Mehmet Nuri Yılmaz

Değişimin dini hayata etkileri

17 Eylül 2004
<B>DEĞİŞİM,</B> yaşadığımız dünyanın engellenmesi mümkün olmayan gerçeklerinden birisidir. Değişimden kaçış, ya da onu inkár etmek mümkün değildir. İnsanlığın meydana getirdiği ilmi ve teknik gelişmeler, icatlar gerçekten de hayret verici bir hızda yürümektedir. Bu hıza senkronize olamayan toplumlar çağın dışına düşerler ve gelecekle ilgili beklentilerini kaybederler. Yeni iletişim imkánlarıyla ilişkiler artarken dünya git gide küçülüyor ve küçük bir köy halini alıyor.

* * *

Bu gelişme ve değişimler, sosyal hayatımızı olduğu kadar dini hayatımızı da etkilemektedir. Kuran, çağın ve zamanın din açısından çok önemli bir kavram olduğuna işaret ediyor. Ve çağa yemin ediyor. ‘Çağa yemin olsun ki insan zarardadır’ buyuruyor. Bu surenin devamında, insanoğlunun önüne zarardan kurtulmak için dört aşamalı bir eylem planı sunulmaktadır: İman, etmek; insanlığın hayrına güzel ve faydalı işlerde bulunmak; hakkı başkalarına tavsiye etmek; ve en nihayet bunda istikrarlı olmak.

Kuran’ın eylem planında, zaman olgusu karşısında pasif kalmak gibi bir durum söz konusu değildir. Aksine, gelişmeleri daha hızlı ve aktif bir ritimle takip etmeyi öğütler. Cenab-ı Hak, Kuran’da statik bir aklı değil, sürekli düşünen dinamik bir aklı istemektedir. İslam’ın temel akidesi olan iman zihinsel diriliğe kapı açarken, salih amel fiili canlılığı meydana getirmektedir. Bunun yanı sıra Kuran-ı Kerim’de Cenab-ı Hak, ‘Bir toplum kendini değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez’ (Ra’d, 11) buyurmaktadır. Demek ki zamana karşı pasif olma hali, Cenab-ı Hakk’ın tasvip etmediği bir davranış olarak karşımızda durmaktadır.

Çağın getirdiği ve toplumun faydasına olan bilcümle ilmi ve teknik buluşlara da İslam hiçbir zaman karşı çıkmamış, aksine destek olmuştur. Peygamberimiz, ‘Hikmet (İlim ve ilmin gereklerine göre hareket etmek) müminin yitiğidir’ buyurarak bu gerçeği en çarpıcı bir ifadeyle dile getirmiştir. Toplumun bir kesiminde fonksiyonel değişimlere neden olacak bazı gelişmelere siyasi, ekonomik vb. sebeplerle geçmiş dönemlerde karşı çıkanların, kendilerini haklı kılmak için birtakım dini gerekçeler göstermeleri, dinin bu gelişmelere karşı olduğu anlamına gelmez.

İslam, teşekkül dönemi itibarıyla geçmişte kalmış gelenekleri toptancı bir anlayışla reddetmediği gibi, olduğu gibi de kabul etmemektedir. Bir uygulamayı ret gerekçesi; onun geçmişte kalması ve çağdaş olma özelliğini yitirmiş olması değil; gerçeğe tekabül edememiş olmasıdır.

Hz. Peygamber döneminde İslam, öğretileri itibarıyla hem teşekkül ediyor, hem de pratiğe dökülüyordu. Karşılaşılan problemler ve değişik durumlar Hz. Peygamber hayatta olduğu için onun teşri mantığı ile çözüme kavuşturuluyor ve onun uygulamaları (sünnet) dinin bir parçası haline geliyordu. Bu anlayış, dört halife döneminde özellikle Hz. Ömer döneminde de sürdürülmüştü. Bu nesil, İslam’ın kolaylaştırıcı esnek tutumundan olabildiğince geniş bir şekilde istifade edebilme başarısını göstermiştir.

İslam’ın kaynaklarından dinamik bir şekilde istifade etme yöntemi, ne yazık ki, mezheplerin teşekkülünü takip eden asırlarda istenilen düzeyde sürdürülememiş, İslam’ın yaşayan hayata canlı bağı kuvvetlice tesis edilemeyerek zayıflatılmıştır.

* * *

Kısaca; İslam evrensel bir din, Kuran’ın hükümleri de kıyamete kadar geçerlidir. Hayatın tabii akışı içerisinde meydana gelen gelişmeler ve bu gelişmelerin getireceği değişim, İslam’ın önünde bir engel değildir. Değişmenin ideal şekli ise, madde ve mana dengelerinin korunarak fert ve cemiyet menfaatlerinin paralel hale gelmesi tarzında olmalıdır. Netice itibarıyla; evrensel değerler üzerine oturmuş İslamiyet, her asrın ve her coğrafyanın ihtiyaçlarına cevap verecek kaynak zenginliğine sahip bir dindir. Özüne uygun olarak anlaşıldığında ve yaşandığında insanlara huzur ve saadet getireceği gibi, her sahada ilerleme ve kalkınmanın da temel motivasyonu olacaktır.

SORALIM ÖĞRENELİM

Cuma namazı İzmir’de 10, Manisa’da 16 rekat kılınıyor. Hangisi doğru? Her namazdan sonra tespih çekilmeli, dua edilmeli mi? Cenaze olduğunda bazı camilerde tespih çekilmiyor. Namazlar nasıl birleştirilir, niyetlerde farklılık var mı? Erkekler kısa kollu gömlek, atlet ve başı açık namaz kılabilirler mi? Sabah namazı güneş doğduktan sonraya bırakılırsa kaza sözcüğü söylenmeden kılınır mı?

Güngör Gücüyen/MANİSA

Cuma namazı iki rekattır. Cumadan önce 4, keza cumadan sonra 4 rekat kılmak sünnettir. Namaz tekbirle başlar, selamla biter. Namazlardan sonra tespih çekmek ve dua etmek sünnettir. Cenazeyi acele kıldırmak gerektiğinden tespihlerin terk edilmesi uygundur. Zorunluluk halinde öğle ile ikindi, akşam ile yatsı herhangi birinin vaktinde birleştirilerek sırasıyla kılınır. Niyette bir farklılık yoktur. Her namaz için ayrı kamet getirilir. Namazda göbekten diz kapağına kadar olan yeri örtmek gerekir.

Güneş doğduktan sonraya bırakılan sabah namazı, ikinci bir vakte girilmediğinde kaza sözcüğü kullanılmadan kılınabilir.

Sövmek, kötü söz söylemek abdesti bozar mı?

Okan Taşkesenli/ERZURUM

Abdesti bozan şeyler arasında sövmek, kötü söz söylemek bulunmamaktadır. Benim size tavsiyem; Müslüman güzel konuşur, bu sebeple elinizden geldiğince güzel konuşunuz.

Kocam hastanede vefat etti. Ben onun yüzünü öptüm. Bir hoca bana öpmemin haram olduğunu söyledi. Çünkü koca öldüğünde nikáhın düştüğü söyleniyor. Ben günah işlemiş mi oldum?

Seda Osmanoğlu/BURSA

İçinde bulunduğunuz acı durumdan dolayı ölmüş kocanızı öpmenizde herhangi bir sakınca yoktur.

20 yaşında bir genç kızım. Sevdiğim adam Şii. Namaz kılarken el bağlamıyor, namazlığın üstüne bir toprak parçası koyarak üzerine secde ediyor. Böyle birisiyle evlenebilir miyim?

Kübra/ANKARA

Şiiler, İmam Cafer mezhebine bağlıdırlar ve ona göre amel ederler. Namazda ellerin bağlanmaması bazı Sünni mezheplerde de vardır. (Örneğin, Maliki mezhebi). Topraktan bir parça üzerine secde etmeleri de, bunun daha faziletli olduğu inancından kaynaklanır. Toprak üzerine secde etmeyi faziletli sayan başka Sünni mezhepler de vardır. Bunlar ayrıntıdan ibarettir. Böyle biriyle evlenmenizde hiçbir sakınca yoktur.

Boy abdesti, mutlaka sabunla yıkanıp durulandıktan sonra mı alınmalıdır?

