Solu ideal ayaklara bırakıp, Olcay’ı da sağ açığa atmıştı. İlk 11’in yüzde 90’ı ‘görev adam’larından oluşuyordu. Herkes çabalıyor ama yaratıcı krampon olmayınca gol atma ihtirası da oluşmuyordu. Can derdindeki Kayseri, geri dörtlüsü çok baskı yemediğinden mümkün olduğunca top çevirip uzun oynadığı. Haliyle tempo da yerlerde sürünüyordu.
‘Tipik bir orta saha mücadelesi’ şeklinde cereyan eden maç, izlenir gibi değildi. Kartal’ın en işleri İsmail-Motta kanadıydı. Çoğu şişirme olsa da iyi kötü toplar oradan geliyordu.‘Bekçi Murteza’ ahlakındaki Necip, “Almışım savunma talimatı” düsturunun dışına pek çıkmadığı ve Olcay da mevki değişikliğine rağmen ‘var-yok’u oynadığından sağdan bir hayır yoktu.
Hastanede yatması gereken Oğuzhan, acil durum için yedekte tutuluyordu. Ancak oyun daha onuncu dakikada “Oğuzhan!!!” diye bağırıyordu. Necip’in sakatlanması ikinci devrede planlanan hamleyi öne çektirdi. Görüldüğü gibi sakatlıklar bazen Beşiktaş’a yarıyor(!) Atiba’ya da yine jokerlik düştü ve sağ beke çekildi. Köybaşı’nı da artık 11’de daha çok görmeliyiz.
Golde, Sinan’ın hatasını bir kenara, Olcay’ın vuruş marifetini de diğer kenara yazalım. Bu gol, ilk 45’in heba olmasını da önlemiş oldu.
DANY, ÇAKIR’A DUA ETSİN İkinci bölümde Nobre’nin de oyuna girmesiyle Kayseri, daha önde basmaya başladı. Siyah beyazlıları muhtemel bir bunalımdan Oğuzhan kurtardı ama Cüneyt Çakır’ın taktir hakları etkili oldu. Kanaatimce Dany, kırmızı görmeliydi. Ha Dany atılsa Beşiktaş’ın aleyhine mi olurdu, sanmam. Çünkü dün de bir çok kez hamle hatası yaptı. Kartal’ın verilmiş sadakası vardı. Buna rağmen uzatmada gelen Kayseri golü, maçın son anlarını siyah beyazlılar için kabusa çevirdi. Atiba, göbekten alındığı vakit siyah beyazlıların göbeği çatlıyor. Kayseri’nin oyunun son bölümündeki hegemonyasının bir sebebi de buydu. Bir çift laf da Mr Jones’a. Kendisi yeni statta oynamak istediğini söylüyor lakin bu hal mecalle zor.
Dün alınan üç puan, bugün Arena’dan F.Bahçe’nin puan çıkarması halinde, ‘altın kaplama’ olacak...
Kuper’in Stefan Szymanski ile ortaklaşa yazdığı ‘Futbolun Şifreleri’ ise, futbol-ekonomi muhabbetini kurcalar. Kitabın en çarpıcı düsturu şudur: Futbol kulüpleri dünyanın en eski batık şirketleridir! İkiliye göre futbol kulüpleri, tüm endüstriyel hamlelerine karşın, yapıları itibarıyla klasik şirketlerin aksine bilançoları genelde ekside olur.
En basitinden bir yıldıza onlarca milyon Euro harcarsınız ama yeterli performansı alamazsanız tüm yatırımınız heba olabilir.
Fakat UEFA, futbol kulüplerini kârlı bir ‘işletme’ yapmak için kararlı gözüküyor. ‘Fair-play’ artık sadece bir futbolcunun rakibine yaptığı bir güzellik değil.
Bundan böyle bu kavram, kulüplerin denk bütçeye uyup uymadıklarının da göstergesi olacak. Temelleri milenyumun ilk döneminde atılan ama 2009’da şekillenen UEFA Finansal Fair Play Kriterleri, özetle kulüplerin gelirinden daha fazlasını harcamasının önüne geçmeyi hedefliyor. Uymayanlara Avrupa kapısı kapatılıyor. Esasen Kulüp Lisans ve Mali Fair Play Talimatı, bu uygulamayı yerelde de hayata geçiriyor.
NE DiYOR ŞU KRiTERLER?
