Özellikle transfer için ekran başına geçen siyah beyazlılar büyük bir hayalkırıklığına uğradı. Çünkü başkan “Ronaldinho kapıdan geçemez, Gökhan Töre gitse ölünecek biri değil, Olcan için teklif vermedik, Caner için kulübü araç yaptırmam, Demba Ba kronik sakat” dedi.
Ancak Orman’ın konuşmasında benim en çok dikkatimi çeken yaptığı itiraftı! Orman’ın “Stadın finansmanında çok zorlanıyoruz” sözünü ilk kez bu kadar açıkça duydum. Bu bence bir imdat çağrısıydı.
Beşiktaş’ın gelcek sezon da, -en azından ilk devre- Dolmabahçe’de olmayacağı resmileşti. Bu benim için sürpriz değildi. Fakat, motivasyon uğruna verildiği söylenen ‘30 Ağustos açılış tarihi’, bir bumeranga dönüştü. Beşiktaş, genel olarak paraya sıkışmış durumda. Sadece bu ay, 30’u stat için olmak üzere 70 milyon lira ödemesi var. Borsaya bildirilen aylık bildirimde vadesi geçmiş borçları görebilirsiniz.
Orman, stadı 80-90 milyon dolara, -ki bu bir rekor olur- bitireceğini söylemişti. Düz mantık, “Al Vodafone’dan parayı bitir stadı” diyor. Kulüp, forma sponsorluğu dahil 15 yıllığına isim hakkını 145 milyon dolara Vodafone’a vermişti ama bu kaynağı toptan alıp stadın yapımında kullanamıyor.
KOLEJ TABELASI BİLE İNDİRİLDİ
Bugüne kadar yaklaşık 10 milyon dolar Vodafone’dan, bir kısmı loca ve VIP koltuk satışlarından gelen kaynakla stat yürütüldü. O kadar dara düşüldü ki Seba’nın en büyük hayallerinden olan BJK Koleji’nin tabelası da 8 milyon liraya indirildi ve başka bir kurumun tabelası asıldı. En muhalif taraftara sahip olan Beşiktaş, e-bilet sistemine derhal dahil oldu. Çünkü bu sayede sistemin uygulayıcısından kredi kullandı. Sponsorluk parasını doğrudan kullanmak yerine bunu temlik edip bankalara borçlanılıyor! Hem kredi maliyetleri hem de statta meydana gelen gecikmelerin faturası da kulübün sırtına binecek. O halde ne anladım ben bu stat sponsorluğundan! Unutmamalı ki başkan stadı borçlanmadan yapacağını da vaat etmişti.
CAMİA İŞE ORTAK EDİLSİN
Siyah beyazlı camianın Orman yönetimine çok destek olduğu da söylenemez. Ama lafa gelince herkes ‘Beşiktaşk’tan söz eder. Aziz Yıldırım, stadı tribün tribün sponsorlar eliyle yaptırdı. En zor dönemlerde bazı yıldızları, Fenerbahçeli işadamları alıp kulübe hediye etti.
Bunun dışında ne Önder Özen’in sezonu tamamlayacağı, ne kaliteli transferler yaplabileceği, ne de stadın yetişmesi kesin değil. Fernandes konusunda Başkan Orman ile Önder Özen’in dolaylı diyaloglarına bakalım:
Orman (Lig TV): Keşke Bilic ve Özen’i dinlemeseydim de Fernandes’i satsaydım.
Özen (BJK TV): Başkan’ın, “Önder Özen’i dinlemeyip keşke Fernandes’i satsaydım” dediğini daha önce duymadım.
Orman (BJK Genel Kurulu): Ben buradan cevap vermem. Bunu aramızda yüz yüze konuşuruz.
Sondan soralım: O halde başkan Fernandes konusunu neden bir TV’de milyonların önünde açtı? Beşiktaş kongresinde konuşulmasında beis görülen konu TV’de konuşulur mu? Dany özrünü de hesaba katarsak, Orman’ın eski kararlılıkta, - en azından kamuoyu önünde- Özen’e koltuk çıkmadığını seziyorum, sanki vazo kırılmış!
Beşiktaş’ın eldeki kadrosu eşik maçları kazanamadı. Buna karşın yeni sezonun 10-11 milyon Euro’luk bütçesiyle ne yapılabilir? Töre’yi tutmak isteniz paranın yarısı onun bonservisine gidiyor. Hedefse biri yıldız olmak üzere 3 yabancı ve 2 yerli. Fakat bu cüzdanla Diego için bile rekabet edilemedi.
Stadın ağustosa yetişmeyeceği zaten biliniyordu ama başkan ‘motivasyon’ uğruna 40 kez ağustos deyince ister istemez bir beklenti oluştu. Beş aylık inşaat hızı değişmezse gelecek sezonun ilk devresi de gurbette geçer. Camianın daha karamsarları ise gelecek sezonun tamamının yine Dolmabahçe dışında olacağını düşünüyor.