Mehmet Turgut/ÇANAKKALE

Boy abdestinin esası, vücudu baştan aşağı yıkamaktır. Sabunla yıkanılması durumunda da boy abdesti alınmış olur.

Fabrikada birlikte çalıştığım İsviçreli arkadaşım, bilinen haccın dışında da hac vardır diyor, doğru mu?

Hasan Yaylacı

Farz olan haccın dışında isteyen umre ziyareti yapabilir. Bu sünnettir. Umre, tavaf ve saydan ibarettir. Hacdan farkı; Arafat’ta durma, şeytan taşlama ve kurban kesme gibi ritüellerin bulunmamasıdır.
Yazının Devamını Oku

Terörün dini ve vicdanı yoktur

10 Eylül 2004
<B>TERÖR,</B> çirkin ve acımasız yüzünü bu defa Kuzey Osetya’da gösterdi. 30 kadar gözü dönmüş silahlı-bombalı eylemci, bir ilköğretim okuluna baskın düzenleyerek çoğunluğu ilkokul çağında olan yüzlerce öğrenciyi velileriyle birlikte rehin aldı. Bu insanlar ve çocuklar uzun saatler ve günler boyunca ölüm tehdidi altında korku dolu anlar yaşadılar. Gayri insani muamelelere maruz kaldılar. Susuzluktan idrarlarını içmek zorunda kalanlar bile oldu. Küçücük yavruların yalvaran bakışları, anne şefkatinin merhamet dileyen sözcükleri, teröristlerin taş yüreklerini yumuşatmaya yetmedi.

Sonuçta 156’sı çocuk olmak üzere 335 kişi bu gözü dönmüş canilerin kurşunlarına hedef olup hayatlarını kaybettiler. Gözü yaşlı analar çocuklarının kan-revan içindeki cesetlerine sarılıp acıların en büyüğü olan evlat acısıyla kavruldular. Anne-babalarını adını koyamadıkları bu anlamsız savaşta kaybeden çocuklar bir anda öksüzlüğün ve kimsesizliğin yalnızlığına gömüldüler. Günlerden beri dünyanın hemen her köşesinde bütün yürekler, bütün vicdanlar bu vahşetin acısıyla dağlanıyor.

* * *

Bu eylemin İslam inancına mensup bir grup tarafından yapılmış olduğunun açıklanması, elbette ki en başta İslam dünyasını üzmüş ve sarsmıştır. Esenlik ve barış dini olan İslam’ın adının böyle bir olaya karıştırılmış olması, en başta bu dinin mensuplarını isyana sevk etmiştir. Çünkü inandıkları din, bir ferdin canına kıyılmasını, bütün insanlığın canına kıyılmasıyla eş tutan bir dindir. Savaşta dahi olsa masum insanların, hele hele küçücük yavruların, kadınların canına kıyılmasına hiçbir şekilde izin vermeyen bir dindir.

Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmelerine son veren, bir çocuğun Allah sevgisi adına bile olsa kurban edilemeyeceğini söyleyen bir inanç sistemidir. ‘Küçüklerimize şefkat etmeyen bizden değildir’ diye buyuran, ‘çocuk kokusunu cennet kokusu’yla eş tutan muazzez peygamberin bütün insanlığa tebliğ ettiği şefkat ve merhamet dinidir.

Böyle bir eylemin İslam’a fatura edilmesi, elbette büyük bir haksızlıktır. İslam’ın terör üreten bir din olarak gösterilmesi, bunu böyle gösterenler için de, buna alet olanlar için de büyük bir talihsizliktir. Böyle bir önyargıdan hareketle İslam’a karşı küresel mücadele başlatılması gerektiğini savunanların ardındaki niyet ise hiç şüphe yok ki insanlığı medeniyetler çatışmasının içine sürükleme heveslerinin gizli tezahüründen ibarettir.

Bütün bu gerçekler bilinirken, Kuzey Osetya’daki bu kanlı eylemi gerçekleştirenlerin kimler olduğu dahi bilinmezken onların dinleri hakkında görüş bildirmek ve mensup oldukları dinle irtibatlandırmak son derece yanlıştır. ‘Tarihte soykırım, kan, şiddet uygulayanların müsebbibi dindir’ gibi bir görüşe saplanılırsa, bunun içinden çıkabilmek pek kolay olmaz. Zira, böyle olaylarda her dinden kötü örnekler bulmak mümkündür.

‘Gördüğü kardeşini sevmeyen, görmediği Allah’ı sevemez’ diyen İncil’e rağmen milyonlarca Yahudi’yi öldüren Hitler mi, yoksa Hıristiyanlık mı suçludur? ‘Fikir ve bilgilerle donatılsam bile şefkat ve iyilikseverliğim yoksa ben bir hiçim’ (Tevrat) diyen bir dinin mensubunun masum çocukların kemiklerini taşla kırması mı suçtur, yoksa Yahudilik mi?

Kuran-ı Kerim’de ‘Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizle yaptıklarınız yüzündendir. Allah ise günahların birçoğunu bağışlıyor’ (Şûra, 30) denilmektedir. Bu ayette insan olarak neden olduğumuz sorunlara çözümler üretemediğimiz takdirde, birçok problemle karşı karşıya kalacağımıza işaret edilmektedir.

* * *

Hayranlık ve aşağılık duygusuna kapılarak her kim tarafından yapılırsa yapılsın, adaletsizlikler ve insan hakları ihlalleri de hoş görülmemeli ve desteklenmemelidir. İslamiyet adına bile bile yanlışı desteklemeye bizi mecbur kılan dini bir öğreti yoktur. Dinimizin bu çerçevede koyduğu ölçü açıktır:

‘Ey inananlar! Allah için adaleti ayakta tutup gözeten şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi adaletsizliğe sürüklemesin. Adil olun. Bu Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip olma keyfiyetine daha yakındır’ (Maide, 8).

‘Fitne kalmayıp, yalnız Allah’ın dini ortada kalıncaya kadar onlarla savaşın’
(Bakara, 193) ayeti, Müslümanlara, dünyada yaşayan herkesin Müslüman oluncaya kadar savaşılmasını değil, terör ve anarşiye (fitne) karşı sürekli mücadele etme sorumluluğunu yüklemektedir. Müslümanlara emredilen, hikmet ve güzel öğütle İslam’ın evrensel ilkelerini insanlara anlatmaktır. Hidayeti bahşedecek olan Yüce Allah’tır.

Başta bu güzel dinin mensupları olan bizlere ve hangi dinden ve inançtan olursa olsun bütün insanlığa düşen görev, artık bugün dünyanın her köşesine yayılmış olan terör olaylarına karşı müşterek bir sorumluluk ve duyarlılıkla karşı çıkıp, mazlum ve masum insanların yanında yer almak, bu belaya karşı güçlü bir ittifak oluşturmaktır. Bugün insanlığın önünde duran en önemli ve öncelikli mesele budur.

Kastamonu’nun Küre İlçesi’nde meydana gelen göçükte hayatlarını kaybeden işçilerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diliyorum.

SORALIM ÖĞRENELİM

Anneme organ nakli yaptırdık. Yalnız organı aldığımız kişi erkek. Bunun dinimizce herhangi bir aksi durumu var mıdır?

Steven Demiroğlu/İNGİLTERE

Erkekten kadına, kadından erkeğe organ ve doku naklinin yapılmasında dinimizce bir sakınca yoktur.

Almanya’da gazetelerimiz namaz saatlerini yazarken sabahın vaktini imsak ve güneş olarak veriyorlar. Hangisine göre sabah namazını kılmalıyız.

Mehmet ÇAPÇI

Sabah namazı imsak, yani ikinci fecrin doğuşu ile güneşin doğuşu arasında kılınır. Öğle namazı güneşin tepe noktasını aşmasından sonra başlar ve yaklaşık üç saat boyunca herhangi bir vakitte kılınabilir. İkindi namazı, öğle namazının bitiminden sonra başlar ve gün batımından az öncesine kadar kılınabilir. Akşam namazı, güneş tam battıktan sonra başlar ve alacakaranlık sona erinceye kadar yaklaşık bir buçuk saat sonrasına kadar devam eder. Yatsı namazı, alacakaranlığın kaybolmasıyla birlikte başlar ve tan ağarana dek sürer; fakat gece yarısından önce kılınması tercih edilir.

