Mehmet Nuri Yılmaz

Recm cezası üzerine

23 Temmuz 2004
<B>OKUYUCULARIMDAN </B>gelen birçok soru üzerine bu haftaki sohbetin konusunu recm olayına ayırdım. Umarım bu konu iyi anlaşılır. Çünkü bu konu üzerinde birçok tartışmalar yapılıyor ve halkımızın ikileme düşmesine neden oluyor. Zina bütün dinler ve hukuk sistemleri tarafından yasaklanmış ve suç kabul edilmiş bir fiildir. Bu fiile, İslam öncesi bazı kültürlerde sürgün, para cezası, elleri bağlayarak suya atma, cinsel organın kesilmesi, idam veya yakmak suretiyle öldürme gibi çeşitli cezalar tatbik edilmiştir. Tevrat’ta ise bu fiili işleyenlerin cezası, bazı hallerde recm olarak belirlenmiştir.

Kuran, zina fiilini adi ve iğrenç bir suç olarak nitelendirmiş, zina edenleri cehennemle uyarmış ve bu fiilin dört tanıkla subuta erebileceğini ifade etmiştir. Olayın bu kadar detaylı olarak ele alındığı Kuran’da recm (taşlayarak öldürme) gibi insan hayatını yok eden bir hükmün ihmal edilmesi asla düşünülmez.

Şu halde İslami kaynaklarda zina eden evlilere öngörülen ceza olarak yer alan recm cezası, Kuran-ı Kerim’de mevcut değildir. Kuran’da zina suçuna verilen ceza, evli-bekár ayrımı yapılmadan yüz sopadır.

* * *

Hz. Peygamber zamanında tatbik edilen sınırlı sayıdaki recm cezası da Kuran’ın ilgili ayeti henüz inmediği için Tevrat’ın hükmüne göre uygulanmıştır. Rivayetlerden, Hz. Peygamber’in bu cezalandırmalarda isteksiz davrandığı, hatta suçlarını itiraf eden bazı kimseleri ısrarlı geri göndermeye çalıştığı anlaşılmaktadır.

Ceza uygulananlar, genelde suçlarını kendileri itiraf etmişler, hatta bazıları gerekli cezanın verilmesinde ısrarlı olmuşlardır. Bütün bunlar dikkate alındığında Hz. Peygamber’in böyle ağır bir cezayı uygulamak istemediği sonucuna varılabilir.

Tevrat’ta yer alan bu ceza yerine Kuran’da çok daha hafif bir cezanın öngörülmesi, ilahi kaynaklı olsa bile, daha önceki hükmün Allah tarafından değiştirilmiş olduğunu göstermektedir. Nitekim bazı alimler de recmin celde(sopa) ayetiyle neshedildiğini (hükmün kaldırıldığını), celde ayetinin evli-bekár herkesi kapsadığını ifade etmiştir.

* * *

Zina yapan kölelere cezanın yarısının verilebileceğini bildiren Nisa Suresi’nin 25. ayeti dikkate alınırsa, zina cezasının bölünemeyen recm değil, bölünebilen sopa cezası (elli sopa) olduğu anlaşılmaktadır.

Bu durumda, İslam alimlerinin recmin evlilere, yüz sopanın ise bekárlara uygulanacağı görüşlerinin tatmin edici olmadığı görülmektedir. Çünkü bu takdirde zina eden evli kölelere de recm uygulanması gerekir. Halbuki Kuran, bu cezayı hürlerin yarısı olarak belirtilmiştir ki bu da elli sopadır.

Yeri gelmişken şunu ifade edeyim ki Kuran’daki cezalar insanlara işkence vermek için değil, bir nevi insanlığı ıslah etmek için vazedilmiştir. Kuran’ın amacı budur. Kuran bir rahmet kitabıdır. İnsanları mutlu etmek için gönderilmiştir, işkence çektirmek için değil.

O günkü ortamda insanların ibret alması ve zinaya ilgi duyanların bu emellerinden vazgeçmeleri için yüz sopa vurma cezası uygulanmış ve maksat hasıl olmuştur. Bu cezanın her zaman ve her mekánda aynen uygulanması gerekmez. Önemli olan suçun cezasız kalmaması ve insanların zinadan uzak tutulmasıdır.

* * *

Sonuç olarak, recm, bedeni cezaların egemen olduğu eski çağlarda uygulanan, Hz. Peygamber’in döneminde de Tevrat’ın hükmü olarak sınırlı sayıda tatbik edilen bir cezadır.

Kuran’ın zina edenlere öngördüğü yüz sopa cezasıyla uygulamadan kalkması gerektiği halde, evlilere tahsis edilerek fıkıh kitaplarımızda korunmuştur. Günümüzde evrensel hukuki normlar da dikkate alınarak Kuran’da yer almayan böyle ağır bir cezanın İslam adına uygulanması doğru değildir.

SORALIM ÖĞRENELİM

Yaz tatilinde Tunus’a gittik. Orada çekirge yiyorlar. Bu olay alışık olmadığım için çok garibime gitti. Dinimizce çekirge yemenin bir sakıncası yok mu?

Nilgün Temiz-ALMANYA

İbn-i Ömer’den rivayet edilen bir hadise göre, çekirge yenmesinde bir sakınca yoktur.

Erkek, eşinin cenazesini yıkayabilir mi?

İbrahim Acar-BURSA

Hz. Fatma vefat edince, eşi Hz. Ali yıkamıştır. Buna dayanarak Ebu Hanife dışında diğer mezhep imamları, erkeğin ölen eşini yıkayabileceği görüşündedirler.

Erkeklerin kaşını düzeltmek amacıyla kıl aldırmasında bir sakınca var mıdır?

Murat Çalık-İSTANBUL

Sizi rahatsız eden bir görünüm varsa kaşlarınızı düzeltmenizde bir sakınca yoktur.

Allah, gökleri ve yeri 6-7 günde yarattı denilmektedir. Açıklar mısınız?

Ruhayet ALP-İSTANBUL

* Kuran’da, ‘Şüphesiz Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır’ (A’raf 54) buyurulmuştur. Ayette geçen gün, bizim anladığımız manada güneşin batışı ile ertesi gün tekrar batışı arasında geçen zaman süresi değildir. Uzun devirler, merhaleler ve çağlar anlamına gelmektedir. Nitekim Sure 32, Ayet 5’te, ‘Bir zaman devresinde bir gün, bin yıl’; Sure 70, Ayet 4’te ise ‘Bir gün, elli bin yıl’ olarak ifade edilmektedir. Şu halde altı gün altı devre demektir ki, ilim de bunu teyit etmektedir.

Erkeklere altın ve ipek haram mıdır? Kadınlarla el sıkışmak caiz midir?

Talat Coşkun-İSTANBUL

Kuran’da erkeklere altın yüzük takmayı, ipekli elbiseleri giymeyi yasaklayan bir hüküm yoktur. Hadis kaynaklarında ise farklı ve çelişkili rivayetler mevcuttur. Bilginlerin çoğu, bunların haram olduğunu ifade eden rivayetler tercih etmişlerdir. Harama neden olarak da ekonomik sıkıntı, israf ve böbürlenmeyi göstermişlerdir. Yani mutlak değil izafi bir yasaklamadır. Aslında bir şeyi helal ve haram kılma yetkisi sadece Allah’a aittir. Hadiste geçen haram ifadesi mekruh, yani uygun olmayan anlamında kullanılmıştır. Nitekim erkeklere kadınlar gibi süslenmek, takılar takmak yakışmaz. Diğer soruda ise erkeklerin kadınlarla tokalaşmalarını yasaklayan bir hüküm yoktur.

Bir arkadaşım mezarın üzerinde oturuyor. Bu davranış doğru mudur?

İlyas MANAS-İSTANBUL

Hz. Peygamber, ‘Mezarların üzerine oturmayın, onlara doğru da namaz kılmayın’ buyurmuştur.
Yazının Devamını Oku

Aydınların sorumluluğu üzerine

16 Temmuz 2004
<B>BİR </B>ülkenin halini ve geleceğini o ülkenin aydınları ve önderleri inşa eder. Ülke yönetiminde idareciler ve devlet adamları kadar, aydın ve entelektüellerin de sorumlulukları vardır. Yöneticiler karar alma ve icra etme sürecinde söz ve sorumluluk sahibi iken, aydınların yol gösterme ve doğruları haykırma gibi ayrı bir sorumluluk alanları vardır.

