Göreve geldiği günden şu güne kadar hep ‘gönderilme’ halinde. Çünkü camiadan değil!. Ancak esas neden galiba ‘bildiğini okuyan’ biri olması... Özen, doğru yanlış, kafasında idealize ettiğini tavizsiz uygulamaya girişti. Haydarpaşa Garı’ndan karşısında duran kadim İstanbul’a “Ya sen beni yeneceksin ya da ben seni” diyen Yeşilçam karakterinin (İlla ki Orhan Gencebay) ruh halini taşıyor. Camia dışından gelmenin yanına bir de ‘düzen dışı’ kalmayı seçince ‘yalnızlık ömür boyu’ kaçınılmaz oldu.
Medyaya konuşmayı sevmediği gibi onunla ilişkiyi de reddetti. Takımda da ‘Ağabeylik’ müessesini kabul etmedi. Kendisine biçtiği beş görev arasında ‘A takım’ı öne çıkarmadı. Hepsini bir bütün olarak götürmeye çalıştı. Sevdiği hocasıyla yedek kulübesinde oturmak yerine protokolde ‘eski yöneticiler’in dahi arkasında oturmayı yeğledi: Kalabalıkta tek başına...
Üç yıllık planlar koysa da her puan kaybında kendisinden bir hafta sonrasını kurtarması istendi. Ronaldinho için olmayan servetten on milyon euro’lar harcamaya hazır yönetim, onun mahiyetine verdiği personel için o kadar bonkör değil.
Özen, değişimi radikal bir biçimde yapmak istedi ancak bunda yeteri kadar başarılı olamadı çünkü ‘içeriden’ tam destek alamadı. Yetkiler ancak uygulanabilirse güç vehmeder.
AMATÖRLÜK İKİLEMİ
ÖZEN, NTVSpor’da katıldığı programda ligin ikinci yarısında değişeceğinin ipuçlarını verdi. Ben bunu “Tamam, sistemin istediği gibi davranacağım” şeklinde de yorumladım. Yani ağabeylik yapacak; topçunun yediğine içtiğine, gezmesine tozmasına karışacak; hocanın taktiğine de... Mikrofonlara da daha sık konuşacak gibi... Bu iyi olur en azından bazı yöneticiler kafalarına göre Toraman ile Sezer’e af çıkarıp durmaz(!)..
İdeal olanın değil ‘acımasız gerçekler’e yüzünü çevirmiş olması Özen’in değil, memleket futbolunun kaybıdır. Evet, gönül ister ki Oğuzhan sakatlanacağını anladığında kenara “Değiştir” işaretini yapacak profesyonellikte olsun, ama değil işte... O da buraların ‘amatör’lüğüne yenik düşüyor. Özen de “Bugün Elazığ karşısında amatör bir ruhla...” diye futnolcularını överken aynı ikilemi yaşamıyor mu... Kavramları iyi oturtmak gerek ‘günümüz futbolu’nda: Topçu arma için mi işine saygı için mi oynamalı? Armaysa söz konusu olan misal, kadrodışı Toraman’ın milyon liraları geçen alacağı bilançoya çoktan ‘vadesi geçen borç’ olarak işlendi fakat o, diğer bir çok profesyonel gibi icra takibi başlatmadı. Profesyonelce davranıp alacağı için icraya gittiği için gönderilen Hilbert’in yerinin dolmadığı da hatırda kalsın.
Slaven Bilic, geçen sezon beğenmediğimiz Aybaba’nın da 1 puan gerisinde ilk perdeyi kapattı.
Aybaba’yı ‘geleceğin takımı’nı kurduğunu söyleyip adını andığı hiç bir genci tezgah üstüne çıkarmadığı ve ‘oyunu tutamayan kırılgan takım yapısı’ nedeniyle eleştirmiştik. Genel hatlarıyla Bilic de taş üstüne taş koymuş görünmüyor ve Aybaba döneminden kalan arızaları gidermiş değil.
DAHA CESUR VE FORMDA BİLİC GEREK
Geçen sezonki ligin karakteri Beşiktaş’a şampiyonluk şansı vermişti çünkü ezeli rakipler bozuk para gibi puan harcıyordu. Bu sezon ise Fenerbahçe’nin puan kaybında ketum olması şampiyonluk ihtimalini çoktan ortadan kaldırdı. Sorun, doğrudan Şampiyonlar Ligi manasını taşıyan lig ikinciliğinin de riske edilmiş olmasıdır.