Önümüzdeki günlerde bir kez de ‘Muhteşem Yüzyıl’da hayata gözlerini yumacak olan Kanuni’nin dediği gibi: “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi”...Son iki sezondur Ümraniye’ye misafirliğe gidenler bile sakatlandı(!) Teknik heyet, önce başkanın masasına sakatlıların sebebini ve çözüm önerilerini içeren bir sağlık raporu koymalıdır. Gelen arka arkaya üç maçı çıkaramadıktan sonra hangi yıldız gelirse gelsin kâr etmez.
Gelelim yeni sezon kadrosuna. Herkes “Kim gelecek” diye soruyor. Bense eldekilerin hal mecaline bakıp öncelikle “Kim kalır”a cevap arıyorum. Fernandes, Almeida, Jones ve Escude ile vedalaşıldı. Geride kalanlara bakalım.
TAKIMDA YERİ SAĞLAMLAR
Tolga: Futbolu bırakana kadar kalır.
Cenk: Tolga sonrası şans verilmeli.
Ersan: Franco ile çok iyi bir ikili oldu. Sağlamsa Ersan!
Franco: “Şimdi bana kaybolan ilk devremi verseler” dese yeridir.
Büyüklerin menfaati için bir gecede değiştirilebilen disiplin talimatının mağduru olan Samsun’un ‘12 yaş üstü erkek taraftarı’nın Mersinli olarak stada girmesi her şeyi kanunla çözdüklerini sananlara bir ‘nanik’ oldu. Gönül isterdi ki Mersinliler Samsunlularla dayanışmaya girsin ama onlar ‘kazanma kültürü’ne yenik düşüp polisle el ele verip kırmızı beyazlıları kovdular...
Finalin iklimi ilk 20 dakikadan sonra değişip Akdeniz oldu. Güven, çok daha önce değiştirebileceği tabelayı ancak devre biterken yaptı. Göbek bağının penaltılarla kesilmesini arzular görünen Samsun, ikinci devreye Ekigho’yu da alarak ablukacı bir oyunla başladı. İkinci 45’te roller değişti ama Samsun çok yaklaştığı golü bulamadı. Kalpar, Ekigo ile oyuna başlasaydı Süper Ligi görebilirdi. Kutlu ise ‘kumpas’a kurban gittiği iddia edilen selefi Vural’dan aldığı ekibe Ordu maçlarının benzerini oynatıp son Süper bileti kaptı.
Antalya’nın düşmesinden sonra Süper Lig’de ‘Akdeniz akşamları’nın Mersin ile sürecek olmasına benim itirazım olmaz! Mersin’e tebrikler, Samsun’a da teşekkürler...
Ağzımızdan çıkan her söz, kağıda düşen her laf insanı utandırıyor. İnsanın yaşamaktan utandığı günler... Acılı görünmekten bile utanıyor insan. Afili cümlelerle acıyı bal eylemekten utanıyor insan. Sadece vicdanlarda hissetmek, gidip paylaşamamak, düşene omuz verememek utandırıyor insanı...
“Yalan da olsa hoşuma gidiyor söyle” diyor Nazım. Yalan değil, gerçek. Biz insanlar gülüyorduk dün trende, vapurda, otobüste... Elimizde çantalar AVM’lerden çıkıyorduk, kulağımızda kulaklıklar müzik dinliyorduk, telefonda iyi bir fiyat almak için cahıraş pazarlık yapıyorduk, sahillerde sabah sporumuzu da ihmal etmiyorduk. Öyle ya, ölenle ölünmüyordu ve de hayat devam ediyordu yeryüzündeki bizler için. Değil mi ki Kayseri’deki 1 Mayıs’ta dualar edilmişti taşeronlaşmaya karşı! Ve sağolsun, 22 gün önce ‘Soma önergesini’ reddeden ‘devletimiz’, bizim adımıza bayrakları yarıya indirip ‘milli yas’ ilan ediyordu...
