynakların sömürülmesine karşı çıkmak, yabancı sermayeye dur demekti. Hali hazırda gerillalar, daha çok ülkenin güneydoğusundaki ormanlık alan ve And Dağları düzlüklerinde faaliyetini sürdürüyor.
Adam kaçırma, iş adamlarını haraca bağlamak, uyuşturucu kaçaklığı en önemli gelir kaynakları. Terör, 200 binden fazla kişinin hayatına mal oldu, yüzbinleri de evini yurdunu terk etmeye zorladı.

*

REFORM. Son 10 yıldır devlet, FARC’a birkaç cepheden birden saldırdı. ABD’nin milyar dolarlık yardımıyla palazlanan asker, örgütün tepe isimlerini hedef aldı. 2011 yılında örgüt lideri Alfonso Cano’nun öldürülmesi, örgüte esaslı bir darbe indirdi.
Devlet gerillanın aktif olduğu bölgeyi nispeten daha güvenli hale getirdi, sosyo-ekonomik ve finansal açılımlar sayesinde halk, saf değiştirmeye başladı.

Yazının Devamını Oku

Savaş çıkar mı

15 Ekim 2012
ASLINDA bugün için planım farklıydı. AB İlerleme Raporu’nda yer alan Türkiye’ye yönelik kadın, çocuk hakları ve eğitim konusundaki eleştirileri aktaracaktım.

İyileştirmelere rağmen yargıda, toplam istihdamda kadın oranının ne kadar az kaldığından, kürtaj ve sezaryen tartışmalarının nasıl oldu-bittiye getirildiğinden, çıkarılan olumlu yasaların uygulamada nasıl güdük kaldığından bahsedecektim.

Avrupa Birliği, ekonomik kriz yüzünden her ne kadar gözden düşmüş olsa da Nobel Barışı ile ödüllendirilmesinin yine de haklı olduğunu savunacaktım. Yaklaşık 60 yıldır üye ülkeler arasında barışı tesis etmiş olmak bile buna değerdir, ‘AB’ye sahip çıkalım, getirdiği insani standartlara da’ diyecektim.

Ama olmadı, ‘ya savaş çıkarsa’ dedim, o zaman ne insan hakkı kalır, ne kadın hakkı, ne de çocuk hakkı.

* * *

FİKRİMİ değiştiren ise okuduğum bir haberde geçen “temsilen savaş” kelimesi oldu. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle, malum, Çin dönüşü, Suriye krizi nedeniyle İstanbul’a uğrayarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile bir görüşme yaptı. Westerwelle, Almanca ‘temsilen savaşın’ peş peşe bölge ülkelerini ateşe verebileceğini, durumun çok ciddi olduğunu söylüyordu. Daha önce de BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Suriye için bu tanımlamayı kullanmıştı.

Yazının Devamını Oku

Hans, Helga ve farkımız

8 Ekim 2012
“Hans’dan Helga’dan geri kalır ne yanımız var. Biz onları aşabilecek zekâya sahibiz. Biz istiyoruz ki, Türkiye örnek gösterilen ülke olsun” diyordu Başbakan Tayyip Erdoğan. Başbakan’ın Yıldız Teknik Üniversitesi’ndeki bu konuşmasının ardından Almanya’yı az çok bilen biri olarak biraz araştırdım. Ve bakın neyimiz eksik ve neyimiz fazla, neler buldum.

Her şeyden önce Almanya ve Türkiye, nüfus olarak birbirine çok yakın iki ülke.

Amerikan istihbarat bürosu CIA’nin dünya dosyasına göre Almanya 81.3 milyon nüfusuyla en kalabalık 16’ncı ülke. Onu kim izliyor dersiniz. 79.7 milyon nüfusuyla Türkiye. Kişi başına düşen gayri safi milli hâsıla Almanya’da 38.400 dolar, Türkiye’de ise yaklaşık 15 bin dolar seviyesinde.

* * *

DOLAYISIYLA Helga daha doğuştan Zeynep’ten avantajlı başlıyor hayata. Alman kızı için biçilen ortalama ömür beklentisi 82.5, Türk kızı için ise 74.8. Bugün doğan vatandaş Hans, yaklaşık 77.9 yıl yaşayacak, Mehmet ise 70.8 yıl.

Zenginlik ve refah; sağlık, eğitim ve sosyal imkânlara da yansıyor haliyle. Mesela okul öncesinde eğitim zorunlu değil ama, OECD ülkeleri arasında bir rekortmen Germen halkı. Dört yaştakilerde anaokul öğrenimi yüzde 90’nın üzerinde neredeyse.

Yazının Devamını Oku

O belgeler

1 Ekim 2012
ŞOKE edici. Suudi kanalı El Arabiya, Türk pilotlarının ölümüyle ilgili açıklayacağı belgeleri böyle pazarlamıştı.

Ancak değil şoke edici, doğruluğu bile kanıtlanmamış dokümanlar tam bir zırva çıktı.