Onlar da eğer görevlerini bihakkın yerine getirmiyorlarsa, bir toplumu felakete götüren sebeplerden en az yöneticiler kadar pay sahibidirler. Dolayısıyla, sorumluluk idrak ve bilincinin mutlaka kamu görevliliğiyle ve işgal edilen mevkiyle sınırlı olması düşünülemez.

Bu çeşit dar bir anlayış ancak ‘bürokrat aydın’ tipinin sınırladığı ölçüler için söz konusudur. Halbuki çağımızda ‘aydın sorumluluğu’ denilen kavram; dünya, ülke, toplum ve millet meseleleriyle yakından ilgilenmeyi ve bu konuda yakın bir hassasiyet içinde olmayı gerekli kılmaktadır.

* * *

Bir ülke, her şeyden önce ‘insan yetiştirme ortamı’nı en iyi şartlarda oluşturmak zorundadır. Bu da kaliteli bir eğitimle olur. Yeni yetişen nesillerin yetiştirilmesinde eğitimin belirleyici rolünü göz ardı etmek düşünülemez. Eğitim, bir milletin beka ve yükselme davasının adıdır. Güçlü bir eğitim için de güçlü bir ekonomi gerekir.

İktisadi hayat şartlarının aileleri yakından etkilediği, yükseköğrenimin sadece iş ve geçim yolu temin etme garantisi olarak görüldüğü ortamlarda, gerçek manada aydın yetiştirmek çok zor bir olaydır. Hasbi ve idealist aydınların üreteceği yeni düşünce sentezleri, toplumlara ve ülke yönetimine ışık tutacak, imal-i fikir süzgecinden geçirilerek oluşturulan yeni proje ve yorumlar, yöneticilere rehber olacaktır.

İyi yetişmiş aydınlara ve idealist ilim adamlarına sahip olan ülkeler, zor ve sıkıntılı dönemlerini seviyeli insan potansiyelleri sayesinde sühuletle (kolaylıkla) atlatabilme imkánına sahip olmuşlardır. Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu harekátını yönlendiren ve destekleyen aydınların çoğu, ondan birkaç yıl önce başlatılan hızlı ve yaygın okullaşma ve eğitim hamleleri sonunda yetişen insanlardan oluşmaktadır.

İkinci Dünya Savaşı sonunda Almanya’nın ve Japonya’nın on-on beş yıl içinde sağladığı hızlı kalkınmada da aynı etkenlerin katkısı vardır. Bir zamanlar Soomi (Bataklık Ülkesi) diye adlandırılan Finlandiya’nın 20-30 yıl içerisinde kendisini toparlayıp bugün bir enerji devi haline gelmesinde o ülkenin aydın önderlerinin oynadığı rol hafızalardan silinmemiştir.

* * *

Bir ülkeyi bir avuç insanla batırmak da, yüceltmek de mümkündür. Dünya tarihi bu ‘bir avuç insan’ın meydana getirdiği çöküş ve yükseliş örnekleriyle doludur. Onun içindir ki insan malzememizi en iyi kalitede oluşturabilecek yolları ve yöntemleri arayıp bulmaktan başka çaremiz yoktur.

Toplumu kemiren ve çürüten en büyük etkenlerden birisi ‘dalkavukluk’tur. Basiretsiz yönetimler ‘halk dalkavukluğu’ dediğimiz popülizmle ülkelerini felakete sürüklerken, sorumluluktan nasibini alamamış aydınlar da ‘iktidar dalkavukluğu’ yaparak işi idare etmeye, servetlerine servet katmaya çalışmışlardır.

Bunun getirdiği hüsranları insanlık daima acıyla, büyük hayal kırıklıklarıyla yaşamıştır. Bizim de çoğu zaman içine sürüklendiğimiz acı ve hüsranların kökeninde hep bu tutarsız ve kişiliksiz duruşlar vardır.

* * *

Tarihimizde, ülkesini ve milletini seven, bu uğurda en büyük fedakárlıkları gösteren pek çok aydın ve bilgine sahip oluşumuz, geçmişimiz için bir iftihar vesilesidir. Hulefa-i Raşidin devrinden itibaren bilginler, fikir ve görüşlerini yöneticilere çekinmeden ifade etmişler, aykırı tutum ve davranışları korkusuzca eleştirmişlerdir.

Bu şeref sadece on sekizinci asırda fikirleriyle Büyük Fransız İhtilali’ni hazırlayan Batılı mütefekkirlere ait değildir. Ondan asırlarca önce İslam dünyasında Süfyan-ı Sevri, İbn Teymiyye, Maverdi, Kadı Ebu Ya’la, İbn Haldun, İbn el-Kayyum el Cevziyye, Nizamülmülk ve daha nice bilginler ve aydınlar, İslam’ın doğruları ve ülkenin yararı konusunda yöneticileri uyarmışlar, görüşlerini eserler halinde telif etmişlerdir.

Ne zaman ki ‘Gül ve Bülbül’ hakkında Sadabad şiirleri yazılmaya başlanmış, ne zaman ki bazı aydınlar ‘bohem hayatı’nın sevdasına kapılmış, o zaman ‘izmihlal’in (çöküş) yoluna ‘inkisar’ın (hayal kırıklığı) çakıl taşları döşenmeye başlamıştır.

Unutmayalım ki bu coğrafyada yaşama hakkımız ve şansımız her yönüyle çok dikkatli bir duruş, anlayış ve çaba içinde bulunmamızı gerekli kılmaktadır.

SORALIM ÖĞRENELİM

Hac görevimi yerine getirdim. Eğlence amaçlı oyun oynamam sakıncalı mıdır?

Bayram Gürler

Bir menfaat sağlamak söz konusu olmaksızın, sadece vakit geçirmek amacıyla oynanan oyunlar insanın vaktini boşa geçirmesi ve genellikle kumara kapı açması düşüncesiyle mekruh sayılmıştır.

Kuran’da ‘amin’ kelimesi geçiyor mu? Bu kelime ne anlama gelir?

İsa Gümüştekin-İZMİR

‘Amin’ kelimesi Kuran’da geçmemektedir. Ancak Hz. Peygamber’in ‘fatiha’dan sonra ‘amin’ dediği ve bunu ümmetine tavsiye ettiği, hadis kaynaklarında mevcuttur. Duanın kabulünü temenni etmek niyetiyle duadan sonra söylenen bu kelime ‘kabul et’ anlamına gelmektedir. Nitekim, Buhari ve Müslim’de geçen bir hadiste ‘Musa dua eder, Harun amin derdi. Siz de duanızı amin ile bitiriniz. Bu suretle Allah onu kabul eder’ denilmektedir.

Kerahat vakitlerinin dakika cinsinden süresi var mıdır?

Ali Demir

1. Güneşin doğmaya başlamasından itibaren yaklaşık 40 dakika geçinceye kadar olan süre içinde, 2. Güneş tam tepe noktasına gelip de henüz batı tarafına eğilmeden, yani öğle vaktinin yaklaştığı bir sırada, 3. Güneşin batmasından yaklaşık 40 dakika önce. Bu üç vakitte farz, vacip, nafile hiçbir namaz kılınamayacağı gibi, kaza namazı da kılınmaz. Sadece o günün ikindi namazının farzı ve cenaze namazı güneş batarken de kılınabilir.

İmam, cemaate ‘tecdid-i imanda bulunalım’ diyor. Bu ne demektir?

Sadi Kızıltaş-İSTANBUL

‘Tecdid-i iman’, imanın yenilenmesi demektir. Bu da iki şekilde olur. Birincisi dinden çıkan bir kişinin yeniden dine dönmesi, yani mümin olması. İkincisi ise bir hadiste ifade edildiği gibi sık sık tevhid (lailahe illallah) kelimesi söylenerek var olan imana süreklilik kazandırılmasıdır. Hocanın yaptığı, bu ikinci şıktır.

Cünup olan kimse yemek pişirebilir mi, pişirdiği yenilir mi?

