‘Düm düz Şampiyonlar Ligi’ manası taşıyan lig ikinciliğini sezon başından bu yana birbirine ikram eden Beşiktaş Halkalı, G.Saray ise Seyrantepe nahiyesinde üç puan kovaladı. Beşiktaş 1-0 öne geçtiğinde Galtasaray 1-0 geriye düştü. Ve Kartal skoru 2-0’a taşıdığında Aslan, 2-0 geriye düştü.
‘Kalifeye personel’ eksikliği nedeniyle geçen hafta Sivas ellerinde yokları oynayan Beşiktaş, dün akşam ‘ciğerparesi’ Veli’nin de tesiriyle maça baskılı ve arzulu başladı. Haftaiçi kulakların çekildiği belliydi. Veli’nin şutları gol olmasa bile ‘dönen top’ hüvviyetine bürünüp asiste dönüşebiliyor ki Oğuzhan’ın sayısında olan biten de buydu. Oğuzhan’ın en büyük kusuru kaleye şut göndermede ketum olması. Oysa üç direği gördüğü anda ayağındaki topların yarısını gönderseydi, bugün istatistik tablosunda daha çok gol görebilirdi.
İlk bölümün bir diğer faydalı ismi, -şaşırtıcı gelse de- Dany’di. Belli ki o da Jones gibi köprüyü geçmeyip Ümraniye’de kalmayı istiyor...
Önce Necip, sonra da Oğuzhan sakatlanıp çıkınca Bilic, mecburen kaydırmalar yaptı. Atiba sağ beke, İsmail sol öne, Olcay da ofans arkasına geçti. Kartal, mümkün olduğunca topu ayağında tutup tempoyu kontrol etmeye çalıştı. Kasımpaşa ise, alışıldık ayağa ve sabırlı oyun şablonuyla maçı çevirmek için uğraştı. Diğer yandan kulakların kabartıldığı ‘paraleldeki Arena’dan peşi sıra Aslan’ın iki gol haberinin gelmesi de siyah beyazı, biraz koruyucu bir oyuna itti. Dünkü maçın ‘sakatlık üçlemesi’ni ise Olcay tamamladı(!). Bilic, üç değişikliği de sakatlık mecburiyetiyle yaptı. Umarım bir gün ağız tadıyla taktiksel değişiklikler de yapabilir!
Mücadelenin son 20’sinde rakibin baskısına izin verilmesi nahoştu. Ve Kartal, 90’da golü yiyip yürekleri ağza getirirken, 3 dakika sonra ‘paralel’den gelen G.Saray’ın galibiyetinin gol haberi galibiyetin kaymağını aldı. İkinciliğin ‘çiçek falı’nda kimin çıkacağı haftaya belli olabilir...
1-Eğitim sistemi, 2-Sağlık sistemi, 3-Yabancı kontenjanı! ‘Kim 1 Milyon İster’e gitsem ve final sorusu bunlardan birinden gelse kesin çakarım!..
Eğitim ve sağlık yönetenlerin ideolojik bakışına, yabancı kontenjanı da A Milli Futbol Takımı’nın hal ve gidişatına göre ha bire değiştirilir. “Yabancı kontenjanı 2014-15’ten itibaren ‘5+0+3’ olacak” denildi. Beşiktaş da saf saf buna inanarak, planlamasını bu kaideye dayanarak yaptı. Oysa kulüpler yine çark edip, ‘6+2’ istedi. “Hayır” diyen Beşiktaş’a ‘duayen’ İlhan Cavcav, “O zaman gitsin başka bir ligde oynasın” diyor. Dün Aziz Yıldırım’ın ülkeyi böldüğünü söyleyen, bugünse ona övgüler düzen Cavcav...
PEKİ YA DEVŞİRME?
F.Bahçe ve G.Saray, ‘yabancı meselesi’nde birbirlerinin aleyhine pozisyon alır. Misal Avrupa yasaklısı F.Bahçe, 6+2’ye pek yanaşmıyor. Ama Beşiktaş kadar katı değil. Yabancı sınırına külliyen karşıyım. Hele ki bu oyun artık bir endüstriyse, e-biletle taraftar tam müşteriye dönüştürülüyorsa o halde sermayeye tanınan serbest dolaşım hakkı emekten esirgenemez. İşinize gelince Aurelio’yu ‘Mehmet’ yapın gelmeyince ‘sınır’ koyun!
