‘POPÜLİZM’’, ‘‘popülarite’’ ve ‘‘popüler’’ terimleri, son yarım yüzyıllık dönemde sosyo-kültürel hayatımızda sık sık kullanılan terimlerdendir.
Halka şirin gözükmek, halkın teveccühünü kazanmak, kitlelere kendini sevdirmek amacıyla girişilen faaliyet ve davranışlar, kısaca ‘‘popülizm’’ yapmakla ifade edilmiştir. Yirminci asrın başlarında Avrupa'da özellikle halka yakınlaşmak ‘‘Narodnik’’ hareketi ile başlamıştır. Edebiyatçılar, yazarlar ve sanatkárlar halkla yakın ilişki ve diyalog ortamı kurmanın öncüleri olmuşlar; Durkheim'ın geliştirdiği yeni sosyoloji akımında topluma verilen önemi kendi eserlerinde dile getirmişlerdir.
* * *
Sosyolojik olarak; gündeme getirilmesi ve savunulması gereken temel konuların toplumda, maşeri vicdanın tezahürü olarak ortaya çıkması ve bunların kanaat önderlerince, ‘‘temsil’’ ve ‘‘ifade’’ amaçlı olarak tahlil edilerek savunulması esastır. Bu tür hiyerarşik kademelerde tartışılarak nihai karar ve tez haline getirilen fikirler, İslám'ın da öngördüğü; ‘‘istişare’’ ve ‘‘ihsas-ı rey’’ ilkelerine uygun olarak ortaya çıkmaktadır. Bunlar dinin temel kaynaklarından olan icma sayılamaz ise de İslam'ın öngördüğü iletişim ve kamuoyu oluşturma modeline en uygun usul olduğu malumdur.
Popülizmin en büyük sakıncası; hakikatlerin görmezlikten gelinerek, teveccüh-i nas (insanların sempatisini) kazanmak için kitleleri yanlış bilgilendirmeye yönelmektir. Bunun özelliği ise, daha büyük bir tehlikenin geçici menfaatler için görmezlikten gelinmesidir. Halbuki müdahane (yağcılık), İslam'da kötülenen davranışlardandır. Bunun toplumu kapsayacak şekilde yaygınlaşması ise ‘‘umumi müdahane’’ demek olur ki, bunun sosyolojik tarifi ‘‘popülizm’’dir. İslam'da insanlarla hoş geçinmek, iyi bir sıfat olmakla birlikte, bu popülizm değildir.
Popülizmin diğer bir sakıncası; samimiyetsizliğe ve istismar türü davranışlara prim verilmesidir. Kişilerde olduğu gibi topluluklarda da nefse hoş gelen ve iyimser haberler ihtiva eden mesajlara yönelme özelliği vardır. Bu özelliği bilen bazı kitle önderleri, kendi itibarlarını artırmak ve -muhtemel- tepkileri -baştan- defetmek amacıyla popülizme başvururlar. Hakikatlerin yerine; insanlara hoş ve cazip gelen konuları gündeme getirerek ‘‘vaat’’ dolu konuşmalara yönelirler. Yapılan vaatlerin pek çoğu, gerçekleşmesi mümkün olmayan şeylerdir. Halbuki toplum önderlerine düşen görev; ehliyetli bir tabip gibi olaylara ve meselelere gerçekçi teşhisler koyup neşter vurmaktır.
* * *
Çağımızda iletişim araçlarının son derece gelişmesi ve telekomünikasyonun teknolojide önemli başarılar sergilemesi, yöneticiler ve toplum önderleri için yeni imkánlar getirmiştir. Popülizmin kışkırtılması ve enformasyon imkánlarının belirli amaçlara yönelik olarak kullanılması sadece politikacıların veya ticari tekellerin başvurduğu bir yöntem de değildir. Çağımızda psikolojik savaş yöntemlerini uygulayanlar, popülizmin kitleleri motive edici imkánlarını bol bol kullanmaktadır. Mesajı iletenlerle mesajı alanlar arasında, çoğu kez, yüz yüze iletişime bile gerek kalmadığı günümüz ortamında; kitlelerin mesajı iletenlerin niyet ve kimliğini test etme imkánı -son derece- zorlaşmıştır. Bu durum da topluma mesaj sunanlara ve enformasyon hizmeti yürütenlere büyük bir manevi vebal yüklemektedir. Bu hususta en büyük sorumluluk, dini mesaj sunanların üzerindedir. İslam dünyasının gerilemesi konusunda eser veren bilginler, Müslüman toplumlardaki fikri ve entelektüel cesaretin yetersizliğini ve yöneticilerin bu zaafları bilerek kitleleri baskı ve popülizmle yönettiklerini ifade etmişlerdir.