Özel bir şirkette çalışıyorum ve iş pozisyonum nedeniyle cuma namazına gidemiyorum. Bir sakıncası var mı?

Şükrü Uygun/İSTANBUL

Cuma namazı, farz olan bir namazdır ve cemaatle kılınması gerekir. Eğer izin alamıyorsan ve cumaya gitmekle de işini kaybetme tehlikesi söz konusu ise öğle namazını kılınız. Fakat cumaya gitmek için çaba göstermelisiniz.
Yazının Devamını Oku

İç-dış dünya değerleri

3 Eylül 2004
<B>BU </B>hafta köşemi, İslam ülkelerinin, Hıristiyan Batı’ya kıyasla geri kalmışlığının iç ve dış sebeplerini anlatan 2.7.2004 tarihli yazımdan dolayı iki okurumun bu konuyla paralel düşüncede gönderdiği ve köşemde yayınlanmasını istedikleri, benim ise hiç tereddüt etmeden altına imza atacağım yazılara ayırdım. Bozcaada’dan gönderen okurum Psikanalist Gülten Koçak şunları yazmış:

‘Sayın hocam, 02.07.04 tarihli Hürriyet Gazetesi’ndeki sütununuzda yazınıza ek olarak benim başka bir görüşüm de var: Hıristiyan Batı’nın yaşam aşamaları ‘extravertiert’, yani dış dünya değerlerine endeksli, keşfedici ve dev adımlarla hırslı üretici, üretici ama, üretimin sonuçları önceden düşünülmeden veya gelişimleri bu sonuçlar ışığında yürütülmeden. Amaç: Hem başarı, hem de kazanç! Gen teknolojosi, atom reaktörleri ve klonlamalar bu doğa karşıtı oluşumların zirvedeki örnekleri.

İslam kökenli Doğu’nun yaşam aşamaları ise ‘introvertiert’, yani iç dünya değerlerine endeksli, sezi güçlü araştırıcı, yavaş ve kanaatkár, doğa verilerini şükranla kullanarak üretken.

20. yüzyılın başlarından beri insanlık ve onun yaşam adımları ne yazık ki global robotlaşmaya başladı. Doğu’ya, öncelikle de İslam kökenli Doğu’ya, kurnazca ve sinsice egemen olan Batı, onu da kendisine benzetmeye başladı. Doğanın tüm canlılara hak olan verilerini, paraya doymayan endüstri devlerinin rant hırsını gidermek için ivedilikle tüketmeyi amaç edinen küreselleşme, bu kökten yok edici gelişimin zirvedeki örneği. Özet olarak ben, İslam kökenli Doğu’nun 20. yüzyılın başına kadar olan gelişimlerini, Hıristiyan kökenli Batı’nın, yap-boz ve sömür-yok et gelişimi karşısında, geri kalmışlık olarak görmüyorum. İslam kökenli Doğu, eğer İslam dininin eğitime, ilme ve iktisadi kalkınmaya verdiği, sizin de yazılarınızda özenle vurguladığınız taban değerleri üzerine zaman kaybetmeden ve ciddiyetle bilinçlenirse, Batı’yı taklitten radikal vazgeçer.

Yazılarınızdan da kazandığım bilgiler ışığında, İslam dininin, insanlığın maddi manevi gelişimine yegáne sağlam tabanı oluşturacak doğa verilerine saygıyı, sevgiyi ve onunla uyum içerisinde yaşamayı olanaklı kılacak tüm değerleri içeren en güzel kaynak olduğuna inanıyorum.

Yazımı, köşenizde yayınlatmayı olanaklı kılarsanız sevinirim. Belki böylece, Hıristiyan Batı karşısında kendisini Müslüman Doğulu olarak aşağı gören okuyuculara, yeni bir görüş kaynağı olur. Saygılarımla...’

Diğer bir okurum ise 40 yıldır Almanya’da yaşayan, çeşitli üniversitelerde ders veren, araştırmalar yapan Prof. Dr. Muzaffer Andaç. Andaç şunları yazmış:

‘Çok değerli hocam; Türkiye’de birçok bilim adamının ve halk sınıfındaki insanlarımızın beyinlerini kurcalayan soruya, Almanya’daki uzun deneyimlerim ve araştırmalarım neticesi açık bir cevap vermiş oluyorum. Soru şu: Niçin Avrupa teknolojide ilerlemiş ve refah bir hayata kavuşmuş? Acaba bu Hıristiyanlık dinin üstünlüğünden veya başka bir deyimle Hıristiyanlığın ilme daha çok önem vermesinden mi geliyor? Yoksa İslam dini, ilme araştırmaya engel mi oluşturur veya oluyor?

Bu iki düşüncenin ikisi de gerçeği yansıtmıyor. Yani ne Hıristiyanlık ilme daha büyük önem veriyor ve ne de İslam dini ilme engel oluyor veya ilme yeterli derecede önem vermiyor, desteklemiyor ve teşvik etmiyor.

Hıristiyanlık dini, ilme kelimenin tam anlamıyla engel olmuştur. Bunu bütün Almanlar bildikleri için kiliseden ayrılmışlar, artık Hıristiyanlığın esas inanışlarına inanmıyorlar. Avrupa, haçlı seferleriyle İslam’la karşılaşınca bütün ilerleme ve araştırma ilhamlarını Kuran’dan almışlar ve bu hızla Rönesans hareketlerini, ‘aydınlanma’ dönemini yaşayarak bugünkü refaha kavuşmuşlardır. Müslümanlar ise özellikle Türk eğitiminde büyük ihmaller veya yanlış düzenlemeler yapmış, 18. yüzyılda eğitim programlarından fizik, kimya, matematik, astronomi gibi pozitif ilimleri kaldırmış veya çok kısıtlamış, onun yerine yalnız İslam ilimlerini koymuştur. Bu yüzden doğal olarak ülkemizde müspet ilim ve bu nedenle teknoloji gelişememiştir. Matbaanın bulunuşundan ancak iki yüz yıl sonra yurdumuza geldiğini düşünürsek, geri kalmamızın nedeni daha iyi anlaşılır. Alman gençleri bu gerçek karşısında çok memnun oluyorlar. Beraber ders verdiğim Hıristiyan rahipler de bu gerçeği kavradıkları için bana İslam dersi verdirtiyorlar.’

Bu okurlarımın göstermiş oldukları ilgiden dolayı teşekkür ediyorum. Bu konu üzerinde siz değerli okurlarıma ileriki haftalarda daha detaylı bilgiler sunmaya devam edeceğim

SORALIM ÖĞRENELİM

Kuranda bir taraftan Allah’ın, álemi 6 günde yarattığını bildiren ayet varken (sure 25, 60), diğer taraftan bu yaratılışın bir anda vaki olduğunu bildiren ayet mevcuttur (sure 54, 50). Bu iki ayet arasında çelişki yok mudur?

Serpil Üstünakıl-İSTANBUL

Bu iki ayet arasında çelişki yoktur. İlk ayette geçen zaman insani zamandır. Bu zamanda her türlü değişme doğmak, ölmek, sevinç, keder, geliş-gidiş gibi haller meydana gelir ki bu geçici insani zaman, yaratılış anında oluşmuştur. Yaratılmışları ilgilendirir. Bu zaman kavramında gece, gündüz, ay ve yıl söz konusudur. 2’nci ayette ise kastolunan ilahi zamandır. Yani Allah’ta her şey her anda mevcuttur. O görülecek, işitilecek her şeyi bir tek anda idrak ediyor. İlahi zaman, daimi bir şimdiden ibarettir.

Ben 30 yaşında bir bayanım. Geçmişimde hırsızlık da dahil çok günah işledim. Her şey tersine gidiyor. Biraz yalnız kalsam, aklıma yaptığım iğrençlikler geliyor. Bu da beni bunalıma itiyor. Yaşamak istemiyorum. Bana sakın helallik al demeyin, bir çıkış yolu gösterin.

Çiğdem K.

Sevgili okurum, karanlık ışığa engel değildir. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Samimi tövbe edip günahlarınızdan kurtulunuz, geçmişteki kusurlarınıza takılıp kendi manevi dünyanızın daha fazla tahrip olmasına fırsat vermeyiniz. Üzerinizde kul hakkı olduğu anlaşılıyor. Önce helallik alma yolunu deneyiniz. Yüce Allah, kul haklarına saygılı olmayı emrediyor ve bağışlanma için de hak sahibinin bağışlamasını istiyor. Şayet bunlar mümkün değilse, hak sahibine dua etmeniz, onun için sadaka vermeniz ve kendiniz için de çokça ibadet yapmanız gerekir.