Ha madem ki bir sınır koyuyorsunuz o vakit koyduğunuz kurallara da riayet edin. ‘5+0+3’e göre gömlek biçen Beşiktaş’ı mağdur edemezsiniz! TFF, “Anlaşın gelin” diyor? Peki bu kulüpler, Ocak 2012’de 58. Madde’de anlaşamadığında TFF neden o maddeyi tek başına bir gecede değiştirdi? İstediğiniz kaossa, siyah beyaza uyar...
‘UZUN ADAM’ YETER!
Almeida ile vedalaşmalı. Hugo’nun, ‘atamadıkları’ attıklarının hayli üstünde. ‘Golcünün kaleci ile karşı karşıya anındaki endişesi’ olan boylu poslu ‘Uzun Adam’, giderek Marquez’in ‘Yüz Yıllık Yalnızlık’taki kahramanlarına benzemeye başladı (!) Sağlam kanatlı takımda merkez forvet olarak iş yapar ama siyah beyazın kanatları kırık dökük. ‘Merkezkaç’ oynayınca da en fazla 12 gol atabiliyor. Pektemek veya Şişmanoğlu da yanına monte edilemezken en çok ihtiyaç duyulan final haftalarında suskunları oynadı. Hasılı, Türkiye’de şampiyonluğa oynayan bir takımın forveti için gol ortalaması kifayetsizdir. Bir de “Avrupa’da kupa kaldırmak istiyorum” diyen Fikret Orman’ın hayalini düşünürsek...
SİYAH:
Hani “1 puan verin İstanbul’da kalalım” vaziyetindeydiler. Nihayetinde maçın sonucu da bunu teyid etti. Fakat, Beşiktaş’a değil 1 puan, su verecek kimse bile yoktu.
Bu maçın teknik analizini yapmanın bir anlamı yok. Çünkü Beşiktaş, bu maçı Sivas’ta değil, İstanbul’un gece hayatında kaybetmişti. Gökhan Töre’yi kurşun yediği halde Sivas’ta sahaya çıktığı için elbette taktir etmeli fakat o, derbi sonrası evine gitseydi siyah beyazlılara çok daha fazla katkı sağlamış olacaktı.
HİÇ ‘MANİDAR’ DEĞİLDİ
Tüm kabahat Töre’de mi, elbette hayır. Kadro planlamasındaki zaafiyet de dünkü kayıpta önemli bir etkendi. Bir de işin yönetim ayağı var. Bakın, Beşiktaş Başkanı dün Sivas’ta konuşuyor. Konuşması tamamen kapalı kapılar ardında camiada kendisine yönelik olarak yapılan eleştirilere cevaplarla dolu. Açıklamasında “Adiliktir, şerefsizliktir” gibi ağır ithamlar yer alıyor. Üzerine alınanlar alınıyordur da açıklamaların yeri ve zamanı takıma destek için gidilen Sivas deplasmanı mıdır? Hiç ‘manidar’ değil!
Hafta içinde kulüp sitesinden fair-play adına bir bildiri yayınlanıyor ancak alkış beklerken bu da yönetimde bölünmelere neden oluyor. Açıkçası tepki çekmeyi de hak eden unsurlarda yok değil. Çünkü öyle ya da böyle, Beşiktaş’ın matematiksel olarak şampiyonluk şansı varken rakibinin şampiyonluğunu ilan etmek siyah beyazlı taraftarı kırar. Kendi taraftarının hakkını hukukunu aramadan önce başkasının hakkına saygı duyduğunuzda maalesef inandırıcılık sorunu yaşarsınız.
Akaretler ve Ümraniye arasındaki bloklar arası bağlantı da kopmuş. Neredeyse 10 yılda bir şampiyon olarak ezeli rakipleriyle arasındaki makası zaten epeyce açmış olan Beşiktaş, Devler Ligi biletini ancak G.Saray’ın büyük hatasıyla kapabilir. Peki kendisi hep kazanır mı?