1-Lige 4’te 4’le başlamak bence Bilic’in uzun vadeli planlaması içinde beklemediği bir girişti. Sürpriz liderlik camiada çok erken bir şampiyonluk havası estirdi ki Galatasaray derbisi adeta ‘şampiyonu belirleyen maç’ gibi oynandı. Stres, ‘tribün komplosu’yla birleşince kimya bozuldu. Antalya yenilgisi artçı deprem oldu.
2-Sadece kadınlar ve çocuklarla oynanan 4 maçtan 1 galibiyet 3 beraberlikle çıkıldı. İlk 4 hafta müdahaleleriyle sahaya tesir eden bir Bilic varken, sonrasında kifayetsiz bir portre vardı saha kenarında.
3-Bilic’in üç maçlık tribün cezası da takıma hırs olarak değil de moral bozukluğu olarak yansıdı.
Ankara’da havanın başka olacağı da aşikârdı. Bilic’in ekibinin iyi niyetinden şüphe edilemez ancak bu ligi sadece koşarak ilk üçte sonlandırması zor. Gençler’in basit taktiğine karşı çaresiz kalan Kartal’ın bu kez ‘Donk mazareti’ de yok!..
İLK 45:Geçen haftanın ‘amatör ruh’lu ekibi Almeida ve Töre ile parlatıldı ama Kartal maça bir ‘istihdam sorunu’ ile başladı. Güçsüz Elazığ karşısında Olcay, forvet arkasında iyiydi ancak dün Töre’li tutmadı. İki oyuncu da kanatta içe kat etmeyi sevdiklerinden olsa gerek birbirlerini bozdular. Bilic, Olcay’ı sola, Töre’yi merkeze almak zorunda kaldı. Gençler, topa pek elini sürmeyip, Beşiktaş’a verdi. Uzun ve ani toplarla fırsat kolladılar. Amaçlarına da Beşiktaş defansının maaile hatasıyla ulaştılar. Ceza Almeida’nın iştahını kesmiş.
İKİNCİ 45:Stancu atsa Gençler, maçı kaportacak, Almeida atsa Beşiktaş ortak olacak. 2. bölüm başdöndürücü bir tempoyla başladı. Evet, 2. golü yeme riski yüksekti ama tempo yüksek kalsaydı skorun Beşiktaş lehine dönme şansı da daha yüksek olurdu. Şifo, akıllıca fırtınayı dindirdi. Tekrar gömülüp topu bıraktı. Töre-Pektemek değişikliği ‘yalancı efekt’ oldu. Töre etkisizdi ama Pektemek de ‘olmamışlık’ halinden bir türlü kurtulamıyor. Serdar-Ömer değişikliğiyle Bilic, gol ayaklarını üçledi. Ne yazık ki Ömer ve Pektemek’e gittiği kadar Almeida’ya top gitmedi. Madem Fernandes gözden çıkarıldı, Oğuzhan da habire sakatlanacak o vakit Sezer’i affedin gitsin zira bu ‘evsiz’ ve ‘parasız’ Beşiktaş’a bir ‘servis elemanı’ lazım...
MAÇIN İYİSİ
Mehmet Özdilek. Oyunu istediği gibi yönlendirdi.
MAÇIN KÖTÜSÜ
Olimpiyat’taki rekor yüzünden siyah beyazın başına gelmedik kalmadı ve geriye dönülüp bakıldığında kırılan rekor değil Beşiktaş’mış. Neyse bu ayrı fasıl...
Yönetim Kasımpaşa ile “Taraftarım siyaset yaparsa, stat sözleşmesini yırtıp atabilirsiniz” minvalinde bir anlaşma yaptığından taraftarını siyaseten uslu durması için sadece kombine kart sattı. Kombine alana da “Tribünde siyaset yapmayacağıma...” dedirtip ‘yemin imzası’ attırdı. 13.500 kişilik stat için 8 bin kombine satıldı fakat Elazığ maçına hepsi gelmedi. Yönetim diğer yandan 4.500 kişilik daha kombine satışına başlandı. Kasımpaşa’da Beşiktaş’ı tribünden izlemenin sadece kombineye bağlanması kabul edilemez. Yoldan geçerken “Dur şu Beşiktaş maçına gideyim” deme hakkı elden alınamaz. Kaldı ki niyetten ötürü bir nevi fişleme olan kombine şartına rağmen taraftar, yine de tribünde ‘ayakkabı’sını çıkarttı işte.
