SAVCI. Adı Clemens Eimterbaeumer. Lakabı “Presidenten-Killer”. Türkçesi “Cumhurbaşkanı-katili”. Henüz 41 yaşında. Ancak çoktan Almanya tarihine geçmiş durumda. Çünkü çok zor bir karara imza atıp, meclisten Cumhurbaşkanı Christian Wulff’un hakkındaki yolsuzluk iddialarının araştırılabilmesi için dokunulmazlığının kaldırılmasını istedi. Yani sonun başlangıcı için düğmeye basan kişi.
İyi de savcı kendisine gelen tehdit mesajlarından hiç mi korkmadı, Almanya Başbakanı Angela Merkel tam da ekonomik krizle boğuşan Avrupa’yı kurtarmaya çalışırken siyasi kriz tetiklemekten hiç mi endişe etmedi?
***
“HIRSIZ”. Evet, yukarıdaki sorunun yanıtı bu. Hikaye şöyle:
Tabi bu kararı vermek hiç de kolay değildi savcı Clemens için. Çünkü Wulff hakkında bir sürü iddia vardı. Çoğu suçlama, birçok ülkede hiç kaale alınmayacak türden şeylerdi. Arkadaşından ucuz kredi almak, gazeteciye gözdağı vermek, kıyak tatiller yapmak falan. Sinek küçük gibi dursa da hijyene meraklıydı bu Almanlar.
Savcı ile ikisi kadın üç meslektaşı haftalarca tartıştılar. Clemens, sık sık soruyordu; “Fazla mı etki altında kalıyoruz?” Endişeliydi çünkü. Bu baskılar yüzünden objektif olamamaktan, yanlış karar vermekten çekiniyordu. Sonra formülü buldular.
“Tıpkı adi bir hırsızlık vakasıymış gibi” çalışmaya karar verdiler dosyayı. Koskoca Cumhurbaşkanı’na hırsız muamelesi çektiler yani. Yeterli delile ulaştıklarında da harekete geçtiler.
Suriye’deki durum malum. BM rakamlarına göre şiddet eylemlerinde Mart ayından bu yana 7 binin üstünde kişi öldü. Bölgeden her gün yeni katliam haberleri geliyor. Son dönemde çatışmaların başta Humus ve Hama’da yoğunlaşması üzerine komşu ülkelere yönelik mülteci göçü artmaya başladı. Türkiye, Ürdün ve Lübnan’a kaçan kayıtlı mültecilerin sayısı toplamda 20 bini buldu. Türkiye’nin 100 bin mülteciyi ağırlayabilecek planlar yaptığı haberleri geliyor.
ABD medyasının satır aralarına baktığınızda belli ki, krizin uzun süreceği beklentisi var. Washington Post Gazetesi’ne göre, ABD tarafında askeri operasyona yönelik bir istek yok. Türkiye’nin de desteklediği “Suriye’nin Dostları” konferansı ve güçlendirilmiş insani yardım planının Suriye’deki kötü tabloyu iyileştirmesi de pek beklenmiyor.
Üst düzey Amerikalı bir yetkili WP’ye yaptığı açıklamada, “Rahatsız edici olan, burada bir ‘gümüş mermi’ (sihirli formül) olmaması. Elimizde iyi seçenekler mevcut değil” diyor.
ABD’li yetkililer muhalif Özgür Suriye Ordusu’nu silahlandırmak, Suriye üzerinde uçuşa yasaklı bölge kurmak, ‘güvenli bölgeler’ oluşturup bunlara askeri koruma sağlamak ve Suriye içinde insani yardım koridorları açma planlarının da gündemde olmadığını söylüyor.
