Dünkü havada Olimpiyat’taki maçı oynayanlar ve izleyenler başvursa Anayasa Mahkemesi ‘hak ihlali’ni sabit bulur valla! Ellerim titreyerek ve ekranıma düşen yağmur damlalarına çalımlar atarak bu yazıyı kaleme aldım ey okur bilesin...
Neyse ki ilk yarıda sahada ısıtan bir mücadele vardı. Es Es daha serinkanlı ve köşeli oynarken Beşiktaş doğaçlama -özellikle Töre kanadında- bir nizama sahipti. Arzulu ama arzusuyla örtüşen bir senkronizasyonu yoktu. Bazen birbirlerini bile bozduklar. Kanatlar çalıştı ama ‘gol ayağı’ eksikti.
RİSK LİMİTİ ARTTI
ADI nöbetçiye çıkan Ömer, ilk 11 yükünün altında ezildi sanki. Jones, ilk maçına göre hevesli başladı ama giderek düştü. Pozisyonu itibarıyla daha isabetli bir pas yüzdesiyle oynaması da şart. Serdar ise tahammül sınırlarını zorluyor. İlk devre ayağa oynamaya çalışan konuk, ikinci devre kontra kokladı. Bilic son yarım saatte risk limitini artırdı. Jones-Holosko değişikliğiyle orta alanda direnç kaybını göze aldı. Merkeze çekilen Töre, hareket getirdi ama bereket katmadı çünkü malum olduğu üzere topu çok sevdiği için ayağından erken çıkarmaya kıyamıyor (!)
FUTBOLUN UTANCI
SİYAH beyazlıların iyi niyetine söz yok. Evet bir ‘kolejli ahlakı’yla oynuyorlar ancak bu yetmiyor işte. Arada okulu kıran bir serkeşe ihtiyaç var.
Bilic, Boral’ı değil de Kerim Frei’ı alınca Töre, Olcay’dan boşalan sol kulvara geçti. Ve gol de onun gönderdiği ortayla doğdu. Ersan’ın golü atması sorumluluk üstlenme bilincinin eseriydi. Golü hayati, sevinciyse görkemliydi. Tribünle paylaşılan sevince kart göstermek futbolun utancıdır. Almeida ve Atiba’nın yokluğunda Bilic, kalibresi düşük bir kulübeyle çıktığı maçtan kritik galibiyeti çıkardı. 3 puanı hak ettiler.
Spordaysa telefonu hiç kapatmadı. Paralelden hep dinledi ve gerektiğinde de “Aloooo!” diye araya girdi.
Haluk Ulusoy, o koltuğa siyasetin gölgesinde oturdu. Sonrasında da başka siyasetin -bugünkü- hışmına uğradı. Birinci vartayı atlatsa da ikincisinde Hasan Doğan ile ikame edilmedi mi?
Yine de iktidarı sandıkta ilk yenen kişi olarak kayıtlara düşülmüştü Ulusoy. İkincisi de malum işte, Yıldırım-Aydınlar yarışında oldu.
Geçen yüzyılın başında hanedanın bahçesine sokakta oynayanların topu kaçtığından beri siyasi ayaklar, meşin yuvarlağı tepip duruyor. İttihat ve Terakki’den CHP ve Demokrat Parti’ye, Adalet Partisi’nden Doğru Yol’a, ANAP’tan AK Parti’ye; 27 Mayıs’tan 12 Mart’a 12 Eylül’den 28 Şubat’a kadar sivili de askeri de vesayetini eksik etmedi yeşil sahalardan. Bugün yaşanan bir nevi ‘Donk tekrarı’dır(!)
Siyasetle futbolun hemhali esasen karşılıklı bir sevda; birbirlerini kullanmadır. Al gülüm ver gülüm paslaşması. Niye? Çünkü, Çetin Altan’ın deyimiyle Hazine’den geçimliydi kulüpler de partiler gibi. Partilerin müteahhit tahakkümüne girmemesi için düşünülmüştü Hazine yardımı ama kifayetsizliği de gün gibi aşikâr!
Siyaset, ‘merkez’ hani bir nevi ‘10 numara’ gibi olduğunda bu ilişki kaldırılabilir oluyor da ‘marjinal’; ‘takımdan ayrı düz koşu’ya dönüşünce olmuyor. O vakit ne arsada ne de borsada siyasete mahkum olmayacasınız. Defterinizi dürmesinler diye kılı kırk yaracaksınız. Vergi affı beklemeyeceksiniz, kamu arazisine tesis kondurmayı da...