Sezon başından beri Beşiktaş’ta arşa vuran sakatlıkların nedenini sorup duruyoruz. Çoklukla soru işaretlerini doktorun üzerinde sallandırdık. Yer yer Ümraniye zemininden bazen de Bilic’in idman tekniklerinden şüphe ettik. Meğer sakatlıkların ana nedeni diskolarmış!
Webo ve Emenike, derbiden sonra soluğu pekala barda alabilir. Zira hedeflerine ulaştıkları için onların bu kadarcık disiplinsizliği mazur görülebilir. Fakat, stadını yapmak için binbir dereden su getiren, tribün gelirinden yoksun bir sezon geçiren; uzatmayalım, meteliğe kurşun sıkan Beşiktaş için hazine değerindeki Şampiyonlar Ligi hedefi garantilenmemişken Töre ve arkadaşlarının derbide oyundan çıkar çıkmaz bara koşmaları kabul edilir bir hal değildir. Bırakın profesyonelliği, amatörlüğe de uymaz!. İzinli olmadıkları gibi, ertesi sabah rejenerasyon idmanları da var. Rejenerasyon idmanı belki de haftanın en önemli idmanıdır çünkü yüklenmiş vücudun rahatlaması ve yeni haftaya hazır hale getirilmesi lazım. İlim irfan, maçtan sonra gidip evinde uyumayan topçunun kasının da lifinin de sık sık kopacağını söyler. İşte Beşiktaş’ta bu sezon sık sık gördüğümüz 1., 2. ve 3. derece yırtıkların sebebi budur...
‘ÖLÜ OZANLAR KULÜBÜ’NÜN ÇÖKÜŞÜ!
Slaven Bilic, oyuncularını sorumluluklarının bilincinde birer yetişkin olarak görüyor. O yüzden onlara ‘dadılık’ yapmayacağını hep söyledi ama izin günlerinde istediklerini yapabileceklerini vurgulayarak. Keza Önder Özen de... Ancak anlaşılıyor ki Bilic ve Özen’in öğrencilerine karşı oynadığı ‘Ölü Ozanlar Derneği’ romanındaki öğretmen John Keating rolü, epey bir suistimal edilmiş. İkinci devreye başlarken Özen, bunun farkına varmış olarak, “Madem öyle, bundan böyle ben de gerekirse hepsini adım adım izleyeceğim” minvalinde konuşmuştu. Görüldüğü üzere siyah beyazlı topçular yeşil sahalardakinden daha kıvrak çalımlar atıyormuş ki Özen, onları sabahın köründe hastanelere götürmek zorunda kalıyor! Elbette ne Bilic ne de Özen bu davranışı hak ediyor. Şimdi marifet, idare-i maslahat diyerek vasat yola sapmak değil, sadece inanan ve uyanlarla yola devam etmektir. Yolu değil, yolcuları değiştirmeli. Kariyerinde 5 maçla Beşiktaş’a gelip siyah beyaz sayesinde kazandıkları şöhreti böyle pervasız kullananlara iltimas geçilirken ince elenip sıkı dokunmalı. 10 yıl oynayıp kaptanlık da yapan Toraman da 7 aydır affedilmemişken, bonservisine 7.5 milyon Euro biçilen bir kramponun, ne zaman dinleneceğini ne zaman eğleneceğini bilmemesi, ‘anne kızlık soyadı’nı verip fişlenmeyi göze alarak statlara koşan taraftara da büyük haksızlıktır.
O siyah beyazlı taraftarlar ki yıllardır hep “Neden biz spor sayfalarında manşet değiliz” diyerek, biz gazetecilere veryansın eder. Alın işte değil arka sayfaların, tüm gazelerin ön sayfalarında manşetsiniz! Alkol sınırını aşmalar, trafik kazaları, kadınlara şiddet iddiaları, Hırvatistan’da başlayıp İstanbul’da süren yumruklaşmalar, bıçaklanma ve nihayet kurşunlanma... Son iki sezonda siyah beyazlı futbolcuların hadiselerine baktığımızda 111 yıllık Beşiktaş, sportif başarılarıyla spor sayfalarına manşet olacağına, adi vakalarla daha çok ‘üçüncü sayfa’lara manşet olur vaziyete geldi, maalesef...