FAIR-Play kriterleri tüm müeyyideleriyle 2014-2015 sezonundan itibaren uygulanmaya başlanacak. Hesabını kitabını bilmeyenlere
1-Uyarı
İki sağ açığından yoksun sahaya çıkan Bilic, o bölgeyi Atiba ile yamalarken ilk 45 bitmeden Oğuzhan’ı (giderek müzmin bir sakat portresi çiziyor) da sakatlıktan kenara almak zorunda kaldı. Hırvat hoca, sakatlık konusunda diğer takımlardan pek farklı olmadıklarını söylüyor. Tolga Yenigün geçen Hürriyet’te bilançoyu verdi: 24 siyah beyazlı futbolcu sakatlık geçirdi sezon başından beri. Bir tek Motta ve Olcay, sağlam gelmiş bu haftaya kadar. Siz de Bilic gibi mi düşünüyorsunuz hâlâ?
Şu aralar Bilic, Atiba’yı ideal pozisyonunun dışında illa bir yerlerde oynatmak istiyorsa bence en doğru yer Olcay’ın işgal ettiği sol açık!
İlk 45’te Veli’nin çıkardığı şutun dışında doğru düzgün pozisyon yok. Çünkü kanatlar işlemiyor. Atiba, asli işi olmasa da Olcay’dan daha çok arayış içindeydi. Olcay, vazgeçilmez biriyse bu maçta sağa çekilseydi, solda da Motta-Uğur veya İsmail-Motta seçenekleri düşünülemez miydi? Ha “Jones aldık hiç değilse parasını çıkarsın” diyorsanız, bir şey diyemem(!)
Atiba’nın iyi niyetinin yetmediğini gören Bilic, Necip’i kenara alıp Kerim Frei’yi sahaya sürdü. Kanadalı ise bu kez sağbeke tayin edildi.
Galip gelme ihtiyacıyla birlikte siyah beyazlılar ikinci yarı rakibi daha çok zorladı. Son iki haftanın golcüsü Pektemek’in gol atma arzunu anlıyorum fakat aşırı hırsından sağını soluna gözünü kapatması hoş değil. 77’deki pozisyonda topu kendi vurmak yerine sağdaki arkadaşının önüne yuvarlasa gol olma şansı daha yüksekti. Oğuzhan’ın da çıkmasıyla yaratıcı oyuncu sıkıntısına düşen Kartal’ın tek şansı duran ve serseri toplaraki karambollerdi. Bir kaç ekmek çıktı ama değerlendiremedi. Eneramo’nun faturayı keseceği belliydi çünkü ilk dakikadan itibaren kendisini göstermek için didiniyordu. Kiralık alınan Dany kafayı ıskaladı kiralık gönderilen Enaramo ise affetmedi. Beşiktaş ve Galatasaray, ikinciliği ismeme yarışını sürdürüyor. Bakalım kim daha çok istemiyor(!)
BEŞİKTAŞ’ın 111. yaş günü için geçen hafta inşaatı devam eden yeni İnönü, nam-ı diğer Vodafone Arena’daki kutlamaya katıldım. Bir yandan eski İnönü’nün yerinde yeller esmesine hüzünlenirken diğer yandan yeni stadın da gün gün yükseliyor olmasından heyecanlanıyorsunuz. Kapalı bugün yarın bitecek. Eski ve yeni açık inşaatları da eş zamanlı başladı. Başkan Orman, stadı 30 Ağustos’ta açmayı hedeflediklerini yineledi. Ama konuştuğum herkes ekime kasıma da razı.
Dolmabahçe’deki mabedin en güç kısmı hafriyattı. Stadın konumu ve İstanbul’un malum trafiği bu süreci biraz uzattı. Şimdi havalar da inşaat yapmaya çok elverişli fakat işin esas harcı para. Siyah beyazlı kulüp, stadı kendi olanaklarıyla yapıyor. Devletin en büyük desteği yeni açık tarafındaki İ.E.T.T arazisini vermesiydi. Ondan gayrı “Gölge etme başka ihsan istemem” denilerek kazma vuruldu.
Beşiktaş’ın olanakları nedir? Bizatihi stadın geleceği! Yani 3 yıllık loca ve VIP koltuk satış gelirleri. Satışlar geçen aralıkta başladı ve devam ediyor. Peki hal ve gidişat nasıl? Beşiktaş Pazarlama ve Sponsorluklardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Umut Kutlu’dan rakamları aldım.