İstanbul’dan yazan Sayın Faruk Erengül beyefendiye:

Hacı Bayram Veli Hazretleri hakkındaki muhtevalı yazınızı okudum, çok teşekkür ederim. Öneriniz, bundan sonra çalışmalarımızda gerekli olduğunda dikkate alınacaktır.
Yazının Devamını Oku

İslam’da yardımlaşma ve diğerkámlık

27 Ağustos 2004
<B>EKONOMİK </B>veriler ve bu konuda yapılan yetkin beyanlar şunu gösteriyor ki, ülkemiz gelir dağılımı yönünden adaletsiz bir paylaşım içinde. Nüfusun çok az bir kısmı Avrupa seviyesinde yaşarken, büyük ve ezici bir bölümü yoksulluk ve açlık sınırları arasında büyük bir yaşam mücadelesi veriyor.

Her gün gazete sayfalarına ve televizyonlara buna dayalı aile dramları, buhranlar ve çaresizlikler yansıyor. Sonu hazin hikáyelerle biten pek çok yaşanmış hayatın vicdan yaralayan kayboluşları arasında her gün aynı gelgitlerin seyircisi durumundayız.

Oysa, mensubu olmakla iftihar ettiğimiz din, bize toplumsal bir sorumluluk yüklemiş. Bu toplumsal sorumlulukla açlığı, yoksulluğu, çaresizliği gidermemiz konusunda bize rahmet ve iyilik kapıları açmış, yol göstermiş. ‘İnfak edin (yardımda bulunun), paylaşın, yoksul ve kimsesizleri koruyup gözetin’ buyurmuş. Bunu da zekát müessesesiyle kurumlaştırmış. İslam’ın emirleri arasına zekátı da koymuş ve insana sadece kendisi ve ailesi için değil, başkaları için de sorumluluklar yüklemiş.

* * *

İslam’ın temel inancı şudur ki; zekát verdikçe varlığa ve huzura erişiriz. Servetimizden ancak helal kazanç ve zekátla hayır görebiliriz. Cenab-ı Hak huzurunda sorguya çekileceğimiz hususlardan birisi hiç şüphe yok ki zekáttır. Kazancımızı hangi yolda harcadığımızın hesabını sonunda Yüce Allah’a vereceğimizin idrak ve sorumluluğu ile hareket etmeliyiz.

Yüce Allah, Kuran-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde zekát ve sadaka konusunda şöyle buyuruyor:

‘Şüphesiz iman edip salih ameller işleyen, namazı dosdoğru kılan ve zekátı verenlerin mükáfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.’ (Bakara, 277)

‘Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.’ Allah şöyle dedi: ‘Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekátı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım.’ (A’raf 156)

Bu dini vecibeyi toplumsal bir sorumluluk haline getirerek etrafımıza bakınalım. Komşularımıza, dostlarımıza, akrabalarımıza bakalım. Yetimlere, kimsesizlere yönelelim. Diğerkám olalım.

Unutulmamalıdır ki, bir toplumu ayakta tutan insani değerlerin başında diğerkámlık gelir. Kendisini başkasının yerine koymak, onun taşıdığı yükle yorulmak, onun yaşadığı acıyı hissetmek... Bir türküde söylendiği gibi Erzurum’da kar yağarken, Rize’de üşümeyi bilmek.

İslam ahlakıyla mücehhez bir Müslüman, ‘ben kendimi kurtardım’ anlayışı içinde olamaz. Herhangi bir organ hastalandığında bundan vücudun tamamı etkileniyorsa, toplumun muayyen bir kesiminin derdi de toplumun tamamını etkilemektedir. Sevgili Peygamberimiz, ‘Kendiniz için istediğinizi, din kardeşleriniz için de istemedikçe, gerçek manada iman etmiş olamazsınız’ buyurmaktadır. Bu sözler, merhamet ve sorumluluk duygularımızı kamçılamalıdır.

Bu vicdani telepati, bir vücudun sinir sistemi gibi toplumun bütün katmanlarını sarmadıkça, kuzeyden güneye, doğudan batıya bütün coğrafyamızı baştan başa dolanmadıkça milli bütünlüğümüzü korumamız, çocuklarımıza mutlu ve kaygısız bir gelecek sunmamız mümkün değildir.

* * *

Yazımı şu hikmetli sözlerle bitirmek istiyorum:

‘Sarnıcınız su ile dolu olduğu halde susuzluktan korkmak, en tatmin edilmez susuzluk değil mi?’

‘Malları çok bol olduğu halde az verenler vardır. Bunu da tanınmak için verirler ve onların bu gizli arzuları verdiklerinin bereketini kaçırır. Sonra öyleleri vardır ki, ellerindeki azdır, fakat hepsini verirler. Bunlar, hayat ve hayatın bolluğuna inanırlar, bunların ambarları asla boş kalmaz.’

‘Varın yoğun içinde alıkoyabilecek bir şey var mı? Bütün varın bir gün baştan başa verilmeyecek mi? Öyle ise şimdi ver, ta ki vermek mevsimi várislerinin değil, fakat senin olsun.’


SORALIM ÖĞRENELİM

Hocam, lütfen lezbiyenlik konusuna açıklık getirir misiniz? Bu, kişinin elinde olmayan bir şey. Yani bir özenti değil asla. Bu insanlar lanetli mi oluyor. Lütfen, insanlarımızı aydınlatın, hor görmesinler.

İsimsiz

Yüce Allah, canlıların en seçkin yaratığı insana iki eşey sunmuştur: Erkek ve dişi. Bunun dışında ilmen üçüncü bir eşey yoktur. Durumunuzun bedensel bir kusuru yoksa, bilincinizin derinliğinde çocukluğunuzdan bu yana ruhsal bir kusur olabilir. Size tavsiyem, vakit geçirmeden, bir psikanalist ile temas kurmanız olacaktır.

Bu davranışlar hem dinimiz hem de insanlık açısından yasaklandığından, bunları hoş karşılamak mümkün değildir. Tedavinizle birlikte manevi dünyanızı tevbe ve ibadetlerle düzenleyip zenginleştirmenizi öneririm.

Hanefiler, Şafiiler, Malikiler, Hanbeliler olarak 4 mezhep biliyorum. Bu mezhepler kime hitap ediyor. Ebu Yusuf ve Ebu Hanife’yi açıklar mısınız?

Ruhayat Alp/İSTANBUL

Sözünü ettiğiniz mezhep imamlarının her birisinin ayrı bir metodolojisi olduğundan, kapsamlı sorunuzu köşemizde cevaplama imkánımız yoktur. Mezhepler tarihi ile ilgili kitapları okuyarak geniş bilgi edinebilirsiniz.

Kitap ehli, besmelesiz hayvan kesiyor. Kestikleri et yenilir mi? Çinliler, Budist ve Hinduların kestikleri yenir mi?

İsmail Bektaş/ALMANYA

Kuran-ı Kerim’in En’am suresinin beşinci ayetinde ‘Üzerlerine Allah’ın adının anılmadığı hayvanların etlerini yemeyin’ buyurulmuştur. Bundan, kitap ehlinin (Yahudi ve Hıristiyanlar) kestikleri istisna edilmiştir. Çinliler ve Budist ve Hindular putperest oldukları için bunların kestikleri hayvanların etleri yenilmez.

Evli, 1 çocuklu 30 yaşında bir bayanım. Her dakika sevdiklerime bir şeyler olacak diye korkuyorum. Gündüzleri bile evde tek kalmaktan ürküyorum. Lütfen bana yardım edin.

Sevgili okurum, Yüce Allah’a sığının ve moralinizi yüksek tutun. Ayrıca, bir psikiyatri kliniğine başvurmanızın faydalı olacağını düşünüyorum.
Yazının Devamını Oku

Dindarlık aydınlık, irtica bataklıktır

20 Ağustos 2004
<B>DİN,</B> Allah’a ve ahret gününe iman etmiş her insan için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Allah ile kul arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar, öğütler ve yasaklar manzumesidir. Allah’ın vaat ettiği sonsuz áleme varışın öncesinde kulluğumuzun sınavdan geçtiği iman-ahlak-ibadet üçgeni üzerine kurulmuş bir hayat piramididir. Bu piramidin tepesinde mutlak varlığın ve hákimin tek ve eşsiz iradesi vardır. Kuralları koyan da, sınavı yapan da, sonunda cezayı veren de O’dur.

