Mehmet Nuri Yılmaz

Popülizm ve sakıncaları

13 Şubat 2004
<B>‘POPÜLİZM’’, ‘‘popülarite’’</B> ve <B>‘‘popüler’’ </B>terimleri, son yarım yüzyıllık dönemde sosyo-kültürel hayatımızda sık sık kullanılan terimlerdendir. Halka şirin gözükmek, halkın teveccühünü kazanmak, kitlelere kendini sevdirmek amacıyla girişilen faaliyet ve davranışlar, kısaca ‘‘popülizm’’ yapmakla ifade edilmiştir. Yirminci asrın başlarında Avrupa'da özellikle halka yakınlaşmak ‘‘Narodnik’’ hareketi ile başlamıştır. Edebiyatçılar, yazarlar ve sanatkárlar halkla yakın ilişki ve diyalog ortamı kurmanın öncüleri olmuşlar; Durkheim'ın geliştirdiği yeni sosyoloji akımında topluma verilen önemi kendi eserlerinde dile getirmişlerdir.

* * *

Sosyolojik olarak; gündeme getirilmesi ve savunulması gereken temel konuların toplumda, maşeri vicdanın tezahürü olarak ortaya çıkması ve bunların kanaat önderlerince, ‘‘temsil’’ ve ‘‘ifade’’ amaçlı olarak tahlil edilerek savunulması esastır. Bu tür hiyerarşik kademelerde tartışılarak nihai karar ve tez haline getirilen fikirler, İslám'ın da öngördüğü; ‘‘istişare’’ ve ‘‘ihsas-ı rey’’ ilkelerine uygun olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar dinin temel kaynaklarından olan icma sayılamaz ise de İslam'ın öngördüğü iletişim ve kamuoyu oluşturma modeline en uygun usul olduğu malumdur.

Popülizmin en büyük sakıncası; hakikatlerin görmezlikten gelinerek, teveccüh-i nas (insanların sempatisini) kazanmak için kitleleri yanlış bilgilendirmeye yönelmektir. Bunun özelliği ise, daha büyük bir tehlikenin geçici menfaatler için görmezlikten gelinmesidir. Halbuki müdahane (yağcılık), İslam'da kötülenen davranışlardandır. Bunun toplumu kapsayacak şekilde yaygınlaşması ise ‘‘umumi müdahane’’ demek olur ki, bunun sosyolojik tarifi ‘‘popülizm’’dir. İslam'da insanlarla hoş geçinmek, iyi bir sıfat olmakla birlikte, bu popülizm değildir.

Popülizmin diğer bir sakıncası; samimiyetsizliğe ve istismar türü davranışlara prim verilmesidir. Kişilerde olduğu gibi topluluklarda da nefse hoş gelen ve iyimser haberler ihtiva eden mesajlara yönelme özelliği vardır. Bu özelliği bilen bazı kitle önderleri, kendi itibarlarını artırmak ve -muhtemel- tepkileri -baştan- defetmek amacıyla popülizme başvururlar. Hakikatlerin yerine; insanlara hoş ve cazip gelen konuları gündeme getirerek ‘‘vaat’’ dolu konuşmalara yönelirler. Yapılan vaatlerin pek çoğu, gerçekleşmesi mümkün olmayan şeylerdir. Halbuki toplum önderlerine düşen görev; ehliyetli bir tabip gibi olaylara ve meselelere gerçekçi teşhisler koyup neşter vurmaktır.

* * *

Çağımızda iletişim araçlarının son derece gelişmesi ve telekomünikasyonun teknolojide önemli başarılar sergilemesi, yöneticiler ve toplum önderleri için yeni imkánlar getirmiştir. Popülizmin kışkırtılması ve enformasyon imkánlarının belirli amaçlara yönelik olarak kullanılması sadece politikacıların veya ticari tekellerin başvurduğu bir yöntem de değildir. Çağımızda psikolojik savaş yöntemlerini uygulayanlar, popülizmin kitleleri motive edici imkánlarını bol bol kullanmaktadır. Mesajı iletenlerle mesajı alanlar arasında, çoğu kez, yüz yüze iletişime bile gerek kalmadığı günümüz ortamında; kitlelerin mesajı iletenlerin niyet ve kimliğini test etme imkánı -son derece- zorlaşmıştır. Bu durum da topluma mesaj sunanlara ve enformasyon hizmeti yürütenlere büyük bir manevi vebal yüklemektedir. Bu hususta en büyük sorumluluk, dini mesaj sunanların üzerindedir. İslam dünyasının gerilemesi konusunda eser veren bilginler, Müslüman toplumlardaki fikri ve entelektüel cesaretin yetersizliğini ve yöneticilerin bu zaafları bilerek kitleleri baskı ve popülizmle yönettiklerini ifade etmişlerdir.

Bilgi ve mesajın herkesin anlayacağı vasati bir seviyeye indirilerek sunulması demek olan ‘‘vulgarize’’ kavramının bile ‘‘popülarize etmek’’ şeklinde ifade edildiği günümüzde, şu ayetler dini mesaj vermek görevini ifa edenler için hayati derecede önemlidir:

1- ‘‘Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun!’’ (Tevbe, 9/119)

2- ‘‘Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin (başkalarına) söylüyorsunuz?’’ (Saff, 61/2)

3- ‘‘... Şüphesiz Allah, aşırı giden ve yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez.’’ (Mümin, 40/28).



SORALIM ÖĞRENELİM

Suudi Arabistan'da kesilen kurbanların toprağa gömüldüğü söylenmektedir. Bu kurban etlerinin Türkiye'ye getirilmesi mümkün değil midir? Başkanlığınız zamanında bu konuda teşebbüsünüz oldu mu?

Doğan Erol/İSTANBUL

Suudi Arabistan'da kurbanlar modern mezbahalarda kesilmekte ve kurban etleri İslam Kalkınma Bankası aracılığıyla fakir ülkelere gönderilmektedir. Başkanlığım dönemimde 2001 yılı hac mevsiminde hacılarımızın kestiği kurban etlerini veteriner kontrolünde ülkemize getirip deprem bölgesinde dağıtmak üzere teşebbüste bulundum ve bu hususta İslam Kalkınma Bankası ile 30 bin baş hayvanın getirilmesi konusunda mutabakata vardık. Ancak zamanın Tarım Bakanı'nın itirazı üzerine sonuçlandırılamadı.

Her Kurban Bayramı'nda olduğu gibi bu sene de vatandaş bildiğini yapmaya devam edip ortalığı kan gölüne çevirdi. Bu manzara ile mi Avrupa Birliği'ne gireceğiz?

İsmet Aksan/ALMANYA

Vatandaşların kurbanlarını en sıhhi ve en rahat bir şekilde yerine getirmeleri için gerekli ortamın hazırlanması, cadde ve sokaklarda görülen çirkin görüntülerin ortadan kaldırılması amacıyla 21 Kasım 2001 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı çıkarılmıştır. Bu çerçevede, il ve ilçelerde kurban satış ve kesim yerleri tespit edilecek, yeterli sayıda din görevlisi, veteriner, kasap ve yardımcı personel bulundurularak kesim işleminin dini ve sağlık ölçülerine göre ve hayvanlara eziyet verilmeden yürütülmesi sağlanacak, uygun olmayan yerlerde kurban kesimi engellenecek idi. Ancak üzüntüyle ifade edeyim ki, ilgili kuruluşlar ve mahalli idareler, bu konuda yetersiz kalmışlardır. Umarız önümüzdeki yıllarda bu konuda hassasiyet gösterirler ve bu çirkin görüntülerle bir daha karşılaşmayız.