İbrahim Aşık-MANİSA

Cünupluk maddi değil, manevi bir kirliliktir. Cünup olan kimse namaz kılamaz, Kuran okuyamaz, Kuran’a el süremez, mescide giremez, Kábe’yi tavaf edemez. Bunların dışında yemesi, içmesi, yemek pişirmesi caizdir. Pişirdiği yemek de yenilebilir. Ayrıca, cünup olan kimse Allah’ın adını anabilir, dua edebilir veya dua anlamı taşıyan ayetleri okuyabilir. Cünup olan kimsenin bir an önce yıkanarak bu manevi kirlilikten kurtulması gerekir.
Yazının Devamını Oku

Toplumun yarası: Çile kadınları

9 Temmuz 2004
<B>BUGÜNKÜ </B>yazımızın konusunu, çağımızda hálá ezilip horlanan, baskı ve şiddete maruz kalan, ıstırap ve çaresizlikler içinde toplumdan kendileri için yardım ve anlayış bekleyen çileli kadınlarımıza ayırmak istiyorum. Gerek yazılı basında, gerekse çeşitli televizyon programlarında kadınlarımızın sorunları sık sık gündeme getiriliyor. Söylemek gerekir ki, bu konuda hálá bir arpa boyu yol aldığımız söylenemez. Şiddet hálá devam ediyor, her gün yüzlerce kadınımız minik yavrularıyla birlikte insafsızca sokağa bırakılıyor, binlercesi içine düştüğü maddi sıkıntılar ve çaresizlikler yüzünden insanlığın çirkin yüzüyle karşılaşıyor. Yürek sızlatan, ‘facia’ diye nitelendirilebilecek bu olaylar dizisine kayıtsız kalmak, onları içine düştüğü durumların kıskacında bırakmak, bir toplumun en büyük ayıplarından biri olsa gerekir.

* * *

Birtakım kuruluşlar ve yardımseverler, bu konudaki duyarlılıklarını ‘mor çatı’, ‘kadın sığınma evleri’ gibi lokal faaliyetlerle meselenin bir yerinden tutma şeklinde ortaya koysalar da, sorun bu boyutların çok çok ötesinde, ancak daha kurumsal nitelikte bir faaliyetler dizisini gerekli kılmaktadır. Bu konuda, başta belediyeler olmak üzere bütün kurum ve kuruluşları ‘Bu kadınlarımız ve yavruları için ne yapabiliriz?’ sorusu üzerinde yoğunlaşmaya ve çareler üretmeye çağırıyorum.

* * *

Hz. Peygamber tebliğ faaliyetinde ilk olarak toplumda ezilmiş olan kadının erkekle eşit bir seviyeye gelmesi için çalışmış, toplumdaki eşitsizliği, adaletsizliği, haksızlığı gidermeyi amaçlamıştır. Şu unutulmamalıdır ki kadının insan olarak kabul edilmediği bir toplumda İslam, kadın ve erkeğin eşit olarak yaratıldığını ve cinsler arasında hiçbir eşitsizliğin veya üstünlüğün olmayacağını ortaya koymuştur. Mesela şu ayet bu açıdan ne kadar manidardır:

‘Ey insanlar! Sizi gerçekten bir erkek ile dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletler ve kabilelere ayırdık. Elbette Allah nezdinde en şerefli olanınız ondan en çok sakınanızdır.’ (Hucurat, 13) ‘Hepiniz Adem oğullarısınız, Adem ise topraktandır’ (Müslim, Ebu Davud) diye buyurarak insanlar ve cinsler arasındaki eşitliliği vurgulamış, kadın erkek hepimizin aynı kökten yaratıldığımızı ve aramızda hiçbir eşitsizliğin olmayacağını açıkça belirtmiştir.

* * *

Kadın, yüce Allah’ın ruhundan üflediği bir varlıktır. Cenab-ı Hak, Secde suresinin 9’uncu ayetinde: ‘Sonra onu (insanı) şekillendirmiş ve kendi ruhundan üflemiştir’ buyurmaktadır. Dolayısıyla kadının sadece cinsel obje olarak görülmesi insanlık onuruyla bağdaştırılamaz. İslam, kadını sadece cinsel bir nesne değil, cinselliği de dahil olmak üzere, maddi ve manevi varlığı ile ele alıp, onu onurlu bir mevkiye yükseltme gayesini gütmüştür.

* * *

Kadınların şiddete ve kötü muameleye maruz bırakılmaları, maalesef insanlık tarihi boyunca bütün dönemlerde görülen bir problemdir. İslam dininin vahyedildiği toplumda da bu konu önemli sosyal bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Cahiliye çağı diye adlandırılan İslam öncesi dönemde, kadınların çeşitli şekillerde ve bazen ölümle sonuçlanacak kötü muamelelere maruz bırakıldıkları bilinmektedir. Bu gerçek sebebiyledir ki İslam vahyinin ağırlıklı olarak üzerinde durduğu konuların birisi de, kadınların içinde bulunduğu bu kötü durumdan kurtarılması ve hak ettikleri onurlu statüye kavuşturulmasıdır.

* * *

Kesin olarak biliyoruz ki, Hz. Peygamber hayatı boyunca eşlerinden herhangi birine bir defa olsun elini kaldırmamıştır. ‘İçinizden hayırlı olanınız, kadınlara karşı hayırlı olanınızdır’, ‘Kadınlarını dövenler iyileriniz değildir’ buyurarak cahiliye zihniyetinden uzaklaşmamızı istemiştir.

* * *

İslam’ın menşe kaynakları bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde görülecektir ki, İslam kadınlara karşı son derece müspet bir tavır içinde olmuş, hatta çağımızın normlarını bile aşan ölçüler getirmiştir. Bu gerçekler ortada iken bazı kişilerin kadınlara şiddet uygulamasını Kuran’ın emriymiş gibi ileriye sürme gayretlerini anlamak mümkün değildir. Kuran’ın ayetlerini bir bütünlük içinde değerlendirmek, Hz. Peygamberin açıklamaları ve örnek uygulamalarına bakmak ve İslam’ın ilk dönem tarihi koşullarını nazar-ı dikkate almak İslami meseleleri değerlendirmede takınılabilecek en sağlıklı tavırdır.

* * *

Şunu kesin bir şekilde söyleyebiliriz ki; İslam’a göre, erkeğin eşine veya bir başka kadına şiddet uygulaması, onu insanlık dışı muameleye tabi tutması kesinlikle uygun değildir. Bu ne İslam anlayışına, ne de Türk milletinin örf ve adetlerine uygun bir davranıştır. Bu gibi bir durumu ilkellik olarak mütalaa etmek lazımdır. Bir millette kadınlara verilen değer o milletin medeniyetiyle alakalıdır.

SORALIM ÖĞRENELİM

Soru: Huriler var mıdır? Teröristler bunlara kavuşmak için eylem yapıyorlar.

Fazıl Uğur/Samsun

Cevap: Huriler cennet kadınlarıdır. Kuran’da bunlardan ‘Saklı inciler gibi iri gözlüdürler’, ’Çadırlarına kapanmış ve gün yüzü görmemiş kadınlardır’şeklinde söz edilmektedir. Bunlar teröristlerle değil mükafat olarak gerçek müminlerle evlendirileceklerdir.

Soru: Eşim ve ben evlendiğimiz gece bilinen ‘iki rekat’ namazı kılmadık. Çok tedirginiz, ne yapmalıyız?

G.A./İstanbul

Cevap: Zifaf gecesi kılınan iki rekat namaz tamamen geleneğe dayalı bir namazdır. Kılmadığınızdan dolayı bir sorumluluğunuz yoktur. Rahat olunuz.

Soru: Kaybolan arabamı bulursam bir garibanı sevindireceğim diye kendime söz verdim. Arabam bulundu. Acaba cenaze levazımatı alıp camiye koysam olur mu?

Hacı Mehmet Ovalı Ceylan/Ankara

Cevap: Kendinize verdiğiniz sözde durun, bir garibanı sevindirin.

Soru: Allah katında normal doğum yapan ile sezeryan arasında farklılık var mı?

Yüksel Kılıç/İstanbul

Cevap: Halk arasında acı çekerek normal doğum yapan annenin cennetteki yerinin farklı olacağı, sezeryanla doğum yapan annenin tam olarak annelik mertebesine erişemeyeceği gibi yaygın sözlerin dinimizde hiçbir dayanağı yoktur.

