Kenan Başaran

Kalbinin en orta yerinden vurulan Beşiktaş

7 Kasım 2013
“ESKİ kapalı tribünün ortasına ‘Kalbimin en orta yeri’ ismini düşünüyoruz. Çarşı tribünü olmayacak.”

Bu sözler Beşiktaş CEO’su Gökhan Sarı’ya ait. Radikal Gazetesi Ekonomi Müdürü Jale Özgentürk ile görüşmesinde sarf etmiş... ‘Vahşi endüstriyel futbol’, bütün değerleri çalımlayarak gole gitmek istiyor. Fenerbahçe Kongresi’nde adayların özellikle de Aziz Yıldırım’ın vaatlerine bakın: AVM, banka... Malum, Trabzonspor da Karadeniz’in cansularının üzerine HES kurma sevdasında...
Yola devletin olanaklarıyla çıkan ve halihazırda da bir çok olanaktan ‘kamu yararına dernek’ oldukları için faydalanan spor kulüpleri, birer holdinge dönüşüyor hızla. Yönetimlerin ‘Forma aşkı’ sırtına, koluna, baldırına, şortuna alınan reklamlara; taraftarın biletine ve alacağı bir formaya tenezzül etmez halde. Bilmem kulüp mü, yoksa ‘futbol cemaati’ mi demeli bundan böyle(!).. Öyle ya, herkesin rengi ayrı bir ‘yol/tarikat’ olmuş.
Öyle ki sarı kırmızıya gönül veren lacivertten, sarı lacivertde gönül veren de kırmızıyı ‘haram’ sayıyor. Keza siyah beyazcılar da sarıyı, kırmızıyı ve laciverdi... Herkes kendi renginde ve ismindeki banka kartını, damacana suyu, okulunu vs. tercih ediyor...

BABA HAKKI DEĞİL ŞİRKET DEĞERİ!

BUGÜN bir futbol takımı tuttuğunu sanan yanılır. O, esasen cemaatleşmiş bir holding tutuyor! Değil mi ki birbirlerine sataşırken Metin Oktay, Lefter ve Baba Hakkı’ların büyüklüklerinden değil de yeni transferin maç başı ücreti, stat geliri, borsadaki şirketin değerinde; velhasıl bilançolarından dem vuruyorlar...
Ezeli rakiplerinin holdingleşme hamlelerine kayıtsız kalamayan Beşiktaş, adeta zamanı arkasından itiyor ki bir an önce tükenip gitsin de yeni statta top sektirilsin. Madem her şeye ekonomi gözlükleriyle bakar oldunuz o halde temel bir ekonomik önermeyi hatırlatalım: Rakiplerinizin önüne geçmek istiyorsanız ‘farklılaşın’... ‘Pazar’da ‘aynı’ olan değil ‘farklı’ olan diğerlerinden ayrışır. Peki bu ‘futbol pazarı’nda (bu tanımlama eskiden sadece pazar günü maç oynandığını anlatırdı!) Beşiktaş’ı diğerlerinden ayıran en önemli farklılık nedir? ‘Kalbimin en orta yeri’nde bağıran çağıran taraftarıydı; adına Çarşı denilen... Bugüne kadar ezeli rakiplerinin her türlü güçleriyle Beşiktaş’ı ‘öteki’leştirme girişimlerine o kalbin orta yerindekilerin sesi/desibeli ve ‘imanı’ sayesinde karşı konulabildi.

BANKANIZA EL KOYARLAR VE...