Kuran'da suret-i insana neden ‘‘ahsen-i takvim’’ denildi? Bu sıfat her insana şamil mi?

Şadi Yılmaz/ANKARA

‘‘Ahsen-i takvim’’, en güzel şekil anlamına gelir. İnsan diğer yaratıklar arasında fiziki bakımdan en düzgün olanıdır. Bu yönüyle her insanı kapsar. Ancak, mana güzelliği yönüyle insanlar arasında farklılıklar bulunmaktadır. Bir irfan sahibinin dediği gibi; her yazıya Kuran denilmediği gibi her suret-i adem olana da insan denilmez.

Evim çok küçük olduğundan yatak odamdaki yatağımın ayak tarafı kıbleye doğru yerleştirildi. Dini açıdan sakıncası var mı?

Sultan Sipahioğlu/İSTANBUL

Ayakların kıbleye doğru uzatılmasının dini açıdan bir sakıncası yoktur.
Yazının Devamını Oku

Mabettir orası

6 Şubat 2004
<B>BATILILARIN</B> subjektivizm, tasavvufçuların enfusi (içsel, içe dönüş) felsefesi, insanın Allah'ı kendi gönlünde (vicdanında) bulması anlayışıdır. Buna göre, maddiyat álemi küçüle küçüle bir noktaya, bir hiçe inmekte, buna karşın insan vicdanı (gönlü) büyüye büyüye bütün bir káinatı ihata edecek bir seviyeye yükselmektedir. Tabiatıyla insan, sahip olduğu bu gönül sayesinde müstesna bir şeref kazanmıştır. İlahi rahmetin en büyük eseri gönüldür. Onun dışındakiler bu büyük eserin gölgesi durumundadırlar. Allah'ın arşı veya evi orasıdır. Mekánsız olan ‘‘mutlak varlığın’’ mekánı orasıdır. Eğer sende basiret varsa, gönül Kábe'sini tavaf et, topraktan yapılmış Kábe'nin asıl manası gönüldür.

‘‘Taattan, ibadetten eder cezbe bizi

Rindane rakıslar götürür Rabbe bizi

Pervane miyiz, şûle miyiz anlamadık

Biz Kábe'yi devretmedeyiz, Kábe bizi...’’

* * *

Cenab-ı Hakk, görünen, bilinen suret Kábe'sini tavaf etmeyi, kirlilikten temizlenmiş, arınmış bir gönül Kábe'si elde edesin diye sana farz kılmıştır.

İkbal, hacdan dönen hacıları ziyaretinde şöyle seslenir: Medine'yi ziyaret ettiniz. Bu mekánın uhrevi çarşısında gönlünüzü ne gibi hediyelerle doldurdunuz? Getirdiğiniz maddi hediyeler; takkeler, tespihler, seccadeler bir müddet sonra eskiyecek, solacak ve bitecektir. Solmayan, gönüllere hayat veren Medine'nin ruhani hediyelerini getirdiniz mi? Hediyeleriniz içinde Hz. Ebubekir'in sıdkı (doğruluğu) ve teslimiyeti, Hz. Ömer'in adaleti, Hz. Osman'ın imanı ve hayası, Hz. Ali'nin heyecan ve cihadı var mı? Bugün binbir ıstırap içinde kıvranan İslam dünyasına gönlünüzde bir asr-ı saadet heyecanı verebilecek miyiz?

Evet, hac ruhi bir derinliğe ulaşmak için farz kılınmıştır. Sırf şekille bu derinliği elde etmek mümkün değildir.

Gönül Allah'ın evi olduğuna göre, onu kırmak büyük günahtır.

‘‘Çünkü bildin müminin kalbinde Beytullah var

Niçin izzet etmedin ol beyte kim Allah var.’’

Mevlána Cami, ‘‘Gönül al ki, en büyük hac odur. Binlerce Kábe'den bir gönül daha iyidir. Kábe Halil İbraham'in yaptığı binadır. Gönül ise Yüce Allah'ın nazargáhıdır (baktığı yer)’’
der.

Zalimin biri bir Allah dostuna, ‘‘ibadetlerin hangisi eftaldir’’ diye sorar. O da, ‘‘Senin için uykudur. Çünkü, uykuda olduğun zaman kimseyi incitemezsin’’ cevabını verir.

Bir kutsi hadiste, ‘‘Benim huzuruma altın dolu binlerce keseler getirse, kıymeti yok. Bize bir şey getirmek istiyorsan, kazanılmış bir gönül getir’’ denilmiştir.

* * *

Sözlerimi, İbrahim Hakkı'nın şu mısralarıyla bitirmek istiyorum:

‘‘Den dendir, inci denden,

Fark olmaz, inci denden,

İncitme can, gönül yap,

İncinme incidenden.’’


SORALIM ÖĞRENELİM

Eşim Alman, bir gece birlikte mezarlığı ziyaretimizde mezarlık ışıl ışıldı. Her mezarın başında ışık ya da mum vardı. Sanki yaşayan şehir gibi dikkatimi çekti. Acaba, bizde mezarlıkta mum yakmak günah mı? Ayrıca herkes mezarına bir çiçek ekse olmaz mı?

Erdal/ALMANYA

Mezarlarda mum yakmak Hıristiyan geleneğidir. İslam'da ise mezarlıklarda mum yakmak caiz görülmemiştir. Ancak, birçok ilimizde mezarlıkların aydınlatılması sağlanmış bulunmaktadır. Mezarlıkların ağaçlandırılması, çiçek ekilmesi ve temiz tutulması ise Peygamberimiz tarafından tavsiye edilmiştir.

Yaklaşık 4 sene önce, kendisi doğuştan zihinsel engelli 19 yaşında erkek kardeşimi kaybettik. Annem vefat ettiğinde kardeşimle aynı mezara gömülmek istiyor. Cinsiyetler farklı, ama dinen uygun mudur?

Ayşen Karagöz-Selma Ereş İSTANBUL

Bir zorunluluk yoksa, bir mezara iki ölünün gömülmesi uygun değildir. Yer darlığı söz konusu ise ve aradan 4 yıl gibi uzun bir zaman geçmiş ise gömülebilir. Cinsiyet farkı bir önem arz etmez.

Bazı kadınlar edep yerlerindeki tüyleri ağda salonlarında başka bayanlara aldırıyorlar. Bu olur mu?

Rumuz Mine/KOCAELİ

Sağlık sorunu olmayan bayanların, ağda salonlarında edep yerlerindeki tüylerini aldırmaları bir tarafa, mahrem yerlerini kadın bile olsa bir başkasına göstermesi caiz değildir.

Allah insanları doğarken eşlermiş, Allah size kimi yazdıysa onla evleneceksiniz dedikleri hurafe midir, yoksa doğru mudur?

Meltem Demir/ALMANYA

Doğru değildir. İnsan irade sahibi bir varlıktır. Eşini hür iradesiyle kendisi seçer. Şayet seçimini yanlış yapmış ise sorumluluğu Allah'a yüklenmemelidir.

1- Ben 5 vakit namaz kılan bir kadınım. Fakat normal hayatımda başörtüsü kullanmadığım için dışarıya çıktığımda başörtüsüz olmamdan dolayı, abdestim bozulur mu?