Soru: Yolculukta farzları tam kılarsam mekruh olur mu? Tedavi için gittiğim yerde ne kadar kalacağım belli değil. Cemaatla birlikte ne şekilde kılacağım?

Kamil Kul/Manisa

Cevap: Yolculukta 4 rakatlı farz namazları 2 rekat olarak kılınmalıdır. Hanefi mezhebinde tam kılınırsa selam verme tehir edildiği için mekruh olur. Herhangi bir iş için gittiğiniz yerde kaç gün kalacağınız belli değilse , aylarca kalsanız dahi misafir sayılırsınız. Misafir olan kimse misafir olmayan imama uyarsa namazı onunla birlikte 4 rekat olarak kılacaktır. Misafir olan kişi misafir olmayanlara imam olursa, imam ikinci rekatın sonunda selam verir. Misafir olmayan cemaat ayakta bir şey okumadan kendi başlarına 4 rekati tamamlarlar.
Yazının Devamını Oku

İslam dünyası ve gerileme sorunu

2 Temmuz 2004
<B>İSLAM</B> dünyasının geri kalmışlığı, yaklaşık son yüz elli yıldan beri hem Batılı, hem de ülkemiz aydınları tarafından yoğun olarak gündeme getirilmiş olan bir meseledir. Aslında İslam dininin ilme, eğitime ve iktisadi kalkınmaya verdiği değer ortadadır. Ancak, bu gerçeğin yeterince kavranamaması ve maddeci akımların da etkisi nedeniyle, bazı çevrelerce zaman zaman yanlış ve önyargılı bu yaklaşımlar ileriye sürülmektedir.

Osmanlı döneminde devletin üst makamlarında görev yapmış ve Tanzimat Devri şairlerinden olan Ziya Paşa,

‘İslam imiş devlete pábend-i terakki

Evvel yok idi iş bu rivayet yeni çıktı’

diyerek kendi devrindeki aydınların İslam hakkındaki yanlış kanaatlerinden şikáyetçi olmuştur.

* * *

İslam bilginleri, 19. asrın ikinci yarısından itibaren dinin terakkiye (ilerlemeye) engel olduğunu işleyen materyalist düşüncelere karşı mücadele etmişler, bu konuda eserler vermişlerdir.

İslam ve ilim konusunda bir konferans veren ve bunun metnini kitapçık halinde neşreden Fransız düşünürü Ernest Renan’ın İslam’la ilgili olumsuz iddia ve tezlerini ret için, Cemaleddin Efgani, Namık Kemal, Ali Ferruh ve Ataullah Bayezidof reddiye türünde eserler yazmışlardır.

Bu tür eserlerde İslam ana kaynaklarından (Kuran-Hadis) ve İslam medeniyet tarihinden somut örnekler getirilerek, muhalif iddialar çürütülmüştür. Aslında dini ilerlemeye engel görenlerin bu iddiaları, İslam’ın temel göstergeleri ve ana esasları ile bağdaşmaz. Bu iddia sahipleri konuyu çağdaşlaşma ve pozitivist tarih anlayışı açısından tek yanlı olarak değerlendiriyorlar, fatalist ve determinist bir mantık anlayışıyla dogmatik bir çerçevede inceliyorlar, bu anlayışla da modern çağda dinin önemi ve yerini inkár ediyorlardı. Halbuki son elli-altmış yıllık ilmi ve sosyolojik gelişmeler, dinin bütün toplumlarda yeniden önem ve aktüel değer kazandığı bir sürece yönelmiş, materyalistlerin iddiaları çürütülmüştür.

Ortaçağ boyunca Avrupa’da koyu bir baskı ve sindirme aracı olarak dinin kullanıldığı ve Hıristiyan din adamlarının bir sınıf halinde örgütlenerek, ruhani ve dünyevi sulta kurdukları hususu tarihi bir gerçek ise de, aynı vakanın İslam dünyasına ve İslam dinine izafe edilmesi hiçbir şekilde doğru değildir. Tam aksine, aynı dönemde İslam dünyası parlak bir medeni-ilmi kalkınma süreci yaşamıştır. Özellikle İslam’ın ilk dört asrı en parlak başarılarla geçmiştir. İslam bilim ve medeniyeti İspanya ve Sicilya yolu ile Avrupa’ya ulaşmıştır. 1258’de İslam dünyası ile İslam kültür ve medeniyetinin merkezi durumunda olan Bağdat’ın Moğollarca işgali, İslam medeniyeti tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen, İslam dünyası yeni bir zinde güç olan Türklerin sayesinde Batı karşısında yeni bir canlanma dönemine girmiştir.

Selçuklu ve Osmanlı Türkleri, kurdukları güçlü devletler sayesinde hem siyasi, hem askeri ve hem de kültürel açıdan büyük başarılar göstermişlerdir.

* * *

İslam ülkelerinin geri kalmışlıklarına bakılarak, İslam dininin gelişmeye engel olduğu ve bütün ilmi-teknik gelişmelerin Avrupalılarca gerçekleştirildiği, Müslümanların medeniyete katkı sağlamadıkları iddiası tarihi hakikatlerle bağdaşmaz. İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Farábi, İbn-i Miskeveyh, İbn-i Haldun, Cabir İbn-i Hayyan, Ebubekir er-Razi, Kindi, Nasırüddin-Tusi, Biruni, Ali Kuşçu, İsmail Gelenbevi, Hoca Tahsin, Hoca İshak, İbn-i Heysem ve yüzlerce bilgin, dünya bilim tarihine yerleşmişlerdir.

9., 10. ve 11. yüzyıllarda İslam dünyasında yaşanan ilmi, felsefi, teknolojik ve hukuki gelişmelerin çeşitli sebeplerle sonraki dönemlerde devam ettirilememiş olması, İslam medeniyetinin duraklamasına ve Batı medeniyeti karşısında geri kalmasına sebep olmuştur.

Bu sebepleri iç ve dış sebepler olarak ikiye ayırmak mümkündür. Ticaret yollarının denizlerden okyanuslara kayması, o günün dünyası için kıymetli madenlerin bol olduğu Amerika kıtasının İspanyollar tarafından keşfi ve getirilen bol hammadde ile Avrupa’da gelişen yeni ekonomik anlayış, Moğol istilası, Haçlı Seferleri gibi İslam dünyası dışında meydana gelen gelişmeler dış sebeplerdir.

Müslümanların içtihat kapısını kapatmaları, bilimi ihmal etmeleri, dar kalıplar içinde kalarak şekilcilik ve detaylara bağlanmaları, mezhep taassubuna kapılmaları, Kitap ve sahih sünnete dayanan asli hükümler ile belirli imkán ve şartlara göre verilen içtihadi hükümleri aynı değerde tutmaları gibi hususlar da İslam dünyasının geri kalmasına sebebiyet veren iç sebeplerdir.

* * *

İslam dininin ilmi metodolojisi, ilerlemeye ve yeni gelişmelere teşvik eden unsurlara sahiptir. O, gecesi gündüzü aydınlık toleranslı, hoşgörülü, batıl ve hurafelerden uzak, insan fıtratına uygun bir dindir. Bugün İslam dünyası fikri uyanışını sağlamalı, ilim ve irfan meşalesini yakmalıdır.

Bugün, bütün toplumu ihata edecek, birleştirici ve aynı zamanda bilimsel nitelikli uzlaşıları da temsil eden bir konsensüsün oluşmasını sağlayacak hedefe yönelmenin zamanı gelmiştir.

SORALIM ÖĞRENELİM

Hayvanların hangi organları yenilmez?

Taştan Subaşı-İZMİR

Koyun ve sığır gibi hayvanların akan kanı, sidik torbası, tenasül organı, yumurtalıkları, öd kesesi ve bezeleri yenilmez.

Kadının ev işlerini görme zorunluluğu var mıdır?

Ayşe Tabak-SAMSUN

Kocanın mali durumu müsait ise eşine ev işlerini gördürme mecburiyeti yoktur. Eşine bir hizmetçi tutarak ev işlerini yaptırması gerekir. Bu, kadının kocası üzerindeki hakkıdır.

İmamımız namazı çok uzatıyor. Bu doğru mudur?

Ahmet Kılıçarslan İSTANBUL

İmamın cemaati bıktıracak şekilde namazı uzatması mekruhtur. Peygamberimiz ‘Kim insanlara imamlık yaparsa hafif kıldırsın. Çünkü içlerinde zayıf, hasta, yaşlı olan var. Kim kendi kendine kılarsa istediği kadar uzatsın’ buyurmuştur.

Abdest aldım, sonra saç tıraşı oldum. Tekrar başımı meshetmem gerekir mi?

Ahmet Uzun-TEKİRDAĞ

Yeniden baş meshetmek gerekmez, keza abdest aldıktan sonra sakal, bıyık ve tırnakların kesilmesi durumunda bunların tekrar yıkanması gerekmez.

İşim gereği yurtdışında bulunuyorum. Evliliğimi de ABD’de yaptım. Burada yaptırdığımız resmi nikáh, dini nikáh yerine geçer mi?

Fahrettin Kevin Kurt-ABD

Nikáh karşılıklı bir sözleşmedir. Eşler, şahitlerin huzurunda irade beyanlarında bulunur ve tescil edilirse akit yerine getirilmiş olur.

Tevatür ne demektir? Kuran bize tevatür yoluyla mı ulaşmıştır?

Fikret Özbek-ANKARA

Tevatür terim olarak bir bilginin, haberin her asırda yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan büyük bir topluluk tarafından nesilden nesile aktarılmasıdır. Kuran indiğinden itibaren bir harfi bile değişmeden nesilden nesile bu yolla aktarılarak bize kadar gelmiştir. Ayrıca vahyolunan Kuran ayetleri Müslümanlar tarafından ezberlenirken diğer taraftan peygamberimizin emri ile vahiy kátiplerince ince taşlar, kürek kemikleri, hurma dalları ve deriler üzerine yazılıyordu. Doğru yazılıp yazılmadığını kontrol etmek üzere peygamberimiz ayetleri okuyor ve vahiy kátiplerine okutuyordu. Hz. Ebubekir zamanında bu yazılar ve hafızların ezberledikleri karşılaştırılarak mushaf (kitap) haline getirilmiştir.
Yazının Devamını Oku

Ortak değerler üzerine

25 Haziran 2004
<B>BİR </B>toplumu aynı tarih ve coğrafya zemininde buluşturan, aynı kültür, aynı dil ve aynı inanç sistemi etrafında bütünleştiren değerler, hepimizin ortak değerleridir. Yani, bizi ‘biz’ yapan, bizi ‘millet’ haline getiren değerlerdir bunlar. Bir milleti dilsiz, inançsız, mefkûresiz, hedefsiz olarak düşünmek mümkün değildir. Aksi takdirde tarih sahnesinde şahsiyetli, özgür ve bağımsız bir millet olarak var olma ve yaşama iddiasından yoksun kalırsınız. Başka milletlerin uşağı ve kölesi olursunuz. İnsanlarınızı kimliksizleştirirsiniz. Geleceğe dönük umutlarınızı karartırsınız. Bir süre sonra da yok olup gider, tarihin kimsesizler mezarlığına gömülürsünüz.

Ortak değerler, sadece bizi biz yapan değerler değildir. Ortak insanlık değerlerine sahip olmadan, ortak milli ve manevi değerlerinizi oluşturamazsınız. İnsanlık bu değerlere çeşitli istihalelerden geçerek, kan ve gözyaşı dökerek, nesillerini feda ederek sahip olabilmiştir. Bunlar evrensel değerlerdir. Hak, hukuk, adalet, eşitlik ve özgürlük gibi çağımızı simgeleyen değerlerdir.

* * *

Esasen, bütün bunlar ilahi dinlerin vahiy yoluyla insanlığa ulaştırdığı mesajlar arasında yerini bulmuş olan değerlerdir. Farklı tarih dilimlerinde, farklı coğrafyalarda yaşayan ve farklı ilahi dinlere mensup olan inanç sahipleri, tüm bu farklılıklara rağmen aslında aynı ahlaki değerlere sahip olmuşlardır. Hırsızlık yapmamak, adam öldürmemek, zina etmemek, yalan söylememek, adil olmak, başkasının hakkına hukukuna tecavüz etmemek, hemcinslerine karşı nazik ve saygılı olmak gibi temel değerler tüm inananlar için geçerlidir.

Mesela, alçakgönüllülük inananların ortak bir vasfıdır. İnsan olmanın da en güzel erdemlerinden birisidir. Allah, ayetlerinde kendini büyük gören, başkalarına tepeden bakan kibirli insanları sevmediğini bildirmiş, inananların tevazulu tavrını Furkan Suresi’nde şöyle belirtmiştir:

‘O Rahman (olan Allah)’ın kulları, yeryüzü üzerinde alçakgönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman ‘Selam’ derler.’

Diğer bir ayette de (Hac Suresi, 34) mütevazı müminler cennetle müjdelenmiştir:

‘İşte sizin ilahınız bir tek ilahtır, artık yalnızca O’na teslim olun. Sen alçakgönüllü olanlara müjde ver.’

Aynı şekilde Tevrat’ta da kibirli olmaktan sakınmak gerektiği, kibirli davrananların ise muhakkak küçük düşürülecekleri ifade edilmiştir.

‘Dinleyin ve kulak verin, kibirli olmayın; çünkü Rab söyledi. (Yeremya, Bap 13, 15)’

‘Alçakgönüllüleri kurtarır, gururluları gözler, gururunu kırarsın. (2.Samuel, Bap 22, 28)’

* * *

Her üç kitapta da birçok ortak hüküm ve yasaklar vardır. Demek oluyor ki, dini ve orijini ne olursa olsun bütün inananlar, bu ortak kabullere uygun hareket etmek zorundadırlar.

Şahsiyetli bir millet olabilmemiz için harcımızı, harsımızla ve inançlarımızla yoğurmamız lazımdır. Birlik ve beraberliğimizi ancak bununla temin edebiliriz. Dilimiz ve dinimiz bu harcın en güçlü unsurlarıdır. Dil ve din birliğini kaybetmiş nesillerin uğradıkları akıbetlere uğramamak için bizim bu iki güce büyük bir inançla sarılmamız gerekir.

* * *

On bir yılı aşkın Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetinden sonra, bu vatana ebedi borçluluk içinde olduğumuzun idrakiyle, Türk toplumunu ortak milli ve manevi değerler etrafında bütünleştirmek üzere ‘ORTAK DEĞERLER DERNEĞİ’ adında bir dernek kurarak, bu tür faaliyetleri bundan böyle fikri zeminlerde sürdürme kararına vardık. Derneğin amacı kısaca şöyle:

‘Türk milletini kaderde, tasada, kıvançta bir araya getiren değerler manzumesini ortak hafızada diri tutmak, milletin beka ve yükselme davasına hizmet edecek fikir ve inanç birliğini pekiştirmek; bu kapsamda, sanat ve kültürümüzün bütün unsurlarını, tarihimizi, coğrafyamızı, edebiyatımızı, milli ve manevi hasletlerimizi tanıtmak, sevdirmek ve benimsetmek, ‘kültür milliyetçiliği’ tanımı ve ‘anayasal vatandaşlık’ kavramı çerçevesinde milli birlik ve bütünlüğün güçlendirilmesini esas alan çalışmalar yapmak, ülkemizi ve milletimizi hedef alan bölücü, kışkırtıcı ve yıkıcı akımlar karşısında bilgili, şuurlu ve dirençli bir insan zenginliği oluşturmak.’

İlgi ve yardımlarınızla, tek yürek ve tek gönülle...

Telefon: 4430729-30 e-mail: ortakdegerler@hotmail.com

SORALIM ÖĞRENELİM

Uzun saçlı bayanlara gusül abdesti için dinimizde bir kolaylık tanınmış mıdır?

Münih’ten A.K./ALMANYA

Boy abdesti alan bayanların kulak hizasından aşağı inen uzun saçlarını yıkamaları gerekmez. Saç diplerinin su ile buluşması yeterlidir.

Dinimizde diş macunu kullanmak doğru mu, sarı ve kırmızı renkler mekruh mu?

