29 Ağustos 2003
<B>HER</B> milletin tarihinde önemli günler, haftalar ve aylar vardır. Tarihi şeref ve şanla, kahramanlık ve zaferlerle dolu aziz milletimizin anılmaya ve kutlamaya değer sayısız gün ve aylarının yanında bir ay vardır ki bu, kahramanlıkların destanlaştığı, bizi biz yapan, bizi tarih yapan zaferlerimizin ayı ağustostur. Türklerin Anadolu'daki tarihlerini çok yakından ilgilendiren iki büyük askeri olay, ağustos ayında meydana gelmiştir. Birincisi Anadolu'nun İslamiyet'le şereflenmesini ve Türklere anayurt olmasını sağlayan 1071 Malazgirt Zaferi, ikincisi ise bundan dokuz asır sonra, koyu bir haçlı ve müstemlekecilik zihniyetiyle Anadolu'yu ele geçirmek isteyen düşmanların Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın Büyük Taarruz emri ile (26 Ağustos-30 Ağustos) kesin bir yenilgiye uğratılarak ülkemizden kovulmalarıdır. Her iki olay da haklı bir sevinç ve mutlulukla, coşku ile kutlanmaktadır.
* * *
Dokuzuncu miladi asırda büyük kitleler ve kabileler halinde İslam'ı kabul eden Türkler, zayıflamaya yüz tutan Abbasi Halifeliği'nin en hassas askeri görevlerini ihraz (elde etmek) etmişlerdir. Bağdat'ın kuzeyindeki Samarra kenti bu amaçla, askeri bir garnizon kenti olarak kurulmuştu. Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, İslam dünyasınca yeni bir kurtarıcı olarak karşılanmıştı. Selçuklu Sultanı Alparslan, Malazgirt Zaferi ile Anadolu'nun kapılarını Türklere açarken, bir yandan da başvezir Nizamülmülk aracılığı ile ülkede geniş bir eğitim seferberliği başlatmış, Nizamiye medreselerini kurdurarak eğitimi bir kamu hizmeti olarak müesseseleştirmiştir. Anadolu'nun coğrafyadan vatana dönüşmesi, Sultan Alparslan'ın Malazgirt zaferi ile başlamış ve bu süreç yaklaşık üç asır devam etmiştir.
Aradan geçen dokuz asra yakın bir zamanda Anadolu'da Büyük Selçuklu Devleti'nin bir uzantısı olan ‘‘Anadolu Selçukluları’’ kurulmuş, Moğol istilası, Haçlı Seferleri ve iç isyanlar sonucu yıkılan bu devleti, Bizans'a yakın bir yerde ‘‘uç beyi’’ olarak görev yapan Osmanlı Beyliği'nin gelişerek kurduğu ‘‘Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’’ izlemiştir. ‘‘Din ü Devlet-Mülk ü Millet’’ idealinin bütünleştiği bu devlet, dünyanın en büyük ve kudretli devletlerinden biriydi. İslam dünyasının büyük bir bölümü de bu devletin sınırları veya kontrolü altında idi.
Payitaht ve Dersaadet olarak da isimlendirilen İstanbul, bütün Türk-İslam dünyasının gözbebeği ve güvencesiydi. Ancak çeşitli iç ve dış sebepler yanında, Batılı ülkelerce hazırlanan planlar sonucunda, önce bölünmeye ve sonra yıkılmaya mahkûm edilen Devlet-i Aliyye, en bunalımlı döneminde 19 Mayıs 1919'da Mustafa Kemal Paşa'nın Üçüncü Ordu Müfettişi olarak Samsun'a çıkışıyla birlikte yeni bir ümide kavuştu. Anadolu'daki din bilginleri ve müderrislerin büyük bir çoğunluğu onun ve Heyet-i Temsiliyye'nin etrafında birleştiler. Ona maddi ve manevi destek sağladılar. 27 Aralık 1919'da Heyet-i Temsiliyye ile birlikte Ankara'ya gelen M.Kemal Paşa'yı, burada başta Müftü Rifat (Börekçi) Hoca ile birlikte din bilginleri ve çeşitli toplulukların önderleri coşkun bir törenle karşıladılar. Karşılamada seğmen alayı düzenlendi. 23 Nisan 1920'de kurulan Büyük Millet Meclisi, İstanbul'dan ve Anadolu'dan gelen bilginlerle ve münevverlerle ayrı bir manevi ortam yaşadı.
* * *
Olağanüstü bir kurucu meclis niteliğinde olan bu meclis bütün mahrumiyetlere rağmen üç yıl içinde vatanın istiklali için bütün himmet ve gayreti gösterdi. İslam dünyasının şuurlu aydınları Türk Kurtuluş Savaşı'na destek oldular. Milli şairimiz Mehmed Akif, bu mecliste mebus olarak bulundu ve İstiklal Marşı'nı yazma şerefi ona nasip oldu. 1921 yılında kazanılan Sakarya Meydan Savaşı'ndan sonra kendisine Müşir (Mareşal) ve ‘‘Gazi’’ unvanı verilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi ve Başkumandan Mustafa Kemal Paşa, ordularını ve milleti Büyük Taarruz'a bu manevi atmosfer içinde hazırladı.
Bir ağustos ayında, yurdumuzu coğrafyadan vatana dönüştüren kahramanları rahmet, minnet ve saygı ile anıyoruz.
SORALIM ÖĞRENELİM
Seferi halde namaz cem edilebilir mi, yani birleştirilebilir mi? Nasıl cem yapılır?
Ömer Mustafaoğlu/ANKARA
Yolculukta namazlar birleştirilir. Bu bizim için bir kolaylıktır. Cem iki şekilde yapılabilir. Öğle vaktinde öğle namazıyla ikindiyi, akşam vaktinde akşam ile yatsıyı veya ikindi vaktinde öğle ile ikindiyi, yatsı vaktinde akşam ile yatsıyı birleştirerek namazınızı kılabilirsiniz.
Ben namazda rüku ve secde yapamıyorum, ancak ayakta durabiliyorum. İmam rüku ve secdeye gittiğinde ben oturuyorum, yaptığım doğru mu?
Zuhuri Yılmaz/ANKARA
Rüku ve secde yapmaya gücü yetmeyen, oturarak ima ile, yani başı ile işaret edip namazını kılabilir. Ayakta durmasına gerek yoktur.
Boy abdesti aldıktan sonra namaz kılmak için tekrar abdest almama gerek var mı?
Yusuf Yılmaz/AMASYA
Boy abdestinde zaten bütün abdest organlarımız yıkandığına göre namaz için ayrıca abdest almaya gerek yoktur.
Ben özürlüyüm, devamlı kanamam olmaktadır. Her namazda abdestimi yenilemem gerekir mi?
Fatma Şimşek/ALMANYA
Özrünüz bütün namaz vakitlerini kaplıyorsa, her vakit için abdest alıp namazınızı öyle kılabilirsiniz.
Sabah namazını zaman zaman kuşluk vaktinde kılıyorum. Kaza diyenler, kaza değil diyenler var, nasıl niyet edeyim?
Haluk Yurtsever/TEKİRDAĞ
İkinci bir vakit girmediği için kaza diye niyet etmeye gerek yoktur. Fakat kaza diye niyet edilirse de bir mahzuru yoktur. Çünkü kaza ve eda birbirlerinin yerine kullanılabilir.