Beşiktaş açısından derbi de ruhsuz başladı. Oyun kurarken ve hücuma çıkarken iki pas yapmakta güçlük çeken Kartal’a karşın set oynayan serinkanlı bir Kanarya vardı. Fenerbahçe golüne kadar oyun Kuzey Tribünü önünde oynandı. Basmayan orta alan ve gafil avlanan defans golü ‘kooperatif’ yaparak yediler. Oyunun hakimiyeti Fener’deyken gole önce yaklaşan Beşiktaş’tı. Bir uzun topta Almeida’nın kaleye inmesi Bale’likti ama vuruşu Nartallo’luktu(!) Bilic’in oyuncuları baskıyı uzun toplarla da kırmaya çalıştı fakat golü ancak oyunu Volkan’ın nahiyesine yığınca buldu. İlk 45’te Olcay, Töre ve Oğuzhan’ın ‘yoklama kaçağı’ olduğunu da belirteyim. Bu bölünde hakem Özkahya da dikkat çekti. Kontrolü eline almak adına Jones’a çok kolay bir sarı çıkardı ama sonra gereken ikinci sarıyı gösterme cesaretini bulamadı. Bir çok pozisyonu da yanlış okudu.
Bahisler en çok Jones’a oynanırken Motta elini daha çabuk tuttu ve atıldı. Hal böyle olunca Beşiktaş için maçın başında yadırgadığım uzun top ve kontraya dayalı taktik kaçınılmaz oldu. Fenerbahçe ise “Canım ne zaman isterse golü” atarım havasına büründü. Hücumlara elini kolunu sallaya sallaya çıktı.
Bilic, bir ara tribünlere dönüp destek istedi ancak hiç reaksiyon alamadı. Oysa bir takıma taraftar öndeyken değil müşkül durumdayken lazımdır. 10 kişi kalan takımsa mümkün olduğunca çıktı ve o kader pozisyonunu aradı ki buldu da. Ne var ki Pektemek, Volkan’ı mağlup edemedi.
Hakemin çelişkilerini mahalle maçındaki gibi oyuncular kendileri doğru kararı vererek, -Caner’in bilerek dışarı attığı serbest vuruş- düzeltti.
On kişiyle siyah beyazlılar beraberliği kurtarmış olmayı kazanç sayabilir ama genel olarak derbiye iyi hazırlanmadıklarını düşünüyorum. Bu kadronun ‘Winner’ olabilmesi için bir derbi galibiyetine özellikle ihtiyacı vardı ama yine olmadı. Zaten toplamda da ruhsuz bir derbiydi.
Taraftar e-bilete direniyor Beşiktaş ile Galatasaray da doğrudan Şampiyonlar Ligi biletine... Daha önce de yazdım bu bileti en az istemeyen alacak.
O yüzden sadece Bilic’in değil takımla ilgili herkesin oturup ağlamasında fayda var!
Geçen sezonun Beşiktaş’ı ile bu sezonunki arasındaki en önemli olumlu gelişme takımın daha az gol yenmesi, o kadar. Ne var ki geçen sezonun en büyük problemi olan ‘kırılganlık’, bu sezon olduğu gibi sürüyor; bir ‘rocker’ olan Slaven Bilic’i ağlatacak derecede üstelik.Bilic’in takımı, uzatma dakikalarına iki farklı üstünlükle girmedikçe “Maçı kazandık” duygusu vermiyor. Hatta iki farkta bile zorlanıyor. Bu sezon 80’nden sonra gol yediğinde hep panikledi.
1-Fenerbahçe karşısında 3-2 öndeyken 83’te golü yedi ve beraberliğe razı geldi.
2-Kayseri Erciyes’ten 89’da golü yedi. Maçı 3-2 kazanırken ecel terleri döktü.
3-85’te G.Antep durumu 2-1’e getirdiğinde Bilic kenarda tırnaklarını yedi.