UYUR iDiK UYARDILAR
Aziz Yıldırım, ilk anlayan oldu bunu. 3 Temmuz öncesi
Antalya’nın sürekli basması da ‘düz adamlar’ın iki pas yapamamasında tesirliydi. Lakin dünkü ekip tac atışında bile topu rakibe veriyordu. Yekpare bir atağın geliştirilmemesinde tek tek personelin performansı da belirleyici oldu. Atiba’nın üzerinde tuhaf bir acemilik vardı. Ne kadar iştahlı görünse de Motta, keçi boynuzu tadındaydı. Caner Erkin’in üçte biri kadar ofansa iş yapsa, siyah beyazlılar, tabelada daha iyi bir yerde olabilirdi bugün. Olcay’daki dağınıklık devam ederken, Töre’siz sağ kanat kırık döküktü... ‘Bekçi Murteza’ ahlaklı Necip, sadece defans imanıyla oynayınca sağ kanadın çimleri fazla ezilmedi. Devre arası katığı Jermain Jones ise takımın kendisi üzerine kurulamayacağını ancak Oğuzhan veya Fernandes’e tamamlayacı olabileceğini 45 dakikada resmileştirdi.
Jones bu nasıl mod?
Aybaba ise elemanlarını blok olarak öne atmaktansa Diarra’ya şişirilen toplardan medet umdu. İlk maçtaki gibi Kartal’ı gafil avlamanın hesabındaydı. Hasılı, kuru ekmek tadındaki ilk devrenin bitmesine hepimiz sevindik.
Oğuzhan ile Jones’u birlikte oynarken görmeyi isterdik ama ABD’li sahada kalmayı hak eden bir görüntüde değildi. İnsan hiç değilse siftah maçında “İlk aşkım ilk heyecan” modunda olsun istiyor! Bilic, oyunu Antalya sahillerine yığınca Aybaba’nın istediği kontra ortamı da oluştu. Oyun ‘maç ortada’ formatını alınca seyir zevki de yükseldi.
Takımın zirve aşkı yok
Sağdan sola, ileriden geriye her mevkide oyuna ağırlığını koyan Atiba ile birlikte Oğuzhan ve sonrasında da Boral ivme kazandırsa da organize ataklar sonucu oluşmuş gol pozisyonlarından ziyade karombollerle gole yaklaşıldı. Ne var ki Kartal, net vuruş yapacak bir adam bulamadı dün gece. ‘Çekirge’ niyetine oyuna alınan Ömer, bu kez sıçrayamdı. Evde otururken bile sakat veren (dün de Almeida) devre arası transferleri çare olamayan Beşiktaş, Fenerbahçe’nin hediye ettiği bonusları iki haftada sıfırlayarak zirve aşkıyla tutuşmadığını yine teyid etti...
Belki bazılarınız ‘Melo’ diyecektir. Lakin Melo bildiğimiz Melo. Onu derbiden çıkarsanız geriye centilmenlik kalır.
O yüzden Melo’dan değil Semih’ten söz etmeli. Melo’nun kendi başkanına çok ‘sempatik’ gelen dansını değil de Semih’in şık tavrını konuşmalı. ‘Futbol dilencileri’ni bu soğuk kış günlerinde ısıtan küçükmüş gibi görünen ama bu futbol coğrafyasına çok büyük kaçan jestini...
‘Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür’ dermiş ya büyük büyük babalarımız. Beşerin yerine siyasileri ve futbolu yönetenlerini koysak evladır.
En basitiden sormalı, Melo’nunki ‘geleneksel Brezilya dansı’ da Meireles’in parmak hareketi neden ‘geleneksel Portekiz hareketi’ sayılmadı?
“Hakaret içeren bir davranış olsaydı, önce biz harekete geçerdik” dedi başkan. Evet, biliriz ki Melo, Riera’ya ‘geleneksel Brezilya soyunma odası dayağı’ attığında da siz bunu hiç ahlaki bulmayıp kapıyı gösteriyordunuz ki 3 yıllık sözleşmeyle ‘tapu’sunu aldınız. Pitbull davranışlarını ise hiç girmeyelim!