Yazının Devamını Oku 
22 Ağustos 2003
<B>KADER</B> kelimesi sözlükte ölçmek, tahmin etmek, ölçüp takdir ederek tayin etmek, gücü yetmek ve kudret anlamlarına gelir. Dini bir terim olarak ise kader, Allah'ın ezelden ebede kadar olacak şeyleri en ince ayrıntısı ile bilip tayin ve takdir etmesidir. Allah'ın, ezelde irade ve takdir buyurduğu şeylerin, zamanı gelince ilim, irade ve takdirine uygun olarak meydana gelmesine de kaza denir.
İki kısım kader vardır. Birincisi insanın iradesi dışında oluşan, ikincisi insanın iradesine bağlı olarak oluşan kaderdir. İnsan iradesinin etkili olmadığı kader, Allah'ın káinatta ve káinattaki olayların işleyişinde kurmuş olduğu düzendir ki buna Kuran'da sünnetullah (İlahi irade kanunları) denir. Káinatta Allah'ın ilmi, iradesi, kader ve kazası dışında hiçbir şey meydana gelemez (el-En'am 6/59). Geçmiş ve gelecek olaylar O'nun takdiri ve yaratmasıyla meydana gelmektedir.
* * *
Allah dilediğini yapar ve dilediği şekilde yaratır. İlahi irade mutlak ve önüne geçilemezdir. Bu tür kaderin oluşmasında insanın sorumluluğu söz konusu değildir.
İnsanın iradesine bağlı olarak gerçekleşen kaderde sorumluluk tamamen insanın kendisine aittir. Şöyle ki; Allah kullarına hayrı da şerri de serbestçe seçecek ölçüde bir irade vermiştir. Buna ‘‘cüzi irade’’ denir. İnsan, bu iradesiyle hayır ve şerden dilediğini seçebilmekte, kulun seçtiğini de Allah yaratmaktadır. Ancak, Allahu Teala'nın şerre rızası yoktur. O halde kul, cüzi iradesini sarf ettiği işlerden sorumludur. ‘‘Yüce Allah benim hakkımda böyle takdir etmiş ve ben yapmaya mecbur kaldım’’ diyerek suçu kadere yükleyemez ve kendisini mazur gösteremez. Kaderim ne ise onu görürüm diye insanın kendine düşeni yapmaması, İslam'ın kader anlayışıyla bağdaşmaz. Çünkü yüce Allah'ın (C.C.) ezeldeki ilim ve takdiri, kulun cüzi iradesini baskı altına almaz. Aksine Allah, onun iradesini ne yönde sarf edeceğini ezeli ilmiyle bildiği için takdirini o yönde yapmıştır.
İnsanın cüzi iradesinin ilahi iradenin zorlaması altında olduğunu söylemek, Allah'ın adalet ve rahmet sıfatlarına ters düşer, ayrıca peygamber göndermek suretiyle insanları buyruklarına uymakla yükümlü tutmasının ve nihayet uymayanları cezalandırmasının bir anlamı kalmaz. Şunu da belirtelim ki, böyle bir rader anlayışı, insanın içinde yaşadığı teşebbüs etme, çalışma ve başarma dünyasının realiteleri ve kendi vicdani kanaatleriyle de bağdaşmamaktadır.
Allahu Teala, bütün tabii olaylar gibi, dünya ve ahiret mutluluğunu da birtakım sebep ve şartlara bağlamıştır. Sebebini yerine getirmeden bir işin kendiliğinden olmasını isteme, ilahi kanunlara aykırıdır. Yüce Allah'tan bir şey istemenin yolu, o şeyin sebeplerine başvurmaktır. Mesela kazanç sağlamanın yolu çalışmak olduğu gibi, cenneti istemenin yolu da dinin emirlerine uymaktır. Biz, önce istediğimiz şeylerin sebeplerini yerine getirmek durumundayız. Üzerimize düşeni yaptıktan sonra, onun gerçekleşmesini Allah'ın takdirine bırakırız. Üzerimize düşeni yapmadan ‘‘Allah ne takdir ettiyse o olur’’ demek kadere inanmak değildir.
* * *
Hz. Ömer'in (R.A.) şu anlayış ve davranışı, kader anlayışının çok güzel bir örneğidir. Kendisi bir grup sahabi ile Şam'a denetime gidiyordu. Yoldayken Şam bölgesinde ciddi bir veba salgını olduğunu öğrendi. Bunun üzerine Şam'a uğramadan Medine'ye geri dönmeye karar verdi. Halifenin Şam'a gelişini hararetle bekleyen Şam Valisi Ebu Ubeyde b.Cerrah (R.A.) Hz. Ömer'in bu kararına üzüldü ve ona ‘‘Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?’’ diye sordu. Hz. Ömer de, ‘‘Ey Ebu Ubeyde, keşke bu sözü senden başkası söyleseydi. Evet biz, Allah'ın kaderinden, yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz’’ diye cevap verdi. (Buhari, ‘‘Tıp’’, 30).
Kuran'ı Kerim'de, ‘‘Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de imtihan ediyoruz’’ (231/35) buyruğundan, insanın hayır ve şerre muktedir, şuurlu özgür bir kişiliğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. Yoksa hareketleri tıpkı bir makine gibi belirlenmiş ve sınırlandırılmış olan bir varlığın denenmesi söz konusu olamaz. İnsan hür olmazsa insanlığın kemalatını tahsil edemez. Çünkü bir gücün egemenliği altında olan bir varlık hedefine varamaz.
SORALIM ÖĞRENELİM
Dövme yaptıran bir insanın abdesti kabul olur mu? Bu, dövme yaptıran kişinin dini vecibeleri yerine getirmesine engel olur mu?
Reyyan MERT/İSTANBUL
Vücuda dövme yaptırmak peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. Dövme yaptıran elbette abdest alıp namaz kılacaktır. Bu ibadete engel teşkil etmez.
Namaz kılınan evde köpek beslemek caiz midir?
Mukaddes GÜN/İSTANBUL
Şafii mezhebi hariç diğer mezheplerce köpeğin namaz için bir sakıncası yoktur. Sağlık açısından zararlı olabileceği düşüncesiyle evde köpek beslemek hoş karşılanmamıştır.
Volümü sonuna kadar açarak ezan okunmasının sevabı var mıdır? Total protezi ve vücudun herhangi bir yerindeki bandajı çıkarmadan abdest alınmasında bir sakınca var mıdır?
Fazıl SAY/ANKARA
Şüphesiz ezanın makamında okunması uygun olanıdır. Sesi çok aşarak rahatsız edici bir şekilde okunması hoş değildir. Başkanlığım döneminde merkezi ezan sistemini hayata geçirdim. Birçok illerimizde uygulanmaktadır. Total protezin abdest alırken yıkanmasına gerek yok, yalnız bandajlı olan kısım üzerine meshederek abdest alabilirsiniz.
Hiçbir Kuran ayetleri okumadan, örneğin yolda yürürken dahi yaptığım dua kabul olunabilir mi? İlla ki Esmaül Hüsna ve benzeri duaları okumak gerekir mi? Farz namazlarından sonra yapılan dualar hakkında bana yardımcı olabilir misiniz?
Derya/ANTALYA
Dua için belirli bir zaman ve yer söz konusu değildir. İçinizden geldiği gibi yolda yürürken de dua edebilirsiniz. Esmaül Hüsna ve benzeri dualar okumanız şart değildir. Farz namazlarından sonra yapılan duaların kabul edileceğine dair hadis kitaplarında rivayetler vardır.