4-Ligin dibindeki Kayseri 90’da farkı bire indirdiğinde Beşiktaş kendini soyunma odasına güç bela attı.
5-Karabük’te 90’da vuruldu.
İlk 20, karşılıklı tartmalarla tatsız tuzsuz geçti. 24’te Kabze’nin yoklamasından sonra Beşiktaş ayılıp ağırlığını koydu. Geride Jones, solda da Köybaşı ve Motta’nın etkili oyunuyla Kartal, galip gelebilecek pozisyonlar buldu ama karşılarına ‘gününde bir Itandje’ çıktı! Beşiktaş, uzaktan şutlar, kenardan ortalar ve ceza yayında verkaçlar dahil, Konya kalesini ablukaya alıp gol için tüm yolları denedi ama ‘kısmet’ olmadı.
ANADOLU GÖRÜNÜMLÜ
Devre molası, Beşiktaş’ın ritmini bozdu ki dönüşte baskın olan ev sahibiydi. 54’te Atiba ile girdiği pozisyondan sonra siyah beyaz yeniden oyuna ağırlığını koydu. Bilic, Olcay’ı sol Motta’yı ise sağ açığa çekerek ‘ters ayaklar’la rakip defansın dengesini bozmak istedi. Ne var ki bu stratejik hamle özellikle Motta’nın verimini düşürdü ve Gökhan Töre ile değişmesi kaçınılmaz oldu. Bilic, bu değişikliğin semeresini de 3 dakika sonra aldı Jones-Töre-Olcay üçgeninden çıkan asiste Oğuzhan, klas bir kafayla Itandje’ı mağlup etti. Golün, Beşiktaş’ın bunaldığı bir anda gelmesi de ayrıca kıymetliydi. Hırvat hoca, akabinde Oğuzhan’ın yerine Necip’i alarak göbeği ‘etten duvar’a dönüştürmek istedi ancak bu hamle aynı zamanda Kartal’ı geri yaslanmaya itti. Oyunun son bölümünde Beşiktaş’ın skoru koruyamayacağı açıktı. Öyle ki Gekas, 90+2’de kaçırdığında dahi kalan saniyelerde golü atabileceğinin sinyalini verdi. Açıkçası Motta-Töre değişikliğiyle üstünlüğü sağlayan Bilic, Oğuzhan-Necip değişikliğiyle de 2 puanı geri verdi. Ofansif pozisyonu koruyan bir değişiklik yapsaydı hayalkırıklığı yaşanmayabilirdi. Jones’a faul mü? Evet ama üzerinden iki pozisyon geçti be hocam! Asıl sorun maçın sonlarını ‘galibiyeti korumaya çalışan Anadolu takım’ları gibi oynamaktır...
Ha, dünya tamamen kayıtsız mı, değil. Bir çirkinlik yaşandığında alem de konuşuyor derbimizi!
Ne din, ne dil, ne ırk, ne de sosyo ekonomik veya politik bir kimliğe sahiptir bizim derbimiz. Bizimkisi, olsa olsa, dünyada pek eşi benzeri olmayan bir ‘Kardeşler Derbisi’dir.
Öyle ya, aynı hanede bir kardeş Fenerbahçeli, diğeri Galatasaraylı olabiliyor. Maalesef bizim Kardeşler Derbisi’nin membası kin; Habil ile Kabil’in cinayetle sonlanan hasetini de barındıran...
‘Ezeli ve ebedi dost’ diyerek, bazen birbirlerine kompliman yapsalar da ektikleri nifaktan beslenirler.
O yüzden eloğlunun derbileri Şampiyonlar Ligi’ne bile taşınırken, bizim derbimiz, Edirne-Ardahan eksenininden çıkabilmiş değil.
Taraflar, rakiplerini yüceltmek yerine, sürekli onu aşağı çekerek bizi kısır bir yerel bir derbiye mahkum ediyorlar. Oysa buna hiç hakları yok.
HANİ SAHADA 11 METiN OKTAY OLACAKTI?
Endüstrileşen oyun, değer yargılarını altüst etti.