28 Mayıs 2004
<B>BİR </B>okuyucumuz, <B>Roger Garaudy’</B>nin <B>‘İslam ve İnsanlığın Geleceği’ </B>adlı kitabında, <B>‘İslam, Hz. Muhammed’in anlatıp açıklamasıyla ortaya çıkmış yeni bir din değil, Allah da sadece Müslümanlara özgü özel bir Tanrı değildir’ </B>şeklinde bir ifadesinin bulunduğunu belirterek bu konuda bir açıklama yapmamı istemektedir. Roger Garaudy, adı geçen kitabında Kurani bir gerçeği ifade etmiştir. İslam, ilahi kaynaklı dinlerin temel akidesidir. Hz. Muhammed, eskiden indirilen vahiyleri tasdik etmek, onları tarih boyunca uğradıkları bozulmalardan arındırmak ve tamamlamak üzere gönderilmiştir.
Kuran’da peygamberlerin büyük bir çoğunluğu ‘Müslim’ diye ifade edilmektedir. Örneğin Nuh Peygamber dilinden, ‘Bana Müslümanlardan olmak emrolundu’ (Yunus/72) denilmektedir. Hz. İbrahim’den de şöyle söz edilmiştir: ‘Babanız İbrahim’in dinine uyunuz ki o size daha önce Müslümanlar adını vermişti’ (HC/78). İbrahim Peygamber gibi Yakup da oğullarına aynı tavsiyede bulunmuştu: ‘Oğullarım, Allah herhalde sizin için tabi olacağınız dini seçti. Öyle ise yalnız ve ancak Müslüman olarak ölünüz’ (Bakara/132). Yine can vereceği sırada çocuklarına, ‘Benim arkamdan kime ibadet edeceksiniz?’ diyen Yakup’a oğullarının şu cevabı verdiği naklediliyor. ‘Senin Allah’ın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın tanrısı olan tek Allah’a ibadet ederiz ve ona boyun eğen Müslümanlarız’ (Bakara/134).
İsrail’in büyük hükümdarı Süleyman Peygamber, güneşe tapan Yemenlilerin kraliçesi Belkıs’a yazdığı mektupta, ‘Bana büyüklenmeyin ve Müslüman olarak gelin’ (Neml/31) demiştir. İsa Peygamber ve havarilerinin geçtiği ayet ise şöyledir: ‘Hani biz havarilere ‘Bana ve elçim İsa’ya iman ediniz’ diye ilham etmiştik. Onlar da ‘İman ettik, şahit ol, biz Müslümanlarız’ demişlerdi’ (Maide/114). Ve nihayet, ‘Allah katında din İslam’dır’ (Ali İmran/18) ayeti, bütün dinlerin müşterek adına atıfta bulunarak din birliğini gözetmiştir. Dolayısıyla diğer din mensuplarının İslam adından çekinmelerine mahal yoktur. Büyük Alman şairi ve düşünürü Goethe, ‘İslamiyet eğer Tanrı’ya teslimiyet demekse hepimiz İslamiyet’te yaşayıp ölüyoruz’ demiştir.
Görülüyor ki Müslümanlık, dini bir bütünlük içinde kavrayabilen geniş görüşlülüktür. Peygamberlerden sonra ortaya çıkan aykırı zihniyetlere değil, bizzat peygamberlerin hepsinin girdikleri yola girmek, yani tek Allah’a inanmak ve ona boyun eğmektir. Bu vahye dayalı bütün dinlerin ortak paydasıdır. Adem’den beri gönderilen bütün ilahi buyrukların da özü budur.
SORALIM ÖĞRENELİM
Dinlerin çoktanrılı inançtan tektanrılı inanca tekamül ederek geldiği doğru mu?
Mehmet Sayan/İZMİR
Dinin doğuş ve kaynağı konusunda İslam, evrim ve tekamülü kabul etmez. Yüce Allah ilk insanı yarattığı zaman ona gerekli olan dini, peygamberi vasıtasıyla göndermiştir. Çoktanrıcılık, gerçek dinden sapmadır.
29 yıl önce vefat eden babamın mezarına eşini (annemi) gömebilir miyim?
Babanızın vefatı üzerinden 29 yıl gibi uzun bir süre geçtiğinden aynı mezara annenizi defnedebilirsiniz. Bir mahzuru yoktur.
Peygamber kelimesi Kuran’da geçiyor mu?
İbrahim Bolut/İSTANBUL
Peygamber Farsça bir kelime olup haberci, Allah’tan haber getiren anlamına gelmektedir. Günümüz Türkçesinde bu kelime karşılığında ‘elçi’ sözü kullanılmaktadır. Peygamber karşılığında Kuran’da ‘resul’ ve ‘nebi’ kelimeleri kullanılmıştır.
Uykuda cünup oldum. Uyandığımda üzerimde bir yaşlık göremedim. Boy abdesti gerekir mi?
Hasan Demir/BURSA
Cünupluk belirtisi olmadığına göre boy abdesti almanız gerekmez.
‘Sen olmasaydın álemi yaratmazdım’ kudsi hadisi ile ‘Adem Peygamber cennetten çıkarıldıktan sonra Hz. Peygamber’in ismini göklerde yazılı gördü’ hadisi doğru mudur?
Arif Bilgen/İSTANBUL
Hadis tekniği açısından bahse konu iki rivayet de sağlam değildir.
Furkan ne anlama gelir?
Refik Demirci/ANKARA
Furkan, Kuran’ın bir diğer adıdır. Hak ile batılı, doğru ile eğriyi birbirinden ayıran anlamına gelmektedir.
Yazının Devamını Oku 
21 Mayıs 2004
<B>SANAT,</B> insan akıl ve muhayyilesinin ürettiği en önemli değerlerden birisidir. Bir toplumun gelişmişlik seviyesini tayin eden belirleyici faktörler arasında sanatın ve sanatçının yeri daima özel bir ağırlık taşımıştır. Dünyanın neresinde olursa olsun, sosyal hayatları anlamlı kılan, ona renk ve heyecan katan tek olgu sanatın sihirli gücüdür.
Sanat, duygu ve düşüncenin estetik boyutudur. İnsan ruhunu nakışlayan güzellikler bütünüdür. Sanattan ve sanatçıdan mahrum bir milletin sağlıklı bir geçmişi olamayacağı gibi geleceği de yoktur. Onun içindir ki sanat, bütün devirlerin ve kabullerin ortak paydasında yer alır.
* * *
İslam dünyası sanatın insan ruhu üzerindeki yapıcı etkisini, birtakım kalıplardan ve boş inançlardan çekip alamadığı için kendi rönesansını yaşamakta zorlanmıştır. Bu eksikliğin İslam coğrafyasındaki tezahürleri ise geri kalmışlık, yoksulluk ve perişanlık olarak karşımıza çıkmakta; buna bir de kan ve barut kokuları eklenmektedir. Sevgi ve barış dini olan İslam, ne yazık ki ‘terör’ gibi insanlığı tiksindiren bir kavramla anılır hale gelmektedir.