Seferi olmanın şartları nelerdir? Bir yerimizin kanaması abdesti bozar mı?
Mehmet ÇAPÇI/ALMANYA
Seferi sayılabilmek için 18 saatlik yani yaklaşık 90 km. veya daha uzak mesafede bulunmanız gerekir. 30-35 km. mesafe seferi sayılmanız için yeterli değildir. Bu sebepten namazınızı tam olarak kılmak zorundasınız. Herhangi bir organın kanaması ve kanın etrafa yayılması Ebu Hanife'ye göre abdesti bozar. Eğer parmağınızın kanaması suyun dokunmasından kaynaklanıyorsa parmağınızı mesh ederek abdest alabilirsiniz.
Yazının Devamını Oku 
15 Ağustos 2003
<B>BİR </B>okurumuz ölümle ilgili bir dizi sorular sormakta, özellikle ölüm korkusundan nasıl kurtulabileceğini açıklamamızı istemektedir. Sayın okurum ilk önce şunu belirteyim ki hayat bütünüyle varoluş alanında aşama kat etmekten ibarettir. Bizler bu dünya sahnesine iklimden iklime, halden hale geçerek geldik. Ne var ki o durumlardan hiçbir şey hatırlamıyoruz. Bu áleme ‘‘girilen’’ kapıdan girdik, ‘‘çıkılan’’ kapıdan -arzu etmesek de- çıkacağız ve ölüm gerçeğiyle yüz yüze geleceğiz. Bu kaçınılmazdır, mukadderdir.
* * *
Hayat, ölümle kesintiye uğramaz. Tekamülü milyonlarca yıl sürmüş bir varlığın, işe yaramaz bir meta gibi bir yana atılması hiç de mümkün değildir. İnsanı sadece şekilden ibaret bir varlık olarak düşünemeyiz. Fiziksel bedenin çözüldüğü yerde insan varlığı, hayatiyetini ve mevcudiyetini yine devam ettirmektedir. Bedeni yöneten, yönlendiren ruhtur. ‘‘Beden binek, ruh ise sürücüdür.’’ Binek sürücünün kendisi değildir. Araç ömrünü tamamladığında terk edilir. Bir başka benzetme ile ışık ruhun güzel bir sembolüdür. Ruh madde ile bir arada vücudu oluşturarak canlandırır. Ölüm, maddeden sıyrılan ruh ışığının o maddeye yansımaması demektir.
Ölüm hayatın bir basamağıdır. Kuran'ın ifadesiyle ‘‘berzah’’ denilen hale geçiştir. Berzah, bekleyiş veya duraklamanın herhangi pasif bir durumu değildir. Aksine bu benliğin öyle bir halet-i ruhiyesidir ki mutlak hakikatin orada bazı yönlerini keşfetmek vardır.
Hayat sürekli bir harekettir. Bazı insan hayatın belirli bir değişim sınırının ötesindeki hareketi göremez. Bundan ötesi o insan için bir durgunluk gibi gelir. İşte bu durgunluk gibi görünen şey ölümdür. Böyle bir insanın hayatı sürekli bir ölüm sayılır. Esasen var olmak insanın kendisini bilmesiyle başlar. Bu da yetmez, kendisinin dışında olan başka varlıkları da bilmesi ve sevmesi gerekir. İnsanın ulaşabileceği en yüksek seviye ilahi aşk mertebesidir. Yunus Emre bu gerçeği şöyle ifade eder: ‘‘Aşıklar ölmez ölen hayvan imiş ancak.’’
* * *
Ölüm korkulacak bir şey değildir. Gazali, ‘‘İnsan lazım gelen hazırlığı yapmadığı veya günahkár olduğu için ölümden korkar, ilahi aşk artınca ölüm korkusu yok olur’’ demiştir. Ölüm toprak şeklini kılınca onu Allah'a daha çok yaklaştırır.
Mevlana'ya göre ise ölüm konusunda şunları söylemiştir: ‘‘Ölüm yalnız eski bir evin yıkılıp yeni bir sarayın yapılması gibidir. Ölüm; perde arkasında mesut bir vuslattır. Fakat böyle saadetli bir vuslata, ferah bir saraya varabilmek için, bütün hayatını bir ölüm hazırlığı diye tanzim etmelidir. Halk topluca çarşıya çıkıyor, birisi zevkle birisi dertte... Aynı şekilde ölüme gidiyoruz, yarımız hüsranda, yarımız hüsrev... Yani manevi yüceliğe ererek.’’
Goethe, ‘‘Keşke kader sevdiği herkese hayatına benzer bir ölüm verse’’ derken Mevlana, ‘‘Herkesin ölümü kendisiyle aynı renktedir. Türk'ün önünde ayna güzel renklidir. Zencinin önünde yine zencidir’’ der ve şöyle devam eder: ‘‘Korkup kaçtığın taraf kendinden korktuğundandır, o senin kötü yüzündür, ölümün yanağı değil.’’
* * *
Yüce Allah, Mülk suresinde şöyle buyurmaktadır: ‘‘Bütün mülk kudret elinde bulunan Allah'ın şanı ne yücedir. O, her şeye kadirdir. O, hangimizin daha güzel harekette bulunacağını imtihan etmek için ölümü de, dirilişi de takdir eden ve yaratandır. O çok yücedir ve bağışlayıcıdır.’’ Hayat benliğin faaliyetine fırsat hazırlar. Ölüm ise onun ilk imtihanıdır. Hareket ve fiiller insanı ya kurtuluşa erdirir ya da felakete götürür. Bunun için insan yaratıcıya karşı vazifelerini yerine getirmeli, güzel şeyler yapmalı ve eser bırakmalıdır.
İlahi düzen içinde insan Kuran'da da ifade edildiği gibi topraktan gelip toprağa gidecek ve yine topraktan çıkıp dirilecektir. Bedenin toprağa dönüşmesi seni korkutmasın. ‘‘Gölgeyi sadece kırmızı kayanın altında bulabilirsin, onun altına gel, orada ben sana sabahları ardından yürüyen ve akşamları önünde seni karşılayan gölgeden farklı bir şey göstereceğim. Sana bir avuç topraktaki korkunç kudreti göstereceğim.’’ Mezarda kendini yalnız hissedip üzülme, çünkü orada her avuç toprak bir ademdir.
Bütün hayat ölüm hazırlığından başka bir şey değildir. Hayat ölümün başlangıcıdır, ölüm de hayatın başlangıcı. İkisi birbirinden ayrılmaz ve bunu bilen insan artık ölümden korkmaz.
SORALIM ÖĞRENELİM
İslam dini dışındaki kişilerin nikáh şahidi olmaları dinimizce caiz midir?
Davut CEYLAN
ANKARA
Nikáh eşler arasında bir sözleşmedir. Bu sözleşmede Müslüman olmayan birisinin şahitlikte bulunmasında dinimiz açısından bir sakınca yoktur.
Dul bir kadının evlenmeden yaşaması günah mı? Halk arasında ‘‘Kadın nikáh altında ölmeli’’ şeklinde bir söylenti var.
Şule İPEK
İSTANBUL
Dul bir kadın bekleme süresi bittikten sonra dilerse evlenebilir. İffetini muhafaza ederek evlenmeden hayatını sürdürmesinde dinen bir sakınca yoktur. Bu tamamen kadının kendi kararına bağlı bir husustur. Evlenmeye ihtiyaç duyarsa evlenir. Evlenmeye ihtiyaç duymazsa evlenmez.