* * *

O, Kuran’da ‘din günü’ diye tarif edilen kıyametin sahibidir. O gün, káinatı bir káğıt parçası gibi dürecek, dağları ufalayıp birer toz bulutu halinde savuracak olan muhteşem kudret, yaratıp akılla şereflendirdiği insandan kendisine mutlak itaat ister. O’nunla pazarlık yapılamaz, O’nun dışında bir temyiz mercii yoktur. O’nun koyduğu cezayı O’ndan başkası kaldıramaz. O’ndan başkası affedemez ve bağışlayamaz.

İman eden insan öncelikle böyle bir idrakle bağlıdır yaratıcısına. Sonunda öleceğini, toprak olacağını ve tekrar dirilerek O’nun mahkemesinde hesaba tutulacağını iyi bilir. Yaşadığı hayat, onun için geçici bir sınav yeridir. Ölümsüz ve ebedi hayat ise gideceği álemdedir. Orada, inkár edenler için yakıtı insan ve taş olan müthiş bir ateşin lavlarından yükselen sonsuz bir azap vardır. İman edenler için ise altından ırmaklar akan cennet yurtları müjdelenmiştir.

Bu değişmez gerçeğe inanan mümin, 60, 70, bilemediniz 100 yıl sürecek geçici bir dünya hayatı ile ebedi bir hayatın Yüce Allah tarafından kendisine vaat edilmiş nimetlerini takas etmeyi aklından bile geçirmez. İnandığı dinden hiçbir şekilde taviz vermez. Allah’ın öğütlerine uyar, yasaklarından sakınır. Buna azami bir itinayla riayet eder. İbadetlerini yerine getirir, iyi ve erdemli insan olmanın gayreti içinde olur. Haramdan, yalandan ve nifaktan sakınır, iyilik ve güzelliklerin yolunda yürür. İşte bu dindarlıktır.

Dindar insanın yegáne rehberi Kuran ve sünnettir. O’nun dışında yol arayanlar bir çıkmazın peşindedirler. Yüce Allah, kendisi ile kulu arasına hiçbir aracıyı koymamıştır. Peygamberlerine bile böyle bir yetki vermemiştir. Onları sadece tebliğle görevlendirmiştir. Kendisini kuluna ‘şahdamarından daha yakın’ bir mesafeye koymuş olan Yaratıcı ile kulun arasına hiç kimse giremez, girmemelidir. Allah ile kul arasına aracı koymak, ancak bir müşrikin sürüklenebileceği felakettir. Dine en büyük kötülük buradan gelir.

* * *

Şirk müessesini yıkıp yerle bir eden İslam böyle bir gafleti ve ihaneti kabul etmez. İrticanın kalıpları da ancak böyle bir bataklıkta dökülür. Din adına her türlü istismar ve çıkarcılık bu bataklıkta ürer. Hurafe ve bidatler bu bataklıkta çoğalıp etimize, kanımıza ve ruhumuza bulaşır. Böyle bir durum, irticanın ta kendisidir. Dindarlıkla irtica, ‘Habil’ ve ‘Kabil’ gibi birbirine zıt ve düşman kavramlardır. Birinin olduğu yerde diğerine hayat hakkı yoktur.

Burada aydınlarımıza ve sorumluluk mevkiinde bulunan insanlarımıza düşen bir görev var. İnsanımızı Kuran ve sünnetin ışığında aydınlatarak irtica bataklığını kurutmak. Bu da, her seviyedeki insanımızın ve özellikle de aydınlarımızın dine sahip çıkması, ona komplekssiz bir yaklaşımla saygı ve hoşgörü alanları açmasını gerekli kılmaktadır.

Bütün dindarları aynı kefeye koyup bundan korkunç, ya da baş edilemez bir ‘irtica’ paranoyası çıkarmak ne kadar yanlışsa, dindarlığı yanlış anlayıp toplumu yanlış inanış ve uygulamaların yıkıcı sonuçlarına yönlendirmek de o derece kabul edilemez ve affedilmez bir davranıştır. Böyle bir sorumsuzluğun altından hiç kimse kalkamaz.

* * *

İrtica, kelime ve günümüzde kabul gören anlamı itibarıyla geriliği, bağnazlığı, tutuculuğu temsil eden bir kavramdır. Oysa, tarihe baktığımızda milletimizin yeniliklere karşı olmadığı, aksine onları en iyi şekilde benimseyip kendi hayatına geçirdiği yolunda birçok tarihi ve sosyolojik gerçekler vardır.

Türk toplumunun ezici çoğunluğunun laiklikle, cumhuriyetle ve onun ürettiği değerlerle bir sorunu yoktur.

İnandığı gibi yaşama arzusu vardır. İşte bu ‘inandığı gibi yaşama’ arzusunu hurafe ve bidatlere göre değil, Kuran ve sünnete göre bir değer haline getirmeyi başarabildiğimiz an, toplumu bu ikilemin yarattığı huzursuzluktan çekip çıkarma şansımız vardır. Devlet-millet kaynaşması, huzurumuz, dirlik-düzenliğimiz; hepsi buna bağlıdır.

Milletimizin Regaip kandilini kutluyorum.

SORALIM ÖĞRENELİM

Nazar var mıdır?

Ayşe Meltem/İSTANBUL

Nazar veya göz değmesi, yani bazı kimselerin bakışlarıyla insanlar üzerinde zararlı etkiler meydana getirebildikleri dinen de kabul edilmektedir. Nitekim, Kuran’da ‘... İnkár edenler, Kuran’ı dinlediklerinde, neredeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdir’ (Kalem Suresi, ayet 51-52) buyurulmuştur. Hz. Aişe’den rivayet edilen bir hadiste de, ‘Nazardan Allah’a sığının, çünkü nazar (göz değmesi) haktır’ denmektedir. Nazara karşı Muavvezeteyn (Felak ve Nas) surelerinin okunması tavsiye olunmaktadır. Nazarın mahiyeti ve nasıl olduğu henüz kesin olarak bilinmemektedir.

Yaşlı bir adamım. Oğlum bana yaşlılık maaşı bağlatmak istiyor, ben haram olur diye kabul etmiyorum. Ne dersiniz?

Sabri Mihman/ANKARA

Yaşlı ve muhtaç kimselere devletçe verilen yaşlılık aylığını almanızda dini açıdan bir sakınca yoktur.

Bir yapı kooperatifine girdim. Binalar bitti, şimdi kura ile herkesin dairesi belirlenecek. Bu doğru mudur?

Binali Poyraz/İSTANBUL

Kooperatif ortaklarının yerlerinin belirlenmesi için hisselerine göre hak sahibi kişiler arasında kuraya başvurulmasının dini açıdan bir sakıncası yoktur.

Namaz kılarken başımıza sarık sarıp bir ucunu sarkıtmanın daha çok cevap olduğu konusunda Peygamberimizin hadisi var mıdır?

Osman Bozkurt/ANKARA

Bu soruyu daha önce de cevaplandırmıştım. Tekraren ifade etmem gerekir ki bu İslam’dan önce ve Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde Arabistan’da uygulanan yaygın bir ádetti. Başı güneşin yakıcı sıcaklığından korumak için, esasen buna ihtiyaç vardı. Hz. Peygamber de o dönemdeki bütün insanlar gibi, genel olarak başına sarık sarmaktaydı. Ancak bu, ibadet amacıyla yapılan özel bir davranış değildi. Bu itibarla, kılınan namazın sevabı şu veya bu kıyafetle kılınmasına göre değil, kişinin samimiyetine ve ibadetine göstereceği dikkate göre çok veya az olur. Sarıkla kılınan namazın faziletine dair nakledilen hadislerin hemen hepsi zayıftır. Büyük hadis bilgini el-Acluni bunlarla ilgili olarak ‘her biri diğerinden daha zayıf’ değerlendirmesini yaptığı gibi, İmam Buhari de ‘es-Sahih’ adlı eserinde konu ile ilgili olarak açtığı bab başlığı altında sarığın faziletiyle ilgili hiçbir hadis nakletmemiş; böylece bu konuda sahih hiçbir hadis bulunmadığını göstermiştir.