750 binlik localar kapışıldı
Toplam 147 loca, 2 bin VIP koltuk ve 600 koltuklu özel 1903 Tribünü satışta. Dediğim gibi satışlar 3 yıllık. En ucuzu 100 bin, en pahalısı 750 bin dolar olan locaların yüzde 45’i satılırken yüzde 20’si de rezerve edidi. 750 bin dolarlık locaların hemen hemen hepsi satılmış. Bu arada en ucuz loca koltuğunun yıllık bedelinin 3 bin 250, en pahalısının da 12 bin dolar olduğunu söyleyeyim bilgi niyetine. Her loca en az 9 koltuklu.
En ucuzu 12 bin, en pahalısı 18 bin dolar olan 2 bin adetlik VIP koltuklarının yüzde 20’si (400 adet) ve 12 bin dolardan satılan 600 adetlik 1903 Tribünü’nün de yine yüzde 20’si (120 adet) satılmış durumda. Rezervasyon oranı da yüzde 20’şer. Kutlu, satışların, dolardaki dalgalanmayı da düşündüğümüzde, beklediklerinden çok iyi olduğunu söylüyor ve inşaat ilerledikçe satışın daha da hızlanacsğını vurguluyor.
Kombine satışları mayıs sonu başlıyor
Beşiktaş
Statlardaki siyasi sloganlara ket vurmak için talimatta yaptığınız değişiklik zaten taraftar fukarası olan ligi iyice betonlara karşı oynanan bir lig haline getirdi; kadın ve çocuklara bedava bilet verdiğiniz halde. En kolay yaptığınız iş talimat değiştirmek. İyisi mi siz şu talimatı bir kez daha değiştirin. Biraz valinin aç-kapa yaptığı Gezi’ye benzeyecek ama, olsun (!)
Ve maç... Golle başladı. Son haftaların en iyilerinden Veli, hem de soluyla güzel bir imza attı. İkinci gol ise Bilic’i organizasyonu nedeniyle ayrıca mutlu etmiştir: Üç pasta gol. Franco’dan bir uzun top -ki sonra da bunu sık sık yaptı-, Motta’ya, ondan orta, Pektemek’ten de kafa... Motta’dan bu kadar erken tekzip beklemiyordum. Perşembe günkü yazımda “Ben artık ‘Motta’nın ortasında Almeida topu ağlara gönderiyor’ diyen spiker sesi duymak istiyorum” demiştim. Ha Almeida değil de Pektemek ağları havalandırdı.
OLCAY NE ZAMAN TOPARLANACAK?
ERKEN goller sonrası Beşiktaş, oyunu biraz rölantiye alıp, özellikle Franco’nun eliyle mümkün oldukça geriden oyun kurmaya çalıştı. Fakat solda Olcay, sağda Holosko, takıma kol kanat geremedi. Oğuzhan’ın göbekten delme girişimleri ise kifayetsizdi. Atiba’nın biraz başını kaldırıp oynamasında fayda var. Dökülen Olcay’da bu kadar ısrar niye? Boral, en azından bir yarım saat sol açıkta şans bulmalı.
Hamzaoğlu’nun naif ekibi maçı çevirebilecek bir karakter ortaya koyamadı. Siyah beyazlı savunma da ciddiyeti hiç elden bırakmayarak onlara pek fazla olanak tanımadı. Takım çok iyi pas yaparak rakibi oyundan düşürdü. Kartal’ın bir artısı da duran toplardı. Kornerlerde Oğuzhan, genelde arkadaşlarını görebildi.
Nihayet Beşiktaş, G.Saray’ın ikramını geri çevirmedi. Şimdi sıra ikincilik basamağına kalıcı olarak yerleşmeye geldi. Bunca sıkıntılı bir sezonda akıtılan alınteri bunu fazlasıyla hak ediyor çünkü...
Fikret Orman, İnönü’ye kazma vururken İBB de Gezi’ye vurdu. Haliyle memleketin de Beşiktaş’ın da çarşısı karıştı! Beşiktaş’ın Çarşı’sının Gezi ağaçları için verdiği mücadele onu Fenerbahçeli ile Galatasaraylının bile ‘yükselen’i yaptı!