Her 90 dakikasını hayat-memat meselesi yaptığımız futbol ve diğer oyunlar, fena halde hayata benzettiğimiz halde, bugün anlıyoruz ki o kadar da değilmiş. Çok da benzemiyormuş oyun, hayata. Yüzlerce can giderken teselli etmiyormuş Trabzonspor’un bordosuna, Galatasaray’ın kırmızısına, Fenerbahçe’nin laciverdine, Beşiktaş’ın siyahına sığınmak... Yağmurlu, çamurlu bir günde maça gitmek de cefa değilmiş meğer. Abartmışız. Meğer, Valerenga’lar, Sigma Olomouc’lar falan da facia değilmiş. Ne çok ayıp etmişiz, bol keseden üç-beş gollü yenilgilere, ‘facia’ demeye. Onlar faciaysa, Soma ne?O yüzden Tolga Zengin’in sözleri önceki akşamdan beri dönüp duruyor kafamda: “Bu ülkede futbol çok fazla konuşuluyor. Futboldan önce konuşulması gereken bir dünya şey var. Belki en son konuşulması gereken şey futbol. Bir kaç gündür benim gözüme tutulan lazer konuşuluyor. Ya bu ülkede benim gözüme tutulan lazerden daha önemli şeyler var. İnsanlar aç. Büyük sıkıntılar var memlekette. Onların konuşulmaması lazım.”Eski Başbakan Turgut Özal öldüğünde futbol maçları ertelenmişti. Sinirlenmiştim. Beşiktaş ile Galatasaray, kıran kırana bir şampiyonluk yarışındaydı. Bundan daha önemli miydi Özal’ın ölümü? Hayat tekzip eder de böyle mi eder insanı... Şimdi hiç umurumda değil futbol maçlarının ertelenmesi. Beşiktaş’ın ikinciliği Galatasaray’a kaptıracak olmasının, Almeida’nın haftalardır süren gol kısırlığının bir gram kıymeti var mıdır? Ya asırlık kulüplerimizin çocuklaşarak yıldız savaşlarına dönüştürdüğü ‘dördüncü yıldız’ çekişmesinin bir anlamı var mı, yazmaya değer mi?
Bugünler, insanın ‘normal’inden utandığı günler. Bugünler, sözü uzatmaktan, gazete sayfasında yer işgal etmekten, ekranda görünmekten, Twitter’da retweet etmekten, Facebook’ta ‘like’ etmekten insanın utandığı günler. Sussak, belki çok daha şey anlatırız. Gerçekten milli değil ‘kişisel yas’ımızı tuttsak, belki daha iyi anlarız Soma’nın acısını...
BEYAZ: Yok
KARA: Soma
İlk maçta özellikle ikinci devre farka gidecekken mağlubiyet golünü de yiyip hovardalığının faturasını ödemişti. Soru, ‘Acaba bu fatura finalden de edecek kadar pahalı olacak mıydı, olmayacak mıydı?’ Hem de çok pahalı oldu...
Ordu’daki rövanşın ilk devrsinde de dereler sadece Mersin kalesine doğru aktı. Anlayacağınız tek kale bir ilk 45 izledik. Ne var ki mor beyazlılar, yine cömert olunca soyunma odasına daha stresli girdiler. Değil memlekette, dünyada da en çok takım çalıştıran hocalardan Yılmaz Vural, topu yine Ordu’ya teslim etti ama rakip pas trafiğini de mümkün olduğunca kilitlemeye çalıştı. Akdenizliler, elbette kontra hücumları kokladı fakat ilk bölümde bir tek tehlike dahi yaratamadılar.
ZİHİNSEL SAVAŞ
İKİNCİ devre Mersin’in beş dakikalık sürpriz baskısıyla başladı. Ama fındıkçılar daha fazlasına izin vermeyip oyunu narenciyecilerin alanına yeniden yığdı. O ‘mutlak’ pozisyonu da Emre ile yakaladı Ordu ama seri olmayınca büyük fırsatı kaçırdı. Vural’ın en önemli silahlarından biri de taktik faullerdi ve bu da 64’te on kişi kalmalarına neden oldu.
Buna rağmen Mersin hiç istifini bozmadı. Hatta rakibin on kişi kalması Ordu’ya pek yaramadı bile denilebilir. Çünkü ritmi bozuldu, böyle olunca da telaş da artmaya başladı. Kaleci Ahmet’ten başlayarak Mersin’in rövanşa zihinsel olarak daha iyi hazırlandığı dakikalar eridikçe görüldü. Zaten Yılmaz Vural’ın alameti farikası da bu değil mi...
Çünkü ikinciysen yeni sezonda Şampiyonlar Ligi gruplarındasın. Beşiktaş, defalarca teptiği bu fırsatı ligin son maçına kadar bırakmak amacıyla Gakkoş karşısına çıktı.
Takımın uyumunu bozan Dany (!), dün Elazığ’da yoktu ama ilk 45’te yine de siyah beyazlı ekip arasında bir uyumsuzluk vardı. Oyun kuramayan ve hücumda bol top kaybı yaşayan Kartal, kanatları kullanmakta da sorun yaşıyordu. Diğer yanda defansta iyi niyetli ama endişe yaratan bir stille stoperlik yapan Jones vardı. Elazığ’ın duran toplarında defansın Tolga’nın burnunun dibine kurulması da bunun faturasını Konya’da kesen Gekas’ı hatırlattı.