Bilgi ve mesajın herkesin anlayacağı vasati bir seviyeye indirilerek sunulması demek olan ‘‘vulgarize’’ kavramının bile ‘‘popülarize etmek’’ şeklinde ifade edildiği günümüzde, şu ayetler dini mesaj vermek görevini ifa edenler için hayati derecede önemlidir:
1- ‘‘Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun!’’ (Tevbe, 9/119)
3- ‘‘... Şüphesiz Allah, aşırı giden ve yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez.’’ (Mümin, 40/28).
SORALIM ÖĞRENELİM
Suudi Arabistan'da kesilen kurbanların toprağa gömüldüğü söylenmektedir. Bu kurban etlerinin Türkiye'ye getirilmesi mümkün değil midir? Başkanlığınız zamanında bu konuda teşebbüsünüz oldu mu?
Doğan Erol/İSTANBUL
Suudi Arabistan'da kurbanlar modern mezbahalarda kesilmekte ve kurban etleri İslam Kalkınma Bankası aracılığıyla fakir ülkelere gönderilmektedir. Başkanlığım dönemimde 2001 yılı hac mevsiminde hacılarımızın kestiği kurban etlerini veteriner kontrolünde ülkemize getirip deprem bölgesinde dağıtmak üzere teşebbüste bulundum ve bu hususta İslam Kalkınma Bankası ile 30 bin baş hayvanın getirilmesi konusunda mutabakata vardık. Ancak zamanın Tarım Bakanı'nın itirazı üzerine sonuçlandırılamadı.
Her Kurban Bayramı'nda olduğu gibi bu sene de vatandaş bildiğini yapmaya devam edip ortalığı kan gölüne çevirdi. Bu manzara ile mi Avrupa Birliği'ne gireceğiz?
İsmet Aksan/ALMANYA
Vatandaşların kurbanlarını en sıhhi ve en rahat bir şekilde yerine getirmeleri için gerekli ortamın hazırlanması, cadde ve sokaklarda görülen çirkin görüntülerin ortadan kaldırılması amacıyla 21 Kasım 2001 tarihinde Bakanlar Kurulu kararı çıkarılmıştır. Bu çerçevede, il ve ilçelerde kurban satış ve kesim yerleri tespit edilecek, yeterli sayıda din görevlisi, veteriner, kasap ve yardımcı personel bulundurularak kesim işleminin dini ve sağlık ölçülerine göre ve hayvanlara eziyet verilmeden yürütülmesi sağlanacak, uygun olmayan yerlerde kurban kesimi engellenecek idi. Ancak üzüntüyle ifade edeyim ki, ilgili kuruluşlar ve mahalli idareler, bu konuda yetersiz kalmışlardır. Umarız önümüzdeki yıllarda bu konuda hassasiyet gösterirler ve bu çirkin görüntülerle bir daha karşılaşmayız.
Kuran'da suret-i insana neden ‘‘ahsen-i takvim’’ denildi? Bu sıfat her insana şamil mi?
Şadi Yılmaz/ANKARA
‘‘Ahsen-i takvim’’, en güzel şekil anlamına gelir. İnsan diğer yaratıklar arasında fiziki bakımdan en düzgün olanıdır. Bu yönüyle her insanı kapsar. Ancak, mana güzelliği yönüyle insanlar arasında farklılıklar bulunmaktadır. Bir irfan sahibinin dediği gibi; her yazıya Kuran denilmediği gibi her suret-i adem olana da insan denilmez.
Evim çok küçük olduğundan yatak odamdaki yatağımın ayak tarafı kıbleye doğru yerleştirildi. Dini açıdan sakıncası var mı?
Sultan Sipahioğlu/İSTANBUL
Ayakların kıbleye doğru uzatılmasının dini açıdan bir sakıncası yoktur.