Beri yanda Orman’ı ise ter basıyordu. Zira ‘siyasi hava ve zemin’ stat yapmaya hiç uygun değildi! Stadı kulüp cebinden yapsa da sırf ‘YSE’ için dahi iktidarın kapısını aşındırmak gerekiyordu. “Çarşı’nın Gezi’deki...” diye uzatılan her mikrofona Orman, sahadaki Sergen Yalçın ustalığıyla lafı kullanıp cevap veriyordu. Ez cümle “Biz spor kulübüyüz, siyasetle işimiz olmaz. Çarşı güzel bir renktir vs” diyerek, top çeviriyordu. Öyle ya, Çarşı’ya koltuk çıksa bir türlü çıkmasa bir türlü. Çıksa “Aloooo” diyecekler, çıkmasa “Yuuhhhh”. Hasılı, şarkıdaki gibiydi vaziyet: “Sussan olmuyor susmasan olmaz”... Hem İsa’ya hem Musa’ya yaranmaya çalışma mecburiyeti eciş bücüş açıklamaları da beraberinde getiriyordu. Orman, bir “Hayır, Çarşı’yı övmedim” bir “Çarşı’yı yermedim” ikilemlerine sık sık düştü. İdare-i maslahat böyle bir şeydir işte...
Ne yapabilirdi? Stat yapım sürecinin devlet ayağını olağanca çıplaklığıyla kamuoyuyla paylaşıp konulan engelleri, yaşanan sıkıntıları aşmak için sırtını camiasına verebilirdi. Evet, bu romantik bir tercih olurdu. Romantik olmak bu memlekette ayıplanır. O yüzden Orman da romantik değil ‘pragmatist’ olmayı seçti. Çokça taraftarıyla arasına mesafe koyup iktidara her cümlesinde teşekkürü borç bildi. Fakat yine de temeli Başbakansız ve medyaya kapalı yapmak zorunda kaldı. Şahsen şikayetçi değilim bundan.
Devletten tek kuruş alınmıyor ama o devlet yani iktidar, isterse Anıtlar Kurulu’nda gerekli izni verdirmez ve siz bir çivi bile çakamazdınız. Nihayetinde iş sadece bir telefona bakıyor! İddia edilen kayıttaki konuşmalar gerçekse olan şudur: Malumun ilanı... Fenerbahçe Kongresi’ndeki gibi. Bu deşifre, siyah beyazı daha da özgür kılma fırsatı yaratmıştır. Taraftar ve camia ayağa gelen bu topu auta atmasın. Herkes İnönü’ye bir tuğla taşısın!
MOTTA BİR CANER DEĞİL!
BEŞİKTAŞ, sezona sol bek sıkıntısıyla başlamış ve hatta Bilic’in öğrendiği ilk Türkçe kelime de sürekli sorulduğu için sol bek olmuştu. Sonra Motta geldi. Genel olarak Motta çok beğeniliyor. Ancak ben özellikle ofansif anlamda muadillerine göre çok da verimli görmüyorum. Mücadelesine sözüm yok ama Motta bir Caner değil! Motta, Caner’in takımına yaptığı ofansif katkının yarısını yapsaydı Beşiktaş’ın puantajdaki yeri çok daha farklı olabilirdi.
Motta, 17 maçta 1 asistle oynarken Caner, 21 maçta 10 asist yapıp 2 de gol attı. Futbol istatistik uzmanı Hasan Gören’den Motta ile Caner’in kendi kulvarlarını nasıl kullandıklarını gösteren detayları rica ettim. Caner, akan oyunda ceza sahasına 113 top atıp 31 isabet sağlamış (Yüzde 27). Motta ise 50’de 19 (Yüzde 38). Yüzde olarak Motta daha başarılı ama Caner, oyuna daha çok katılıyor. Caner maç başına 5, Motta ise 3 teşebbüste bulunuyor. Caner, 26 şut asisti (maç başı 1.2) yaparken, Motta’nın sayısı sadece 9 (maç başı 0.5)! Bu kalemde Motta, ligin diğer sol bekleri Tosic, Wederson, Ergün, İshak gibi bir çok oyuncunun da gerisinde kalıyor. Buna mukabil iki oyuncu da ceza sahasında topla en çok buluşan (24) sol bekler. Ben artık “Motta’nın ortasında Almeida topu ağlara gönderiyor” diyen spiker sesi duymak istiyorum!...
SİYAH:
Arzuyla ileride basan, heyecanlı bir takım. ‘Kayıp golcü’ Pektemek ile golü de buldu. Asist de son haftaların kayıplarından Olcay’dandı ama golün yarısı harika ara pasıyla ilk hazırlayıcı Veli’nindir. O Veli ki haftalardır bu takımın hamallığını üstleniyor. Şöyle durup bir şapka çıkarılım evvela...