Sezon başında takımla taraftar arasında oluşan bağ gerek alınan cezalarla gerekse de yönetimin tutumu nedeniyle soğumuş görünüyor.
Geçen pazar günü siyah beyazlılar Türkiye Futbol Federasyonu’na yürüdüler. Protesto ettikleri kişi eski başkanlarıydı aynı zamanda. Ancak yükselen tezahüratlarda mevcut başkana da tepkiler vardı. Çünkü ortada kapatılmamış bir ‘hesap’ var.
TEDAVİ İYİ DE NEDEN SAKATLANIYORLAR?
‘Beşiktaşlı oyuncuda yırtık var’ haberi artık ‘Son Dakika’ değerini yitirdi. Dr. Ertuğrul Karanlık, “Sadece 10 futbolcuda yırtık vakası yaşandı” dedikten sonra da İsmail Köybaşı’da da 2. derece yırtık tespit edildi. Karanlık, hangi oyuncuyu ne kadar kısa sürede sahalara geri döndürdüğünü anlatıyor. Evet, devreyi kapattığı söylenen futbolcuyu -Gökha Töre- bile ertesi hafta sahada gördük. Bu iyi mi kötü mü bilemiyorum ama siyah beyazlı teknik heyetin neden bu kadar çok futbolcu sakatlandığını tüm gerekçeleriyle anlatmasına ihtiyacımız var. Yedikleri içtikleri mi dokunuyor, idmanlar mı sıkıntılı, idman ve maç sonrası dinlenme aşamalarında mı problem var, yoksa bünyesi problemli bütün futbolcular Beşiktaş çatısında mı toplandı (!) bunlara etraflıca bir yanıt verilsin ki bizler de ‘komik yorumlar’ yapmayalım!..
MENOTTI’DEN ALINTI YAPAN TAYFUN KORKUT
Radikal’den Burak Kuru ile yaptığımız radyo programına geçen hafta eski milli futbolcu Tayfun Korkut’u aldık ve kelimenin tam anlamıyla ‘şad’ olduk. İspanyol, Almanca ve İngilizce bilen ‘gurbetçi’nin Türkçesi de bir çok memleketliden iyi. Bir kitap kurdu. Nihayetinde futbol filozofu Cesar Luis Menotti’den alıntı yapıyor. Hamaset yapmıyor. Mesela “2002 Dünya Kupası üçüncülüğüne sevinemedim. Çünkü Şenol Güneş beni haksız yere kadrodan çıkardı ve gerekçesini anlatamadı” diyebiliyor. Korkut’u iyi takip edin...
Tribünde de derin bir yalnızlık... Siyasete bulaşanı teslim etmek için konulan ‘kombine şartı’ndan ötürü tribünde yer yer ama büyük boşluklar; ve de hem takıma hem yönetime ayar veren tezahüratlar... Yönetim kendini yalnızlığa gömmekten geri durmuyor: İsimleri yazılı levhayı, yeni stadın temeline ‘basına kapalı tören’le gömdüler. Teknik heyeti de yalnızlıktan azade değil. Hafta boyunca Sergen Yalçın’ın ‘ağabey’ olarak geleceği yazıldı çizildi...
‘Yalnızlar rıhtımı’na dönüşen Haliç’in kıyısındaki stattan dün alınan 3 puan umarım çoğaltır Beşiktaş’ı...
İLK 45: Boral ve Köybaşı’nın siftah yaptığı; ‘as’larından yoksun siyah beyazlı takımın tek silahı yürekten oynamak olacaktı. Ancak Bilic’in ‘A2’ kıvamındaki takımı da ‘ideal 11’i gibi iyi bir ilk devre çıkardı. Bölüm 1-1 kapansa da oyun tatmin ediciydi. Kanatlar fena çalışmadı. Lokomotiv Olcay, işi eline yüzüne bulaştırmadı. Bu ‘Kurtuluş Savaşı yokluğu’nu andıran günde Holosko, ilk devre taşın altına hiç elini koymadı. Yenilen golde yine Serdar’ın kademe hatası vardı. Alıştık artık(!).