2- Kuran'ı anlamak için mealini okuyorum. Acaba Kuran'ı mealinden hatim edebilir miyim?

Necla Hut/İSTANBUL

1. Başınızın açık olması abdesti bozan şeyler arasında değildir.

2. Hatim indirmek Kuran-ı Kerim'i başından sonuna kadar orijinal metninden okumaktır. Kuran mealinin okunması da hatim indirmiş gibi sevap kazandırır. Kuran'ı anlamanız açısından da önemlidir. Okumaya devam ediniz.
Yazının Devamını Oku

Zevk için avlanmak günahtır

30 Ocak 2004
<B>BİR</B> okuyucumuz gönderdiği duygu yüklü faksta özetle; hayvanların avlanılmasından ve kesilen kurbanlardan dolayı duyduğu ıstırabı dile getirerek bu konularda aydınlatıcı bir yazı yazmamı istedi. Değerli okurum! Dinimizde yenmesi helal olan kara ve deniz hayvanlarını avlamak helal kılınmıştır (Maide 1-2). Ancak avcılıkta aşırıya gitmek, yemek kastı olmadan sırf zevk için hayvan öldürmek caiz değildir. Peygamberimiz, ‘‘Her kim bir serçeyi ya da ondan büyük bir hayvanı haklı bir sebep olmadan öldürürse, yüce Allah kıyamet gününde onu ondan sorar’’ demiştir. ‘‘Hayvan öldürmek için haklı neden nedir’’ diye sormuşlar. ‘‘Hayvanı kesip yemendir, başını kesip ortalıkta bırakman değildir’’ buyurmuştur. Hayvanları yavrulama dönemlerinde avlamak günahtır.

Avlanmak mubahtır (dince yapılmasında sakınca yoktur), ama bu rızık temini için yapılmalıdır. Masum hayvanları zevklerini tatmin amacıyla öldürenler için Namık Kemal ‘‘sayyad-ı biinsaf (insafsız avcı)’’ tabirini kullanmaktadır. Bunun bir öyküsü var. Namık Kemal gençliğinde attığını vuran keskin bir avcıdır. Sofya'da bir karacaya nişan alır, birkaç saniye içerisinde karaca yere serilir. Hayvan kanlar içerisinde can çekişirken iki küçük yavrusu arkasından yetişir. Her şeyden habersiz annelerinin memelerine sarılmak için uğraşırlar. Çaresiz anne yavrularını ayakları ile itmeye çalışır ve yüzlerine elem dolu bir bakışla bakar. Nihayet zavallı hayvancağız, celladına nefretle baktıktan sonra başını yere koyar. Bu olaydan sonra Namık Kemal tüfeği elinden atarak bir daha avcılık yapmamaya yemin eder. Bu hadisenin etkisinde kalarak şu mısraları yazdığı söylenmektedir:

‘‘Muini zalimin dünyada erbab-ı denaettir,

Köpektir zevk alan sayyad-ı biinsafa hizmetten.’’

(Zalime dünyada yardım eden alçaklardır

İnsafsız avcıya hizmetten zevk alan köpektir.)

KURBANA EZİYET ETMEYİN

Kurbana gelince, Kitab-ı Mukaddes'te Krallar Bölümü'nde anlatıldığına göre eski Sami dinlerinde, bir Kral-Tanrı (put) olup, bu tanrıya kendi öz ebeveyni tarafından yakılan çocuklar kurban edilerek ibadet edilirdi. Kana bulanmış kralın beşeri kurbanlarından, anne ve babaların gözyaşları arasında, boru ve tamburların (davulların) gürültüsünden, uğursuz putuna sunulmuş, ateş içinde inleyen çocukların çığlıkları işitilmezdi. İlk doğan erkek çocuğunu canlı canlı yakmak suretiyle yapılan kurban ayini Kenan diyarında ve Kenanlıların deniz aşırı sömürgesi olan Kuzey Batı Afrika'da da tatbik edilmiştir. Eski İsrail ananesinde de mevcut olan çocukların yakılarak kurban edilmesi, İbrahim peygamberin yılda bir kere koç veya başka bir hayvan kurban etme ádetini insan kurbanı ádeti yerine ikame etmesiyle son bulmuştur.

İslam'da ise dost, akraba ve komşulara ikram edilmek, fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılarak toplumda paylaşma, yardımlaşma ve dayanışmayı tesis etmek amacıyla kurban kesilir. Kurban işlemi gerçekleştirilirken bile hayvanlara karşı merhametli olunmalıdır. Rahmet dini olan İslam'ın emri budur. Hz. Peygamberimiz, ‘‘Hayvanları boğazlamak durumunda kaldığınızda, bunu güzel yapınız. Eziyet vermeyiniz’’ buyurmuştur. Bu itibarla hayvanlar kesilirken mümkünse uyuşturulmalı, kesim işlemi süratle ve işkencesiz bir şekilde icra edilmelidir.

Başkanlığım döneminde kurbanla ilgili 21 Kasım 2001 tarihinde çıkardığımız Bakanlar Kurulu kararıyla vatandaşlarımızın kurban ibadetini en sağlıklı ve en rahat bir şekilde yerine getirmeleri için gerekli ortamın hazırlanması ve çirkin görüntülerin ortadan kaldırılması amaçlanmıştır.

Kurban kesmek isteyen vatandaşlarımızın kurbanlarını dini hükümlere, sağlık şartlarına ve çevre temizlik kurallarına uygun olarak yerine getirmelerini temenni eder, Kurban Bayramınızı kutlar, iyi bayramlar geçirmenizi Yüce Allah'tan dilerim.

SORALIM ÖĞRENELİM

Televizyonlarda devekuşunun kurban edileceğini söylüyorlar. Devekuşunu kurban edebilir miyiz?

Sadık TEKDAL/ISPARTA

Kurban edilecek hayvanlar deve, sığır, koyun, keçidir. Devekuşu kurban edilmez.

Kardeşim Almanya'da uçak bileti bulamadı, bayramın ikinci günü gelecek. Biz de onun gelmesini bekleyip kurbanı beraber kesmek istiyoruz. Bu nedenle kurbanı bayramın birinci günü kesmek şart mıdır, sonraki bayram günlerinde kesebilir miyiz?

Fuat NARİN/İSTANBUL

Şart değildir. Sonraki bayram günlerinde kesebilirsiniz.

Kurban kanını alıp alnımıza sürmemiz gerekiyormuş. Bu doğru mu?

Müge KILIÇ/ANKARA

Kurban kanını alnınıza sürmenizin hiçbir dini dayanağı yoktur.

Sağlık, hayat, trafik, işyeri, ev, deprem, yangın, sel için yapılan sigortalar, özel emeklilik sigortası, nakliye sigortası gibi değişik sigortalar var. Bu sigortaların veya bir kısmının yapılması caiz midir? Bu konuda verilen fetvalar var mıdır?

Ercan YETİŞ/BURSA

Sigorta çeşitlerinin fıkhi durumu İslam áleminde hálá tartışma konusudur. Başkanlığım sırasında Din İşleri Yüksek Kurulu ile günlerce yaptığımız çalışmalar neticesinde zarurete binaen yapılmasına cevaz verdik. Nitekim vatandaşlarımızın sorularına bu şekilde cevaplar da verilmiştir.

Kuran-ı Kerim'de orucun kazası tarif edilmektedir. Ama araştırmama rağmen namaz kazasına rastlayamadım. Bu konudaki yorumunuzu rica ederim.