‘FUTBOLU DEĞİL AÇLARI KONUŞALIM’
Melo’dan değil de Cenk Gönen‘den konuşalım. Bilic’in değişiklik hakkı bitmişken kafasına aldığı darbeyle bilincini yitiren Cenk’ten. Uzatma falan derken 15 dakika ‘Orada Olmayan Adam’ı oynayan Cenk’ten. Talihsizdi ama talihliydi de; çünkü böylece Melo’nun ‘sempatik dansı’nı hatırlamayacak.
Zaten bonservisine sahip G.Saray’ın taraftarları da dün akşam bir örneğini daha gördüğümüz ‘cahil’likleri yüzünden Dany’nin Beşiktaş’a gitmesine sevinmişti.
Beşiktaş, evinde rakibi ablukaya alarak başlayan G.Saray’a bu izini vermedi. Üstelik Olcay, doğru tercihte bulunsa ilk yarım saatte tabela siyah beyazı gösterebilirdi. Devrenin son çeyreğinde hava Cimbom’dan yana esti ve Dany de işte o havayı soğutmadı... Drogba’nın Antalya’da dökülmesi Beşiktaş namına iyi olmamıştı. İlk 45’te derbiyi tekzip için kullandı. En azından daha arzuluydu.
Haftayı tek idmanla geçiren Oğuzhan ilk devre yokları oynadı. Onun varlığının anlamını 2. devrenin başında gördük ama harika pasında Almeida, Muslera’yı mağlup edemedi.
Bu bölümde Bilic, risk alıp önde basarken Mancini’ye de ‘pusu’ kurmak kalıyordu. Kartal oyunu yığdı fakat solda Olcay ayağında top tutamadığından, sağda da Töre topu ayağından erken çıkaramadığından bir çok pozisyon yok yere öldürüldü.
Eşiği yine atlayamadı
Beşiktaş, oyunun genelinde baskın ve rakibine çok fazla şans tanımaz göründüğü bir maçı yeterince ısırgan olmadığı için kaybetti. Isıramazdı da zira dediğim gibi, tek idmanla maça çıkan Oğuzhan’ın takati yoktu. Deva amaçlı kiralık transfer Jones olmalıydı yerinde lakin o da sakatlıktan yeni çıkmış! Diğer kiralık da penaltıya neden olmuş! “Giderayak bir derbi kazandırır” mı umuduyla oyuna alınan Fernandes de “Benden geçti” deyince nasıl kazanacaksınız ki? Geçen sezon olduğu gibi bu sezon da Kara Kartal bir ‘eşik maçı’nı daha kazanamadı.
Genelde centilmence geçen derbide “Top benden kornere çıktı” diyerek Çakır’ı yanlışından caydıran Semih Kaya’ya da teşekkür etmek lazım. Şık hareketlere hasret ‘futbol dilencileri’ni sevindirdi.
Çünkü maç artık sahada kalmıyor. Her 90 dakika lime lime edilerek yeniden oynanıyor. Gerçekte kimsenin oyunla ilgilendiği yok, herkes kendine oynuyor. ‘Şok görüntü’, ‘Stüdyoda olay’ hepsi seyirciye atılan olta. ‘Milyonlar’ın önünde birbirlerine düz gidenler ertesi programda yine yan yana...Bir zamanlar Can Bartu’lar, Vedat Okyar’lar, Coşkun Özarı’ları dinliyorduk. Vay be!
İstanbul’un bitmeyen şantiyeleri gibi bıktırıcı ve monoton bir futbol düzenimiz var. Hep aynı maçı izliyoruz: İlk devre herkes kendisiyle uğraşır, ikinci devre ise rakipleriyle. İlk devre hocalar, ikinci devre başkanlar manşetlere çıkar. En çok ağlayanlar, en çok şampiyonluk yaşayanlardır. Yine de haksızlık hep onlara yapılmıştır, hep onlar mağdur edilmiştir. Muktedirin mağduriyeti, nasıl oluyorsa artık(!) Ee siyasetin neyse sporun da odur, değil mi... Futbol herkesin sanal kimliği. Hayatında sakındığı veya sakladığı ne varsa bu sanal kimliğiyle ortalığa boca ediyor. Yoruldum inşaattan da futboldaki muktedirlerin ifşaatından da. Ne ‘bomba transfer’e ne de ‘flaş açıklama’nıza ‘tık’layasım var. Üç puan kavganızdan da ‘demeç savaşı’nızdan da...