DAVUTOĞLU, “Bekleyip bölgenin Saraybosna’ya dönüşmesine seyirci kalamayız” diyor Bosna Savaşı’na gönderme yaparak. Wall Street Journal Gazetesi’ne göre Amerikalı yetkililer, mezhepsel ayrılıklar ve ordusunun potansiyeli nedeniyle Suriye’yi zor bir meydan okuma olarak değerlendiriyor. İyi eğitimli askerleri, hava savunması, Rus MİG uçakları ve kimyasal silahlarıyla Suriye ordusu, Kaddafi’nin Libya ordusuna göre çok daha güçlü. Ayrıca Rusya, Çin ve İran gibi ülkeler olası bir askeri müdahaleye şiddetle karşı çıkacaktır.
Amerikan ve Türk yetkililer, öncelikle BM, Kızılay, Kızıl Haç gibi yardım kurumları aracılığıyla ihtiyaç sahibi Suriyelilere ulaşmaya önem veriyor. Ancak bunun için de Beşar Esad’ın onay verip vermeyeceği belli değil. Öte yandan Suriye’de hâlâ Esad’ı destekleyen ciddi bir kesimin de olduğu konuşuluyor.
Aslında Rusya ve Çin, Suriye ile ilgili ilk vetoyu geçen Ekim ayında vererek Güvenlik Konseyi’nin Beşar Esad Yönetimi’ni kınamasını engellemişlerdi.
Bu kez ise silahlı muhaliflere hiç değinmeden tek taraflı olarak Esad Yönetimi’ni suçladığı gerekçesiyle veto kartına başvurdular.
VETO. Çarşambanın gelişi perşembeden belliydi. Katar’ın dönem başkanı olduğu Arap Birliği, Suriye’de şiddetin sona ermesi için geliştirdiği planı BM Güvenlik Konseyi’ne kabul ettirmeye çalıştı.
Rusya iki nedenle karşı çıktı. Birincisi Esad’ı görevini bir yardımcısına devretmeye çağıran metinde ileride askeri müdahaleye izin verecek bir açık görmesiydi. Libya’da Kaddafi Yönetimi’ne karşı askeri operasyona izin veren Rusya, kendince burada aynı hataya düşmek istemedi. İkincisi Arap Birliği’nin Konsey’e Suriye planını dayatmasına sıcak bakmadı.
TARTUS. Rus vetosunun arkasındaki anahtar kelime aslında. Suriye’nin Akdeniz’deki ikinci büyük liman kenti olan Tartus, 1971 yılından bu yana Rusya’ya sıcak denizlere inme hayalini gerçekleştirme fırsatı sunuyor. Moskova Yönetimi, 2012 itibariyle burayı tam fonksiyonel bir Rus deniz üssüne dönüştürmeyi planlıyor.
Ayrıca Rusya ile Suriye arasındaki silah satışları tüm yaptırımlara rağmen devam edeceğe benziyor. 2010 yılında Şam’a 700 milyon dolarlık silah satan Rusya, bu işbirliğini sürdürme niyetinde. Yine Rusya’nın Suriye’nin enerji ve turizm sektörüne yaptığı yaklaşık 20 milyar dolarlık yatırımları söz konusu. Rusya işte tüm bu nedenlerden ötürü Ortadoğu’da kalan son kalesini de Batı’ya terk etmek istemiyor.
ÇİN. Rusya gibi Pekin Yönetimi de Suriye’nin önemli ticari ve siyasi ortakları arasında. Uluslararası platformlarda
Küçük kızımla ilgilenebilmek için birkaç gündür sömestr kaçkınıydım. Ama Twitter’ın sansür uygulayacağı haberini görünce gazeteci refleksim birden harekete geçti. Bu ne demek oluyordu; 2009 yılında İran’da rejim karşıtı yeşil devrim hareketini uyandıran, 2011 yılında Arap baharını canlandıran, ifade özgürlüğünün sembolü haline gelen Twitter, baskılara boyun mu eğiyordu?
KAFES. Dünya basınını şöyle bir gezindim. Twitter’ın simgelerinden olan mavi kuş kafesin arkasında resmedilmişti. Alman Die Welt Gazetesi’nin çizeri Twitter’ın gönüllü ‘sansür’ uygulamasını böyle sembolize etmişti.