Kuran'da namazın kazası ile ilgili bir ayet yoktur. Bu hususta İslam bilginleri arasında farklı görüşler mevcuttur. İbn-i Teymiye ve İbn-i Hazm'e göre elde olmayan bir sebepten ötürü, örneğin unutup veya uykuya dalıp namazı vaktinde kılmamış olan kimse kaza edecektir. Bilerek namazını terk edenler için kaza söz konusu olamaz. Fakat ulemanın tamamına yakını kaza müessesesinin kapsamını genişletmekte ve ihmal göstererek namazı terk edenlerin de kaza etmelerini söylemektedirler.
Yazının Devamını Oku

Hákim ve terazi

23 Ocak 2004
<B>TERAZİ</B> adaletin sembolü, gördüğü iş tartmak. Hákim ise o teraziye -hangi cinsten olursa olsun- konulan ağırlığı şahsi his ve temayüllerine yer vermeden tartmayı ilke edinmiş, meslek haysiyetine sahip adalet tatbikçisi.Goethe diyor ki: ‘‘Kim yargıç olacak? Yalnız daha iyi olan mı? Hayır, en iyinin üstünde iyiye önem veren. İşte o yargıç olmak için yaratılmıştır.’’

Evet, adil bir yargıç olmak, sanıldığından daha güçtür. Bundan bir asır önce Ziya Paşa, ‘‘Kadı (Hákim) ola davacı ve muhzir (mübaşir) dahi şahit/Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet’’ mısralarıyla bu acı gerçeği dile getirmiştir. Hákimin davacı, mübaşirin şahit olduğu bir mahkemeden adalet çıkmaz, çıksa çıksa zulüm çıkar.

* * *

Tarihimizin çeşitli dönemlerinde görülen yükseliş ve alçalışın temelinde adalet anlayışımız ve onun ne ölçüde tatbik edildiği yatmaktadır. Hele sosyal bünyeyi tahrip eden rüşvet, bir ülkenin yok olmasına yeter de artar da.

Kanuni Sultan Süleyman Bağdat'a girince, devrin en büyük şairi Fuzuli ona bir kaside takdim etmiş, bu yüzden Bağdat Vakıf İdaresi'nden kendisine günde dokuz akçe verilmesi için eline bir de berat verilmiş, fakat memurlara rüşvet vermediği için bir türlü tahsisatını alamamış. Şair nihayet Nişancı Celalzade Mustafa Çelebi'ye ‘‘Şikáyetname’’ diye yazdığı mektubunda özetle,

‘‘Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar,

Hüküm gösterdim faydasızdır deyu mültefit olmadılar’’
demiştir. Osmanlı Devleti'nin en parlak ve en ihtişamlı döneminde bizzat sultan tarafından kendisine tahsisat bağlanan ve bu maksatla eline bir de berat verilen Fuzuli'nin karşılaştığı bu zorluk, o dönemde rüşvetin Osmanlı Devleti'ni içten içe nasıl kemirdiğini gözler önüne sermektedir.

Koçi Bey 1631'de Dördüncü Murad'a sunduğu, devlet idaresine ve teşkilatına dair ilmi ve resmi rapor mahiyetindeki risalesinde, açıktan açığa ve hiç çekinilmeden devlet dairelerinde rüşvet alındığını, ilmi, dini ve hukuki makamların para ile alınıp satıldığını yana yakıla anlatır.

* * *

Halkın ve resmi memuriyetlerde bulunanların iliklerine kadar işlemiş olan rüşveti önlemek için birtakım tedbirler alınmış, fakat buna rağmen bu hastalığın toplumdaki yıkımı etkisiz hale getirilememiştir. Günümüz hayatında çoğu kez ikili ilişkiler çerçevesinde kalan ve haricen muttali olunması hemen hemen imkánsız olan rüşvet salgınını önlemenin yolu eğitim, sorumluluk duygusu ve hepsinin başında Allah korkusudur.

‘‘Adalet mülkün temelidir’’ yaftasını arkasına asan hákimin, bir gün onu karşısında bulacağını unutmamalıdır.

Çok şükür ülkemizde adaleti ikame eden değerli hákimlerimiz var.

Onlara minnettarız.

SORALIM ÖĞRENELİM

Tüyleri almak için epilasyon caiz midir?

Zeynep KONAK İSTANBUL

Epilasyon, iğne vb. ile tüy diplerinin yakılması ve tüylerin tekrar çıkmasının önlenmesi operasyonuna verilen addır. Özellikle yüzlerde ve hormon bozukluğu gibi sebeplerle anormal olarak biten kıllarda uygulanıyor. Kadının yüzünde anormal olarak biten, onun tabii görünümünü bozan kılları yolmak ve onu normal fıtratına getirmek için yapılmasında bir sakınca yoktur. Nitekim güzelleşmeyi (makyajı) seven genç bir kadın, Hz. Aişe'ye gelerek ‘‘Alnımdaki tüyleri yolabilir miyim’’ diye sordu. O da, ‘‘Seni rahatsız eden şeyleri giderebildiğin kadar gider’’ dedi. (Nevevi XIV/354; İbn Hacer, X/378)

Abdestsiz kelime-i şahadet getirebilir miyim?

Macit TÜRÜN

İZMİR

Abdestsiz kelime-i şahadet getirebileceğiniz gibi, Kuran da okuyabilirsiniz.

Ayağım sakat, cuma namazına gitmesem olur mu?

Satılmış YILMAZ

ADANA

Camiye gidemeyecek derecede ayağı sakat olan, gözü görmeyen kimseye cuma namazı farz olmaz. Şayet kılarsa o günün öğle namazı düşer.

Çok şişmanım. Namazda oturup kalkamıyorum. Namazımı oturarak kılıyorum, bir mahzuru var mı?

Aytaç ÜZER

İSTANBUL

Oturarak namazınızı kılabilirsiniz, çünkü mazeretli sayılırsınız. Bir mahzuru yoktur. Ayrıca dinimiz kolaylık dinidir.

Anne ve babanın razı olmamasına rağmen kızları sevdiği erkeğe kaçar ve dini nikáh kıydırırsa bu nikáh geçerli olur mu?

Ahmet ÖZKÖSEMEN ANKARA

Kız ergin değilse, nikáhı geçerli olmaz. Ama kız erginse ve nikáhlandığı erkek dengi ise, baba ya da veli izin vermese ve nikáhı onaylamasa da nikáh geçerlidir. Fakat Şafii mezhebine göre velinin bizzat bulunup onaylamadığı nikáh geçerli değildir. Resmi nikáhı da yapmanız lazım.

Bir TV kanalında ilahiyat profesörü, ‘‘Camilerde yer alan minber ve kürsü geleneğinin katmerli bidat’’ olduğunu söyledi, bu doğru mu?

Nurettin YEŞİLYURTOĞLU

ANKARA

İslam kültüründe önemli bir yere sahip olan sahih hadis kaynaklarında Hz. Peygamberin konuşmalarını yapmak üzere önceleri hurma kütüğünü, daha sonra da basamakları olan mescit yüzeyinden birazca yüksek bir mekánı minber olarak kullandığı rivayet edilmektedir. Bu örnek cami mimarisinde minber uygulamasının temelini teşkil edecek nitelikte bir argümandır. Dolayısıyla kürsü ve minberi bidat olarak nitelendirmek doğru değildir.
Yazının Devamını Oku

Din-siyaset kavramı

16 Ocak 2004
<B>DİN</B> ve siyaset, insan ve toplum gerçeğinin iki ayrı yönü üzerinde etkiye sahip olan, biri ilahi menşeli, diğeri de beşeri karakterli olan iki önemli olgudur. İnsanlık tarihi boyunca her iki olgunun kendi sınırları içinde bireysel ve toplumsal hayatı etkileyerek şekillendirdiği görülmektedir.