‘‘Kadınların, erkeklerin kendilerini görecekleri yerlerde oturarak namaz kılmaları gerekir’’ şeklinde bir şey söyleniyor. Bu doğru mu?
Şükran TETİK
BURSA
Namazlarda kıyam, namazın farzlarındandır. Bu itibarla ‘‘erkekler görüyor’’ gerekçesiyle hanımların, farz namazlarda kıyamı terk edip oturarak namaz kılmaları caiz değildir.
Yazının Devamını Oku 
8 Ağustos 2003
<B>ŞÜPHESİZ</B> İslam dini, esas itibarıyla kolaylık prensibine dayanan son ilahi dindir. Dinde yaratılışa aykırı ve zor hiçbir teklif yoktur. Nitekim Cenab-ı Hakk, insanın taşıyamayacağı, altından kalkamayacağı hiçbir şeyi teklif etmemiş, bu durumu da ‘‘Allah kimseye gücünün üstünde sorumluluk yüklemez’’ (Bakara, 286) ayetiyle açıkça ifade buyurmuştur. Hz. Peygamber de her konuda olduğu gibi, ibadetleri de zorlaştırma cihetine gidenleri şiddetle tenkit etmiş, ‘‘Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin’’ demiştir.
Bir Müslüman'ın sağlıklı bir şekilde dini hayatını pratize edilebilmesi ve dini vecibelerini eksiksiz yerine getirebilmesi ancak Cenab-ı Hakk'ın insanlığa gönderdiği en son peygamber Hz. Muhammed'i iyi tanıması ve O'nu bu konuda yegáne örnek almasıyla mümkündür. Hz. Peygamber, ‘‘İşlerin en hayırlısı orta olanıdır’’ (Keşfü'l Hafa, C.1. S. 391) buyurarak bütün işlerde aşırılıktan sakınmamızı emretmektedir. Bu emir gerek din gerekse dünya işlerinin tamamı için geçerlidir. Dolayısıyla Müslümanlar ve onların meydana getirdiği toplum çok dengeli bir toplumdur.
* * *
Şüphesiz her işte ve özellikle ibadet alanında orta yolu takip etmek, aşırılığa kaçmamak konusunda bize en güzel örnek Hz. Muhammed (s.a.v.)'dir. Onun hayatı orta yolu temsil etmektedir. Hz. Peygamber (s.a.v.) iki iş arasında tercih yapmak durumunda kaldığı zaman mutlaka onlardan kolay olanı tercih etmiştir (Ebu Davud, Edeb, 4). Yine O, ashabından daima yapabilecekleri şeyleri istemiştir.
Din işlerinde aşırılığa kaçmanın nasıl olabileceğini aşağıdaki örnek en güzel şekilde gözler önüne sermektedir. Üç kişi Hz. Peygamber'in evine gelerek hanımlarına Peygamberimizin ibadetini sordular. Kendilerine haber verilince onu kendileri için az gördüler ve,
- Peygamberimizin yanında biz neyiz ki? Onun geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmıştır, dediler. Onlardan birisi;
- Ben yaşadığım müddetçe bütün gece namaz kılacağım, dedi. Diğeri;
- Ömrüm boyunca oruç tutacağım, iftar etmeyeceğim (ara vermeyeceğim) dedi. Üçüncüsü;
- Kadınlardan uzak kalacağım ve hiçbir zaman evlenmeyeceğim, dedi. Sonra Hz. Peygamber bunların yanına geldi. Onlara;
- Şöyle şöyle diyenler siz misiniz? Dikkat ediniz! Allah'a yemin ederim ki, Allah'tan en ziyade korkanınız ve ona karşı gelmekten en fazla sakınanınız benim. Böyle iken ben bazen oruç tutuyorum, bazen de tutmuyorum. Namaz kılıyorum, uyuyorum ve evleniyorum. Eğer bir kimse benim sünnetimden yüz çevirirse o kimse benden değildir, buyurdu. (Buhari ‘‘Nikáh’’ 1)
Hz. Peygamber'in en önemli özelliklerinden birisi de, din ve dünya işleri arasında ideal bir uyum kurmasıdır. Bir Hıristiyan olan müşteşrik M.G.Demombynes, ‘‘Muhammed’’ isimli önemli eserinde, İslamiyet'in Hıristiyanlığa üstünlüğünü ve Hz. Peygamber'in başarısının sebeplerini şöyle anlatıyor: ‘‘İsa'nın vaazında öbür dünya için hazırlık, bu dünyanın nimetlerinden vazgeçmekle başlar. İslam'da ise kesinlikle böyle bir şey yoktur. İslam'a göre, iyi bir şekilde kullanmak şartıyla hiçbir nimet kötü değildir.’’
* * *
Kur'an-ı Kerim ve Peygamber'in önerdiği dini hayat her yönüyle kolaylıktır. Dini ve ibadetleri zorlaştıran, dolayısıyla hem dini, hem de kendisini çıkmaza sokan Müslüman'ın kendisidir. Sahabe döneminde olduğu gibi bugün de bunun örneklerine rastlamak mümkündür. Şüphesiz ibadetten maksat nefsi öldürmek değil, bilakis ona canlılık kazandırmak ve onu Allah'ı görüyormuş gibi ibadet etmek anlamına gelen ‘‘ihsan mertebesi’’ne yükseltmek, kötü eğilimlerden koruyarak ona ‘‘istikamet’’ kazandırmaktır.
Diğer yandan ibadetler ne dünyevi menfaatler elde etmek için, ne de fizyolojik veya sosyolojik bir gaye için yapılır. İbadet sadece Allah'ın rızasını kazanmak gayesiyle yapılır. Bu da ancak içine riyanın girmediği, samimiyetle yapılan ibadetlerle mümkün olabilir.
İnsanın bütün ihtiyaçlarının, onun fıtratına en uygun şekilde karşılanması gerekir. Allah'a ibadet insan için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın da en doğru ve sağlıklı şekilde giderilmesi, Hz. Peygamber'in ibadet hayatının ve bu konudaki tavsiye ve uyarılarının bilinip iyi değerlendirilmesi ile mümkün olur.
Allah'a yaklaşma adına dünyadan el etek çekerek, bekár yaşamayı prensip edinmek olan ‘‘ruhbaniyet’’, takva ölçüsü değildir ve dinimiz bunu şiddetle reddetmiştir. Yukarıda ifade edildiği gibi bu anlayış Hıristiyan kaynaklıdır ve Hz. Peygamber'in sünnetine de aykırıdır.
* * *
Açıkça görüldüğü gibi, dine ilavede bulunmak, dini kendine zorlaştırmak, aşırılığa gitmek demektir. Bunun karşısında dini kolaylaştırmaya çalışmak adına dinin birtakım esaslarını emir ve yasaklarını çeşitli bahanelerle kaldırmaya, değiştirmeye çalışmak da aşırılıktır ve dinimizce reddedilmiştir.
Sonuç olarak şu söylenebilir: Kur'an-ı Kerim'in anlattığı, Hz. Peygamber'in hayatında tatbik ederek, yaşayarak bize örnek olduğu ve sahih hadis kaynaklarıyla bize ulaşan İslam dini, orta yolun ta kendisidir. Hangi sebeple olursa olsun onun dışına çıkmak aşırılığa kaçmak demektir ki, dinimiz bunun her türlüsünü reddetmiştir.
SORALIM ÖĞRENELİM
Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri yenilir mi? Başına tabanca sıkılarak bayıldıktan sonra kesilen hayvanın eti helal midir?