Sanat kelimesi Arapça’da amel, iş yapma anlamlarını taşıyan ‘san’a’ kökünden gelmektedir. Sanat, dini, dili, ırkı, cinsiyeti ne olursa olsun, insanları aynı noktada buluşturan evrensel bir fuardır. Tolstoy, ‘İnsanın bir zamanlar yaşamış olduğu duyguyu, kendinde canlandırdıktan sonra, aynı duyguyu başkalarının da hissedebilmesi için hareket, ses, çizgi, renk veya kelimelerle belirlenen biçimlerle ifade etme ihtiyacından sanat ortaya çıkmıştır’ der.
Sanatçı, karşılık beklemeden sanatı gerçek anlamda özümseyen, önemseyen; sanatı kendi düşünce ocağında eriterek estetik biçime getiren; içinde bulunduğu dönemin aykırılıklarıyla kavga ederek çağlar öncesinden asırlar sonrasına seslenebilen; çoğunluğun benimsediğini, gördüğünü, düşündüğünü farklı şekilde yorumlayandır. Bıraktığı eserler ve izlerle toplumun üst katlarında yaşamayı hak eden insandır. Rafine bir ruh yapısına sahiptir. Bu tanımdan hareketle; var oluştan bu yana insanlığı ve insanlık değerlerini yeniden inşa eden, bin gözle bir hedefe bakarak hayatın anlamını kuran peygamberlerin de birer sanatçı olduğunu söylemek mümkündür.
Bir din, kendini en iyi şekilde sanatla ifade eder. Kuran’ın bizatihi kendisi bir sanat eseridir. Hz. İbrahim’in inşa ettiği Kábe, o dönemin en zarif eseridir. İslam’ı sanat ve estetikten soyutlayan görüşlerin hiçbir dini dayanağı yoktur. Aksine İslam dini sanat ve estetiği öven, öğütleyen bir dindir. Hazret-i Muhammed (SAV) de ‘Allah güzeldir, güzelliği sever, Kuran’ı sesinizle güzelleştiriniz’ buyurmuştur.
Kuran’da Ad kavmine ait İrem şehri, görkemli mimarisi ve yüksek sütunlarının ihtişamıyla dikkati çekmektedir. Fecir suresinde ‘...yüksek sütunlar sahibi ‘İrem’ ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi’ ifadesiyle bu muhteşem mimari anlatılmaktadır.
Kuran’da ‘altından ırmaklar akan’ diye tarif edilen cennet köşkleri, sonsuz güzellik áleminin sanat şahikaları olarak hayallerimizi süslemiyor mu?
* * *
İslam medeniyet coğrafyası mimaride ve süsleme sanatında çok değerli eserlerle bezelidir. Bunun en güzel örnekleri Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde görülmektedir. Cumhuriyet dönemi, Mustafa Kemal Atatürk’ün de teşvik ve desteği ile plastik sanatlarda ve sahne sanatlarında güzel ve anlamlı eserlerin çıkmasına fırsat ve zemin oluşturmuştur. ‘Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir’ sözü bu yüksek kavrayışın en güzel ifadesidir. Her şeyi sanatla güzelleştirebiliriz.
Sanat ve estetik, insan ruhunu besleyen, onu nakışlayan, onu iyinin ve güzelin sahibi yapan en büyük etkendir. Sanat dünyamız her alanda yeni eserlere, yeni isimlere muhtaçtır. Sanattan ve sanatçıdan yoksun bir toplumun geleceği olamaz. Sanatın dünyamızı güzelleştiren parıltılı ışığı altında mutluluk ve esenlik dolu bir hayat dileğiyle bugünkü yazımı noktalamak istiyorum.
SORALIM ÖĞRENELİM
Sabah namazından sonra kaza namazı kılınır mı?
Suat İpek/ANKARA
Ebu Hanife de dahil mezhep imamlarının büyük çoğunluğu, sabah namazından sonra kaza namazının, iki rekat tavaf namazının ve özellikle o vakte bırakmamak kaydıyla cenaze namazının kılınabileceği görüşündedirler. Bunların dışında güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar nafile namaz kılmak yasaklanmış veya mekruh sayılmıştır.
Yara bandı üzerine meshedebilir miyim?
Şefik Alkan/BURSA
Gusül veya abdest alırken yarayı açmada zarar görülürse, sargı, yakı ve bant dışına elinizi ıslatarak sürmeniz yeterlidir.
Peygamberlere günahkár tabiri kullanılır mı?
İlyas Atalar/İZMİR
Peygamberler masum, emanete sadık, güvenilir, seçkin insanlardır. Peygamberler için günahkár tabirini kullanmak saygısızlıktır. Beşeriyet gereği bazı hatalara düşseler bile Allah tarafından düzeltilirler. Onların düştüğü hatalara günah değil ‘zelle’ (sürçme) tabiri kullanılır.
Müekked ve gayr-i müekked sünnetler ne demektir. Açıklar mısınız?
Burhan Polat/ANKARA
Peygamberimizin çoğu zaman kıldığı, bazen kılmadığı sünnete müekked (pekiştirilmiş) sünnet denir. Sabah, öğle ve akşam namazlarının sünnetleri gibi. Peygamberimizin çoğu zaman kılmadığı, ara sıra kıldığı sünnete de gayr-i müekked sünnet denir. İkindi namazının sünneti ile yatsının ilk sünneti gibi. Sünnetler, farzlardaki eksiklikleri tamamlar ve sevap kazandırır.
Yazının Devamını Oku 
14 Mayıs 2004
<B>BİR </B>okuyucum gönderdiği mektupta, ünlü İslam düşünürü ve şairi <B>Muhammed İkbal’</B>in İslam düşüncesiyle ilgili görüş ve düşüncelerine eleştiriler yöneltiyor.İkbal’in yeterince anlaşılıp kavranmadığı intibaını veren bu eleştirilerini vesile ittihaz ederek büyük düşünür hakkındaki görüşlerimi bu haftaki yazımda sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çağdaş İslam düşüncesinin önde gelen simalarından biri olan Dr. Muhammed İkbal, bugüne kadar değişik yönlerden incelenmiştir. Onu öncelikle bir ‘filozof’ gibi görenlerin yanında sadece bir şair olarak benimseyenler de olmuştur. Ancak İkbal, hem filozof ve şair, hem fikir adamı ve sosyolog, hem de Batı ve İslam kültürüne vakıf bir bilim adamıdır.
* * *
Muhammed İkbal’in dünya görüşü, İslam düşüncesine dayanır. İkbal öncelikle insanın kendi nefsiyle olan seziş ve ilgisini irdelemekle ilgi çekmiştir. O, insanın yaratıkların en üstünü olduğuna, ‘nefsini tanıyan, bilen, Allah’ını da tanır, bilir’ sözünün doğruluğuna inanır. Evreni bir bütün olarak kabul eden İkbal’e göre ‘nefs’ evrendeki en büyük gerçektir.