Din kurumu ile siyaset müessesesinin arasındaki ilişkinin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir ve günümüzde de bütün canlılığı ile müşahede edilmektedir. Güncel tartışmaların önemli bir kısmını, din-siyaset ilişkisi teşkil etmektedir.

* * *

Tarih sahnesine çıktığı zamandan beri bütün dinlerin gayesi, insanı, Allah bilincine ulaştırmak, ona kendini yaratan yüce yaratıcıya karşı şükran borcunu idrak ettirmek ve onu dünya hayatında doğruya, iyiye, güzele yönlendirmek suretiyle hem bu dünyada, hem de ahrette mutluluğa eriştirmek olmuştur. Bu itibarla, bütün semavi dinler, insanların önüne öncelikle inanç ve ibadet esasları koymuş, bunlara ilave olarak insanı dünya ve ahret hayatında yücelterek insani ve ahlaki değerler ve kurallar getirmiştir. Öte yandan, insanlar birer sosyal varlık olarak yaratılmıştır. Toplu halde ve toplum içinde yaşamak zorundadırlar. Bu nedenle dinler aynı zamanda gönderildikleri çağın ve toplumun seviyesine göre, insanlar arasındaki sosyal ilişkilere de yön veren ahlaki prensipler vazetmiştir.

Siyasete gelince; bu sistem en yalın anlamıyla insanların devleti yönetme sanatıdır. İnsanlar devletin yönetimine, bilgi ve tecrübe birikimlerine paralel olarak geliştirdikleri yönetim modelleriyle talip olurlar ve bunun için bir dizi faaliyetin içine girerler. Başka bir ifadeyle insanlar, yönetmeye talip oldukları toplumun siyasal, ekonomik ve sosyal sorunlarını nasıl çözüme kavuşturacaklarını halka anlatır ve halktan aldıkları destekle önerdikleri modelleri uygulamaya koyarlar.

* * *

Din ile siyaseti yukarıda zikredilen özellikleri itibarıyla karşılaştırdığımızda, dinin insanları en genel anlamıyla dünya ve ahret saadetine ulaştırmak için gönderilmiş ilahi kaynaklı prensipler manzumesi, siyasetin ise çoğu zaman ideolojilerin yön verdiği devleti yönetmek üzere insanlar tarafından üretilmiş kurallar sistemi olduğu görülür. Demek ki din kutsalı, siyaset ise seküler alanı temsil etmektedir. Her iki alanın birbirine karıştırılması, daha somut bir ifadeyle dinin siyasi hesaplar uğruna istismar edilmesi, kutsal olanla olmayanın birbirine karıştırılması, dinin aşkın boyutunun maddi alana indirgenmesi demektir.

Dinin siyasete alet edilmesi demek, yüce ve samimi din duygularının siyasi amaçlara ulaşmak için kötüye kullanılması, istismar edilmesidir. Dinin hatırına üretilen siyasetin, yani siyasi bir modelin benimsenmesi ve uygulanması, aksi takdirde günaha girileceği fikrinin telkin edilmesidir. Hiç kimsenin kendi fikrini başkalarına dayatmaya, bunun için dinsel gerekçeler üretmeye hak ve salahiyeti yoktur. Dinin koyucusu Yüce Allah'tır, tebliğcisi ise Hz. Peygamber'dir. Bunun haricinde din adına kutsallıklar üretmeye kimsenin hakkı bulunmamaktadır.

Bireysel ve toplumsal yaşamımız açısından dinden vazgeçmek asla mümkün değildir. Din fertleri mukaddes duygu, ortak şuur ve vicdan etrafında birleştiren bir amildir. Ahlaki bir müessese olarak insanlara yön veren ve kişiyi içten kuşatan, kucaklayan bir disiplindir. Din anarşinin, haksızlığın, adaletsizliğin, zulmün, şiddetin, terörün, cehaletin düşmanıdır. Dini duyguları zayıflamış, manen çökmüş toplumların varlıklarını devam ettirebilmeleri oldukça güçtür.

Ancak dini duyguların istismarı da oldukça tehlikeli sonuçlar doğuran bir vakıadır. Ne yazık ki İslam tarihi boyunca din-siyaset ilişkisi her zaman istenilen düzeyde yürütülememiş, zaman zaman çatışmalar da yaşanmıştır. Din-siyaset ilişkisinin her biri kendi sınırında kaldığı dönemlerde ise, insanların daha mutlu ve güvenli oldukları görülmüştür. Esasen toplumlarda ortaya çıkan mücadele ve çatışmaların en temelinde ekonomik ve siyasi çıkar elde etme saikleri yatmaktadır.

* * *

Şu halde din; kendi alanı içinde insanları hayra sevk ederken, siyaset alanı da kendi sınırları içinde ürettiği çözümleri insanların beğenilerine sunmalı, dinin yaptırım gücünü olayın içine karıştırmamalıdır. Hiç kimsenin kendi ürettiği bir düşünceyi, dinin kutsal alanından yararlanarak başkalarına kabul ettirme hakkı bulunmamaktadır. İnsanların dini hassasiyetlerinden faydalanmak, dine karşı en büyük saygısızlıktır. Kuran-ı Kerim'in de yerdiği bir davranıştır. Aynı zamanda kolaycılıktır. İnsanları ikna etmek yerine dinin gücünden yararlanarak inandırmaya çalışmak, doğru ve ahlaki normlara uygun bir davranış tarzı değildir.

SORALIM ÖĞRENELİM

Hacı olmak için bir başkasını vekáleten hacca göndermek doğru mu?

Hatice ŞEN/ANKARA

Hac hem beden hem de mal ile yapılan bir ibadettir. Ölüm, hastalık veya yaşlılık gibi hallerde, bizzat gidilerek yerine getirilmesi mümkün olmadığından, vekil gönderilmek suretiyle fariza yerine getirilir.

Anne ve babamın adına sevabını onlara bağışlamak üzere hacca gitmeye karar verdim. Kurbanı onların adına mı kendi adıma mı kesmeliyim?

Cevdet KAÇ/ALMANYA

Hac ve umreyi birleştirirseniz haremde bir kurban kesmeniz gerekir. Tabii bu kurbanı siz kendi adınıza keseceksiniz, çünkü haccı yapan sizsiniz.

Lotodan çıkan parayı ne yapmalıyım?

A.A./İSTANBUL

Lotodan çıkan parayı okul, yol gibi kamu hizmetine veya çeşitli hayır kurumlarına vermenizi tavsiye ederim.

Günümüzde bazı kişiler selefilik mezhebinden olduklarını söylüyorlar. Selefilik nedir, hakkında bilgi verir misiniz?