* * *

GRAD roketi. Hürriyet’in Suriyeli muhalifler üzerinden de ulaştığı belgelerde inandırıcı olmayan iddialardan ilki uçağın Grad füzesi tarafından düşürülmüş olduğu.
Grad çok namlulu roket sistemi ilk olarak 1963 yılında Rusya tarafından üretilmiş. Bir kamyon üzerinden ateşlenen roketler, füze ya da güdümlü mermiden farklı olarak hedef takip özelliğine sahip değil. Sabit hedefleri vurabiliyor. Savaş başlığı olarak parça tesirli, kimyasal ya da yangın çıkarıcı mühimmat kullanılabiliyor. İlk versiyonları 40 adet roketi 20 km’ye yenileri ise 30 km menzile kadar gönderebiliyor. Daha çok piyade veya hafif zırhlı araçlara karşı kullanılıyor. Dolayısıyla bu çok namlulu roket sistemiyle uçak vurmak, silahın üretiliş amacıyla pek de uygun bir durum değil.

* * *

ŞEHİTLER. Belgelerdeki bir diğer tutarsız iddia pilotların kaza yerinde Suriye dalgıçları tarafından bulunduğu, Rusya’nın emriyle şehit edildiği, naaşlarının da tekrar yerine yerleştirildiği.
Suriye böyle bir şeye cüret edebilmiş midir? Diyelim ki, pilotlarımızı gerçekten de sağ ele geçirdi ve öldürdü. Bu durumda şehit naaşlarını, 1300 metre derinliğe indirebilecek bir teknolojiye sahip midir?

Yazının Devamını Oku

Sınırda neler oluyor

24 Eylül 2012
HAFTASONUNUN dış haberler açısından en ilgi çekici haberlerinden biri Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) bundan böyle karargâhını Türkiye’den Suriye’ye taşıdığını açıkladığı ‘Bir numaralı duyuru’ydu.

* * *

MALUM geçtiğimiz günlerde ÖSO’nun internet sitesinde iletişim bilgilerinde askeri merkezini “Hatay, Turkey” diye vermesi telefon numarası olarak da Türkiye’ye kayıtlı bir telefon numarası koyması tepki çekmişti.

Artık iletişim bilgilerinde adres Şam ve Suriye olarak gözüküyor. Telefon numarası ve e-mail adresi ise aynı. Dün o telefon numarasını aradığımda, hat anında cihazın kapalı olduğu sinyalini verdi.

* * *

SON dönemde gerek silahlı Suriyelilerin Hatay sokaklarında dolaştığı, kaçakçıların sınırı delik deşik ettiği, muhaliflerle işbirliğinin PKK terörünü körüklediği eleştirileri üzerine Türkiye’nin bazı önlemler aldığı yolundaki haberler geliyordu. Ayrıca Suriye’nin Rakka kentine bağlı Telebyad ilçesinde çatışmalar hemen karşısındaki Şanlıurfa’nın Akçakale ilçesinde hayatı tehdit eder hale gelmişti.

Yazının Devamını Oku

O filmin tetiklediği tartışma

17 Eylül 2012
Bir yanda provokasyon amaçlı yapıldığı göz çıkaran, Hz. Muhammed’i aşağılayan pespaye bir film.

Filmi yapan birkaç saçma sapan Hıristiyan ve öte yanda tahrik olmaya hazır öfkeli Müslüman kalabalıklar.

Kim vurduya giden Amerikalı idealist bir büyükelçi ve “Özgürleştirdiğimiz Libya’da bu nasıl olur” diyecek kadar naif bir ABD Dışişleri Bakanı.

* * *

BU kadarla da bitmiyor tabi. Bir de filmin promosyonunu üstlenen Floridalı fanatik rahip Terry Jones’u arayarak “Desteğinizi çekin. Afganistan’da askerlerimiz tehlikeye girer” diye ricada bulunan koskoca bir ABD Genelkurmay Başkanı.

Buradan bakıldığında sürreel bir senaryo gibi. Beriki razı olmayınca Google’dan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan İslam âleminde tepkilerin sınırlı tutulabilmesi için yardım isteyen bir ABD Yönetimi. Ölen onlarca insan. Ve ABD’yi şaşkınlıkla izleyen bir İslam dünyası.

Yazının Devamını Oku

Öğretmene yatırım şart

27 Ağustos 2012
Türkiye’deki ‘eğitim reformu’ tartışmaları ‘60 ay’a kilitlenip kaldı. Ne içeriği, ne öğretmenlerin seviyesini ne de okulların fiziki durumunu yeterince tartıştık.

Oysa 21’nci yüzyılın yeni efendileri olmaya hazırlanan Çin ve Hindistan gibi ülkelerde iyi eğitimli halklar yaratmak için amansız bir hazırlık var. Öyle ki, bu meydan okuma, ABD’deki bazı çevreleri bile tedirgin ediyor.

* * *

HAFTASONU New York Times Gazetesi’nde Charles M. Blow imzalı “Geleceğe Açlık” diye enteresan bir makale yayınlandı.

Makalede, ABD’nin Çin ve Hindistan’da eğitim için yapılan yatırım karşısında nasıl geride kaldığına dair Amerikan İlerleme Merkezi ve Yeni Nesil Merkezi tarafından hazırlanan rapordan bahsediliyordu. 108 sayfalık o raporu şöyle bir taradım. Ve çeşitli ülkelerin 21’nci yüzyıla dair hedeflerine bir göz attım.

* * *

ÖZETLE dünya genelinde yapılan tüm eğitim reformlarının kökeninde aslında aynı gaye var. Geleceğin pazarında rekabet edebilecek düzeyde üstün, kalifiye iş gücü oluşturarak ekonomide söz sahibi olmak.

Yazının Devamını Oku