Türbelerden yardım beklemek doğru mudur?

Dursun Öztürk/MUĞLA

Kabir ve türbelerde medfun bulunan ölülerin Allah’ın kulları olduğunu, kendilerine tanınan hayat süresini dünyada yaşayarak ecellerinin sona ermesiyle kabirlere defnolunduklarını, hayatta bulunanlara hiçbir yarar ve zararlarının olmayacağını bilmek, dinen uygun bir tavırdır. Allah’tan başka hiç kimseden yardım beklenemez ve umulamaz. Dolayısıyla, türbelerden medet ummak doğru değildir.
Yazının Devamını Oku

Siz de bir gencin elinden tutun

13 Ağustos 2004
<B>İSLAM</B>’ın önemle üzerinde durduğu hususlardan biri de insan yetiştirmektir. Topluma ve insanlığa iyi ve faydalı insanlar yetiştirmek veya buna katkıda bulunmak her Müslüman için cihat hükmünde bir farziyettir. Ahlaklı ve faziletli insanlar yetiştirmek sadece İslam’ın değil bütün dinlerin ortak emirleri arasındadır.

İnsan yetiştirmedeki sorumluluğumuz, kaynağını bu ilahi emirlerden alır. Gelmiş geçmiş bütün peygamberler, vahyin tebliğinin yanı sıra öğreticilik göreviyle de görevlendirilmişlerdir. Peygamberler aynı zamanda birer öğretmendirler. İnsan yetiştirme görevlerini dinin vazgeçilmez hassasiyetleri içinde ele almış ve yerine getirmişlerdir.

Unutulmamalıdır ki insan yetiştirme uğrunda yapılacak her faaliyet, her fedakárlık Allah katında misliye mükáfat görecektir.

Yakında okullar açılacak, milyonlarca çocuğumuz ilköğretime, yüz binlerce gencimiz yükseköğretime adımını atacak. Okul masrafları pek çok öğrenci velisini şimdiden acı acı düşündürüyor. Kazandıkları fakülte ve yüksekokullara devam etmek üzere yuvalarından uçacak gençlerimiz burs ve barınma imkánları arayışında.

Bir kısmı çaresizlik içinde belli mihrakların tuzağına düşüyor. Bu gençlerimizi tehlikeli yollardan alıkoymak ve korumak da bizim görevimiz. Çoğunun ailesi açlık ve yoksulluk sınırında olan bu gençlere, kendi çocuklarımıza duyduğumuz şefkátle gönüllerimizi açmak durumundayız.

Devletimizin imkánları ne yazık ki bu çocukların bütün ihtiyaçlarını karşılamaya yetmiyor. Hali vakti yerinde olan insanlarımızın da çorbada bir atım tuzlarının olması gerekiyor. Pek çok gönüllü kuruluş, bu konuda uğraş veriyor. Bu tür amaçları içinde barındırmak üzere kurduğumuz ‘Ortak Değerler Derneği’ de her seviyedeki öğrencimiz için bir burs ve barınma programını yürürlüğe koymuş bulunmaktadır.

* * *

Gelin bir gencimizin elinden de siz tutun. O genç sizin eseriniz olsun. Belki yıllar sonra hasta yatağınızın başında size şifa sunan bir doktor, binlerce işsize iş kapısı açan bir işadamı ya da yaptığınız iyiliğe çok yararlı bir buluşla karşılık veren bir bilim adamı olarak...

Bu gençlerin ürettiği faydalardan bir kısmının size dünyada gurur, ahirette sonsuz bir sevap kaynağı olacağını unutmayınız.

Gelin el ele, gönül gönüle bir araya gelerek büyük bir sinerji oluşturalım. Sevgi ve yardımlaşma yoluyla parlak ve huzurlu bir geleceğin fethine yürüyelim. Aç, çıplak ve çaresiz insanların sayısını çoğaltarak değil, bu sayıları gönüllerimizden kopacak cömertliklerle, yardım duygularıyla azaltarak yapalım.

Gelin yoksulu aza indirgenmiş, yarının mutlu ve müreffeh toplumunu aramızda yüksek bir yardımlaşma ruhu geliştirerek oluşturalım.

SORALIM ÖĞRENELİM

Geçtiğimiz günlerde Başbakan ve bakanlar tarafından Kayseri’de hayırseverlere ödülleri verildi. Hayırseverler yaptıkları hayırları sayıp döktüler. Bu doğru mudur?

İsa Varol-KONYA

Ameller niyetlere bağlıdır. Eğer bu hayır sahiplerinin yaptıklarını sayıp dökmeleri Allah’ın rızasını kazanmak -ki inşallah öyledir- ve başkalarını özendirmek içinse, yaptıklarının karşılığını kat kat bulacaklardır. Ne mutlu onlara. Yok eğer şov için, riya için yapmışlarsa karşılığı halktan alkış, Başbakan veya bakanlardan aldıkları ödüllerdir.

Boy abdestini aldım. Ağzıma su vermeyi unuttum. Elbiselerimi giydikten sonra hatırladım. Ben Hanefi’yim. Ağzıma su versem olur mu?

Mustafa Beşik-TRABZON

Boy abdestini tekrarlamanıza gerek yok. Ağzınızı yıkayın káfi.

Ben az miktarda alkol alıyorum ve sarhoş olmuyorum. Neden haram olsun?

Metin Demirci-İSTANBUL

Herhangi bir iş insanı yasak olan bir amaca götürmeye vesile oluyorsa, aynı yasaklık o vesileyi de kapsar. Alkollü içkiler vücuda ve akla verdikleri zarardan dolayı yasaklanmıştır. Şimdi bunların sarhoş etmeyecek kadarını içmek, çoğunu da içmeye yol açacağı ve günümüzde de ádet olduğu üzere insanı tekrara sevk edeceği için İslam dini zararlı olmayan az miktarı, zararlı olan çok miktara vesile olacağından hareketle haram kılmıştır.

18 bin álem var diyorlar, ne dersiniz?

Fadıl Özdemir-İSTANBUL

Álemleri rakamla sınırlamak doğru değildir. Bilmediğimiz nice álemler vardır.

Nuh tufanı bütün yeryüzünü mü kaplamıştır? Yoksa belli bir coğrafyada mı olmuştur? Cudi Dağı, Ağrı Dağı mıdır?

Mehmet Uğur-İSTANBUL

Tevrat, tüm günahkár insanlığı cezalandırmak üzere dünya çapında bir Nuh tufanından söz ederken, Kuran bunun aksine Nuh tufanını özel olarak Nuh kavmine mahsus bir ceza olarak takdim etmektedir.

Geminin karaya oturduğu yer, Tevrat’a göre (yaratılış 8, 4) ‘Ağrı’ Dağı, Kuran’a göre ‘Cudi’ Dağı’dır (Sure 1, Ayet 44). Kuran ile Tevrat’ı uyuşturmak için Cudi, Ağrı Dağı’nın en yüksek tepesidir diyenler olmuş ise de bu görüş iltifat görmemiştir. Bazı müfessirler, Arabistan’da Cudi isimli bir dağın bulunduğunu kaydederken, bazıları da bugünkü ‘Şırnak’ ilimize bağlı Cizre yakınlarında bir dağ olduğundan söz etmektedirler. Hülasa rivayetler muhtelif. Önemli olan bu kıssalardan ders almaktır.

Bir zat şöyle dedi: ‘Namazda azap içeren ayetleri okumayın. Rahmet ayetlerini okuyun.’ Hocam bu doğru mudur?

Latif Kasadar-BURSA

Kesinlikle doğru değildir. Peygamberimiz, rahmet ayetlerini (örneğin cennetle ilgili) okurken sevinir ve ona ermek için dua ederdi. Azap ayetlerini okurken ondan korunması için Allah’a sığınırdı.

Azrail, Musa peygamberin canını almaya geldiğinde, Musa peygamber bir tokat vurmuş ve gözünü çıkarmış diye dinledim. Bu doğru mudur?