Salih TANOR/İSTANBUL

Selefiye, sahabe ve onları takip eden devirde yaşayan Müslümanlara denilir. Selefiye, Ahmet Hanbel'in görüşleri ile değer kazanıp İbn-i Telmiye ile kavrama değişik görüşler ilave edilmiş, Muhammed Abdülvehhab ile de aşırı bir yön kazanmıştır. Bugün bu görüşte olanlara Vehhabi denilmektedir. Günümüzde Vehhabilik inanç açısından Suudi Arabistan'ın resmi görüşüdür. Selefiye anlayışının en belirgin özelliği, inanç alanında akla rol vermemek, ayet ve hadisle yetinmek, manası açık olmayan, bu sebeple de başka manalara gelme ihtimali bulunan ayet ve hadisleri yorumlamadan bunları bilmeyi Allah'a havale etmektir. Selefiye farklı anlama ve yorumlamaya açık ayet ve hadisleri aklın ışığında yorumlayan kelamcıları ve filozofları, ayrıca keşif ve ilham ışığında yorumlayan sufileri ağır biçimde eleştirmiş, bu gruptakileri sapıklıkla suçlamıştır. Günümüzde dünya Müslümanlarının yüzde 12'si selefidirler. En yoğun oldukları yerler Suudi Arabistan, Kuveyt ve Körfez ülkeleridir.
Yazının Devamını Oku

İslam ve demokrasi

9 Ocak 2004
<B>BİR</B> okuyucumuz, İslam ile demokrasiyi kendine göre karşılaştırarak, bu iki olgunun birbiriyle bağdaşmadığını ileri sürmekte ve bu konuda görüşümü istemektedir.<br> İslam, yönetimle ilgili bazı temel ilkeler içermekle birlikte formel bir yönetim biçimi önermemektedir. Ancak, bu konuda sorumluluğun ehline verilmesi, istişarede bulunulması, adil olunması gibi genel ilkelerden söz edilmektedir. Demokrasi, uzun deneyimlerden sonra insnların bulduğu yeni bir sistemdir. İslam'ı incelediğimizde, orada çağdaş demokrasinin temelinde yatan vazgeçilmez değerlerin mevcut olduğunu görürüz. Bu değerlerden biri eşitlik, biri özgürlük, bir diğeri de adalettir.

* * *

Demokrasi, bilinçli bireylerin yaşayıp yaşatabileceği bir erdemdir. Demokrat insan, hak ve hukukunu bilen ve onlara sahip çıkabilecek bilgi ve cesarete sahip insandır. Demokrasi, başkalarının varlığının tanınması ve kabul edilmesi gibi önemli bir ahlaki esas üzerine oturur. Demokrasiyi özümsemiş bireyler, toplumun ve başkalarının menfaatlerini korumadıkça, özel menfaatlerinin hiçbir zaman sürekli olmayacağının bilincindedirler.

Demokrasilerde egemenlik belli kişi veya zümrelerin elinde değil, halkın elindedir. Bu yüzden demokrasilerde müstesna ve imtiyazlı sınıf yoktur. Kesin bir husus vardır ki, o da Hz. Peygamber döneminde bu değerlerin tamamıyla hayata geçirilerek bir model çizilmiş olmasıdır. Hz. Peygamber, bugün demokrasinin temel ilkeleri olarak kabul edilen ve gerçekten insanlara İslam tarafından sunulan prensipleri, hayatın her safhasına tatbik etmiş ve Müslümanlara da demokrasi formasyonu kazandırmak için yoğun gayret sarf etmiştir. Savaş ortamında bile, peygamberliğini öne sürüp kendi görüşlerini sahabilere dayatmamıştır. Daha ziyade onlara danışmayı ve onları dinlemeyi tercih etmiştir.

İslam tarihine baktığımızda Hz. Peygamber, Medine'ye hicretinden sonra, Medine şehir devletini kurarak, peygamberlik asli görev ve misyonu yanında, devlet başkanlığı görev ve misyonunu da üstlenmiştir.

Peygamberimizin, yerine kimseyi bırakmadan vefat etmesi üzerine o günün teamüllerine aykırı olarak ve tam bir inkılap sayılacak tarzda, Hz. Ebu Bekir, çetin müzakereler ve tartışmalardan sonra tam bir katılımcı hür seçim (biat) yolu ile devlet başkanı seçilmiştir.

İkinci Halife Hz. Ömer, Hz. Ebu Bekir'in aday göstermesi ve halkın topyekûn kabulü ile başkan olmuştur. Hz. Osman, Hz. Ömer'in tayin ettiği altı kişilik şûra (danışma meclisi) kararı üzerine, halk tarafından seçilmiştir. Dördüncü Halife Hz. Ali ise halkın büyük çoğunluğunun doğrudan kabulü ile işbaşına geçmiştir.

Hz. Ali'den sonra devlet başkanlığı babadan oğula intikal eden saltanat şekline dönüşmüştür. O tarihten itibaren, Osmanlılar tarafından 19. yüzyılda (1876) kabul ve ilan edilen ‘‘Meşrutiyet’’e kadar, İslam ülkelerinde ‘‘mutlak-monarşi’’ devam etmiş, bu tarihten sonra zaman zaman kesintilerle de olsa ‘‘meşruti-monarşi’’ yönetimi denenmiş, Kurtuluş Savaşı'ndan sonra 1923 yılında Cumhuriyet'in ilanı ile saltanattan (monarşiden) vazgeçilmiş, 1946 yılından itibaren de çok partili ‘‘demokrasi’’ye geçilmiştir. Bugün muhtelif İslam ülkelerinde monarşiden demokrasiye kadar değişen çeşitli yönetim şekilleri uygulanmaktadır.

Dört halife dönemindeki örnek uygulamalar, özellikle Hz. Ebu Bekir'in seçilme şekli dikkate alındığında İslam'a en uygun yönetim biçiminin ‘‘özgürlükçü demokrasi’’ olduğu söylenebilir.


SORALIM ÖĞRENELİM


Camide namaz kılarken imamı görecek şekilde namaza durmamız söyleniyor. Yoksa namaz olmaz diyorlar, bu doğru mu?

Fahri AĞIR/ADANA

Cemaatle namaz kılarken imamı görmek şart değildir. Cami dışında namaz kılanların imamın sesini duyması, şayet duymuyorsa imamın tekbirlerini aktaran birisinin sesini duyması yeterlidir.

Bazı kimseler namaza dururken başparmağını öpüp kaşlarına sürüyorlar. Dinimizde böyle bir şey var mı?

Ahmet AYDIN/BELÇİKA

Bazı kişiler tarafından yapılan bu tür davranışın dinde yeri yoktur.

Kuran'da ‘‘Bakireler cennete gider’’ diye yazıyormuş. Bu doğru mu?

Rumuz: AYŞE

Allah'ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınanlar ve yararlı işler yapanlar cennete gider. Bakire olmak bir ayrıcalık değildir.

Elimde bir dua kitabı var. Günlük hayatta okunacak duaları içeriyor. Örneğin tuvalete giderken, kısmet açmak, hastalıktan kurtulmak, murat duası, fakirlikten kurtulmak gibi birçok dualar var. Bunlar ne derece doğrudur? Çünkü ben okudum, hiçbir faydasını görmedim de.

İbrahim KOÇ/İNGİLTERE

Soruda belirttiğiniz kitaptaki duaların çoğu asılsızdır. Kuran'da geçen ve peygamberimizden bize kadar sahih rivayetlerle gelen duaları okumanızı tavsiye ediyorum. Dua yüce yaratıcıya içten yakarıştır. Kuran-ı Kerim'de ‘‘Bana dua ediniz ki ben kabul edeyim’’ denilmektedir. Allah her dili bilir; Arapça dua etmek şart değil, samimiyetle içinizden geldiği gibi dua ediniz.