İkbal ‘benlik’ üzerinde çok durmuş, kişinin şahsiyetini yitirmesine karşı çıkmış, benliğini tanımasını ve kişinin kamil insan olmasını istemiş, örnek olarak da Hz. Muhammed’i göstermiştir. Ona göre hakiki Müslüman, kámil insandır. Müslüman, Allah’ın ahlakı ile ahlaklandığı zaman kámil insan olur. Gerçek müslüman dünyada bir adalet terazisidir. Allah’ın gazabı ve rızası onunla bilinir, güzel ve çirkin onunla seçilir. Müslüman’ın hoşuna giden şey mutlaka güzel, beğenmediği de muhakkak çirkindir.
Muhammed İkbal, Kuran’ı bütün insanlığın biricik kitabı, ebedi ilmi ve yegáne saadet kaynağı olarak görür. İnsanlık, boğulduğu karanlıktan ancak bu ilahi meşalenin kutsal ışığı sayesinde kurtulacaktır. O, bu nura karşı gözlerini kapayan Müslümanları en ağır dille eleştirmiştir. Bir şiirinde şöyle demiştir: ‘Ey Müslüman, sen hálá dindarlık taslayan, ilim ihtarcılığı yapan, kendisine hiçbir şahsiyet payı ayırmadan başkalarını şuursuzca taklit eden zavallı bir zümreye esir bulunuyorsun. İki cihan saadetinin yegáne kaynağı olan mukaddes kitabına karşı ne yazık ki bütün ilgin kesilmiş gibidir. Ancak öleceğinde kolayca ölmen için Yasin-i Şerif okuyorlar.
Ah ne kadar acıklıdır ki, Allah tarafından sana hayat ve kuvvet vermek için inen o mübarek kitap, demek yaşaman için değil de kolayca ölmek ve hayat sahasından hazin bir suretle silinmekliğin için okunuyor öyle mi?’
* * *
İkbal, Kuran’ın ölülere okunan bir kitap olmasına şiddetle karşı çıkar. O ölüler için değil diriler için, hayatta insanlara yol göstermek için gönderilmiştir. Kuran okunmalı, anlaşılmalı ve yaşanmalıdır. İkbal’in çağdaşı olan milli şairimiz Mehmet Akif de milletimize aynı gerçekleri haykırıyor:
‘Ya açar nazım-ı celilin bakarız yaprağına
Yahud üfler geçeriz bir ölünün toprağına
İnmemiştir hele Kuran bunu hakkıyla bilin
Ne mezarlıkta okumak, ne de fal bakmak için’
İkbal sahih hadisleri İslam kaynağı olarak kabul eder, peygamberimizi Kuran’ın en büyük yorumcusu olarak görürür ve ‘Mustafa’nın dini hayat dinidir, onun sünneti hayat dininin felsefesidir’ der.
Allah tarafından bütün insanlığa irşad ve tenvir için gönderilen Hz. Muhammed’in her sözü, İkbal’e göre hak ve hakikatın ta kendisi ve özüdür. Perişan insanlık onun açtığı nurlu yolu tuttuğu gün, ezelden beri hasretle yandığı zaman, mutlak ve hakiki saadete kavuşacaktır.
SORALIM ÖĞRENELİM
Burçlara inanmak doğru mu?
Metin Aslan/ALMANYA
İslam, burç, yıldız gibi semavi cisimlere müstakil bir kudret nispet etmeyi doğru bulmaz. Burçların insan üzerinde etki yapacağına inanmak, yıldızlara bakarak gelecekten haber vermeye kalkışmak dinimizce rededilmiştir.
Ayna taşımak sünnet midir? Gece aynaya bakmak günah mıdır?
Arif Menteş/BURSA
Hz. Peygamberin bir kutu içinde ayna, koku, tarak, sürmedan, makas ve misvak gibi temizlik araçları bulundurduğu bilinmektedir. Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber aynaya bakarken, ’Hamdolsun! Allahım yaradılışımı güzel kıldığın gibi ahlakımı da güzelleştir’ diye dua ederdi. Bu rivayetlere dayanılarak temizlik araçlarının kullanılmasının ‘müstehap’(güzel) olduğu belirtilmiştir. Gece aynaya bakmanın günah olduğuna dair dini bir dayanak yoktur.
Kuran’da ‘kadınlar başlarını örtsün’ diye ayet var mı, baş ve saç kelimeleri geçiyor mu?
Sabahat Özçelik/ANKARA
Nur Suresi ayet 31’de kadınlara hitaben ‘başörtüleriyle gerdanlarını kapatsınlar’ denilmektedir. Ayette geçen ‘humur’ kelimesinin tekili ‘himar’dır ki herhangi bir örtü değil, başörtüsü anlamındadır. Hz. Peygamber döneminde erkeklerin başına ‘imame’, kadınların ise ’himar’ taktıkları rivayet edilmektedir. Esasen ayeti kerime, başları zaten örtülü olan ancak göğüsleri açık olan kadınlara başlarındaki örtülerle göğüs ve gerdanlıklarını kapatmayı emretmiştir.
Yazının Devamını Oku 
7 Mayıs 2004
<B>GEÇEN </B>hafta Bağdat’taki bir cezaevinde Iraklı tutsaklara yönelik aşağılayıcı muamelenin fotoğrafları CBS televizyonunda yayımlandı. Kendilerini uygarlığın ve özgürlüğün temsilcisi olarak gören, Saddam’ın Halepçe katliamını ve işkence görüntülerini kamuoyuna gösteren ve sonra diktatörden kurtarmak için savaş esirlerine işkence yapanların tutarlılık terazisinde kendilerini hangi kefeye koyacaklar?..
Birleşmiş Milletler’in 1984 tarihli İşkenceye Karşı Sözleşme’sinde (United Nations Convention Against Torture-1984) işkencenin tanımı şöyle: ‘Bir kişiden veya üçüncü bir şahıstan bilgi almak, o kişinin veya üçüncü bir şahsın itiraf etmesini sağlamak, o kişiyi veya üçüncü bir şahsı işlediği veya işlediğinden şüphelenilen herhangi bir eylemden dolayı cezalandırmak, her tür ayrımcılıktan kaynaklanan herhangi bir nedenle söz konusu kişiyi veya üçüncü bir şahsı korkutmak veya zorlamak amacıyla, kamu görevlisi veya resmi görevli olarak hareket eden herhangi bir şahsın rızası, emri veya göz yummasıyla, söz konusu kişiye acı vermek veya canını yakmak kastıyla yapılan zihinsel ve/veya fiziksel herhangi bir hareket işkencedir.’