Beşiktaşlılar sırtlarını arkaya verip çaylarını keyifle yudumlamya kalmadan tuhaf bir penaltı çaldı Palabıyık. Saha içinde yaygarası çok oldu ama neticede Tolga topu filelerden çıkardı. ‘Mağduriyet’ duygusuna kapılan Beşiktaş, oyunu biraz dinlendirmek yerine son dakika telaşesiyle oynamaya başladı. İkinci penaltının ise pek tartışılır tarafı yoktu. Siyah beyazlılar, rakibin çok fazla bir emek harcamadan bulduğu gollerle devreyi geride kapattı.
KLAS AYAK İSTER
Konya’nın başındayken 3-0’dan maçı 3-2’ye getirip Beşiktaş’a ecel terleri döktüren Uğur Tütüneker’in beklenen LuaLua hamlesinde gecikmesi Kartal’ın şansıydı. İkinci devrenin başında alsa siyah beyazlılar risk almakta daha tedirgin davranabilirdi.
Son dönemlerinde Fernandes de duran topları iyi kullanamıyordu ama yine de bir ihtimal oluşuyordu. Onun yokluğunda Töre ve Oğuzhan, bu işin üstesinden pek gelemiyor. Sürpriz içeren bir duran top organizasyonuna da gidilmiyor.
Ligin ikinci devresi ‘klas ayak’ ister. Eskişehir maçındaki son dakika golü, Kartal’ın bu handikapını gölgeledi. Oğuzhan, henüz ‘yardımcı oyuncu’ kıvamında. O, iyi bir Fernandes ile verimliydi. Mr. Jones, geldi ki Portekizlinin yokluğunda Oğuzhan’a payanda olsun. Ama o da İstanbul transferini Dentinho gibi tatile çevirdi. Yaza yaza mürekkep bitti, evet, bu takım ‘eşik maçı’ oynayamıyor.
Palabıyık mı? Ne yazık ki maçın altında ezildi.
‘Devlet dersi’nde çocuklar ölürken, yaşamak bir utanca döndü. 586 çocuğun utancını taşıyoruz...En son, “Sen gazdan kaçamazsın ben hızlı koşarım anne, ekmeği ben alırım” diyerek evinden çıkıp sokak ortasında yığılıp kalan Berkin yaşattı o utancı. 586’ncı çocuk Berkin...586 çocuk namına bu hafta futbol maçlarında saygı duruşunda bulunalım, belki hafifler utancımız.
Türkiye Futbol Federasyonu! Berkin için saygı duruşu istiyoruz!Seremonilere çıkardığınız çocuklara giydirdiğiniz tişörtlere yazdığınız saygıyı bu kez Berkin’e gösterin!
Korkmayın! Yekta’nın, Cenk’in, Olcan’ın, Selçuk’un ve dahası Beşiktaş’ın, Fenerbahçe’nin, Galatasaray’ın, Trabzon’un, Urfa’nın ardından gözyaşı döktüğü Berkin’in elimizde hep çocuk kalacak gülüşü için saygı duruşu istiyoruz!
Korkmayın! Evinden bir şeyler tahliye etmek için değil, evine bakkaldan ekmek almaya giden Berkin için saygı duruşu istiyoruz!
Polisin yazdığı destanın (!) 15 yaşındaki kurbanı Berkin için saygı duruşu istiyoruz!
Cumhurbaşkanı Gül’ün 269 gün sonra; yani aramızdan ayrılışından sadece bir gün önce ‘acil şifalar’ dilediği Berkin için saygı istiyoruz!
Sakın “Talimatlarımızda yazmıyor” deyip, bize çalım atmayın! Evet, Berkin, ne eski bir futbolcu ne de bir yöneticiydi. Bu payelere göre saygıyı bahşeden talimatlarınız Berkin’e uymuyor, biliyoruz ama kabul etmiyoruz! Bir daha çocukların kaşlarının arasına namlular çevrilmesin diye Berkin için saygı duruşu istiyoruz!Duymayacak mısınız? Ziyanı yok! O tribünleri dolduracak binler Berkin Elvan’ını da marşlarına katık edeceklerdir, tıpkı Ali İsmail Korkmaz gibi!Uyu Berkin oğlan uyu