TÖRE’NİN ŞAHİDİ GOL
Almeida, Oğuzhan, Olcay sahada olduklarını söylüyorlarsa şahit göstermek zorunda. Töre’nin şahidi ise attığı gol oldu. Bu arada ‘anti parantez’, Töre’ye kurşun yağdıran zanlı neden yakalanamıyor, hayret!
Futbol fukaralığı içindeki Beşiktaş’ın soyunma odasına 1-0 önde girmesi ‘Futbol Tanrıları’nın bir kıyağıydı. Şimdi ikinci devre Bilic, bu skora rıza gösterip geri mi yaslanacaktı yoksa fark mı arayacaktı? Hırvat hoca farkı istiyordu ama hakem Özkalfa, Almeida’ya yapılan penaltıyı vermeyince sen ne istersen iste boş...
Diğer maçlardaki skorların da etkisiyle olsa gerek, Elazığ’ın şevkinde de bir kırılma olunca Beşiktaş, nispeten daha iyi bir top oynamaya başladı. Ne var ki pozisyonlar bulmasına rağmen maçı kopartacak golü bir türlü bulamadı Beşiktaş. Neyse ki bu kez son dakika kabusu görülmedi.
Kağıt üstünde ikinci, ligin son haftasında belli olacak. Sizce G.Saray son maçta evinde hata yapar mı? Ben buna pek ihtimal vermiyorum. Peki Beşiktaş Yönetimi ‘muhtemelen ikinci olacak Galatasaray’ın’ da ‘seyirci cezası’nın kaldırılmasını ister mi? Ne de olsa Fenerbahçe için isterken ‘matematiksel ihtimal’e bakılmamıştı(!)
İ.Mansız’ın sahadaki duruşu, gol vuruşu, cüretkârlığı ve isyankârlığının yarısı bugünkü Beşiktaş’ta olsaydı en azından şu ikincilik cepteydi.
Yönetici olsam, İ.Mansız’ın 3 gol attığı ama Beşiktaş’ın 4-3 G.Birliği’ne kaybettiği 5 Mart 2003’teki o Türkiye Kupası maçının DVD’sini hem Kartal Yuvaları’nda satar hem de Bilic’e verip takımına izletmesini önerirdim. Samuel Beckett’ın “Yine dene yine yenil daha iyi yenil” lafının vücut bulmuş halidir o maç ve İ.Mansız...
İ.Mansız’ın, maç kaybedilse de, ortaya koyduğu ‘iman’, kazanılmış bir kupadan, -misal 2011 Türkiye Kupası- daha değerlidir nezdimde.
Şimdi İ.Mansız’ın Bilic’in yardımcısı olacağı konuşuluyor. Staj içinse sözüm yok fakat doğrudan yardımcılıksa, biraz fantazi gibi. Çünkü İ.Mansız futbolu bıraktıktan sonra farklı alanlarla meşgul oldu.
İbrahim Üzülmez, nam-ı diğer bizim ‘Deli İbrahim’imiz de ‘Ağabey’lik için görüşmüş başkanla. Şayet bu ‘ağabeylik müessesesi’ne inanılıyorsa Üzülmez’e sual olmaz. Lakin ortada ‘Ağabey’i reddeden Önder Özen’in “Ben Zidane’nin Real Madrid’de kimseye ağabeylik yaptığını düşünmedim. Ne yapacak ağabey, harçlık mı verecek” lafları da ortada duruyor. Ne var ki futbol takımından sorumlu yönetici Ahmet Kavalcı da başkana, şubede kendisinden de başlayarak, yeni bir düzen önerdi. Anlaşılıyor ki yeni sezonda ya Özen olmayacak ya da A takımı ‘Ağabey’e bırakıp kendisi altyapı, scout ekibi ve atletik departmana eğilecek.
30 AĞUSTOS STAT BAYRAMI DA OLUR MU?
BEŞİKTAŞ’ın yeni stadı ne zaman biter? Bu soruyu ben de ilk kazma vurulduğunda mimarı Bünyamin Derman’a sormuştum. O da, hem şehir merkezinde hem deniz seviyesinin altına inilecek olması hem de çatı sistemi nedeniyle bahar 2015’in en makul tarih olduğunu söylemişti. Başkan Orman ise, “Mimar işine baksın” mealinde bir yanıt vermişti. Oysa tam da söylediği gibi, mimar işine bakıyordu. Son divan toplantısında Orman, “Yeni sezonda inşallah stadımızda oynayacağız” dedi. ‘İnşallah’ın alt metni ‘yetişmeme ihtimali’ni de şuraltımıza nakşediyor. Üstelik Orman, bir yıl ‘çatısız’ oynayabileceklerini de söyledi.