Dört büyükler kuvveti
2013 yazında gençler bir ‘gezi’ye çıktılar ve bu memleketin siyasi alışkanlılarını da mizahi anlayışını da alaşağı ettiler. Değişmeyen şu futbol formasını ne zaman yırtıp atacaklar? Herkes adalet istiyor ama “Onun lehine yaptığın hatanın aynısını bana da yap” adaletidir bu. Kimse yetkisini paylaşmaya yanaşmıyor. Öyle ki ‘büyüklerimiz’ ayrılık gayrılık olmaz diyerek bütün kuvvetleri kendisinde toplarken futbolda zaten tek kuvvet var: Dört büyük kuvveti! TFF’yi onlar belirler. MHK, PFDK, TK’yı da... Alt ligler, hakemler, futbolcuların dahli sembolik ve elittir. Onlarca kez milli olamadıysan oy hakkın yok. Elbet çobanın oyuyla Aysun’un oyu hiç bir olur mu(!) Taraftar yalnızca eşgali belli faildir. Yıldırım, Hacıosmanoğlu, Aysal ve Orman! Adalet mi istiyorsunuz? Buyurun gelin herkesin eşit delegesi olan, tüm futbolcuların ve diğer bileşenlerin oy hakkının olduğu bir genel kurula sahip TFF yaratın. Böyle bir adalet istiyorsanız tamam. Halihazırda istediğiniz adaleti ben istemiyorum.
Kadıköy, Ali İsmail ve Çarşı
Olimpiyat’tan koşar adım Kadıköy’e geçtim. Meramım daha ‘19’unda düşlerinde özgür bir dünya hayali’ kurması çok görülen Ali İsmail Korkmaz’a Kadıköy’den gönderilecek selamda ayağa kalkmaktı. Yarım saat Ali İsmail’e yakılan türkü susmadı. Şampiyonluktan kıymetlidir. Olimpiyat’ta ise artık dakikalar 34’ü göstermiyor! ‘Şampiyonluk’ kaygısı, bastırdı ‘isyan’larını...
SİYAH: Kasımpaşa’nın “Stadımdan git” demesi.
BEYAZ
Dolmabahçe’de hiç değilse boğazdan geçen vapurlar ve martıları izlerdim bu durumlarda... Ancak yaprak kımıldamaz gibi görünen maçlar sürprizlere daha bir gebedir. Her şey birden bire ters yüz olur. Gönül ister ki bunu futbolcular yapsın ve bu ani değişim de skora dair olsun. Olimpiyat’taki monotonluğu kıran çizgi hakeminin ‘skandal jurnal’i oldu!
Öncesinde penaltıyı ihbar etse tamam ama bir kart olacaksa o Ersan’a değil, hile yapan Civelli’ye olacaktı. Beşiktaş, Bilica görünümlü bu oyuncuya teşekkür etsin, kendisini ateşlediği için... Çizgi hakemleri, gördükleri ve görmedikleriyle, orta hakemin işini kolaylaştırmak yerine daha da zorlaştırıyorlar. Tabir caizse çizgi hakemleri artık çizgiyi aşıyorlar.
TÖRE ETKİSİ
İLKER Meral, soyunma odasında yanlışını anlamıştı çünkü ikinci devre epey bir eyyam yaptı. Futbola bakarsak: İlk devre siyah beyazın forveti gündüz şokundaydı sanki... Birbiriyle irtibatsız ve dağınıktı hele ki Almeida. Bursa’nın araya golsüz girmesi Kartal’ın şansıydı. Kırmızı kart oyunun rengini değiştirdi. Beşiktaş, ikinci devreye ‘mağdur’ psikolojisiyle atak başladı. Ancak pek kayda değer pozisyon bulamadı ve Timsah dişini göstermeye başladı.
Futbolun cilvesi vardır ya, işte tam misafir inisiyatifi ele almışken günün ‘kötü’lerinden Almeida sahne aldı. Golü yoktan var edense yine Töre’ydi. Ve Almeida ‘attı çıktı’ olunca Beşiktaş kalan 20 dakikayı ‘tipik santrafor’u olmadan oynadı.