Salih Yılmaz-ANKARA

Bazı hadis kitaplarında da geçmiş olan bu rivayet uydurmadır.
Yazının Devamını Oku

Dinin anlaşılmasında Kuran ve sünnet

6 Ağustos 2004
<B>YÜCE </B>Allah, ilk insanla birlikte, onlara ilahi mesajını iletmek üzere aralarından elçiler seçmiş, bu mümtaz şahsiyetler vasıtasıyla da evrensel hükümlerini bildirmiştir. Peygamber olarak seçilen ve ilahi mesajı insanlara tebliğe görevli bu zatların misyonu, sadece Allah tarafından bildirilen hükümleri birer tebliğci, postacı sıfatıyla insanlara iletmekten ibaret değildir. Bu mesajların anlamlarını yorumlamak, uygulamalarını göstermek, irşat etmek gibi görevleri de vardır.

Nitekim, Kuran-ı Kerim’de; ’Biz size, ayetlerimizi duyuracak, sizi her kötülükten arıtacak, size Kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan bir peygamber gönderdik.’ (Bakara 2/151)

‘İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp anlasınlar diye sana Kuran indirdik’ (Nahl 44) buyrulmaktadır.

Dinin doğru anlaşılmasında Peygamber’in uygulama ve açıklamaları önemli bir yer tutmaktadır. Zira insanlar arasında dini en iyi anlayan ve dinin gereklerini uygulamaya koyan peygamberlerdir.

Dini doğru anlamak isteyen Kuran ile sünneti birlikte değerlendirmek zorundadır. Peygamberimizin Kuran-ı Kerim’in anlaşılması ve hayata geçirilmesi ile sözleri ve davranışları biz Müslümanlar için bir delil ve bağlayıcı hüküm ifade eder.

Zira Kuran-ı Kerim’de; ’De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin.’ (Al-İmran:3/31) ‘Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan uzak durun’ (Haşr 59/7) buyrulmaktadır.

Bununla birlikte Hz. Peygamber’in her sözünü, her davranışını hiçbir ayrıma tabi tutmadan, dinin bir emri olarak kabul etmek de hatalıdır. Nitekim İslam alimlari Peygamberimizin söz ve davranışlarını değerlendirirken, o sözün kendisine ait olup olmadığını araştırmışlar ve hangi sıfatla söylediğini dikkate almışlardır. Çünkü Peygamber her şeyden önce bir insandır ve insan olarak tabii davranışları vardır. Aynı şekilde, devlet başkanıdır, aile reisidir, ordu komutanıdır, hakimdir... Onun bir insan olarak davranışları ile peygamber olarak söz ve davranışları aynı değildir. Bir devlet başkanı, bir ordu komutanı olarak söyledikleri ile peygamberlik görevinin gereği olarak söylediklerinin hükmü farklıdır.

Bunu kendisi de hadislerinde beyan etmektedir. ’Ben ancak bir insanım, size dinimizden bir şey emredersem onu alın, kendi görüşüm olan bir şeyi emredersem ben ancak bir insanım.’ (Buhari, Hars 19)

Sünneti 3 başlık altında toplamak mümkündür.

1- İnsani sünnet: Hz. Peygamber’in bir insan olarak yaptığı işleri, sözlerini, davranışlarını ve tepkilerini yansıtır. Örneğin her insan gibi bazı yiyecekleri sevmiş, bazı olaylar karşısında sevinmiş, üzülmüş, uyumuş, latife yapmış, evlenmiş, çocuk sahibi olmuş...

2- Örfi sünnet: Arap toplumunda yaşamış olan Hz. Peygamber, Arapça konuşmuş, Araplar gibi giyinmiş vs.

3- Dini sünnet: Peygamberimizin din ile ilgili söylediği sözler ve yaptığı uygulamalardır. Asıl bizleri ilgilendiren ve örnek almamız gereken onun bu sünnetidir. Bu hususta Peygamberimiz yüce Allah’ın kontrol ve denetiminde bulunduğundan bu sahadaki söz ve davranışlarında bir hata olduğunda hemen vahiy ile düzeltilmiştir.

Gözleri ámá olan Ümmi Mektum’a karşı davranışının vahiyle düzeltilmesi bu konuda güzel bir örnek teşkil etmektedir. Bu sebeple, ilahi denetim altında, vahiy süzgecinden geçen her söz ve davranışı hususunda kendisine uyulması gerekir.

Sonuç olarak; dini konularda Hz. Peygamber’i kendimize örnek almalı, onun sünnetlerini iyi anlayıp uygulamaya çalışmalıyız. Kuran’ı iyi anlamak, Allah’ın rızasını ve sevgisini kazanmak Hz.Peygamber’in sünnetlerini iyi anlamak ve ona uymakla mümkündür.

SORALIM ÖĞRENELİM

Eşim beni dövüyordu; bir sabah içimden beddua ettim. O gün trafik kazasında öldü. Çok pişmanım. Ne yapmalıyım.

R.K

Eşinizin ölümünde bedduanızın etkili olup olmadığını bilemeyiz. Ancak ağzınızı bedduaya alıştırmayınız. İnsanların hayrına ve düzelmelerine dua ediniz. Tıpkı Peygamberimizin yaptığı gibi şimdi size düşen; kocanız için dua etmek, sadaka vermek ve hakkınızı helal edip onu bağışlamanızdır.

Kuran okuyorum. Secde ayetleri geldiğinde hemen Kuran okumayı kesip secde mi etmeliyim yoksa okumam bittikten sonra mı secde etmeliyim.

Sedat Ali Göçmen/Çanakkale

Hanifiye göre hemen secde etmek gerekmez. Okumasını bitirdikten sonra secde edebilir. Şafide ise hemen secde etmesi gerekir.

Bir hoca trafik kazalarında ölen şehit olur dedi. Tedbirsizlik nedeniyle kaza yapanda mı şehit olur?

Cevahir Korkmaz/Ankara

Tedbirsizlik, ihmalkarlık, aşırı hız, içkili araba kullanma gibi hususlarla kazaya sebep olanlar, dinen günahkar sayılırlar ve meydana gelen ölüm, yaralanma, sakat kalma ve maddi zararların manevi sorumluluklarını da üstlenmiş olurlar. Kuran, ‘Ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız’ buyurmuştur.

Şafi olduğunu söyleyen bir iş arkadaşım öğlen, ikindi ve yatsının ilk 4 rekatlı sünnetlerini iki rekat olarak kılıyor, böyle olur mu?

Ethem Kınalı/İstanbul

Peygamberimiz sözünü ettiğiniz sünnetleri bazen 4, bazen de 2 rekat olarak kılmıştır. Dolayısıyla arkadaşınızın kıldığı da doğrudur.

Hocam din denilince akla hep şekil geliyor, din şekilden mi ibarettir?

İbrahim Haydar/İstanbul

Şekilsiz din olmaz. Ancak şeklin bir de ruhu vardır. Önemli olan o ruhu yakalamaktır. Örneğin namaz kılmak bir şekil ruhu kalp huzuru ile Allah’a yönelmek ve manevi zevke ermektir. Bu ruh yoksa bir ceset halinde fiziki hareketlerden ibaret kalır. Şekil ve mana bir arada olmalıdır.

Bir şeyh efendi namaz kılmak önemli değil, asıl namaz mürşidin huzuruna çıkmaktır diyor ne dersiniz?

Rumuz Tarikat

Bu tür insanlar mürşit değil, iman hırsızlarıdır. Onlardan uzak durunuz. İmandan sonra yerine getirmekle yükümlü olduğunuz en önemli ibadet namazdır. Peygamberimiz ruhunu yüce Allah’a teslim ettiği bir sırada en son sözü namaz olmuştur. Peygamberimizden düşmeyen namaz bizden hiç sakit olur mu? Namazı inkar etmek küfürdür. Dinle bağı koparmaktır.

Kadının nikahı kocası öldükten kaç gün sonra düşer?

Hatice Demir/Almanya

Kocası ölür ölmez nikah düşer. Ama bu hemen evlenmek demek değildir. 4 ay 10 gün bekledikten sonra evlenebilir.
Yazının Devamını Oku

Kitap ve okumak

30 Temmuz 2004
<B>İNSANLIĞIN </B>tarih boyunca geçirdiği büyük dönüşümlerin ve elde ettiği değerlerin arkasında hep iki kavram yer almıştır: Kitap ve okumak. Hangi alanda olursa olsun yapıcı, ulusal ve evrensel özelliklere sahip olumlu sonuçlar elde edebilmek için düşüncenin üretilmesine ihtiyaç vardır. Bu da çok okumayı gerektirir.