Bazıları abdest alınan lavabonun kıbleye karşı olması gerektiğini söylüyorlar. Evimdeki lavabo öyle değil, ne yapmam lazım?

Halil DEMİR/ALMANYA

Abdest alırken önemli olan gerekli organların yıkanmasıdır. Kıbleye dönmek abdest almanın şartlarından değildir.

Tatile yurtdışına gitmiştim. Restoranda önceden söylememe rağmen bir karışıklıktan dolayı domuz eti yedim. Günah işledim mi ve ne yapmam lazım?

Bülent KORKMAZ/İZMİR

Bilmeden yediğiniz için günahkár olmazsınız. Ancak bundan böyle bu hususta dikkatli olmanızı tavsiye ederim.
Yazının Devamını Oku

Yeni yıl üzerine

2 Ocak 2004
<B>HER</B> yeni yıla girerken bir hüzündür kaplar içimi. Çünkü yaşadığımız her an hayattan eksilmiş, harcanmış bir andır. Şüphesiz hayatın her mevsiminin kendine göre, iyi ve güzel yanları vardır. Goethe, ‘‘İhtiyar yaşımda bana her şey gittikçe tarihi geliyor, sonbahar en güzel zamanımızdır’’ demiş. Ancak insanlar yaşlanmaktan hoşlanmazlar. O ilacı olmayan bir derttir. Vücut yaşın yumruğu altında ezilince, ruhi ve zihni melekeler zayıflamaya başlar. Kuran'ın ‘‘erzel-i ömür’’ diye ifade ettiği, yaşlılığın son noktasında gücün tükenmesiyle ölümü beklemek ne kadar ürkütücü!

* * *

Bütün olumsuzluklara rağmen insanı hayata bağlayan ilahi bir güç var. Her insanın, en değersizi de en yükseği de, en beceriksizi de en saygın olanı da her şeyden bıkar, yalnız yaşamaktan bıkmaz. Filozof Anisthenes, ağır hasta yatarken bağırıyormuş; kim kurtaracak beni bu acılardan diye. Onu görmeye gelmiş olan Diogenes, işte ben seni hemen kurtarırım istersen, diyerek bir hançer uzatınca ona, yaşamaktan değil acılardan kim kurtaracak demiş Anisthenes.

İdeal insan ömrünün uzunluk ve kısalık ölçüsü her zaman tartışılmıştır. Ben diyorum ki, kendi ulaştığımız yaşı bir nimet bilip şükretmeliyiz. Her Allah'ın günü televizyonlarda, trafik canavarı şu kadar can aldı haberleri, artık alıştığımız normal haberler cümlesinden olmaya başladı. Ya tabii afetlerde ölen insan sayısı... Komşu İran'da daha yeni meydana gelen depremde ölen insan sayısının 50 bine yaklaştığı söylenmektedir. Bu kadar can kaybının verilmesinin altında, insanların ihmal ve tedbirsizliğinin yattığı da unutulmamalıdır. Bunun yanında hastalık, açlık ve gençliğinin ilkbaharında savaşlarda ölenler... 2003 yılının hazin manzaraları. Evet bu yaşa kadar hiçbir engele rastlamadan geldiğimize göre şükretmeliyiz. Şunu da ifade edeyim ki, hayatın değeri uzun yaşanmasında değil iyi ve temiz yaşanmasındadır. Öyle uzun yaşamışlar var ki, pek az yaşamışlardır. Akıllı insan ise hayatın nihai gayesine göre yaşama sanatını bilen insandır.

* * *

Yüce Allah zamana yemin ederek insan ve zaman ilişkisine dikkatlerimizi çekiyor. Zaman yokluğa benzer bir varlık, varlığa benzer bir yokluk. Ona yok diyemeyiz; çünkü devirler, yıllar, aylar, günler, saatler kısımlara bölünür yok gibidir. Çünkü bizden önce geçmiş zamanları düşün, bizim için onlar artık yok. Gelecek ise bir düşünürün dediği gibi, ‘‘Bir piyango torbasına el atar gibi karanlık geleceğe el atarsın; eline gelen henüz kapalı bir ruledir, boş mu dolu mu olduğunu bilmiyorsun’’. İçinde yaşadığımız hal ise bölünmez bir andır. Onu iyi değerlendirmek gerekir.

2003 yılı elimizden uçup gitti. Bazı geçmiş olayları unutmak, hatırlamaktan daha iyidir. Ne var ki unutmak kişinin elinde değil. Hep o acı hatıralarla yaşıyoruz. Belki de hatıralarımız olmasa yaşayamazdık kimbilir...

Yeni yılın hayırlar getirmesini diliyorum.


Kişi kendisi faiz kullanmamakla birlikte insanların faiz geliri elde etmesine vesile olan banka sermaye piyasası aracıları ve benzeri gibi kurumlar veya bu kuruluşları düzenleyen devlet kurumunda görev yapıyorsa bu kişinin aldığı maaş helal midir?

Salim KİRMANLI/ABD

Bankalar ve diğer sermaye piyasası aracı kuruluşları, faiz dışında başka işlemlerden de gelir sağlamaktadırlar. Ayrıca ailenizin geçimi söz konusu olduğundan bu gibi kuruluşlarda çalışmanızda bir sakınca yoktur.

Cenazenin yıkanması dini bir farz mı? Yoksa gelenek mi?

Mustafa ŞENTÜRK/ANKARA

Şehitler hariç cenaze yıkanılır ve defnolunur. Bu bir dini vecibedir. Cenazeyi din görevlisinin yıkaması şart değildir, usulüne uygun herkes yıkayabilir.

İslam dinine göre saç ektirmek caiz midir? Ekildiği takdirde gusül abdesti geçerli olur mu?

R.A./İSTANBUL

Saç ektirmenin dini açıdan bir sakıncası yoktur. Gusül abdesti de geçerlidir.

Bazı TV kanalları, yayınlarını belirli bir ücret karşılığında izleyenlere ulaştırmaktadırlar. Bu yayınları şifre çözücü aracılığıyla yayıncı kuruluşa herhangi bir ücret ödemeden izlemenin dinimiz açısından herhangi bir sakıncası var mıdır?

B.Emin ÇAĞLAR/İZMİR

Meşru olmayan bir yolla yayıncı kuruluşa herhangi bir ücret ödemeden şifreli yayını izlemek, her şeyden önce ahlaki değildir. Bu sebeple böyle davranışlardan sakınmamız lazımdır.

Ramazan ayı içerisinde verilmemiş olan fitre daha sonra verilebilir mi?

Dilek AY/GİRESUN

Ramazan ayı içerisinde verilmeyen fitreyi ramazandan sonra verebilirsiniz. Üzerinizden sakıt olmaz.

Sağlığım dolayısıyla ramazanda oruç tutamıyorum. Orucumun diyetini, maddi imkánsızlıklardan dolayı okula gidemeyen ya da okulunu bitirmiş ama diploma parası veremeyen öğrencilere dağıtılmak üzere bir okula veriyorum. Benim yaptığım bu iş hayır yerine geçer mi?

Muharrem TURAN/İSTANBUL

Ramazanda sağlık nedeniyle oruç tutamayan kimse, her gün için bir fidye (fitre miktarı) sadece yoksula ödeyecektir. Parasızlık nedeniyle çocuğunu okula gönderemeyen ya da okulu yarıda bırakmak zorunda kalan kimse yoksul demektir. Dolayısıyla bu kişilere fidye, fitre, zekat verebilirsiniz. Hayır yerine geçer.

Hz. Peygamber (s.a.v.) kaç yıl tek eşle yaşamıştır?

Nalan YILMAZ/İNGİLTERE

25 yaşından 53 yaşına kadar 28 yıl tek eşle yaşamıştır.

Gusül abdesti alırken kadının örülmüş saçlarını çözerek saçının tümünü ıslatması gerekir mi?

Sevgi AKDEMİR/MANİSA

Gerekmez. Saç diplerini ıslatması yeterlidir.
Yazının Devamını Oku

Umre izlenimlerim

26 Aralık 2003
<B>DEĞİŞİK</B> zamanlarda Suudi Arabistan'ı birçok kez ziyaret etmiştim. Bu defa resmiyetten uzak bir vatandaş olarak gittim, gördüm ve izlenimlerimi sizlerle paylaşmak istedim. Ay'ın adeta yorgun düşüp tepelerin ardına çekilmesiyle birlikte, gecenin elbisesinin yer yer yırtıldığını seyrederken uçağımız Cidde Havalimanı'na indi. Çölden serin serin esen ‘‘saba’’ rüzgárı bana, Fuzuli'nin bir beytini hatırlattı:

‘‘Saba! Lütfettin ehl-i derde dermandan haber verdin,

Ten-i bi-cane candan, cane canandan haber verdin.’’

Çölün kendine has bir güzelliği var. Tıpkı tabiatın, diğer güzelliklerinde olduğu gibi. Güneşin tepesinden ateş döktüğü kumların üstüne renk renk saçılmış bu manzara insana bir başka haz vermektedir. Şüphesiz çölde yaşam pek kolay değil. Ancak çölün cehennemi sıcaklığını cennete çeviren insanın sığınacağı iki kutlu mekán var: Biri Kábe, diğeri yeşil kubbe.

* * *

Kábe: Dünyaya yayılmış olan insan topluluklarının en az bir defa toplandığı ve bu suretle birlik fikrini temsil ettiği bir merkez. Buraya bütün ülkelerden insanlar akın etmekte, ırk, renk, dil sorulmamaktadır. Muhammed İkbal bu noktada, ‘‘Biz Hicaz, Çin ve İran'a mensubuz ama bir tek gülümseyen şafağın jalesiyiz. O, toplumun canıdır ve o birdir’’ demiştir. Peygamberlik sayesinde tek merkezli olan bu topluluk, cemiyet halinde kaldığı sürece hiçbir fitneye yenilmeyecek, daima kuvvetli ve sağlam kalacak.

Kábe'nin duvarlarına ellerini ve alınlarını dayayıp gönüllerinden kopardıkları figanı yaratıcının evine arz ederken kimileri naz makamında sitemlerini beytin taşlarına çarpıyordu. Akan gözyaşlarının sel olup kendilerini mutlak kudretin jüpiterleri sanan zalim diktatörleri boğacağını düşünüyordum ki, bir vatandaşımız kulağıma Saddam'ın yakalandığı haberini verdi. Şaşırmadım, çünkü suçlu suçu kime karşı işlediyse onun kurbanıdır:

‘‘Elbette olur ev yıkanın hanesi viran.’’

Kendini ve ülkesini harap eden Saddam, şüphesiz yargılanacak. Hukukun gücüne göre mi, yoksa gücün hukukuna göre mi? Onu zaman gösterecek.

Ebediyen hüküm sürecekmiş gibi her gittiği yere mührünü vuran Osmanlı'nın, Kábe'nin tam karşısında hákim bir tepedeki o ihtişamlı Ecyad Kalesi çoktan yıkılmış ve yerine dev bir otel yükselmiş bile... Ne diyelim?

‘‘O şerefli mazi meğer masalmış.’’

* * *

Medine: Huzur veren bir şehir. Güler yüzlü, sıcakkanlı Medine halkının konukseverliğini hiç ama hiç unutmayacağım. Peygamber mescidinde yüzlerce açılmış sofralar... Hiç tanımadığı, belki bir daha göremeyeceği insanları yalvarırcasına sofralarına çağırmaları, bana çocukluğumda misafirsiz sofraya oturduğumuzdaki üzüntümüzü hatırlattı. Türk misafirperverliği gezgin Avrupalıların kitaplarında övgüyle anılırken, acaba bugün bu özelliğimizi yitiriyor muyuz?

Yeşil Kubbe önünde; Tunuslu, Afganlı, Sudanlı, Habeşli, Bosnalı, İranlı, Mağribli hülasa dünyanın her tarafından insanlar hoş bir álem oluşturuyordu. Kendinden geçmiş insanlar binlerce gözle tek bir hedefe bakıyorlardı. Bu topluluğun ruhunda, simasında Peygamber'in mübarek türbesinden akseden ışığı görmemek mümkün değil. O ruh uyanıktır. Aramızdaki ayrılıklar, dünyevi hicaplar olmasa bize böyle uykuda görünür müydü?

Her iki kutlu mekánda, sabahleyin kanatlanmış bir kalple uyanmak ve yeni bir sevgi gücü yaşamanın zevkini tatmak, öğleyin aşkın içine dalmak, akşamleyin hoşnutluk içerisinde kalacağınız yere dönmek, sonra yaratıcıya karşı yönelerek dua etmek... Evet birçok kez Suudi Arabistan'ı ziyaret etmiştim, bu defa resmiyetten uzak, kendim için gittim.

SORALIM ÖĞRENELİM


Düğün merasimi İslam'da var mı? Nasıl olmalı?

Cevdet ÖZMEN İSTANBUL

Düğün, evliliğin geniş çapta ilanıdır. İslam'da vardır. Hayatının çok önemli bir dönüm noktası olan evliliklerinin tatlı bir hatırası olarak israf ve gösterişten kaçınmak şartıyla düğün yapılabilir. Düğün yapmak Peygamberimizin sünnetlerindendir.

Eşimle bir yıl önce mahkeme kararıyla ayrıldık. Tekrar evlenmek istiyoruz, herhangi bir sakınca var mı?

Zeynep SEVİNGEN ADANA

Mahkeme kararıyla ayrılmak bir boşanmadır. Tekrar evlenmenizde bir sakınca yoktur. Mutluluklar dilerim.

Çocuğumun hastalığından dolayı sünneti geç yaptırmak zorunda kaldık. Bunun bir sakıncası var mıdır?

Ümit SERDAR ALMANYA

Bir sakıncası yoktur.

Hacca uçakla gitmektense, otobüsle gitmek daha sevaptır diyorlar. Yani hacca giderken ne kadar ıstırap çekersen o kadar sevap alıyormuşsun, bu doğru mu?

Fahrettin ARSLAN ERZURUM

Bu tür söylentilerin hiçbir dini dayanağı yoktur.

Cenaze olduğunda camilerin sala verme mecburiyeti var mıdır?

Murat ÇALIK İSTANBUL

Cenaze için sala verilmesi dini bir vecibe değildir. Cenaze namazının kılınacağını halka duyurmak için bazı şehirlerde sala verilmeye başlanmış, zamanla bu uygulama ádet halini almıştır. Bu itibarla ádet olan yerlerde sala verilmesinde bir sakınca yoktur.
Yazının Devamını Oku