DARISI BAŞINA
DAUM ise Bursa şehrindeki tüm forvetleri sahaya sürdü! Eksik Kartal rastgele topu uzaklaştırdığı telaşlı bölümü çabuk atlatıp zamanı da düşünüp daha akıllı oynamaya başlarken Bursa uzun şişirme toplarla yanlış bir şekilde golü aradı. ‘Acil durum’da oyuna giren Fernandes ve devamında Uğur Boral, topu dinledirip önemli katkı sağladılar. Portekizli’nin son saniyedeki penaltıvari pozisyonu harcaması klasıyla bağdaşmadı. Bilic, ikinci 45 için oyuncularını alınlarından öpsün fakat ilk 45 için de epey bir kulak çeksin! ‘Hakemler çizgiyi aştılar’ dedik, darısı haftaya Beşiktaş’ın başına...
Öyle ki idmanlardaki çift kale maçlara kadar sirayet eden bu sarı kırmızı ve sarı lacivert pozlarda meydan okuma ve küçümseme eksik değil. Alası, bu meşhur pozları verenlerin duruş, bakış ve edası birer ‘kibir abidesi’...Geçen hafta Gaziantep’ten de bir kare düştü Twitter alemine! Siyah beyazlılardan gelen, renkli bir kareydi. Siyah beyazlı tozlu raflarda kalmış eski günleri anıştıran bir kare...
‘Dönüm’ sayılabilecek bir deplasmandan alınan galibiyetin pozuydu sözünü ettiğim. Ama öyle meydan okuyan, rakibi yok sayan değil; bilakis, rakibin hakkını da teslim eden bir yorgunluğu dışa vuran vakur galip duruşuydu. Tevazunun fotoğrafıydı Oğuzhan, Veli ve Olcay’ın paylaştıkları o fotoğraf. Beş gurbetçi; Olcay, Veli, Töre, Oğuzan ve Ömer ile diğeri de İstanbul’un yeni Trabzonlu gurbetçisi Tolga... Tek kelimeyle ‘kibirsiz’liğin pozu ve sevinç karesi... Beşiktaş’ın ne olması gerektiğinin resmi...
TERİM, TİBUK VE ÖMER’İN SEVİNCİ
‘Türkiye Futbol Genel Direktörü’ Fatih Terim, eski LDP Genel Başkanı Besim Tibuk’un bile aklını alacak kırmızı ve sarı kart önerileri üzerinde çalışıyor. Misal kırmızı kart gören futbolcu cezasını kendi arzuladığı bir maçta çekecek. Gaye, özellikle derbiler öncesi dedikoduları önlemekmiş. Derbide cezalı duruma düşmemek için bilerek kart görmeyi veya derbi öncesi gösterilen kart nedeniyle hakemi korumayı istiyorlarmış. Güvensiz futbol iklimini değiştirmek yerine oyunun ruhuna kast eden; cezayı ödüle dönüştüren ‘çare’ler peşinde koşuluyor. Aslında bu çaresizliktir. 3 Temmuz silindirine rağmen kimsenin kimseye arkasını dönemediği bu futbol coğrafyasının dünyaya bir ‘ay-yıldızlı futbol kültürü’ sunması olanaksız. Sivas’ta Yunus Yıldırım’ın o penaltıyı görmediği için vermediğine inanmaya; sahadaki hatalara artık ‘kul hatası’ diyecebileceğimiz bir zemine ihtiyacımız var! Hapis yatmış başkanlara rağmen bu oyunda güven tesis edilememişse dükkanı kapatalım daha iyi
Terim ve ekibi gol sevinçlerini özgürleştirsin. Ömer Şişmanoğlu, Gaziantep’te attığı golü kutlamak için tribünlere koştuğu için sarı kart gördü. Elbette bu ilk değildi. Oyuna ‘endüstriyel ayaklar’ karıştığında beri taraftarla sarmaş dolaş gole sevinmek pahalıya patlar oldu. Yine de işte arada Ömer gibi başında kavak yelleri esen haylaz çocuklar çıkıp tellere tırmanıyor.Futbolda da yasaklar her geçen gün artıyor. Vaziyet böyle olunca da soyunma odalarından suni pozlar veriliyor işte...
SİYAH: Ara transfer Jones’un tek maça çıkmadan revire gitmesi.
BEYAZ: 14 puan gerilerden yeniden zirvenin eteklerine gelmek.