Ruhayet Alp/İSTANBUL

Dinimiz temizliği emreden bir dindir. Diş temizliği de vücut temizliğinin bir parçasıdır. Diş macunu kullanmak elbette çok doğrudur. Macunun sarı, kırmızı veya başka bir renkte olmasının sakıncası yoktur.

Almanya’da yaşıyorum ve metrodan et alıp yiyorum. Eniştem, bunlar besmelesiz kesildiği için yenilmez, diyor. Doğru mu?

Saime Çiçek/ALMANYA

Kuran’da kitap ehlinin, yani Yahudi ve Hıristiyanların kestikleri hayvanların etinin yenebileceğine dair ayet vardır. Dolayısıyla, metrodan satın aldığınız etleri yemenizde dinen herhangi bir mahzur yoktur.

Gıda ürünlerinin kontrolü Arena ekibine kaldı. İl sağlık müdürlerimiz ne iş yapıyor acaba?

İsmet Aksan/ALMANYA

Sağlığımızı hiçe sayan ve para kazanmaktan başka düşüncesi olmayan insanların taşıdığı vebalin büyüklüğünü ifadeye kelimeler yetmez. Bu sorumsuzları vicdanlı olmaya çağırıyor, Uğur Dündar’ı da bu örnek çabalarından dolayı tebrik ediyorum. Umarım, bu sitemimiz Sağlık Bakanlığı’nca dikkate alınır.

Geçmişimi düşünüyorum, geleceğimi düşünüyorum. Düşündükçe bunalıma giriyorum. Yaşam bana zehir oluyor. Ne yapmalıyım?

Mehmet Alkan/İSTANBUL

Hayat üç zaman diliminden ibarettir. Dün, bugün ve yarın. Dün, artılarıyla eksileriyle geride kalmıştır. Bugün, içinde yaşanılan gündür. Yarın ise meçhul. İnsan, içinde bulunduğu zamanı çok iyi değerlendirmelidir. Dün rüya, yarın hayaldir. Rüya ve hayal ile oyalananlar hep kaybederler. Dün-bugün-yarın arasında köprü kurmak, geçmiş ve bugün üzerinde analiz yapmak, kişiye gelecekte temkinli adım attırır. Geçmişten ibret alan kişi, günün kendisinden ne istediğini anlar ve yükümlü olduğu işleri en iyi şekilde icra eder. Gereksiz vehimlere kapılmanız yersizdir.

Üzerinde Ayetel Kürsi yazılı kolye ile tuvalete girilebilir mi?

Derya Yücekaya/İSTANBUL

Ayete saygı açısından böyle bir kolye ile tuvalete girmek yerine, kolyeyi cebinize ve çantanıza koyarak girmeniz tavsiye olunur.
Yazının Devamını Oku

Türklerin İslam anlayışı

18 Haziran 2004
<B>BİR </B>okuyucumuz son zamanlarda dile getirilen <B>‘Türk Müslümanlığı’</B> nedir diye soruyor. Sayın okurum! Hz. Muhammed eliyle bize ulaştırılan din ‘İslam’dır. Başında ve sonunda hiçbir ekleme yoktur. Nitekim Áli İmran Suresi’nde, ‘Allah katında din İslam’dır’ denilmektedir. Türk Müslümanlığı, Arap Müslümanlığı, ılımlı İslam, radikal İslam gibi birtakım kavramlar icat edip, farklı farklı İslamlar varmış gibi dinimizi sınıflara ayırmak, ya İslam’ı bilmemektir ya da kasıtlı olarak işi başka mecralara sürüklemektir.

Bugün hangi İslam ülkesine giderseniz gidiniz, orada hiç yabancılık çekmezsiniz. Çünkü dünyanın hiçbir yerinde Müslümanlığın inanç, ibadet ve ahlak sistemlerinde, dini sembollerinde bir farklılaşma söz konusu değildir. Peki, ‘İslam topluluklarında dini anlayış ve uygulamada bir fark yok mu’ diye sorulursa cevabımız: Sadece Müslüman Türkler ile Arap dünyası ve diğer Uzakdoğu ülkeleri arasında nüanslarla ifade edilebilecek farklı hayat tarzları, başka bir ifade ile uygulamada farklı biçimler ortaya çıkmıştır.

Bunlardan birkaç örnek verelim: Araplar ve diğer İslam toplulukları nakilciliği ve geleneğe bağlılığı daha ön planda tutan İslam düşünce ekollerini tercih ederken, Türkler İslam düşünce ekollerinden akıl ve reyi ön planda tutan amelde Hanefiliği ve itikatta Maturidiliği benimsemişlerdir. Türklerin bu iki akılcı düşünce ekolünü seçmeleri, İslam’ı anlamada ve yorumlamada daha gerçekçi, daha pratik, daha rasyonel olmalarını sağlamıştır.

* * *

Dini hayatı dar kalıplar içine hapseden, dini metinlerin asıl maksatlarından ziyade lafızlarına bağlanmayı dindarlık alameti sayan, kendileri gibi düşünmeyenleri dinin dışına iten harici zihniyet, umumiyetle Türkler arasında kabul görmemiştir.

Türklerin İslam anlayışının bir diğer özelliği de esnek ve müsamahalı oluşudur. Türkler değişik kültür ve dinlerle bir arada yaşama konusunda Arap dünyasına ve diğer İslam ülkelerine nazaran çok zengin bir tarihi tecrübe birikimine sahiptir. Türkler hiçbir zaman katı bir tutum sergileyerek yönetimleri altındaki diğer din mensuplarına karşı baskıcı bir siyaset uygulamamıştır.

Bilindiği gibi Avrupa’da bundan 500 yıl önce İspanyol Musevileri yok edilmek tehdidiyle karşılaştıkları zaman sığınacak hiçbir Avrupa ülkesi bulamamışlardı. Osmanlı padişahı İkinci Bayezid, gemiler göndererek Musevileri kurtarmış ve ülkemize getirtmiştir. Hemen her devirde cami, havra ve kilise yan yana olabilmiştir.

* * *

Türkler, İslam’ı sade bir şekil ve kuru bir bilgiden ibaret görmemiş, duygu, iç tecrübe ve aşk boyutuyla da yaşamaya çalışmıştır. Bunda insan sevgisini dinin merkezine yerleştiren Yesevi’lerin, Mevlana’ların, Yunus’ların büyük etkisi olmuştur.

Türkler, din-devlet ilişkileri konusunda ahenkli ve dengeli bir tutum izlemişlerdir. Evrensel ilkelere sahip olan İslam dinini hayatın tabii akışı içinde meydana gelen değişimlere karşı bir set olarak görmemişler, Kuran ve sünnetin ruhuna ters düşmemek kaydıyla ‘örfi’ uygulamaları referans almışlardır.

Böylece her dönemde ortaya çıkacak sorunlara çözümler üretebilmişlerdir. Selçuklular’da ve Osmanlılar’da şeri hükümlerin yanı sıra örfi hukukun genişçe yer alması, bilhassa Fatih Sultan Mehmed’den sonra sultanların fermanlar ve kanunnamelerle günün icaplarına göre halkı yönetmeleri dikkate değer bir husustur.

* * *

Sonuç olarak; İslam dini Mekke’de doğup yayıldığı değişik toplumlarda, bu toplumların farklı sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel yapılarına uygun bir şekilde anlaşılmış, yorumlanmış ve hayata geçirilmiştir.

Türkler de İslam’a girmeye başladıkları miladi 900’lü yıllardan günümüze kadar gelen zaman diliminde Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar uzanan geniş coğrafyada kendi özelliklerine uygun bir İslam dünya görüşü, bir hayat tarzı ve bir İslam kültürü geliştirmişlerdir.

Çeşitli İslam yok, tek bir İslam var, farklı olan kültürlerdir.

SORALIM ÖĞRENELİM

Sevgi ve saygıma karşılık bulamıyorum. Ben de mi saygısızlık yapayım?

Hasan Tutar/İSTANBUL

İnsan sevgi ve saygıyı karşısındaki için değil kendi terbiyesi gereği yapar. Başkaları bize sevgi ve saygı göstermese bile biz bunu göstermeye mecburuz.

Kadının istememesi halinde kocanın onu cinsel ilişkiye zorlaması doğru mudur?

S.Y./İZMİR

Kadının cinsel ilişkiye ruhen ve bedenen hazır olamaması durumunda, kocanın sırf kendi şehevi zevkini tatmin etmek amacıyla onu ilişkiye zorlaması günahtır.

Babam beni istemediğim birisiyle evlendirmek istiyor. Karşı koysam günahkár olur muyum?

Ş.D./İSTANBUL

Günahkár olmazsın. Ergenlik çağına gelmiş bir kızı rızası olmadan hiçbir kimse evlendiremez. Kızın rızası olmadan yapılan evlilik sözleşmesi geçersizdir. Genç bir kız, peygamberimize gelerek, onu zorla evlendirmek isteyen babasını şikáyet etmiş, peygamberimiz, kızın zorla evlendirilemeyeceğini, evlenip evlenmemekte serbest olduğunu ifade etmiştir.

Alevi birisiyle evliyim. Kocam inançlı, merhametli, iyi bir insan, fakat herkes bana günahkár gözüyle bakıyor.

Zuhal Terzioğlu/İSTANBUL

Dinimizde Müslüman hanımların káfir ve müşriklerle (ortak koşanlarla) evlenmeleri caiz değildir. Peygamberimizin insanlığa getirdiği dini hükümlerin (vahyin) doğru ve gerçek olduğunu kabul eden ve ben Müslümanım diyen herkes, kendisine ister Sünni densin ister Alevi, Müslüman’dır. Evlenmelerinde dinen bir sakınca yoktur.

Kuran’da peygambere kitap ve hikmetin indirildiği geçmektedir. Hikmet ne demektir?

Bekir

Hikmet geniş kapsamlı bir kelimedir. Kuran’da ve hadislerde kullanıldığı yere göre farklı anlamlar taşır. Müfessirler 23 anlamını tespit etmişlerdir. Bu kelime yerine göre; sünnet, bilgi, amel, işte ve sözde hakka isabet, akılla doğruyu bulmak, peygamberlik, derinliğine eşyaya nüfuz etmek gibi anlamlara gelmektedir.
Yazının Devamını Oku

Gençlik ve eğitim

11 Haziran 2004
<B>GENÇLİK </B>deyince umumiyetle buluğ çağına ulaşmış kişiler ile 25-30 yaş arasında olan fertler grubu akla gelir. Hal böyle olunca, gerek yapısı ve dinamizmi, gerekse yaşları ve kafaları icabı olarak henüz teşekkülünü tamamlamamış olduğundan gençler hızlı bir şekilde gelişme, değişme içerisinde bulunmaktadırlar.

Gençler böyle değişim içinde olunca onların bağlı oldukları toplumlar da canlı bir uzuv gibi devamlı değişim içinde olacaktır. Toplumlar çok ani değişiyor, birçoğumuz onun bir an bile farkına varamıyoruz. Gençler için ‘delikanlı’ deniliyor.

Şu halde devamlı değişim içindeyiz. Gençlik değişince yaşadığı toplum da değişiyor. Bilindiği gibi gençler, birtakım hadiselere aniden sert tepki gösterirler. Bu da yine gençliğin ani ve hızlı bir değişim içerisinde olduğunu gösterir. Toplum düzenli olmak zorundadır. Gençlik onun düzenliğini ya artıracak ya da ortadan kaldıracaktır.

* * *

Asrımızın başından beri meydana gelen cihanşümul savaşlar, bunların doğurduğu tahribat ve göçler, ekonomik, ticari ve sınai hayatın uyguladığı çeşitli değişiklikler; modern topluluklarda hem yapı değişikliklerine hem de sosyal hareketliliğe yol açmıştır. Böyle köklü ve derin değişimlerin toplum hayatında çatışmalara, huzursuzluklara, bölünmelere, bozulmalara, dağılmalara yol açtığı bir gerçektir.

Böyle bir durumda fertlerde cemiyete bağlılık azalır. Düzene itimatsızlık artar. Ferdiyetçilik, bireysellik ön plana çıkar. Bencillik hákim olur. Artık böyle bir toplumda istikrarı korumak mümkün değildir. Şu halde istikrarsızlıkla huzursuzluk, önce aileleri, sonra aile fertlerini, bilhassa hayat tecrübesi ve olaylara mukavemet gücü çok az olan geçleri etkisi altına alır, onları buhrana sokar ve isyankárlığa sürükler.

İşte burada böyle vahim bir durumda cemiyet ve fertleri, bilhassa geçleri birbirine bağlayacak, kuvvetlendirecek ve bu değişmelerin meydana getirdiği sonuçların tahribatından onları kurtaracak en büyük müessese eğitim ve öğretim sistemidir.

* * *

Eğitim, bildiğiniz gibi ferdin doğuştan getirdiği birtakım kabiliyetlerin geliştirilmesiyle fertlere şahsiyet kazandırma faaliyetidir. Bu şahsiyetin cemiyete intibakı ile müspet istikamette davranmasını temin etmek mümkündür. Yani fert, ferdiyetten kurtarılarak sosyalleşmesi sağlanacak, yaşadığı sosyal hayata intibak edecek ve birtakım yararlı işler görecektir. Eğitimin gayesi budur.

Pozitif alanlarda olduğu gibi dini sahada da gençlerimize dini eğitim ve öğretim verilmesi şarttır. Din ihmale gelmez.

18. asırda birtakım filozoflar, ‘Artık din devri geçmiştir. İnsanlığın mutluluğu bu dünya için çalışmaktır’ gibi birtakım nazariyeler ortaya attılar. Fizik ötesi her şeyi inkar ettiler, ‘Her şey maddeden ibarettir’ dediler. Hatta ‘Ruh, bedenin bir yansımasıdır’ fikrini ortaya attılar. Mevlana, Mesnevi’sinde ‘Beden bizden var oldu. Madde bizden var oldu, biz maddeden değil. Şarap bizden sarhoş oldu, biz şaraptan değil’ demiştir. Ne müthiş bir söz.

* * *

Filibeli Ahmet Hilmi Bey’in güzel bir sözü var, diyor ki: ‘Medreseden fen derslerini, mekteplerden de din derslerini kaldırdılar. Bu gidişle çok sürmez, Müslümanlık avam dini haline gelir.’

Gençliğin üzerine titizlikle eğilmemiz, onlara iyi örnek olmamız gerekir. Gençleri bu ülkeyi emanet edeceğimiz nesiller olarak düşünmemiz ve ona göre davranmamız lazım. Hz. Ali bir sözünde, ‘Çocuklarımızı kendi bulunduğumuz zamana göre değil, onların zamanına göre yetiştirin’ demiştir.

Ruhu sağlam, kendisiyle, ailesiyle ve Allah’ıyla kavgalı olmayan bir gençlik yetiştirmeliyiz.

SORALIM ÖĞRENELİM

Bir internet sitesinde, Rus bilim adamlarının Sibirya’da yeraltına inerek ateş tabakasıyla karşılaştıkları ve buradaki sesleri özel aletlerle kaydettikleri haberi yer almıştı. Sesler, acı içinde kıvranan insan seslerine benziyor. Buranın cehennem olduğu söyleniyor. Bu konudaki düşünceniz nedir?

Serpil Demir/ALMANYA

Yüksek derecedeki metallerin yanmasıyla seslerin gelmesi normaldir. Bu seslerin insan çığlıklarına benzemesi, oranın cehennem olduğunu göstermez. Nitekim ilkbaharda kar sularının erimesiyle nehirler azgın bir şekilde akar. Burada da insan çığlıklarına benzer sesler oluşur. Cennet ve cehennem hayatı kıyametten sonra başlayacaktır.

Tanrı kelimesini kullanmanın bir mahzuru var mı?

Bilal Taşdelen/İZMİR

Tanrı kelimesi, hak olsun batıl olsun mabud (kendisine tapılan) anlamına gelen ‘ilah’ kelimesinin karşılığıdır. Allah lafzının tam karşılığı sayılmasa da ‘Allah’ lafzı yerine kullanılmasında hiçbir sakınca yoktur. Nitekim Farsça’da ‘Hüda’, ‘Yezdan’, Türkçe’de ‘Çalap’, ‘Tanrı’ hep kullanılagelmiştir.

İşyerinde şans oyunları oynatabilir miyim?

Ahmet İleri

Şans oyunları, netice itibarıyla kumardır. Biri kazanacak, diğeri kaybedecektir. Dolayısıyla şansa ve tesadüfe dayalı oyunları oynamak ve oynatmak caiz değildir. Rızkınızı helal yollardan kazanmaya çalışmalısınız.

Sinirlendiğim bir anda çocuğuma ‘Allah belanı versin’ dedim. Bu söz tutar mı?

Mahmut Güngörşen İSTANBUL

Tutmaz, çünkü siz çocuğunuza içten bedduada bulunmadınız. Onu seviyorsunuz. Tedirginliğiniz de bunun kanıtıdır. Öfkelendiğiniz bir anda bu sözler ağzınızdan çıkıverdi. Ancak ağzınızı bedduaya alıştırmamalısınız. Peygamberimiz, düşmanlarına bile bedduada bulunmadı, bir de öfkeye yenilmemeli.

B tipi fonlara yatırılan para ve devlet tahvilleri caiz midir? Borç olarak verilen para zekáta sayılır mı?

Mustafa Doğan

Fonlara yatırılan para karşılığı her ay veya her yıl sonunda miktarı önceden belirlenmiş bir meblağ söz konusu olmadığı için elde edilecek kazançtan pay almak faiz olmaz. Devlet tahvilleri ise faizdir. Borç olarak verilen para zekáta sayılmaz. Alacaklı parasını tahsil ettikten sonra zekát niyetiyle parayı aynı kişiye vermelidir.

Ayağıma su değdiğinde mantar oluyor. Çoraba meshedebilir miyim? Her namazın peşine borçlu olduğum namazı kılıyorum, olur mu? Vakit girmeden namaz olur mu?

Kerem Özsağlamlar/İZMİR

Mazeretinizden ötürü çorap üzerine meshedebilirsiniz. Her namazın peşine kaza namazı kılabilirsiniz. Vakit girmeden namaz olmaz. Ancak hacda, yolculukta ve zorunlu hallerde namazları birleştirmek caizdir.
Yazının Devamını Oku

İnsanın çirkinleşmesi

4 Haziran 2004
<B>KURAN’</B>da eski kavimlerden, peygamberlerinin lanetine uğrayanların hayvana dönüştürüldüklerinden söz edilmektedir. Buna ‘mesğ’ edilmek, yani kötü bir değişime uğrayarak çirkinleşmek denir. Ben bu insanların fiziki olarak değiştiklerinden ziyade manevi ve ruhi açıdan hayvanlaştıkları ve çirkinleştikleri kanaatindeyim.

İnsanın şahsiyetini meydana getiren unsurlar, şüphesiz onun ahlaki ve manevi yapısıdır. Kalıba asalet kazandıran yapı da bu yapıdır. Bu ahlaki ve manevi değerlerden yoksun olan, insanlık ruhunu yitirip yırtıcı canavarlara has özellikler kazanmış olur ki bu da insanın çirkinleşmesi ve manen hayvana dönüşmesi demektir.

* * *

Gazali, insanın şuur altında kendisinin bile farkında olmadığı birtakım fenalıkların ve çirkinliklerin yattığını kaydetmektedir. Bu iç şuurdaki gizli eğilimler harekete geçirici bir müsait ortam oluştuğunda hemen açığa çıkıverirler. Mevlana yılan benzetmesinde bu gerçeği ne güzel tasvir eder: ‘Yılan kış mevsiminde cansız hale gelir, adeta donar, öyle ki dokunsanız kıpırdamayacaktır. Bir çocuk bile onunla oynayabilir. Ancak gün ışığında şöyle bir ısınmaya görsün, bütünüyle değişir ve ejderhalığını gösterir.’

Yine ‘Mesnevi’de Mevlana; insandaki gizli eğilimlerden söz ederken çağımızın psikoloji uzmanlarını geride bırakan şu tespitte bulunur: ‘Eğilimler, köpekler gibi uyumuştur. Hayır ile şer içlerinde gömülüdür. Güçleri kalmadığından uyumuşlardır böyle. Tıpkı kütük gibi cansız bir halde, fakat bir leş kokusu gelmeye görsün hırs ‘sur’u üfürülüverir, yüzlerce uyumuş köpeği uyandırır uykudan. Evet öylesine kuzu kuzu uyumuş olan bu köpeklerin uyanması için bir leş kokusu yeterlidir. Seyret didişmeleri, gürültüleri!’

Gizli kapalı hırslar, bilinmedik eğilimler ortaya çıkıverir ansızın. Her köpek kılına kadar diş kesiliverir de hileyle kuyruğunu oynatıp durmaya başlar. Ey insan! ’Yüzlerce böyle köpek uyur senin vücudunda, av olmadığındadır bu uykuları.’

Bu av yüzünden insanlar, birbirlerine hep endişe verdiler, eziyet ettiler, acı çektirdiler, bir parçacık hayatı hem kendilerine ve hem de başkalarına zehir ettiler.

* * *

Çare nedir? Çare her şeyden önce bütün olumsuzluklara karşı insan ruhunu derin kırılmalardan ve acılardan koruyabilmek için büyük ölçüde ‘iç gözlem’e ihtiyaç vardır. İnsan ihtirasları, saldırganlıkları, çirkinlik ve kötülüklerinin altında yatan tek sebep, iç gözlemden uzaklaşması ve kendi kendini keşfedememesidir. Bu konuyu ilerde daha geniş bir şekilde ele alacağım.

Son olarak şunu ifade edeyim ki; nefis ejderhasını zaptetmek pek kolay değildir. Ejderha nefsin donmuş bir halde iken selamettesin, kendine gelirse ona lokma olursun, onu mat et ki sen ona mat olmayasın. İslam mantığı içerisinde nefisle savaş edip onu öldürmek değil, ıslah etmek gerekir.

SORALIM ÖĞRENELİM

Bir zat ‘Çiftçiler káfirdir’ dedi, şaşırdım. Bu ne demek açıklar mısınız?

Halil Atasoy

BURSA

Káfir, sözlükte örten manasına gelir. Çiftçi tohumunu toprağa atıp üstünü kapattığı için örten manasında bu kelime kullanılmıştır. Hadid suresi 20. ayette de bu manada kullanmıştır. Dini terimde káfir, Allah’ı inkár eden, nankörlük eden kişi için kullanılmıştır.


Nafile namaz denilince lüzumsuz namaz akla geliyor, açıklar mısınız?

Musa Aksakal

İSTANBUL

Nafile, lüzumsuz anlamına gelmez; farz ve vacip olmayan, sünnet anlamında kullanılır. Yerine getirildiği takdirde sevap kazanılır.


Gördüğüm rüyalar aynen çıkıyor. Bu durumu açıklar mısınız?

Yusuf Yıl

KOCAELİ

Kuran’da yedi yerde rüyadan bahsedilir. Mahiyeti kesin olarak bilinmemekle beraber dinimiz rüya gerçeğini kabul eder. Hz. Aişe’den gelen bir hadiste ‘Peygamberimiz hiçbir rüya görmezdi ki sabah aydınlığı gibi çıkmasın’ denilmektedir. Peygamberlere ait bu rüyalar vahyin bir çeşididir. İyi görülen rüyalar Allah’tandır. Kötü görülen rüyalar şeytandır. Güzel rüya görürseniz Allah’a şükredin, kötü rüya görürseniz Allah’a sığının.


Bazı kimseler konuşmalarında yarattık, yaratacağız diyorlar. Bu dini yönden yanlış değil mi?

Bilal Hazar

İSTANBUL

Kuran’da ‘Allah, yaratanların en güzelidir’ denilmektedir. Yaratma Arapça’da ‘halk’ kelimesinin karşılığıdır. Bunun iki anlamı vardır. Birincisi, bir şeyi örneksiz icat etmek. Yani bir örneği olmadan yoktan var etmektir. İşte bu yaratma Allah’a has bir özelliktir. İkincisi, bir nesneden bir nesneyi meydana getirmek, yani vardan var etmektir. Bu yaratma mecazidir, yapma manasındadır. Var olan malzemelerden bir şey meydana getirmek gibi...
Yazının Devamını Oku