* * *
İşkence, kan ve gözyaşı ile ‘barış’ getirilmez. Barış, eşitlik, özgürlük, adalet, kişilik haklarına saygı gösterilerek elde edilir. Konuya İslamı açıdan baktığımızda; savaşta bile insan onuruna saygı gösteren İslam, Müslümanları esirlere karşı da merhametli olmaya çağırır. Peygamberimiz, ‘Esirlerinize iyilikle davranınız!’ demiştir. Bedir Savaşı’nda alınan esirlere iyilikle ve saygılı bir şekilde davranılmasını emretmiştir. Müslümanlar da bu emre uyarak yiyecek konusunda esirlere öncelik tanımışlardır.
Savaş esirleri konusunda İslam’ın esirlere tam bir serbestlik verdiğini Kuran göstermektedir: ‘Nihayet onların gücünü kırdığınız zaman artık bağı sıkı tutun (onları öldürmeden ve yaralamadan tutsak edin). Ondan sonra ya iyilik yapın (karşılıksız, serbest, özgür bırakın) yahut fidye alın.’ (47, 4). Hz. Peygamber birinci yolu seçmiştir.
Peygamberimiz de asırlar öncesinden bu konuda insanları uyarmış, savaş esirlerine işkence yapandan davacı olacağını bildirmiş ve savaşa çıkan ordusuna şu nasihatı vermişti: ‘Allah adına çıkınız. Çünkü siz Allah yolunda savaşıyorsunuz, zulmetmeyiniz. İnsanların organlarını kesmek suretiyle işkence yapmayınız. Çocukları, manastırlarda oturan din adamlarını öldürmeyiniz.’ (Ebu Davud, Cihad 120).
Tarihimizde Osmanlı İmparatorluğu’nun adalet götürdüğü ülkelerdeki uygulamalar birer örnektir. Şu anda Savaş Suçları Mahkemesi’nde mahkûm olan Miloseviç’in Bosna’da yaptığı işkenceler hálá dimağlarımızda diri durmakatadır. Aynı topraklara adalet götüren ve halkı zalimlerden, diktatörlerden kurtarmak isteyen Fatih Sultan Mehmed’in 1478 tarihli fermanı (şu anda FOJNİCA’daki Fransisken Kilisesi’nde muhafaza edilmektedir)insan haklarına ve dini liderlere verilen önemi nedeniyle birer ibret vesikasıdır.
* * *
Fatih Sultan Mehmed bu fermanda şöyle demiştir:
‘Ben Fatih Sultan Mehmed, bütün dünyaya ilan ediyorum ki: Kendilerine bu padişah fermanı verilen Bosnalı Fransiskenler himayem altındadır. Emrediyorum, hiç kimse ne bu adı geçen insanları, ne de onların kiliselerini rahatsız etmesin ve zarar vermesin. İmparatorluğumda huzur içerisinde yaşasınlar. Ve bu göçmen durumuna düşen insanlar, özgürlük ve güvenlik içerisinde yaşasınlar. İmparatorluğumdaki tüm memleketlere dönüp korkusuzca kendi manastırlarına yerleşsinler.
Ne padişahlık eşrafından, ne vezirlerden veya memurlardan, ne hizmetkárlarımdan, ne de imparatorluk vatandaşlarından hiç kimse bu insanların onurunu kırmayacak ve onlara zarar vermeyecektir.
Hiç kimse bu insanların hayatlarına, mallarına ve kiliselerine saldırmasın, hor görmesin veya tehlikeye atmasın. Hatta bu insanlar başka ülkelerden devletime birisini getirirse onlar da aynı haklara sahiptir.’
İşkence yapan ve yaptıranın insani değerlerinden söz edilemez. Irak’ta görev yapan Tuğgeneral Mark Kimmit’in, bir röpörtajında söyledikleri umarım Irak’ta bulunan askerlere güzel bir nasihat olur. ‘Resimleri gördüğümüzde dehşete düştük. Bunlar bizim askerlerimiz, bunlar bizim her gün çalıştığımız kişiler ve diğer askerlere haksızlık ettiler. Biz askerlerimizin düşman tarafından yakalandığı takdirde iyi muamele edilmesini bekliyoruz. Eğer biz esirlere saygılı ve onurlu davranarak bir örnek teşkil edemezsek, diğer uluslardan bizim askerlerimize böyle davranmalarını isteyemeyiz.’
SORALIM ÖĞRENELİM
Tıpta meydana gelen yeni gelişmelere göre, anne karnında iken çocuğun cinsiyeti değiştirilebiliyor. Bunu yaptırmamızda bir sakınca var mıdır?
Doktor Mehmet ABD
Çocuğun sağlık nedenleri dışında cinsiyetini değiştirmek hoş değildir. Çünkü cinsiyet dengesini bozmaktadır. Bu da ileride insanlık için başka problemler meydana getirebilir.
Cuma namazı kaç rekattır, cumanın farzından önce 4 rekat ‘tatavvu’ kılıyorum doğru mu?
Muhyittin Türkarslan-İSTANBUL
Cuma namazı iki rekattır. Bunda asla şüphe yoktur. Cuma namazından önce veya sonra kılınan ‘tatavvu’, ‘nafile’ veya ‘sünnet’ diye adlandırılan namazlar Hz. Peygamber tarafından kılınmış veya kılınması tavsiye edilmiş namazlardır. Fakat peygamberimiz bu namazlara asla cuma namazı dememiştir. Bu itibarla iki rekat olan cuma namazını on altı diye açıklamak doğru değildir. Bu namazlar kılınması halinde kişiye sevap kazandırır. Zuhr-u ahir ile ilgili daha önce açıklamada bulundum.
İki kardeş iki araba aldık, bir kurban kesmek istiyoruz, olur mu?
Fıkıhta buna şükür kurbanı denilmektedir. İkiniz bir kurban kesip fakirlere dağıtabilirsiniz.
Yatağımın ayak ucunun kıbleye gelmemesi gerektiği doğru mu?
Samanyolu İSTANBUL
Hadis ve fıkıh kitaplarında açık arazide tuvalet ihtiyacını giderirken farklı görüşler olmakla birlikte, kişinin kıbleye saygı göstermesi, önünü ve arkasını dönmemesi tavsiye edilmektedir. Ayakların kıbleye doğru uzatılmasını yasaklayan bir hüküm yoktur. Ancak bir saygı ifadesi olarak uzatılmayabilir.
Yazının Devamını Oku 
30 Nisan 2004
<B>SEVGİ,</B> insanların yaratılıştan getirdiği özelliklerden birisidir. Yöneldiği obje kişiden kişiye farklılık gösterse de bütün insanlarda bu duygu mevcuttur. Hatta hayvanlar bile yavrularına bu duygudan dolayı şefkatle davranır, onları tehlikelerden korumaya çalışır.
* * *
Sevgi, İslam’ın özü, varoluşun sebebidir. Her şey sevgiden doğmuş, sevgiyle var olmuştur. Allah sevgisi, peygamber sevgisi, insan sevgisi, sevginin önemli boyutlarını oluşturur. Kuran-ı Kerim’de; Allah’ı sevmek olgun müminin en önemli özelliklerinden biri olarak zikredilir.