İKİNCİ 45: Bilic, “Umarım oyuncu değişikliğine lüzum olmaz” diyerek çıkmıştır bu bölüme. Çünkü arkasını döndüğünde kulübede muhtemelen onun da yeni tanıştığı
Ufuk Er ve Ümit Karaal’ın gözlerinin içine baktığını görecekti. En parlak isim “Feda” diyerek, kendini riske eden Gökhan Töre’ydi. Holoskon’un erken golüyle derin bir nefes aldı. Golün de coşkusuyla, geçen haftaların aksine ayakta kalarak ikinci devreyi de domine etti. Kartal’ın tek şansı kadro zaafının büyük olduğu bir günde zayıf Elazığ ile karşılaşmasıydı. O kadar şans da olsun artık. Yine de sahadaki takım, dayanışmayla maçı kazandı.
MAÇIN İYİSİ
Genelde tüm takım özelde Olcay, Uğur Boral ve Holosko.
MAÇIN KÖTÜSÜ
Böylesine önüne geçilmez bir tutkuya sahiptir bu oyun. “Her yer saha her yer futbol” dense yeridir. Bir bu sebepten bir de çok basit kurallara sahip olmasından ötürü çok sevilmiştir futbol. Tarihi boyunca futbolun üzerinde en çok kavga edilen kuralı ‘ofsayt’ olmuştur. Öyle ki ‘ofsayttan anlamak’ bir ayrıcalık olagelmiştir!..
Son yıllarda ofsaytı gölgede bırakan bir kural peyda oldu: Kural hatası!.. Öyle bir mefhum ki çözebilene aşk olsun. ‘Kutsal kural kitapçığı’nı okuyan herkes kafasına göre bir yorum yapıyor. Ahali, ‘kural hatasıcılar’ ve ‘hakem hatasıcılar’ diye ortadan ikiye bölünüyor!.. Kural hatasında maç iptal olur, hakem hatasındaysa canı acıyana “Geçmiş olsun” denir. Memlekette kural hatasından maç iptali namümkündür. Sanki hayatın sonuymuş gibi bariz bir kural hatası dahi kılıfına uydurulup hakem hatasına dönüştürülür.
İşte ‘Donk’un topu’... Donk’un ‘bomba’ sanıp karakola götürmek istediği ama elinde patlamasından koktuğu için son anda Almeida’ya attığı ‘top’a -ki kural kitapçığına göre o artık bir havantopu gibi bir cisimdir- dair hakem Barış Şimşek’in verdiği kararın kural hatası olduğuna bizzat eski meslektaşları ant içti. Her şey bir yana; Donk’a sarı kart verdiysen topu neden Beşiktaş’a vermedin? Lafı uzatmaya gerek yok ancak MHK Başkanı Zekeriya Alp’in de hakemin teri kurumadan; Beşiktaş resmi itirazda bulunmadan kararı savunması ne ahlakidir ne de hukuki. Çünkü Beşiktaş’ın itirazını değerlendirecek olan MHK üyelerini yönledirmiştir. Bu maç tekrarlanmalıdır. Ha, tekrarında Kasımpaşa galip; hatta farklı galip gelebilir. Önemli değil. Önemli olan zaten zedelenmiş olan güvenin iyice yerlerde sürünmemesidir.
SÜREYYA ABİ ‘TARAFTAR’A ÇİVİLİ KRAMPON VERSEYDİN YA!
Olimpiyat’ta rekor denemesi nedeniyle tribünlere ‘mahalleli’ olmayan bir çok kişi gelmişti. Haliyle son düdük çalmadan sahaya girip siyah beyazın dört dörtlük başlangıcını baltalamışlardı. Kasımpaşa maçındaki yekvücut deplasman Kartallarının arasından sahaya girilemeyeceği hesaplanmış olmalı ki bu kez ev sahibi tribünden gerçekleştirildi operasyon. Neymiş, Fernandes’e sarılacakmış da ayağı kaymış! Paşa’nın zemininde sürekli kayan siyah beyazlı futbolculardan çekmiş kopyayı zevahir!.. Kabahat yılların malzemecisi Süreyya Abi’de, versene adama da bir çivili krampon(!)...