Ahmet Usta ALMANYA
Ehl-i kitap (Yahudi ve Hıristiyanlar) tarafından usulüne uygun şekilde kanı akıtılarak kesilen hayvanların etlerinin yenilmesi caizdir. Başına tabanca sıkılarak kesilen hayvana gelince, bu ameliye icra edildikten hemen sonra, henüz ölmeden kesilirse etinin yenilmesi sakıncalı değildir. Öldükten sonra kesilirse yenilmez, haramdır.
Namaz kılmayan bir kimsenin orucu kabul olmaz denilmektedir. Bu söz doğru mudur?
Muhsin Albayrak HOLLANDA
Namaz ve oruç ayrı ayrı ibadetlerdir. Namaz kılmak, orucun sıhhatinin şartlarından değildir. Orucunu tutan kimse oruç borcunu ödemiş olur.
Ben namazımı başı açık kılıyorum. Namazıma bir zararı var mı?
Salih Okumuş İSTANBUL
Başı açık namaz kılmakta bir sakınca yoktur.
Yazının Devamını Oku 
1 Ağustos 2003
<B>KUR'AN'</B>ın üzerinde yoğunlaştığı en önemli ve öncelikli konu hiç şüphesiz <B>‘‘Allah'ın varlığını ve birliğini’’</B> yani <B>‘‘Tevhid’’</B>i anlatmaktır. Kur'an, Allah'ın varlığını ve birliğini anlamakla başlar ve onunla son bulur. Yüce kitabımız Kur'an-ı Kerim, Allah'ın birliği inancına gerçek anlamını yüklemiş ve her peygamberin bu itikadı öğrettiğini ve bütün dinlerin bu esaslı itikada dayandığını bildirmiştir. Her peygamberin gönderildiği millete ilk sözü, ‘‘Allah'tan başkasına kulluk etmeyin, çünkü ben sizin elem verici bir günün azabına uğramanızdan korkuyorum’’ (Hud, 26, 84) demek olmuştur. Bunun anlamı da ‘‘Tevhid’’dir.
Yani bütün peygamberler evrensel bir akide olarak insanlara bu inancı tebliğ ve telkin etmişlerdir. Bu vakıa Kur'an-ı Kerim'de şöyle açıklanmıştır: ‘‘Ey Muhammed, senden önce, hiçbir peygamber göndermedik ki, 'Benden başka Tanrı yoktur, o halde bana kulluk ediniz' diye vahyetmiş olmayalım.’’ (Enbiya, 25) Fakat yine Kur'an, bu itikada her dinde şirk karıştığını haber vererek, İslam'ın bu itikada asıl saffetini vermiş olduğunu ve bütün insanların bu esas itikada sarılmaları gerektiğini, insanların ancak bu tertemiz itikada sarılmak sayesinde anlaşılabileceklerini ve kurtuluşa erebileceklerini beyan etmiştir.
* * *
‘‘De ki: Ey kitap ehli, gelin aramızdaki ortak bir sözde birleşelim: Yalnız Allah'a kulluk edelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah'ın dışında kimimiz kimimizi Rab edinmesin.’’ Eğer yüz çevirirlerse, ‘‘Bizim Müslüman olduğumuza şahit olun deyin.’’ (Al-i İmran, 64). Bu ayet yeryüzünde bütün milletlerin çeşitli dinlerdeki ortak esasları bularak anlaşmalarını istiyor ve asıl ortak esasın, insanlık álemi tarafından kabul olunacak dinin başlıca itikadı olduğunu ifade ediyor. Dinler arasındaki gerçek ve ortak esas, bütün peygamberler tarafından bildirilen tevhid itikadıdır. Onun için Kur'an-ı Kerim her şeyden önce, bu itikadı tüm berraklığıyla ihya etmiş ve onu bütün kemali ile yaşatmıştır.
Tevhid (Allah'ın birliği) akidesi, yeryüzündeki bütün dinler arasında ortak esas ve insanlar arasında anlaşmayı sağlayacak en sağlam temeldir. Bu temel bütün ruhani bilgilerin ana kaynağı ve ruhani gerçekleri kavrayışın esas dayanağıdır. Bütün ahlaki erdemlerin ve yararlı faaliyetlerin temel taşıdır. Bu itikada sarılanlar, yanılabilirler ve birtakım suçlar işleyebilirler. Fakat yargılayıcı ve esirgeyici kudretin kendilerini muhafaza ettiğini ve kurtardığını, onları af ve mağfiretiyle her zaman destekleyip ayağa kaldırdığını ruhlarının derinliklerinde hissederler. Yeter ki, bu itikat, ruhlarında bütün netlik ve samimiyetiyle yaşasın ve içlerini aydınlatsın.
* * *
Kur'an-ı Kerim'in tevhid inancını yaymaya başladığı dönemde dünya türlü türlü karanlıklar, sapıklıklar ve şirk içinde yüzüyordu. Şirk bütün dünyayı kaplamış ve insanlığın ruhunu bozup çürümeye uğratmıştı. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.s.) her şeyden önce şirke karşı amansız bir savaş açmış ve onun kökünü kurutmak için mücadele vermiştir. Nitekim O'nun Mekke'de yaşadığı on üç yıl içinde bütün gaye ve hedefi şirke karşı açtığı savaşı tamamlamak ve bu yolda insanların kurtuluşu anlamına gelecek nihai neticeyi almaktı. İnsanlığın en büyük kurtuluş savaşı bu savaştı. Çünkü O'nun alacağı bu önemli sonuç, ruhları körelten, dimağları çürüten, ayakları zincirleyen, kısaca insanlığı geriliğe mahkûm eden bütün engelleri ortadan kaldıracak ve insanlık gerçek anlamda hürriyete kavuşacaktı.
SORALIM ÖĞRENELİM
Adak kurbanının etinden adak dileyen kişi yiyebilir mi?
Halil Acar-Artvin
Adak kurbanının etinden, adağı yapan kişinin yemesi caiz olmadığı gibi, babası, nineleri, dedeleri, çocukları ve dinen zengin sayılan kimseler yiyemezler. Adak kurbanının etini bu sayılanlar dışında kalan ve fakir olan kimseler yiyebilirler.
Kutup bölgesinde namaz nasıl kılınır?
Yusuf Gülmez-İngiltere
Namaz vakitlerinin tamamının veya birkaçının teşekkül etmediği kutup bölgelerinde namaz, oruç gibi vakte bağlı ibadetler, o bölgelere en yakın ülkelerin vakitlerine göre takvim ve saatle takdir edilmek suretiyle kılınabilir.
Borç para alarak umreye gitmenin bir sakıncası var mıdır?
Ahmet Uğuroğlu-Hollanda
Umre nafile bir ibadettir. Borç para alarak umreye gitmek doğru olmaz.
Kardeş çocuklarının evlenmesinde dinimizce bir sakınca var mıdır?
Gülbahar Serten-Diyarbakır
Kardeş çocuklarının (dayı, hala, amca) birbirleriyle evlenmeleri dinen caiz olmakla birlikte, uygun olan yakın akraba ile evlenmemektir.
Yazının Devamını Oku 
25 Temmuz 2003
<B>FRANSIZCA</B> asıllı bir kelime olan reenkarnasyon, ölümden sonra ruhun yeniden insan vücuduna gelmesi, tekrar bedenlenme inancı ve nazariyesidir. Reenkarnasyon nazariyesinin temelini adalet için eşitlik görüşü oluşturmaktadır. Buna göre, ‘‘İnsanlar farklı imkán ve kabiliyetlerle dünyaya gelmekte ve süre bakımından da çok farklı hayatlar sürmektedirler. Bu nedenle, ruhlar eşit olarak dünyaya gönderilmemişlerdir. İşte bu adaletsizlik ve eşitsizliğin giderilmesi, ruhların eşit ve adil bir tekamül seviyelerine ulaşmaları için tekrar bedenlenme bir ihtiyaçtır. İnsanların yaşama süreci, imkán ve kabiliyetlerindeki bu eşitsizlikler ancak tekrar tekrar pek çok kez bedenlenme, yani reenkarnasyon olayı ile giderilebilir ve adalet gerçekleşebilir’’.
Reenkarnasyonun Hint düşünce sistemiyle de yakın ilgisi vardır. Tenasüh inancının Hindistan'da neşv-ü nema bulması, oradaki hayat tarzıyla yakından ilgilidir. Kast sisteminin hákim olduğu Hinduizm'de, dünyada iken kendi kastını, sınıf ve tabakasını değiştiremeyen Hindu'ya, tenasüh inancı bir teselli olarak sunulmuştur. Bu anlayışa göre Hintli, mevcut düzene isyan etmeden itaat etmek suretiyle daha sonraki hayatında daha üst tabakalara yükselme imkánına sahip olacak, aksi takdirde hayvan veya bitki olarak tekrar dünyaya gelecektir.
* * *
İran, eski Mısır ve Yunan'da da yorum farklılıklarıyla bu inanca rastlanmaktadır. İslam dünyasında ise Batinilik mezhebinde ve özellikle Nusayriler ve Yezidiler arasında görülmektedir. Ülkemizde Hatay civarı bu inanca sahip olanların yoğun olarak yaşadığı yerdir. İslam dini başta olmak üzere, diğer semavi dinlerin de reddettiği bu inanç ayrıca gözlem konusu da değildir. Delil olarak ileri sürülen şeyler kişilerin sözlerine ve bu sözlerin doğruluk derecesine bağlıdır. Bu konuda çalışan İ.Stevenson bine yakın vaka tespit ettiğini ileri sürmüştür. Beş milyar insan içinde yüze yakın vaka çok küçük kalmaktadır. Bununla beraber buna inanan insanlar da vardır.
Bakara ve Mü'min surelerindeki bir ayetten hareketle, bazı araştırmacılar İslam'da reenkarnasyonun olduğunu ileri sürmektedirler.
Bakara suresinin 25. ayetinde ‘‘Allah'ı nasıl inkár edersiniz? Siz ölüler idiniz, O sizi diriltti, sonra öldürecek ve yine diriltecektir, sonra da O'na döndürüleceksiniz’’, Mü'min suresinin 11. ayetinde ise, ‘‘Dediler ki: Rabbimiz bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi (şu ateşten) çıkmak için bir yol var mıdır?’’ buyurulmaktadır.
* * *
Birinci ayette söz edilen iki ölüm ve iki dirilme ile ikinci ayette sözü edilen ‘‘Bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin’’ ifadelerindeki ilk dirilme, yaşadığımız dünya hayatıdır. Bundan sonraki dirilme de ahiretteki dirilmedir. Çünkü bu dirilmeden sonra Allah'a döndürülme söz konusu edilmektedir. Burada dikkati çeken ve açıklanması gereken husus, ‘‘Siz ölüler idiniz’’ ibaresidir. Mevt, ölüm kelimesi Arapça'da hayatın karşıtı anlamında kullanılır, nitekim Nahl suresinin 21. ayetinde, putlarla ilgili olarak ‘‘Canlı olmayan ölülerdir’’ denilmektedir. Kur'an'da hayatta olmama, ölüm ile ifade edilmektedir. Ölümün olduğu yerde hayat, hayatın olduğu yerde ölüm yoktur. Ayetteki ‘‘Siz ölüler idiniz’’ ifadesini, ‘‘Henüz dünya hayatına gelmemiştiniz, hayat sahibi değildiniz veya toprak, nutfe vb. maddeler halindeydiniz veyahut hiç yoktunuz’’ şeklinde anlamak yerinde olur. Bu ifadenin ‘‘hayatta olmayanlar’’ anlamına kullanıldığı açıktır.
Bununla birlikte, Kur'an-ı Kerim'de tekrar bedenlenmenin, yani reenkarnasyonun olmayacağına dair kesin deliller de bulunmaktadır. Mü'minun suresinin 99-100. ayetlerinde Yüce Allah, ‘‘Onlardan birine ölüm gelince, Rabbim, beni terk ettiğim dünyaya geri çevir, belki yapmayıp noksan bıraktığımı tamamlar, iyi işler işlerim, der. Hayır, bu kendi sözüdür. Diriltilecekleri güne kadar arkalarında (veya önlerinde) geriye dönmekten alıkoyan bir berzah (engel) vardır’’ buyurmaktadır.
En'am suresinin 27. ve 28. ayetlerinde de, ‘‘Onların, ateşin kenarına getirilip durdurulduklarında, keşke dünyaya geri döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve inananlardan olsaydık, dediklerini bir görsen. Hayır, daha önce gizledikleri onlara göründü. Eğer geri döndürülseler, yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar yalancılardır’’ buyrulmaktadır.
* * *
Kur'an-ı Kerim'de insanın ruh-beden bütünlüğü esas alınır ve orada ne ruh öne çıkarılarak beden ihmal edilir, ne de bedene bir imtiyaz tanınır. İnsan, ruh ve beden olarak, hayati bir bütün şeklinde yaşar ve ölümden sonra dirilmeyle yine ruh ve beden olarak ebedi ahiret hayatını ölümsüz bir şekilde yaşamaya devam eder.
SORALIM ÖĞRENELİM
Suni tohumlamada dini yönden sakınca var mıdır?
Ahmet Serinyalı/ADANA
Sığır ve koyun cinslerinin ıslahı, verimlerinin artırılması amacıyla bunların kendi cinslerinden daha iyi ve daha verimli cüsse ve cinste olan koç ve boğaların tohumları ile suni tohumlama yapılmasında dinen bir sakınca yoktur.
Bir malın satışında aracılık ederek komisyon alınmasında İslam'ın bakışı nedir?
Feyzan Çelik/İSTANBUL
Bir malın satışında aracı olan kimse, alıcı veya satıcı yahut her ikisinden aralarında tespit edilen ücreti alır. Bir ücret belirlenmemişse bu konudaki uygulama ve örfe göre kendisine ücret verilir. Malı, sahibinin belirlediğinin fazlasına satarsa bu fazlalık mal sahibine ait olur.
İslam'da mevlit zorunluluğu var mıdır?
Sadriye Dağıstanlı/KONYA
Mevlit, Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (S.A.V.) hayatının bazı safhaları ile yüce ahlakını ve bir kısım mucizelerini anlatan bir şiir mecmuasıdır. 15. asrın başında Süleyman Çelebi tarafından yazılmıştır. Mevlit okumak veya okutmak farz, vacip, sünnet veya müstahak, yani dini yönden yapılması gereken bir görev değildir. Ancak okumak veya dinlemekle gönlümüzde Peygamberimizin sevgisini tazelediği, ona ve sünnetine olan bağlılığımızı artırdığı, kuvvetlendirdiği ve bizde dini heyecan uyandırdığı için faydalıdır.
Yazının Devamını Oku 
18 Temmuz 2003
DOĞAYI ve Hayvanları Koruma Derneği Genel Sekreteri Sayın Nesrin Çıtırık gönderdiği faksta özetle, bazı şehirlerde köpek ve horoz dövüşü yaptırdıklarını ve hayvana dövüş kabiliyetlerinin geliştirilmesi için sahipsiz hayvanların ayakları ve ağızları bağlanarak hayvanın önüne konularak antrenman yapıldığını, ayrıca çocuklarımızın ruhsal durumunu etkileyeceği için yazmak istemediğim birçok kötü davranışlarını belirtmiş. Allah'tan başka sahibi olmayan bu çaresiz yaratıklar için benden yazı yazmamı ve halkı uyarmamı istemiş. Sayın Nesrin Çıtırık Hanım'a bu duyarlılığından dolayı teşekkür ediyorum. Ayrıca geçtiğimiz günlerde doğaya ve tüm canlılara saygı yürüyüşü düzenleyerek çevre sorunlarına tüm yurttaşlarımızın dikkatini çekmek amacıyla hayvanlarla birlikte yürüyüş tertipleyen Şişli Belediye Başkanı Sayın Mustafa Sarıgül'ü bu güzel davranışından ötürü kutlar, bu gibi faaliyetlerin diğerleri için de örnek olmasını diliyorum. Başkanlığım döneminde hayvanların korunması ve işkence edilmemesi konusunda genelge, TV'lerde program, basın açıklamaları, yazı vb. yapmamıza rağmen insan diye adlandırdığımız yaratılışında, akıl, vicdan ve merhamet bulunan kişilerin halen bu davranışları yapmalarına çok üzüldüm.
İnsanlara hayatlarıyla ilgili her konuda rehber olan İslam dini, hayvanlarla ilgili olarak da temel esaslar ve hükümler va'zetmiştir. Kur-an'ı Kerim'de, Cenab-ı Hakk'ın varlığı, birliği ve kudreti anlatılırken, çeşitli vesilelerle insanların yakın çevresinde bulunan hayvanlardan ve bunların yarıtılışından da bahsedilmekte ve bunlardan ibretler alınması istenmektedir. Bununla ilgili bir ayetin meali şöyledir:
‘‘Yerde yürüyen hayvanlar ve iki kanadıyla uçan kuşların hepsi sizin gibi bir ümmettirler (yani topluluklardır). Biz bu kitapta hiçbir şeyi noksan bırakmadık. Sonra ancak onlar toplanıp Rablerine gelirler.’’ (En'am 38)
Sevgi, İslam'ın özü, varoluşun sebebidir. Kainattaki her şey sevgiden doğmuş, sevgiyle var olmuştur. Bu anlayış ise, dinin merkezine insan sevgisini koymaktadır. Yunus Emre'nin veciz ifadesiyle ‘‘yaratılanı yaratandan dolayı sevmek’’ bu duyguyu en güzel şekilde dile getirmektedir.
İslam'ın sevgisi sadece insanlarla sınırlı değildir. Hayvanları, bitkileri hatta canlı olan her şeyi sevmek, onları Allah'ın yarattığı bir varlık olarak görmek ve onlara Allah için değer vermek, İslam'ın getirdiği prensiplerdendir. Bu sebeple İslam'da bir karıncayı incitmek daha insani ve İslami olmayan bir davranış olarak kabul edilmiştir.
Sevginin insanın dışında yöneleceği en önemli varlık, bir annenin çocuğuna olan şefkátinden kullarına daha yakın ve şefkátli olan Yüce Allah'ın, canlı varlıklar arasında insanlara en yakın olarak yarattığı hayvanlardır. İnsan türünün hayatını kolaylaştırmaya yönelik katkılarının ötesine geçerek, hayvanlara sırf Allah'ın yarattığı varlıklar nazarıyla bakmalıyız. Çocuklara gelişim çağlarında hayvan sevgisinin aşılanması çok önemlidir. Hayvan sevgisinden mahrum büyüyen bazı çocuklarda birtakım davranış bozukluklarının gözlemlendiği uzmanlarca ifade edilmektedir. Hayvanları sevmeyenlerin insanları sevmesi zordur.
Yüce dinimiz, hayvan sevgisini bir insanın ulaşabileceği en büyük mutluluk olan cennete girmenin bir vasıtası olarak görmektedir. Hz. Peygamberimiz evinde kedisini hapseden ve açlıktan ölmesine vesile olan kişiyi cehennemlik, çölde susuzluktan kıvranan bir köpeği pabucuyla sulayan kimseyi de cennetlik olarak takdim etmiştir.
Yine Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) hayvanların insanlar üzerinde hakları bulunduğunu ve hayvanlara iyi muamele yapılmasının gerektiğini dikkatlerimize sunmuştur. Bu ilkelerin insanların insan yerine konulmadığı dönemlerde insanlığın dikkatine sunulmuş olması, gerçekten manidar olup İslam'ın ilahi boyutunu işaretlemektedir.
Esasen Cenab-ı Hakk'a itaat, yaratıklara (insanlara ve diğer mahlukata) iyi muamele, dinin temel ilke olarak vaz'ettiği bir kaidedir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: ‘‘Merhametten nasibi olmayanın hayırdan da nasibi yoktur.’’
Yüce Allah'ın umumi rahmetinin bir parçası olarak insana verilen merhamet,
Yeri gelir
Göz pınarlarından akar ve katılaşmış yürekleri sulayarak yumuşatır
Yeri gelir,
Çaresize çare olur,
Ve merhamet
Yeri gelir,
Sokaktaki kedinin önüne konulan bir parça ekmek,
Ya da,
Sahipsiz kalmış bir köpeğe barınak olur.
Sahipsiz hayvanların sokaklardan toplanarak barınma yerlerinde bakım altına alınmaları, ilahi rahmetin beşeri merhamete dönüşmesidir ki, böyle bir davranış sevindirici ve takdire layık olmasının yanında medeniliğin de bir gereğidir.
Bununla birlikte bugün için vicdanlara emanet edilmiş bulunan bu sevimli dost varlıkları, hukukun koruması altına almak, medeniyetle erişilen zirveye işaret edecektir.
Hayvanların korunması için vakıflar kuran, evlerinin dış cepelerine her biri sanat şahikası olan kuş evleri yaptıran ecdadımızı da bizi de besleyen kültür damarı aynıdır. Geçmişte ecdadımızın sergilediği çok yüksek sevgi ve idrak sevgisini gösteren davranışları sergilemekten bizim ne eksiğimiz var?
Medeniyetimizin sevgi ve merhamet medeniyeti olduğunu ispat etmeliyiz. Bunun da yolu hayvanlara iyi muamele etmekten geçer.
SORALIM ÖĞRENELİM
Oğlumuzun nişan töreni Temmuz 2003'te yapıldı. Önümüzdeki ramazan ayını dikkate alırsak akabinde Ramazan Bayramı ve Kurban Bayramı arasındaki tarihlerde nikáh ve düğün caiz midir? Yoksa bu bayramların geçmesini bekleyip ileriki bir tarih mi belirlemeliyiz?
A.Levent Yel/İstanbul
Halk arasında söylenmekte olan iki bayram arası nikáh yapılmaz sözü yanlış bir anlamadan kaynaklanmıştır. Bu itibarla ramazan bayramı ile kurban bayramı arasında düğün yapılmasında ve nikáh akdinde dinen bir sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber, Hz. Ayşe ile şevval ayında evlenmiştir.
Kolonyayı elimize döktükten sonra namaz kılmamız caiz midir?
Nurettin Şenyurt/Sivas
Kolonya ve ispirto necis değildir. İçilmesi dışında kolonyanın alım satımında temizlik ve başka işlerde kullanılmasında bir sakınca yoktur. Vücuduna, elbisesine kolonya dökülen bir kimsenin bu kısımları yıkamadan namaz kılmasında bir engel yoktur.
Ölen için mezar yaptırmak dinde mecburi midir?
Fırat Demir/Van
Ölen bir kimsenin defnedildiği yerin kaybolmasını önlemek için, israfa varmamak şartıyla basit bir mezar yaptırılmasında dinen bir sakınca yoktur. Mezar için yapılan harcamaların ölü ve diri için hiçbir yararı bulunmadığından, büyük paralar sarf ederek mezar yaptırmak israftır, israf ise dinimizde haramdır.
Yazının Devamını Oku 
11 Temmuz 2003
<B>YOL </B>dinlerde, edebiyatta, günlük yaşantımızda sıkça tekrarlanan sembolik bir kavramdır. İnsanın Allah'a yaklaşması, bu dünyanın gidişi hep bu sembolle anlatılmaktadır. İsa Peygamber, insanları Allah'a götürmekle vazifeli olduğunu göstermek için ‘‘Ben yolum’’ demişti. Yüce Allah, İslam'ı ‘‘Doğru yol’’ olarak nitelemektedir: ‘‘Şüphesiz bu benim dosdoğru yolumdur. Buna uygun başka yollara uymayın. Zira o yollar sizi Allah'ın yolundan ayırır.’’ Bir başka ayette, ‘‘Biz insana yolu gösterdik; ya şükreder ya da nankör olur’’ buyurulmuştur.
İslam, duraklama, yerinde sayma ve monotonlaşmaya şiddetle karşıdır. O tabilerinden devamlı hareket ve sonsuz bir faaliyet ister. Yol yürümek içindir. Büyük dinlere ait aşk mistiklerinde insan meleklerden daha üstündür. Çünkü melek duran, insan ise yürüyendir. O ilerliyor, deliyor, yükseliyor ve dünyayı yenileştiren hareketi sağlıyor.
Mevlana, Seyahat şiirinde, daima ilerlemeyi şu mısralarla ne güzel işlemiştir:
‘‘Ağaç, ayak ve kanatla hareket etse,
Ne testerenin derdi ne de baltanın darbesini çekerdi.
Güneş, kanatlarıyla her gece gitmese,
Dünya sabahları nasıl aydınlanırdı?
Acı su denizden ufuklara gitmese,
Sel ve yağmurla gülistanın hayatı nereden gelirdi?
Damla kendi vatanına gidip döndü,
Bir sedefe tesadüf edip inci oldu.
Yusuf, babasından ayrılıp ağlaya ağlaya seyahate çıkmadı mı?
Seyahatte saadet, mülk ve zafer kazanmadı mı?
Mustafa, Medine tarafına seyahat yapmadı mı?
Orada saltanat bulup yüz diyarın sultanı olmadı mı?
Ve eğer ayağın yoksa kendi içine seyahati seç,
Yakut maden gibi eserin şualarını kabul et!
Kendinden kendine seyahat yap ey hoca,
Çünkü böyle bir seyahatten dolayı toprak, altın madeni oluyor.’’
* * *
Yolculuk daimi inkişaf, benliğin sürekli açılması demektir. Maddi bir seyahate çıkanın görgüsü nasıl artarsa ve böylece yeni değerler kazanırsa, manevi bir harekette bulunan insan da álemin bütün kıymetlerini benimsemek suretiyle büyüyüp her zaman, kendi içinde bulunan imkánlarını genişletmek fırsatını elde eder. Yani insan gayret göstermezse, içinde yatan zenginlikleri işlemezse, ilerlemekte olan hayata içten gelen bir hamleyle katılmak arzusunu duymazsa ruhu sertleşir, taş gibi olur, kendisi de ölü bir cisim haline gelir. Onun için seyahat, yaşamın ön şartıdır. ‘‘Yürürsem varım, yürümezsem yokum’’ diyen Muhammed İkbal, Descartes'in ‘‘Düşünüyorum, o halde varım’’ görüşüne kendi bakış açısından ‘‘Harekette bulunduğum için varım’’ şeklinde cevap verir.
Bu yolculuk sanıldığı kadar kolay değil. Yunus Emre;
‘‘Bu yol uzaktır,
Menzili çoktur,
Geçidi yoktur
Derin sular var’’ diyerek yolun zorluklarını dile getirmiştir.
Bu yolda dert vardır, ıstırap vardır, çile vardır. Kuran şöyle buyuruyor: ‘‘Bizim uğrumuzda ceht ve gayret gösterenleri yollarımıza ulaştırırız.’’
* * *
Ünlü Alman şair ve düşünür Geothe bir dörtlüğünde;
‘‘Uzun ince bir yol, azmedersen geçmeye o yol biraz genişler,
Fakat yürüdükçe yılanların hışmını celbedersin,
Sen yolun sonuna geldiğinde o korkunç engeller
Çiçeğe dönüşür. Bütün zorluklardan azade.’’
Şair burada uzun ince bir yoldan söz etmektedir. Bu yolda hırs, tamah, kıskançlık gibi yılanlar (kötü huylar) yürümeye engel olmaya çalışırlar. Ancak azimle, sabırla geri dönülmez ise yol genişler, engeller kolaylıklara dönüşür.
Yolun uzun, zahmetli olduğunu görünce sakın durma, arkana bakmadan yürü! Bu yolda bir konakta durmak, gerilemek demektir. Bu yol uluhiyetin sonsuz derinliklerinde hiç bitmeyen bir yoldur.
Rafine edilen ruhun yükselmesinin sembolü olan miraç motifi bu yolun ilahi huzura kadar devam eden bir yolculuğun işareti değil midir?
O halde yürü, yol yürümek içindir. Hedefe ulaşanların yürüyenlerden olduğunu unutma!
Aşk rehberin; akıl pusulan; iman sermayen; amel azığın; sevgi yakıtın; ahlak karakterin; edep aksesuvarın; merhamet sıfatın; şeref ve adın izzeti nefsin olsun.
Yolun açık olsun!
SORALIM ÖĞRENELİM
Cuma namazına gitmesi mümkün olmayan kimselerin ne yapmaları gerekir?
Cemil Özçiçek-KONYA
Çalıştıkları işyerinden, cuma namazı kılmak için ayrılmaları mümkün olmayan kimselerin bulundukları yerde o günkü öğle namazını kılmaları gerekir.
Bir Müslüman'ın, kendi mezhebinde olmayan bir imama uyarak namaz kılması caiz midir?
Mustafa Yıldız-İSTANBUL
Cemaat ile kılınan namazların sahih ve caiz olması için, imam ile cemaatin aynı mezhepten olmaları gerekmez. Şafi mezhebinde olan bir imama Hanefi mezhebine mensup cemaatin uyması caiz olduğu gibi, bu durumun aksi de caizdir.
Bir kimsenin uzun zaman eşinden ayrı kalması nikáhını bozar mı?
Melahat Süver-ALMANYA
Bir kimsenin eşinden uzun süre ayrı kalması sebebiyle nikáhı bozulmaz. Bu itibarla bir araya geldiklerinde nikáhlarını yenilemeleri gerekmez.
Yazının Devamını Oku 