Peygamber sevgisinin de geleneğimizde önemli bir yeri vardır. Türk edebiyatında Peygamber sevgisi üzerine pek çok şiir ve naatlar yazılmıştır. Hz. Peygamber’in edebiyatımızda sembolü, insanlar arasında sevginin remzi olarak bilinen ‘gül’dür.
* * *
İslam insan merkezli bir dindir. Emir ve yasaklarda hep insanın faydasını amaçlamaktadır. Bu anlayış ise dinin merkezine insan sevgisini koymaktadır. Yunus Emre’nin veciz ifadesiyle, ’Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek’ bu felsefeyi en güzel şekilde dile getirmektedir. Dini, dili, düşüncesi ve hayat felsefesi ne olursa olsun, insanların saygınlıkları, şeref ve haysiyetleri vardır. Bu bakımdan bütün hak dinlerde insan en üstün varlık olarak kabul edilmiş, bir insana haksız tecavüz bütün insanlığa yönelik haksızlık olarak kabul edilmiştir.
Hz. Peygamber, ’İman edilmedikçe cennete girilmeyeceği, insanların birbirini sevmedikçe de iman etmiş olmayacağı’nı ifade ederek olgun bir imanın ancak insanları sevmekle elde edilebileceğini vurgulamıştır. Buna karşılık İslam; kin, nefret ve kırgınlıkları yasaklamıştır. Hz. Peygamber’in dili ile yine ‘Müminin kendisiyle iyi geçinilen kişi olduğu, başkalarıyla iyi geçinemeyen ve kendisiyle iyi geçim yapılamayan kimsede hayır olmayacağı’ ifade etmiştir.
İnsan sevgisini merkeze alan İslam, sevgiye dayalı köklü bir medeniyet inşa etmiştir. İslam sayesinde değişik dil ve kültürlere sahip insanlar, yüzyıllar boyu birbirleriyle kenetlenmişler ve bir sevgi yumağı oluşturmuşlardır.
* * *
Şunu da belirtelim ki; İslam’ın sevgisi sadece insanlarla sınırlı değildir. Hayvanları, bitkileri hatta canlı olan her şeyi sevmek, onları Allah’ın yarattığı bir varlık olarak görmek ve onlara Allah için değer vermek, İslam’ın getirdiği prensiplerden birisidir. Bu sebeple İslam’da bir karıncayı incitmek dahi insani olmayan bir davranış olarak kabul edilmiştir.
Günümüzde sevgiden uzaklaşmış gibiyiz. Kendimizi ve sosyal çevremizi gereği gibi sevmiyoruz. Aşkımızı kaybetmişiz. Maddeye olan aşırı düşkünlük, bizi aşkın değerlerinden ve insan sevgisinden uzaklaştırmıştır. Sevgiye gereği gibi değer verilse ve sevgi insan davranışlarında köklü bir şekilde yerleşebilseydi, dünyanın hemen her bölgesinde insanların gözyaşı akıtmasına gerek kalmaz, daha insani ve daha erdemli bir dünyada yaşamak zor olmazdı.
* * *
Bir gönül ehlinin dediği gibi: ’Benim dinim sevgi dinidir. Onun kervanı nereye yönelirse ben de oraya yönelirim ve dinim o dindir. İmanım o imandır.’
SORALIM ÖĞRENELİM
Kudsi hadis nedir? Kuran’la eşdeğer midir?
Arif Bilgen/İSTANBUL
Kudsi hadis, sözü Hz. Peygamber’den, manası Allah’tan diye tarif edilmektedir. Yani Cenabı Hakk, Hz. Peygamber’in kalbine bir fikir ilham etmiş, o da ilham olunan o fikri dile getirmiştir. Kudsi hadisler, Kuran’ın taşıdığı icaz (taklit edilememesi), söz ve mana olarak vahye dayanması ve mütevatir (bir harfi bile değişmeden nesilden nesile geçmesi) gibi özellikler taşımamaktadır. Bunun için namazda Kuran yerine kudsi hadis okunmaz.
Kuran’da, ‘Hac bilinen aylardır’ denmekle daha fazla aylara işaret etmektedir. Ben bu aylardan birinde hac yapabilir miyim?
Hüseyin Özkan/İSTANBUL
Bu konuda bir makale yazacağım. Şimdilik şu kadarını söylemekle yetineyim. Ayette geçen belirlenmiş hac ayları (şevval, zilkade ve zülhicce), haccın takviminin başladığını yani bu aylarda ihrama girilerek niyet edilebileceğini ifade etmektedir. Haccın yerinden kaydırılması söz konusu değildir. Nitekim Hac Suresi 27. ve 28. ayetlerde geçen ‘belli günler’, Bakara 203’te ‘sayılı günler’ ve Tevbe Suresi’nde ‘büyük hac günü’ ifadeleri bu hususta tartışmaya imkán vermeyecek kadar açıktır. Arife günü, hem dinde hem de kameri takvimde bellidir. Yılda bir kere gelir. Keza bayram günleri de bellidir. Başka yapay gün ve bayramlar ihdas edilemez.
Yazının Devamını Oku 
23 Nisan 2004
<B>KONUYA </B>Türkiye ve Avrupa Birliği üyeleri açısından bakıldığından, dini ilişkiler alanının köklü bir tarihe sahip olduğunu ve ortada engin bir tecrübe mirasının bulunduğunu görürüz. Bilindiği üzere, Müslümanlar ile gayrimüslim dünya arasındaki ilişkilerin tarihi, Hz. Peygamber dönemine kadar gitmektedir.
Avrupa Birliği ülkelerinin mensup olduğu dini gelenek ile milletimizin mensup olduğu İslam dini arasında birçok açıdan ortak noktaların bulunduğu bilinmektedir. Her üç din, ilahi kaynaklı olma özelliğini taşımaktadır. İlahi dinler kavramı, İslam terminolojisinde Hz. Adem ile başlayan ve Hz. Muhammed ile sona eren peygamberler silsilesinin tebliğ ettikleri mesajlar bütününe verilen isimlerdir. Her üç dinde, Hz. İbrahim müşterek bir unsurdur. Her üç dinin mensupları, birbirlerine ortak tarih ve kaynak şuuru içinde bakacak olurlarsa gelecekte barış ve akrabalık duyguları içinde birlikte nasıl yaşayabileceklerinin yolunu kolaylıkla bulabileceklerdir. Her üç dinin mensupları arasında tarihte görülen olumsuzlukların birbirlerini tanımamaktan kaynaklandığı da açıktır.
* * *
Semavi din mensuplarının birbirlerini tanımaları konusunda müspet gelişmeler yaşanmaktadır. Ülkemizin, Avrupa Birliği’ne girişiyle birlikte bu tanıma süreci daha da kolaylaşacaktır.