KREDİ İÇİN VODAFONE DEĞİL KİŞİSEL TEMİNAT İSTENİYOR
Şu karamsar havada Beşiktaş’ı güldürecek tek şey stadan ilk harcının konması olacak. Fakat yönetim finansman işini henüz bağıtlayamadı. O yüzden de bakanlıkla üzerinde mutabakata varılan protokole imza konulamıyor. Kulüp Vodafone anlaşmasını teminat gösterip bankalardan 50 milyon dolar kredi almak için uğraşıyor. Ne var ki bankalar, siyah beyazlı camiadan kişisel teminat istiyor. Yani bir yöneticinin kefaleti lazım. Bu iş öyle ya da böyle çözülecektir elbette ama çok zaman kaybedildiği de ortada. Çünkü bu stat parça parça yapılacak ve her parçası için ayrı ayrı ihale açılacak. Geçen günlerde sonuçlanan ihaleyle sadece bir tribünün kabası yapılacak. Sonra diğer tribünler için de ayrıca ihaleler açılacak. Onun bunun kapısında nasıl müşkül duruma düşüldüğünü görüyoruz. Acil temel diyorum, başka da bir şey demiyorum...
SİYAH:
O bir futbolcu değil de ‘Şov devam etmeli’ diyen bir sanatçıdır artık. Fakat her hafta ‘biz bu filmi görmüştük’ dediğimiz siyah beyaz filmin de bu şekilde devam etmesi zor...
İlk 45Ezberlendİğİ üzere yine ilk yarı farkı kaçıran bir Beşiktaş izledik. Oğuzhan-Olcay-Almeida, üç pasta güzel bir gol buldular. Siyah beyaz ayağa oynadığında sorun yok. Ne var ki özellikle rakip bastığında savunma hattı nedense ‘vatan savunması’ moduna geçiyor. Bu durumda gözler Escude’yi arıyor çünkü Fransız, baskı altında bile Bilic’in istediği gibi sakin kalıp top yapıyor. Paşa’ya ciddi bir fırsat tanınmasa da devre arası düdüğü çalındığında topçusundan taraftarına bütün Kartalları ‘ikinci devre sendromu’ sardı. Donk’un kurnazlığı ‘emek hırsızlığı’ydı. Hakem de düdüğü Donk topu attığında çaldıysa -ki bana öyle geldi- maçın tekrarını gerektiren bir kural ihlali yaptı.
İkinci 45Mürekkep kurumadan Kartal, 47’de sendroma yenik düştü. Goldeki katkısı dışında Oğuzhan’ın sağ açıktaki verimi her geçen dakika düştü. Daha 50. dakikada Bilic, Veli-Fernandes veya Serdar-Holosko değişikliğiyle Oğuzhan’ı forvet arkasına çekebilirdi. İkinci opsiyonu seçseydi belki razı göründüğü (!) bir puanı alabilirdi. Serdar, çok rahat bir topu en olmadık noktaya attı ve o topu Tolga ağlardan çıkarmak zorunda kaldı. Bilic değişiklikte çok gecikti ve de yanlış adamı aldı. Maç son 10 dakikada sahaya ‘Fernandes’i ‘almak’ için giren ‘taraftar’ sayesinde koptu. Olimpiyat devam filmi! Ramon ve Almeida da onu tekmeledikleri için atıldı. Helal olsun ‘taraftar’a, bir taşla üç kuş vurdu(!)... Fernandes, taraftarlarla girdiği münasebet sonrası son köprüyü de attı. Ama maalesef Bilic ile olan köprüler de maç maç azalıyor... Maç tekrarlansa bile bu kafayla Beşiktaş yine kazanamaz.
MAÇIN İYİSİ
Scarione. Paşa’ya galibiyeti getiren adamdı.
MAÇIN KÖTÜSÜ
Şampiyonluğa giden yolların taşları döşenirken ‘mutluluk’ en büyük etkendir.