Bizler kitaba, ilme, okumaya ve öğrenmeye müstesna bir önem veren ve ilk mesajı oku olan yüce dinin mensupları ve Türk-İslam kültürüyle bütün varlıkların hak ve hukukuna riayet edildiği muazzam bir medeniyetin mirasçılarıyız.

* * *

Bu dönemde İslam inanç ve kültürü insanlarımızı şekillendirirken, ferdi ve sosyal davranışlarımızın özünü de kitap belirliyordu. ’Kitapta yeri vardır’ cümlesi, insanlarımızın müştereken yöneldiği bir davranışı belirtiyordu. Kitap şuuru, milli bünyemizin en büyük bütünleştirici unsuru idi. Cihana hükmeden sultan ile bezirgánı, sadrazam ile esnaftan bir kişiyi, alim ile halktan bir vatandaşı aynı ortak değerin çizgisinde yürüten büyük kudret işte bu şuurdur.

Kitap şuuru, milletimizi yazılı olan her şeye saygı gösteren, káğıda hürmet eden, yolda gördüğü káğıt parçalarını bastonunun ucundaki demirle toplayan ve onların ayak altında kalmasına razı olmayan, hassas ve estetik değerlere sahip insanların oluşturduğu yüksek bir toplum seviyesine yükseltmiştir.

Kitabın önemi ve kıymeti, halk kültürümüzde çeşitli deyimlere ve atasözlerine bile yerleşmişken, yaşanan hızlı kültür değişimleriyle televizyonun, teknik cihazların ve benzerlerinin hayatımıza hızlı bir şekilde girmesi sonucunda kitap, toplumumuzdaki eski saygınlığını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.

* * *

Yapılan bir araştırmaya göre; bir vatandaş günde ortalama 7 saat 20 dakika televizyon izliyor. Bu üzüntü verici bir durumdur. Batı, yazılı kültürü belli bir düzeye getirdikten sonra görselliğe geçmiştir. Ama bizde henüz yazılı kültür birikimimiz belli bir düzeye yükselmemiştir. Bilindiği gibi dünyada kalkınmışlık ve ileri gitmenin temel göstergeleri arasında o ülkede yayınlanmış kitap sayısı ve eserlerin tirajı da gösterilmektedir.

Nüfusu 70 milyonu aşmış olan ülkemizde yayınlanan eserlerin basım adedinin yaklaşık 30 yıldan beri aynı seviyelerde olması, kültür hayatımız açısından üzüntü verici bir durumdur. Günümüzde okur-yazar oranı yüzde 90’lar düzeyine ulaştığı halde, okuma alışkanlığının buna paralel olarak artış göstermemesi, üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir durumdur. Aynı üzücü durum tirajlarını yıllardır artırmayan gazete ve dergiler için de söz konusudur.

Batı ilkel hayat yaşarken, Müslümanlar muhteşem bir kitap medeniyeti inşa ettiler. İşte iki örnek:

Halife Memun, Bizans’ı yendiği zaman savaş tazminatı olarak eski Yunan yazmalarından başka bir şey istememiştir.

‘Beytül Hikme (ilim ve irfan yuvası)’deki kitapların sayısı bir milyon cilde ulaşmıştır. Bundan başka aynı şehirde yüzden fazla halk kitaplığı vardır. Bağdat, Moğollar tarafından işgal edildiğinde yağmalanan kütüphanelerden Dicle’ye atılan kitapların çokluğu sebebiyle nehrin suyu günlerce mürekkep mavisi olarak akmıştır. O dönemde Bağdat’la yarışabilecek bir başka şehir Kurtuba idi. Burada da Halife El Hakem’in 400 bin ciltlik kütüphanesi vardı. Batı, Rönesans’ını bu medeniyete boçludur.

* * *

Sonuç olarak İslam’ın ana kaynağı Kuran’da ilk emrin ‘oku’ olması, Allah’ın kaleme, yazıya yemin etmesi, her emir ve yasaktan sonra ’düşünüyor musunuz?’, ’anlıyor musunuz?’ tarzında hitap etmesi, ilme ve okumaya verdiği önemi gösterir.

İslam okumak, öğrenmek için zaman, mekán ve yaş kaydı koymamıştır. Beşikten mezara kadar erkek, kadın herkese ilmi öğrenmeyi farz kılmıştır. Yolculukta, savaş zamanında, ticaretle uğraşırken, misafirlikte her müsait zemin ve zamanda okumalıyız. Yanımızda, çantamızda kitap taşımalıyız.

Abdullah ibni Mübarek’e soruyorlar: Öleceğine bir saat kalsa onu ne ile değerlendirirsin?

Cevap: Okumakla... Kitap en büyük dost, en vefakár arkadaştır.

SORALIM ÖĞRENELİM

Pamukova’da meydana gelen kazadan sonra bir yetkili ‘Takdir-i ilahi’ dedi ve işi Allah’a havale etti. Bu doğru mu?

Metin Demir/İSTANBUL

Önce şu hususun altının çizilmesinde fayda var. Gerek doğal afetlerden, gerekse bu tür kazalardan korunmak için somut çözüm yollarını ilgili bilim adamları tespit edecektir. İnsanlara düşen görev, ilim adamlarının yaptıkları ikazları dikkate almak ve onların ortaya koydukları çözüm yollarını uygulamaktır. İlmin ve tekniğin gerekli kıldığı tedbirleri almadan işleri Allah’a havale etmek ve netice itibarıyla meydana gelen musibet ve kazaları ‘takdir-i ilahi buymuş’ deyip geçiştirmek, asla doğru değildir. Bize düşen görev vazifemizi yapmak, Allah’ın işine karışmamaktır. Bütün sebeplere sarıldıktan sonra meydana gelen felaket ve kazalar için Allah’a sığınılmalıdır. Yüce yaratıcıyı kendi tedbirsizliklerimize, kusurlarımızın içine ortak yapmak iyi bir davranış olmadığı gibi, Allah’a iftira atmaktır. Ayrıca kazada ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyorum.

Yeni evlendik, eşimle aramızda az da olsa problemler oluyor. İleride büyüyeceğinden endişe ediyorum. Tavsiyeniz ne olur?

Y.R/İZMİR

Sağlam bir aile yuvasının temelinde 4 ayak vardır. Bunlar sevgi, güven, fedakárlık ve hoşgörüdür. Aranızda birtakım küçük farklı davranışlar olabilir, bunu problem haline getirmeyiniz. Bu farklılığın insan yapısının bir gereği olduğunu unutmayınız. Dinimizde boşanma hoş karşılanmamıştır. Deniz her zaman berrak ve sakin olmaz. Bazen rüzgár, kasırga çıkabilir. Sizlere düşen görev, el birliği ile karşı koymaktır, sandalı batırmak değil.

Cuma namazına başlayacağımız sırada abdestim bozuldu. Hemen oracıkta teyemmüm edip kılabilir miyim?

Musa Ateş/İSTANBUL

Bedeli bulunan veya kazası mümkün olan namazların vakitlerinin çıkma korkusu, yani zaman darlığı teyemmümü caiz kılmaz. Bu sebeple cuma namazının yerine öğle namazı kılınabileceğinden teyemmüm olmaz. Ancak bedeli bulunmayan bayram ve cenaze namazına abdest almakla yetişmek mümkün olmazsa, bu iki namazı kaçırmamak için teyemmüm edilmesi caiz görülmüştür.

Çürüyen dişimi doldurdum, boy abdestime zararı var mıdır?

İbrahim Şafak/İSTANBUL

Çıkan bir dişin yerine yeni diş taktırmak, çürüyen dişi doldurmak veya kaplatmakta bir sakınca yoktur. Bunlar abdest ve gusüle mani değildir.

Almanya’da tavuklar boğularak öldürülüyor. Biz de yiyoruz, ne dersiniz?

İsa Tütüncü/ALMANYA

Maide suresi 3’üncü ayette, boğularak öldürülen hayvanların yenilemeyeceği açıkça ifade edilmiştir. Dolayısıyla boğularak öldürülen tavuk helal olmaz. Şu ana kadar yediklerinizden ötürü tövbe edin. Bundan sonra da yemeyi bırakın.
Yazının Devamını Oku