İslam dini asırlarca çeşitli milletleri ve dinleri bir arada barındırmayı ve yaşatmayı en iyi şekilde başarmıştır. İslamiyet, Müslümanların yönetiminde yaşayan ehli kitaba tam bir din hürriyeti tanımış ve can güvenliklerini devlet güvencesine almıştır. İslam ülkelerinde yaşayan semavi dinlerin mensupları, kendi kiliselerinde, havralarında, camilerinde özgürce yan yana ibadet edebilmiş, böylece kendi dinlerini, dillerini ve kültürel kimliklerini koruyabilmişlerdir.
Farklı kökenlere, din ve dillere sahip uluslar ile barış içinde yaşama ve bu sırada bağnazlıktan uzak kalabilme açısından, Osmanlı döneminde oldukça güzel örnekler sergilenmiştir. Osmanlı bayrağı altında yirmiden fazla farklı etnik gruptan gayrimüslim topluluklar yaşamaktaydı. Müslümanlığın yanı sıra Yahudilik ve Hıristiyanlık en fazla mensubu olan dinlerdendi. Bu dinlere mensup olanlar kendi dillerini konuşuyor, kendi dinlerine göre ibadet ediyorlardı.
Osmanlı’nın bu kadar farklı ulusları bir arada barış içinde yaşatmayı başarabilmesi, tarihi tecrübesinin yanı sıra, İslam dininin Osmanlı’ya kazandırdığı temel felsefe ile mümkün olabilmiştir. Bu felsefeye göre, insan yaratılanların en şereflisidir ve hangi inancı taşırsa taşısın yüce Allah’ın ruhundan bir nefat taşımaktadır. Bu felsefeye göre, hak ve adalet kutsal kabul edilmiştir. Osmanlı’da halk, inancına bakılmaksızın Allah’ın emaneti gibi görülmüştür. Osmanlı’yı çoğulcu ve özgürlükçü tatbikata sevk eden düşünceyi besleyen temel kodların bugünkü Türk toplumunda da aynıyla mevcut olduğunu görmekteyiz. Dolayısıyla, sırtını bu kıymetli tarihi mirasa dayanan Türk insanının Avrupa Birliği içinde de aynı güzellikleri tekrarlayarak örnek konuma yükseleceğine olan inancımız tamdır.
* * *
Türkiye, Avrupa Birliği’ne girmeyi arzu ederken, sadece norm kabul edilen bir konumu değil, aynı zamanda norm veren bir statüyü arzu ettiğini de belirtmek istiyorum. Örnek bir İslam ülkesi konumunda olan ülkemiz, küreselleşen dünya düzeninde Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinin sağlıklı bir zemine oturması çalışmalarına ve dünya barışına büyük katkılar sağlayacaktır.
Ülkemiz, geçmişinde hákim olan uzlaşmacı ve rasyonel İslam anlayışını günümüzde daha da geliştirerek tarihsel rolüne uygun olarak, Avrupa’daki oluşuma hem yeni bir tat katacak, hem de tüm Türk-İslam dünyasının ve hatta tüm doğu haklarının gelişmiş ülkeler ligindeki sözcüsü ve temsilcisi olacaktır. Avrupa Birliği de kendisinden farklı bir kültürü kabul ettiği ve içine sindirebildiği ölçüde gerçek bir uygarlığın temelini atabilecek, içindeki ilkel ve fanatik ırkçı sesleri bertaraf ederek bir Hıristiyan kulübü olup olmadığını ortaya koyacaktır.
SORALIM ÖĞRENELİM
Ehl-i Beyt ne anlama gelir? Bu söz Kuran’da geçiyor mu?
Baki Üstünel-İSTANBUL
Ehl-i Beyt, Peygamberimizin ev halkı anlamına gelir. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurulur: ‘Ey Ehl-i Beyt! Muhakkak Allah sizden çirkef şeyleri gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.’ (Ahzap Suresi; Ayet 33.)
Cuma gününün tatil yapılması dinimize uygun değil mi?
Musa Tosun-İSTANBUL
Tam aksine, cuma günü çalışmak teşvik edilmiştir. Allah şöyle buyurur: ‘Cuma namazı bittikten sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın fazlından nasip arayın.’ (Cuma Suresi; Ayet 10.)
Televizyonda çıplak kadınla karşılaştığımda boy abdesti gerekir mi? Hasta iken kılamadığım namazları sabah namazından sonra kılsam olur mu?
İ.F.-KASTAMONU
Boy abdesti, ister uyanık ister uykuda ‘inzal’ meninin şehvetle dışarı çıkması, kadınlarda hayız ve lohusalık hali, ‘inzal’ olmasa da erkeğin kadınla birleşmesi durumunda boy abdesti gerekir. Sabah namazından sonra kılamadığınız namazları kaza edebilirsiniz.
Kul hakkını Allah affetmez, hükmü ayet midir, hadis midir?
Nizamettin ARMAN
Allah, helallik almadan kul hakkını affetmez, mealindeki Peygamber sözü başta Buhari, Müslim olmak üzere hemen bütün hadis kitaplarının Allah hakkı ve kul hakları bölümlerinde geçmektedir.
Dinimize göre hayvanlar sorumlu tutulacak mı? Bir hoca onların da sorgu suale çekileceklerini söyledi.
Tahsin GÜN-ALMANYA
Ceza ve sorumluluk, aklı başında, reşit, canlı ve özgür insanlar içindir. Bu itibarla cansız, bitki, hayvan, deli ve çocuklar sorumlu olmazlar.
Bana çokça haksızlık yapan birisini bağışlamamı istiyorlar. Ne tavsiye edersiniz?
İfaket MERDANE-BURSA
Bağışlamak ilahi bir sıfattır. Adaletten de üstündür. Güçlü iken bağışlamak güzeldir ve sevaptır. Ancak, bağışlamak saldırganı daha fazla azdıracaksa bağışlamamak lazım.
Yazının Devamını Oku 
16 Nisan 2004
<B>ŞİDDETİN,</B> hemen hemen insanlığın tarihi kadar eski ve de köklü bir olgu olduğunu söylemek mümkündür. Tarihsel süreç içinde insanlar arasında şiddet, daima varlığını sürdüregelmiştir. Nitelik ve niceliği değişse de, çağımızda da değişik versiyonları ile gündeme gelmektedir.
Aslında insanlık, hiçbir zaman şiddeti ve zulmü onaylamamış, ama yine de bu illetten kurtulma mutluluğuna ulaşamamıştır. Hatta, şiddete maruz kalan tarafın kimliği dikkate alınmak suretiyle zaman zaman şiddete taraftar olma bedbahtlığına da düşülmüştür.
Tarihte şiddet kullanmasıyla adeta sembolleşmiş hiçbir şahıs veya zümre medeni dünya tarafından benimsenmemiş ve hakkında da iyi şeyler söylenmemiştir. Buna karşılık iyilik, merhamet ve güzellik sembolü insanlar da herkes tarafından sevilme, kendilerinden övgü ile söz edilme bahtiyarlığına erişmişlerdir.