Mustafa Denizli, Hürriyet Spor’da Fenerbahçe’ye dair şunu demişti: Yanal, oynamayan oyuncularını da mutlu ederse, mutlu sona ulaşır.Anahtar sözcük ‘mutluluk’tu. Aziz Yıldırım, kongre sürecinden itibaren ‘Biz Bir Aileyiz’ konseptini yarattı. Bugün de devam eden bu ‘aile konsepti’ ile Kanaryalar, öncelikle medya ile yeni bir ilişki kurdu. Daha önce ‘kurumsallaşma’ adıyla medya ile arasına ördüğü soğuk duvarları yıktı. Hocasından futbolcusuna kadar herkes, tabir caizse, medyaya iyi malzemeler veriyor. Ancak bu malzeme hep taraftarı ‘mutlu’ eden nitelikte. Problemler; örneğin bir futbolcu hocasına tavır mı aldı, ertesi gün derhal bir ‘birliktelik pozu’ verilerek ‘sıkıntı yok’ olmadığı ilan ediliyor. İdmanda kavga çıkaran bile ‘hırslı’ olduğu için taktir ediliyor. Türkiye Kupası’nda ikinci bir Pendik vakası yaşandı. Fethiyespor’un Saracoğlu’nda Fenerbahçe’ye elemesi gözden kaçırılacak bir ‘hezimet’ değildir. Ama işte bu sezon tedavüle sokulan ‘aile konsepti’ sayesinde bu hezimet bile ‘hayırlı elenme’ olarak addedilip, ziyansız kapatıldı. Oysa eski Fenerbahçe olsaydı, kendi içinde olduğu gibi, dışındaki herkesle de kavga gürültü kopartırdı. Elbette bu konsept ‘mutlu son’a endeksli.
EVSİZ KARTAL ŞAMPİYON OLABİLİR Mİ?
Kanarya böyle bir yol izlerken, Kartal’da neler oluyor? Üç futbolcusu kadrodışı. Başkanı her gün ‘içimizdeki İrlandalılar’ temalı demeçler veriyor. Hoca kamuoyu önünde eleştiriliyor. Kasımpaşa’nın yarısı bile kadın ve çocuklarla doldurulamadı. Uzun vadeli planlama söyleminin samimiyeti kuşku yaratıyor. Zirveden uzaklaşılınca kel hemen göründü. Çıtayı en yükseğe koyup mümkün olanın en iyisine ulaşmayı hedeflemek çarpıcı olsa da gerçekçi beklenti oluşturmamak sonunda büyük buhranlara neden olabilir. Kara Kartal için bu sezon makul hedef ligi ilk üçte bitirmektir. İkinci olursa direkt Şampiyonlar Ligi’ne gideceğinden mükemmel bir sonuç bile olacak. Gerçek şampiyonluksa yeni sezonda yeni stadında top başı yapmaktır. Bu ‘evsiz’likte şampiyonluk yaygarası popülizmden başka bir şey değildir ve sonu ‘mutlu’ bitmez. Nazım ve Dino’ya ile verkaç yaparsak ancak ‘mutluluğun takımı’nı yapan sezon sonu kupayı kaldırır. Siyah beyazlılar son dönem iyi fotoğrafı Tolga’nın acısını paylaşırken verdi.
‘İKİNCİ DERECE YIRTIK’ OLDUĞU TESPİT...
Geçen sezon yaşanan sakatlıklardan ötürü Samet Aybaba’yı yerden yere vurduk. Bu sezon futbol genel direktörü Öder Özen’in isteğiyle sağlık kurulunun başına doktor Ertuğrul Karanlık getirildi. “Sow’un futbol hayatı bitti” açıklamasıyla tepki çeken ve Hipoktrat Yemini’ne ihanet eden Karanlık’ın seçimi elbette sıkıntılıydı. Bu seçimin siyah beyazlı ekibin içinde bulunduğu durumdan ötürü ‘tıbbi bir seçim’ olduğu aşikâr. Ne var ki ortaya çıkan tabloya bakarsak Karanlık, tıbben de derde deva olmuş görünmüyor. Sakatlıkların ağırlığı kas yırtığı. Bunun bu sezon ‘koşu mesafesi rekorları’ kırmakla bir ilişkisi var mıdır? Hemen hemen hergün bir futbolcu sakatlanıyor. Bir tek Bilic sakatlanmadı ama ondan da ‘ikinci derece’ yırtık haberi gelirse şaşırmam. Teferruatlı bir tıbbi açılama şart...
BAŞSAĞLIĞI: Beşiktaş’ın en büyük değerlerinden Tolga Zengin, annesini uğurladı. Tolga, hayata karşı dik duranlardandır ve ‘acılar denizi’nde boğulmaz. Başın sağolsun Tolga...
SİYAH: