Fransa’nın bunu neden yaptığı malumdur. Ermenistanlı yetkililer bile bunu Nicolas Sarkozy yönetiminin 2012 başkanlık seçimlerindeki yaklaşık yarım milyon Ermeni asıllı oy için yaptığının farkındadır.
Ancak Ermenistan’daki umut, 1915 olaylarının 100’üncü yılı arifesinde bunun bir emsal teşkil edip diğer Avrupa ülkelerine yayılması, ABD tarafından da tanınmasıdır.
***
FRANSA Ulusal Meclisi’nde kabul edilen yasa teklifinin yürürlüğe girebilmesi için bir sonraki adres parlamentonun üst kanadı olan Senato.
Senatörler, “büyük seçmen” diye anılan yaklaşık 150 bin kişi tarafından seçiliyor. Geçen eylül ayında Sosyalist Parti, modern Fransa tarihinde ilk kez Senato’nun kontrolünü az bir farkla ele geçirdi. Senato Başkanı Sosyalist Partili Jean Pierre Bel oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Sosyalist Parti’nin adayı François Hollande’a daha fazla şans tanınıyor.
Hollande ve Jean Pierre Bel, inkâr yasasının gündeme alınmasında söz sahibi olacak kişiler. Senatör Bel, aynı zamanda daha önce reddedilen soykırımı inkâr yasasının gündeme alınmasını sağlayan kişidir.
Şimdi Ermeni diasporası teklifin gündeme alınması için bu aktörlere çoktan baskı yapmaya başladı bile.
***
Olmuyor çocuklarıyla fotoğrafçılara yakalanıyor. İlgi çekmek için “her an hamile kalabilirim” diyor. Tüm bu numaraları, Bosna savaşıyla ilgili, “Kan ve Bal Ülkesi’nde” isimli yeni filmi için yapıyor. Hemen ikaz edeyim.
Bu film Angelina Jolie’nin ilk yönetmenlik deneyimi, oyuncu olarak rol almıyor. Ancak film, Bosna Savaşı gibi hatıraları kötü bir konuyu işlediği için büyük tartışmaları beraberinde getirdi.
BAL-KAN. Filmin içeriğinden önce yönetmenin eseri için seçtiği “Kan ve Bal Ülkesi’nde” ismi eleştiri konusu oldu. Aktris, Balkanların Türkçe’de “Bal” ve “Kan” kelimelerinin birleşmesinden bir araya geldiğini belirterek yapıtına bu adı verdiğini söyledi.
Bu da filmden çok daha önce internette başlayan etimolojik tartışmayı alevlendirdi. Her ne kadar yerel tur rehberleri, “Türkler buraya ilk geldiğinde verimli toprakları görüp, ‘bal ülkesi’ dedi, sonra da buraları elde tutmanın ne kadar zor olduğunu görünce ‘kan’ kelimesini de ekledi” diye anlatsa da aslının öyle olmadığı konuşuldu.
İngilizce’ye de geçen ‘Balkan’, eskiden beri Türkçe’de ‘sarp ve ormanlık sıradağ’ anlamında kullanıldı.
BOSNA. Çaylak bir dış haberciyken savaşın ne kadar acımasız olduğunu profesyonel olarak deneyimlediğim ilk savaş olması sebebiyle bende hassas bir yeri var. İşte tam da bu nedenle filmi çok merak ediyorum. Keskin nişancı dehşetini, Saraybosna’daki yokluğu, toplama kamplarındaki tecavüz dramlarını ne kadar anlatabildi ya da anlatabildi mi?
Angelina Jolie, iki yıl önce BM Yüksek Mülteciler Komiserliği İyi Niyet elçisi olarak gittiği Bosna’da savaş kadınlarının anlattıklarından etkilenerek böyle bir projeye girişmişti. Filmi gerçekçi bir zemine oturtabilmek için de o günlere tanıklık eden birçok kişiyle görüştü. Bunların arasında savaşı sona erdiren Dayton Barış Anlaşması’nın mimarı Amerikalı diplomat Richard Holbrooke da vardı.
SENARİST.
Katar’ın yıldızının parlaması öyle çok öncelere gitmiyor. 20’nci yüzyılın başına kadar Osmanlı himayesinde olan ülke 1971 yılında İngiltere’den bağımsızlığını kazandı. Petrol ve doğalgaz yataklarının keşfiyle dünyanın en zengin ülkelerinden biri oldu.
88 bin 222 dolarla, kişi başına gelirin en yüksek olduğu ülke. 2022’de Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor.
Ayrıca “Vizyon 2030” diye bir program başlattılar. Eğitim kompleksleri, sağlık merkezleri, metro gibi altyapı çalışmalarına 190 milyar dolar harcayacaklar.
ŞEYH. Katar’ın yükselişinin arkasındaki kişi. 1995 yılında İsviçre’de tatil yapmakta olan babasını saray darbesiyle deviren Hamad bin Halife el Thani, 2000 yılından beri Katar Emiri.
Rivayet o dur ki, Emir El Thani, yönetimi devraldıktan sonra Ortadoğu’nun ağabeyleri Mısır ve S.Arabistan tarafından hor görüldü. İşte bu küçük görme, aslında Katar için önemli bir ivme oldu.
Büyük oynamaya başladılar. ABD ile yakınlaştılar. Katar’ı Amerikan askeri ve uçaklarına açtılar.
Arapça ve İngilizce yayın yapan El Cezire kanalını kurdular.
Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan organizasyonda Arap dünyasının önde gelen medya temsilcileri, akademisyenleri, Türkiye’den muadilleriyle buluşma fırsatı buldu.
Konuşmalar, iki tarafın da birbirini aslında ne kadar az tanıdığı ekseni üzerinde döndü. Araplara göre Türkler, Osmanlı torunu, işgalci ve hırsızdı. Türklere göre ise Araplar, atalarımızı sırtından bıçaklayan hainlerdi. İşte bu önyargıların nasıl kırılabileceği, medyanın toplumların yakınlaşmasında nasıl bir rol oynayabileceği tartışıldı.
DİZİLER. Hiç kuşkusuz son dönemde iki tarafı birbirine yakınlaştırıcı faktörlerden biri olmuştu. Forumun en eğlenceli bölümlerinden biri de Türk dizilerinin Arap dünyasındaki etkileriyle ilgili tartışma oldu.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da izlediği, oyuncular Songül Öden ve Cansel Elçin’in konuşmacı olarak katıldığı oturumda tartışmalar, daha çok Ortadoğu’da tutan ilk Türk dizisi Gümüş üzerinden yapıldı.
Tunuslu iletişim uzmanı Prof. Moncef Ayari’ye göre Arap dünyasında ‘Nur’ diye gösterilen Gümüş dizisini 15 yaş üstü 85 milyon kişi izledi, bunların 50 milyonu kadındı. Yani Arap kadınlarının yarısı Gümüş’ü izlemişti.
İZİNSİZ. Alwaha Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Hamoud Al Touqi ise Türk dizilerinin Arap evlerine girmesini böyle tarif etti. “İzinsiz geldiler, sevimli konuklarımız oldular. Türkiye’nin güzellikleri bu diziler üzerinden tanındı” diyen Ummanlı gazeteci, Türk dizilerinin Arap toplumu üzerindeki olumsuz saydığı etkilerini de sıraladı.
“Bu diziler, bazı olumsuz adetleri de bize taşıdı. Türkiye, İslam toplumunun önemli bir bölümünü teşkil ediyor, ama Araplara yakın olmayan bazı değerleri, ilişkileri gördük. Özellikle evlilik dışı ilişkileri Türk dizilerinden öğrendik. Arap vatandaşı bunu kabul etmekte zorluk çekti. İçki içilmesi çocukları etkiledi. ‘Müslüman değiller mi’ sorularına yol açtı. Yapımcılar bunlara dikkat etmeli. Açık-saçık giyimler söz konusu. Öpüşmeler vardı, Araplar romantik yönlerinden dolayı bunu kabul ettiler.”
FIRSAT. MBC kanalı aracılığıyla dizileri Arap coğrafyasıyla buluşturanlardan biri olan Daniel Abdülfettah ise dizilerin aynı zamanda Arap dünyasının kendisini tartışması için de bir fırsat olduğunu hatırlattı.
Margaret Thatcher döneminde ayrılıkçı IRA (İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu) haberlerine karşı kısmi sansüre boyun eğen İngiliz medyası, bu kez de bulvar tarzı gazeteciliğin sınırlarını tartışıyor.
Geçen hafta, Türkiye’de de yakından tanınan paparazzi mağduru ünlü simalar, soruşturmayı yürüten komisyona ifade verdi. Yukarıdaki başlığı attıran da büyücü Harry Potter serisinin yazarı J.K.Rowling.
***
KUŞATMA. Yazar, komisyona verdiği ifadede kendisi ve ailesine yönelik basın takibini işte bu sözle tarif etti. Paparazzilerin hayatını nasıl daralttığını anlattı. Tabi bunu aktaran kişi fantastik roman yazarı olunca da ortaya farklı bir tasvir çıktı.
“Kendime ya da evimin üzerine görünmezlik pelerini gibi bir cihaz asmam mümkün değil. İnsanların sürekli sizi izlediğini bilmek ise tehditkâr bir his.”
Gazetecilerin 5 yaşındaki kızının çantasına bile mektup koyduklarını anlatan yazar, “Ne kadar öfkelendiğimi anlatacak söz bulmakta zorlanıyorum” dedi.
***
VİDEO OYUNU. Komisyona ifade veren aktris Sienna Miller (29) ise paparazzi kuşatmasını böyle tanımladı.
Oysa sabıkalı bir tondu. İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa’yı terörize eden, masum insanları katleden Nazilerle özdeşti.
İkinci Dünya Savaşı öncesi Fırtına Birliği için üniforma dikilecekti. Ucuza getirmek için tek tip kıyafetler, depolarda bekleyen Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma kumaşlardan biçilmişti.
“Kahverengi Gömlekliler” çoktan tarih oldu ama anlaşılan o hastalıklı ideolojileri topluma zehir salmaya devam ediyor.
HEINRICH SCHLIEMANN. Truva hazinelerini talan eden Alman işadamı ve arkeolog. Truva antik kentinde pahada ağır, yükte hafif ne varsa 19’uncu yüzyılın sonunda Türkiye’den kaçırdı.
Şimdi bu hikâyenin kahverengi terörle ne ilgisi olduğuna geleceğim.
Gamalı haç, binlerce yıl önce Yunanistan ile Truva, dünyalar güzeli Helen yüzünden savaşa tutuştuğunda yaygın bir simgeydi.
Arkeolog, kaçırdığı çanak çömlekle birlikte gamalı haçı da ihraç etti Avrupa’ya. Hint-Avrupa kökenli atalarımızın dini sembolü diye pazarladı.
GAMALI HAÇ. Başlangıçta masumdu. 3 bin yıllık tarihinde çoğunlukla güç, bereket, şans getirsin diye kullanıldı. Kimine göre, dört kolu tabiatın dört gücüne işaret ederdi; toprak, güneş, hava ve su.
Kolalı mendilleri, zencefilli akide şekerlerini, hakiki ev baklavalarını, bayram panayırlarını, en çok da artık sarılamadığım büyüklerimin hasretini çekerim.
Bu bayram işte tam da bu nedenle daha zor benim için.
Babasız ilk bayramım. Kaç yaşında olsanız da bir annenin, bir babanın kaybı ağır geliyor insana. Daha bir hüzünlü, daha bir kırılgan, daha bir duygusal, daha bir hesaplaşma içinde oluyorsunuz.
AZRA bebek mesela. Babasını hiç göremeyecek o küçücük yavru. Van depreminin sembolü olan, dünya manşetlerine çıkan o prematüre kız bebek. Ve annesiz, babasız, evsiz, okulsuz kalmış diğer deprem çocukları. Kara kışta çadır kente mahkûm olmuş minik yürekler.
Ya onların bayramı?
Merak ediyorum; Azra ve diğerleri, bir gün karşımıza çıkıp depremde yakınlarının niye öldüğünü sorduklarında, ne diyeceğiz?
O çok öğündüğümüz jeo-stratejik konumun aslında jeolojik bir bedeli olan depremle niye onlarca yıldır yaşamayı öğrenemediğimizi nasıl açıklayacağız?
BÜYÜK deprem yaşayanlar bilir. Sarsıntı asabını bozar insanın, ruhunda fay hatları açar, artçı şoklar yaşatır. Psikolojinizin ayarı kaçar.