Karara tepki gösteren Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün sitesinde ise mavi kuşun ağzına kırmızı banttan bir çapraz atılmıştı. Aynı örgütün direktörü Olivier Basille, Twitter’a yazdığı mektupta, “Twitter’ın ifade özgürlüğünü ülkeden ülkeye farklı yorumlaması kabul edilemez” diyordu.
Dünya, “Ülkeye göre ifade özgürlüğü olur mu” tepkileriyle kırılıyordu.
Twitter kullanıcıları, bu nedenle cumartesi günü bir günlüğüne mikro-haberleşme sitesine terk ederek sansüre karşı kısmi karartmaya gitti.
UYGULAMA. Şimdiye kadar şöyleydi. Herhangi bir Twitter mesajının silinmesi gerektiğinde bu tüm dünya kullanıcıları için siliniyordu, yani kimse göremiyordu. Yeni uygulamaya göre ise bir mesaj silindiğinde, söz konusu ülkede bu Tweet’in sansürlü olduğu gri bir kutucukla gösterilecek, ama bu mesaj diğer ülkelerin sayfalarında yer almaya devam edecek.
Ayrıca sansüre karşı kampanya yürüten Chilling Effects sitesinde engellenen mesajlar ile ilgili bilgi verilecek. Dolayısıyla neyin, kim tarafından engellendiği görünür hale gelecek.
Mor begonviller ağaçları, bahçe duvarlarını sarmış, taze, temkinli, belirsiz bir bahar havası vardı. Türkler, Kıbrıs’ta çözüm öneren BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın adıyla anılan plana referandumda ‘Evet’ oyu vermişti. Oyunu bozan Rumlar olmuştu ama 1 Mayıs itibariyle Avrupa Birliği’ne üye kabul edilmişlerdi.
Türklerin üyeliği çözüme kadar askıya alınmış olmasına rağmen KKTC sokaklarında yine de iyimserlik hâkimdi. Koskoca uluslararası toplum bu iyi niyet jestini karşılıksız bırakmazdı herhalde? Esnafta da öğrencide de sendikacıda da beklenti buydu.
CUMHURBAŞKANI Rauf Denktaş, Lefkoşa Temsilcimiz Ömer Bilge ile beni, Cumhurbaşkanlığı konutunda kabul etmişti. Annan planı sonrasında görüşlerini paylaşmıştı bizimle.
Sokaktaki iyimser vatandaşlarla aynı kanaatte değildi. Belli ki, o dönemde planı desteklemediği için maruz kaldığı baskıdan ötürü biraz yorgun, biraz kırgın, biraz üzgündü. O nüktedan, neşeli halinden eser yoktu.
Ancak o da bu plana verilen desteğin bir yanıtı olması gerektiği görüşündeydi.
“Ambargolar hafifletilmesin, kaldırılsın. Limanlar, Ercan Havalimanı uluslararası trafiğe açılsın” diyen Denktaş’ın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da bir çift çözü vardı.
“Sayın Erdoğan son akşama kadar vatandaşlarımıza telkinde bulundu ‘Siz evet deyip, Rumlar hayır derse tanınacaksınız’ dedi. Biz bunu milli senet yaptık. Türkiye’nin tanınma için harekete geçmesini bekliyoruz” demişti.
SÖZ dönüp dolaşıp Türkiye’nin AB üyeliğine gelmişti. O zamanlar Türk diplomasisi AB’den müzakere tarihi alıp almayacağıyla çalkalanıyordu.
Z.Ç.’nin hikâyesi malum. Dokuz çocuklu Ağrılı bir ailenin kızı. Erken yaşta gelin gelmiş Bolu’ya, resmi nikâhı yok, ergen yaşta hamile kalmış. Aile, genç kızın altı yaş daha büyük olduğu iddiasında. Kemik yaşı raporla tespit edilmiş, yaş büyütmek için dava açılmış, mahkeme karar verecek.