* * *
Varlık álemi içerisinde üstün bir konumda yaratılan insanın yaşadığı ve bulunduğu her türlü ortamın huzur ve emniyet içerisinde olması, bütün ilahi dinlerin, temel amaç ve hedefi olmuştur. Barış, emniyet, anlaşma ve uzlaşma gibi anlamlara gelen İslam, mutlu insan ve nihayet huzurlu ve barış içerisinde bir toplum oluşmasını gaye edinmiştir. Şiddet ve terörle anlam ve içerik olarak taban tabana zıt olan dinimiz, her vesileyle iyiliği, güzelliği, kardeşliği, merhamet ve adaleti, öfkeyi yenmeyi, kısacası insanlığın yararına olacak her türlü sosyal ve etik prensipleri emir ve tavsiye etmiştir.
Gayesi, insanların mal, can, akıl, din ve namusunu korumak olan dinimiz; insanı yaratılmışların en üstünü saymış, kişilik haklarına, mala ve cana tecavüzü haram kılmıştır. Kuran-ı Kerim’de ‘Haksız yere adam öldürmek, bütün insanlığı öldürmekle eşdeğer tutulmuş, bir hayat kurtarmak da, bütün bir insanlığı kurtarmak gibi sayılmıştır’ (Maide-32). Bütün insanların Hz. Adem’in çocukları olmak itibarıyla kardeş olduklarını bildiren Peygamberimiz, İslam literatüründe ‘Veda Hutbesi’ olarak bilinen son genel konuşmasında, insanların mallarının, canlarının ve namuslarının dokunulmaz olduğunu, her türlü tecavüzden korunduğunu ilan etmiştir.
İslam dini, şiddet ve terör yoluyla insanlara fiili saldırıda bulunmak, işkence yapmak veya daha da kötüsü onların hayat haklarını ellerinden almak eylemlerinde bulunmayı men etmeyi şöyle dursun; insanların şeref ve onurlarıyla oynamayı, haysiyetlerini rencide etmeyi, onlarla alay etmeyi, küçümsemeyi, hafife alıp hoşlanmadığı lakaplarla anmayı veya arkasından dedikodusunu yapmayı, kısaca insanlara manevi baskı ve şiddet uygulamayı bile yasaklamıştır. Dinimize göre ‘Müslüman, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği, insanların her konuda kendisinden emin oldukları insan’ olarak tarif edilmiş, bir kimsenin hoşlanmadığı şekilde arkasından konuşmayı, ‘kardeşinin ölü etini yemek’ kadar çirkin saymıştır (Hucurat-12).
Dolayısıyla İslam’la müşerref olan hiçbir mümin asla şiddete başvuramaz. O, merhamet, hak, adalet insanıdır. Onun imanı böyle bir şeye asla izin vermez. İslam müminleri, hep merhamet ve af yönünü tercih etmeye çağırır. Şiddeti ve zulmü de daima telin eder. Dinimiz sevgi, şefkat ve kardeşlik dini, peygamberimiz de sevgi ve merhamet peygamberidir. Bütün insanlığı, hatta bütün canlıları kuşatan yüce değerleri amaç edinen bir din, terör ve şiddetle bir arada bulunabilir mi?
* * *
Dinimiz, toplumları bölük pörçük eden kavgaların ve ihtilafların sebebi değil; birlik ve dirliği sağlayan kaynaştırıcı bir unsurdur. Şiddet görünümü veren davranışlar, her şeyden evvel yüce dinimize bühtana vesile olduğu gibi, ismi dahi barış anlamı taşıyan İslamiyet’in ve mensuplarının aydınlık görüntüsünü de karartmaktadır.
İslam dininin asırlar boyu bayraktarlığını yapmış aziz milletimizin İslam anlayışının özünde, Sevgili Peygamberimizin 8avsiye ettiği ve Hoca Ahmet Yesevli’lerin, Mevlana’ların, Hacı Bektaş Veli’lerin, Yunus Emre’lerin yoğurduğu sevgi, hoşgörü, birlik ve dayanışma vardır. Bu anlayışla saldırganlığa, anarşi ve teröre, kin ve nefrete asla yer yoktur.
Sebebi ve kaynağı ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin terör ve şiddet bir insanlık ayıbıdır.
Gelecek hafta buluşmak ümidiyle...
SORALIM ÖĞRENELİM
Borsada elde edilen kazanç helal midir?
Serkan BAL
Serbest piyasada ve menkul değerler borsasında, günlük değeri üzerinden alınıp satılan hisse senetleri ticari meta hükmündedir. Kár-zarar söz konusudur. Bu itibarla, değerinin yükselmesi sonucu elde edilen kazanç helaldir.
75 yaşında kalp, şeker ve yüksek tansiyon hastasıyım. Cuma namazına gidemiyorum. Evde masa üstünde kılabilir miyim?
Emekli Memur-İSTANBUL
Cuma namazı ile yükümlü olmanın şartları arasında sağlık da geçmektedir. Sağlığınız elvermiyorsa evinizde öğle namazı kılabilirsiniz. Ayrıca cuma namazı sosyal içerikli ve camide cemaatle kılınmasını gerektiren bir namaz olduğundan evde tek başına kılınamaz.
Pasif ötanazi hakkında görüşünüz nedir?
Dr. Şakir Coşkuner-İSTANBUL
Yaşlı, ölümcül ve acılar içinde kıvranan hastayı aletlere bağlayarak bir nevi ölümünü geciktirmek yerine, ilaçlarla acılarını dindirmek ve kendi haline bırakmak dini açıdan uygundur.
Evde köpek beslemek istiyorum. Dinimizce uygun mudur?
Köpek áşığı-İSTANBUL
Hz. Peygamber, ihtiyaç yokken evde köpek beslemeyi uygun bulmamıştır. Bunun nedeni, bu hayvanları hakir görmek değil, bazı hastalıkları ev halkına bulaştırmalarından korktuğu içindir.
Torunlarım olursa bir koç keseceğim diye adakta bulundum. Bir hayır kurumuna bedelini versem olur mu?
Ertuğ Meray-ANKARA
Kurbanda vekil tayin etmek caizdir. Dolayısıyla hayır kurumu size vekáleten kurbanınızı kesip dağıtabilir. Böylece adağınız yerine gelmiş olur.
Vefat eden kişinin arkasından bazen ‘Toprağı bol olsun’ deniliyor. Bu kelimeyi Müslümanlar kullanır mı?
Mestan Akşit-İSTANBUL
‘Toprağı bol olsun’ tabiri genellikle gayrimüslimlerin ölüleri için kullandıkları bir tabirdir. İslam’da ölüler rahmetle anılır ve Allah’ın affına mazhar olmaları için dua edilir.
Yazının Devamını Oku 
9 Nisan 2004
<B>BU </B>sohbetimizde Hz. <B>İsa’</B>nın çilesini konu alan <B>‘Tutku’</B> adlı filmin gösterilmesinden dolayı başlatılan tartışmalara ışık tutması bakımından Kuran’ın Hz. <B>İsa’</B>ya bakışını işleyeceğim. Kuran’da ‘Meryem oğlu’ ve ‘Mesih’ adıyla anılan Hz. İsa’dan 25 yerde söz edilmektedir. Özellikle Meryem ve Ali İmran surelerinde onun doğumu ve peygamberliği geniş bir şekilde anlatılmıştır. Kuran, Hz. İsa’nın hayatı ile ilgili sunduğu bilgilerle onu tanrılaştırmak isteyenlerin iddialarını çürütmeyi hedeflemiştir.
Soyu itibarıyla Yahudi olan Hz. İsa, İsrail oğullarına gönderilmiş bir peygamberdir. Bakire Meryem’den Allah’ın kudretiyle babasız doğduğunu hazmedemeyen o günkü Yahudi toplumu, gerek onun şahsına ve gerekse anasına iftira atmaktan geri durmamışlardır. Hatta Hz. İsa’ya suikast hazırlamışlardır. Kuran bütün bu ithamlara karşı her ikisini de savunur ve Hz. Meryem’in dürüst ve namus timsali bir kadın olduğunu söyler.
* * *
Kuran diğer peygamberlerde olduğu gibi Hz. İsa’nın da peygamberliğini pekiştirmesi için zaman zaman Allah’ın izniyle mucizeler gösterdiğinden söz eder. Örneğin beşikte konuşması, körlerin gözünü açması, ölüleri diriltmesi ve çamurdan bir kuşa can vermesi gibi.
Kuran, Hz. İsa’nın insanüstü bir varlık olmadığı üzerinde durur. Onun her insan gibi yemek yediğini anlatarak beşerin bütün zaaflarını taşıdığını açıkça gösterir ve Hz. İsa’ya tanrılık veya tanrının oğlu gibi sıfatların onun vefatından sonra yakıştırıldığını söyler.
Kuran, Hz. İsa’nın idam edilerek ölmediğini kesinlikle ifade etmektedir. ‘Onlar İsa’yı öldürmediler, asmadılar fakat onlara öyle göründü. Bunun üzerinde ihtilaf edenler ona dair şüphe içindedirler.’ O halde İsa’nın haç üzerinde ölmediği muhakkaktır. Fakat bu onun tabii bir surette ölmemiş olduğunu ifade etmez. Çünkü Kuran, Hz. İsa’nın vefat ettiğini açıklamaktadır.
* * *
Hz. İsa’ya benzeyen birinin asılması sırasında onun gökyüzüne uçtuğunu iddia etmek doğru olamaz. Hz. İsa’nın hálá yaşadığına dair beslenen inancın Hıristiyanlıktan gelme olduğunda şüphe yoktur. Çünkü Hıristiyanlar, İsa’nın tekrar döneceğine inanırlar. Kuran’da buna dair bir şey yoktur. Kıyamet alametleri içerisinde İsa’nın ineceğine dair rivayet edilen hadisler ise haber-i vahit (bir kişinin haberi) olduğundan kesin bilgi ifade etmez. Kaldı ki bu hadislere itibar edenler de tevil yolunu seçmişlerdir. Kuran’da Hz. İsa’nın ‘ref’inden, yani yükseltilmesinden bahsedilir: ’Belki Allah onu kendisine yükselti.’ Fakat bu onun vefatından sonra vuku bulmuş mevki ve itibar yüksekliğidir. Yoksa bedenin gökyüzüne yükselmesi değildir.
Doğrusunu Allah bilir...
SORALIM ÖĞRENELİM
Bir arkadaşım beni bir şeyhin yanına götürdü ve ‘Bu değerli insan bize şefaat edecek, şüphen olmasın’ dedi doğru mu?
Yusuf Özdemir/İZMİR
Kuran’da, Allah izin vermedikçe hiç kimse, peygamber de dahil şefaat edemez, denilmektedir. Yüce Allah’ın kime şefaat izni verip vermeyeceğini biz bilemeyiz. Şu halde şu zat şefaat edecektir hükmüne nerden varılıyor?Allah’tan bir haber mi geldi? Bunlar üye (mürit) kazanmak için uydurulmuş tehlikeli sözlerdir. Tövbe etmek lazım.
Oğlum Hıristiyan bir Alman kadınla evlenmek istiyor, caiz mi?
S.M/ALMANYA
Kitap ehli (Yahudi, Hıristiyan) ile evlenmek helaldir.
Musa Peygamber’in bir yumrukla firavunun adamını öldürdüğü doğru mu?
H.O/İZMİT
Musa Peygamber, bir Kıpti ile kavga eden arkadaşının kendisinden yardım istemesi üzerine kavgaya karıştığı ve bir yumrukla adam öldürdüğü Kasas Suresi, 15. ayette geçmektedir. Ayetin tefsirinde Hz. Musa’nın öldürmek kastı taşımadığı bir yumrukla insanın ölmesinin çok ender rastlanan bir durum olduğu ve yine ayetin devamında Musa’nın af dilediği ve Allah’ın onu bağışladığı anlatılmaktadır.
Kuran’da ‘makirin’ sözü hangi surelerde geçer?
Altan Badur/İSTANBUL
Tuzak kuranlar anlamına gelen ‘makirin’ kelimesi Ali İmran Suresi ayet 54’te ve Enfal Suresi ayet 30’da geçmektedir. Birincisinde Hz. İsa’ya kurulan kast tuzağından söz edilir: ’Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.’ İkincisi, Peygamberimize müşrikler tarafından kurulan tuzaktır: ’Hani o káfirler seni tutuklamak veya öldürmek ya da Mekke’den çıkarmak için tuzak kuruyorlardı. Allah da tuzak kurdu. Allah tuzak kuranların hayırlısıdır.’
Yatalak bir hasta, başıyla namaz kılar, diyorlar doğru mu?
Hüseyin Kalaycı/ADANA
Doğrudur. Buna ima ile namaz kılmak denilir ki hastalar için bir kolaylıktır.
Bizim mahallede kadınlar bir araya gelerek salı namazı, çarşamba namazı kılıyorlar. Bunun dinde yeri var mıdır?
Hatice Ünsal/Ankara
Dinimizde söylediğiniz gibi günlere mahsus (Cuma namazı) dışında, namaz yoktur. Kişi istediği zaman Allah için nafile namaz kılabilir.
Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır diyorlar doğru mu?
İbrahim Bulut/İzmir
Bu söz Beyazit Bistamiye yakıştırılır ki, kesinlikle doğru değildir.
Seçimlerde sol işaret parmağıma boya sürdüler .Bu boyanın boy abdestime ve abdeste bir mahzuru var mıdır?
Çetin Emiroğlu/İstanbul
Parmakta bir tabaka oluşturmadığından abdestinize bir zararı yoktur.
Yazının Devamını Oku 