Adı Zeynep, Zehra, Zilha ya da Züleyha. Ne önemi var. Anadolu’da oyun oynayacak yaşta baş göz edilen isimsiz binlerce başka küçük gelin var.
ÇOCUK GELİNLER. Aslında sadece Türkiye’nin değil, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin ortak sorunlarından biri.
Evrensel İnsan Hakları Deklarasyonu, evliliğin tarafların “özgür ve kendi rızasıyla” olmasını öngörüyor. Kadınlara Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesi Komitesi ise en küçük evlenme yaşının 18 olmasını öneriyor.
Tüm bu öneri ve temennilerin nedenleri var. 18 yaş altındaki bir gencin kendi iradesiyle serbest tercih yapacak olgunluğa ulaşamayacağına inanılıyor. Bir diğer gerekçe genç kızları, cinsel istismardan ve erken hamileliğin neden olabileceği sağlık problemlerinden korumak.
Çünkü BM Çocuk Fonu UNICEF’e göre her yıl dünyada, 14-19 yaş aralığındaki 14 milyon genç kız doğum yapıyor. Bu yaş grubundaki anne adaylarının hamilelik ya da doğum sırasında ölüm riski, 20’li yaşlarındakilere göre iki misli daha fazla.
TESPİT. Küçük yaşta evlilikler konusunda en sabıkalı bölge Sahra altı Afrika ülkeleri ve Güney Asya. Türkiye ise ara bölgede. Doğuya göre durumu daha iyi, Batı’ya göre daha kötü. Ancak bu konuda çok fazla araştırma yapılmadığından sağlıklı rakamlar pek yok.
Diplomaside zor bir yıla giriyoruz. Fransa’da ‘Ermeni soykırımı inkârını suç sayan’ yasanın Senato’ya gelmesi için şubat sonuna kadar süre var.
Sonra temmuz ayında Kıbrıs Rum Yönetimi, AB dönem başkanlığını devralacak. Kıbrıs sorununda çözüme yönelik bir ilerleme sağlanmazsa Türkiye, temmuzdan itibaren AB dönem başkanlığıyla ilişkilerini askıya alacağını açıklamıştı. Kıbrıs’ta gidişat henüz umut verici değil.
AVRUPA BİRLİĞİ. Geçen hafta AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Hürriyet’in sabah toplantısına konuk olmuştu.
‘2012’de AB ile ilişkiler’ dendiğinde “treni raydan çıkarmamaya çalışacaklarını” söyledi. Her şeye rağmen makul ve hesaplı bir yol takip edilecekmiş gibi bir izlenim edindim.
Malum yeni yılda Avrupa’nın motor ülkeleri seçim rotasına giriyor. Fransa’da mart ayında Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, koltuğunu koruyabilmek için sandığa gidecek. 2013’te parlamento seçimlerine hazırlanan Almanya’da da sandık baskısı artacak. AB yolunda her an yeni tuzaklar çıkabilir. Rusya, ABD de 2012’de seçime hazırlanan diğer büyük ülkeler.
ORTADOĞU. Arap coğrafyasında Arap uyanışının yarattığı tektonik hareket 2012’de de sürecek. İsrail ve İran her an yeni krizler yaratabilir. Suriye ve Irak, bölgesel güçlerin kozlarını paylaşacakları ülkeler olacak gibi duruyor. Bir süredir uluslararası basında, İran’a karşı elini güçlendirmek isteyen Türkiye’nin Beşar Esad’ı devirmeye yönelik girişimlere daha fazla destek vereceği beklentisi var.
ABD’nin çekildiği Irak’ta ise Şii, Sünni ve Kürtler arasında kartlar yeniden dağıtılacak. Türkiye’nin Kuzey Iraklı Kürtlerle ilişkileri, Türkiye’deki Kürt meselesini de yakından etkileme potansiyeline sahiptir.
İHA.