ÇARŞI’nın hali, boğaza köprü yapılınca manzarası şahane olan haliyle arazileri kıymetlenen gecekonduculara benziyor. Haliyle artık onlara ‘yakışmaz’ köprü çeperinde ikamet etmek. Dolmabahçe’deki yeni stadın göbeğinde de Çarşı’nın (bir nevi çapulcu!) oturması artık pek şık da değil ‘rantabl’ da... Gecekondocunun ‘kentsel dönüşüm’ünün akıbeti bekliyor Çarşı’yı... ‘Taraftardan ‘seyirci’ye dönüşüm operasyonu... Çarşı’nın ruhunu ve bestelerini ‘meta’laştırıp satarken, Çarşı’yı stadın varoşlarına (kale arkasına) sürüyorlar. Ama ‘Çarşı tribünü’ yok. Yani Beşiktaş’ı ‘kalbinin en orta yerinden’ vuruyorsunuz, biraz daha fazla gelir uğruna. Siyah beyaz kafaya yakışan ‘başka türlü bir çözüm’dü... Neyse ki Çarşı zekası bu ‘ticari zeka’lardan daha parlaktır. Sürgün edileceği her yerde yeni bir orta yer yaratır kalplerde. Değil mi ki her sürüldüğü köprü mahallesinden gidenler hep yeni bir mahalle kurdular kendilerine. Öyle ya hayatı, kurulan asma köprüler değil de insanlar çok daha güzel taşır!.. Bir gün birileri gelir ‘banka’nıza da ‘stadınıza’ da el koyar ve kaleniz düşer(!)... Ama ‘bir lokma bir forma’ya sırtını verenler, sonuna kadar teslim etmez kalelerini...

Yazının Devamını Oku

Her yer Beşiktaş her yer beraberlik

4 Kasım 2013
BEŞİKTAŞ, kendisi için futboldan ziyade ‘siyasi arena’ya dönüştürülen Recep Tayyip Erdoğan Stadı’nda yeni bir sayfa açmak istiyordu.

Yönetim tribünlerinin siyaset yapmasından korkuyordu ve o yüzden bir kulağı taraftardaydı. Korkulan tribünde pek olmadı ama sahada oldu!..

İlk 45

SIVOK dönerken Escude ile Serdar kızağa çekildi. Bilic, bu kez Atiba’yı sağ beke tayin etti. İlk bölümde yeni defans personeli sırıtmadı. Tempolu bir devre izledik. Karabük, ilk yarım saat sıkı bir presle Kartal’ın ofansına başı sonu olan bir atak yapmasına izin vermedi ama kendisi de çok üretken olamadı. Olamadı çünkü Lua Lua’ya boş çayır bırakmadı ‘Kasımpaşa’nın kiracısı’...
‘Yokluğu cehennemin öbür adı’ mertebesine doğru giden Oğuzhan, ilk 45’inse saç baş yolduranıydı!.. 38’de komik futbol videolarına girecek cinsten bir gol kaçırması bir yana iki üç pozisyonda topu ezmesi sevenlerini mahcup etti. Yine de onun varlığı Olcay ve Fernandes’in daha iyi olmasını sağlıyor...

İkinci 45

BILIC, Veli’yi soyunma odasında bırakıp Serdar’ı sahaya sürdü ve Atiba’yı defans önüne aldı. Fakat bu hamleler, siyah beyazlıların çehresini pek değiştirmedi. Keza sonrasında yapılan Almeida-Eneramo değişikliği de sadece bir ‘isim değişikliği’ olarak kaldı. İleri elamanları arasında bir türlü irtibat oluşmadı. Töre’nin adam eksiltip çaprazdan çıkardığı tek bir topa şahit olmadık. Göbekten delemeyen Kartal’ın kanatları da ‘sahte ortalar’la işi kotarmaya çalıştı.
Taraftar sık sık “Her yer İnönü her yer Beşiktaş” diye bağırdı. Artık “Her maç Beşiktaş her maç beraberlik” de deseler olur!.. Tebdil-i mekanda ferahlık var derler ama Olimpiyat’tan Kasımpaşa’ya geçmek de Kartal’a yaramadı. Ezeli rakiplerin derbi haftası öncesi alınamayan iki puanın faturası pahalı olacak..

MAÇIN İYİSİ

Yazının Devamını Oku

Almeida'nın endişesi

31 Ekim 2013
2011 yılında Volkan’a karşı kaçırdığı pozisyon belleklerden silinmedi.

Portekizli, takımın en golcüsü ama özellikle kaleciyle birebir kaldığı anlarda genelde topu ağlarla buluşturamıyor. Adeta kalecinin penaltı anındaki endişesine düşüyor.

NİYE KAÇIRIYOR?
· Kalecinin üzerine gidiyor.
· Çapraza kaçıp, açı yaratmıyor.

Penaltı verildi. Bütün seyirciler kalenin arkasına koştu. ‘Kaleci ötekinin hangi köşeye atacağını düşünüyor’, dedi Bloch. ‘Vuruşu yapanı tanıyorsa, genelde hangi köşeyi seçtiğini bilir. Ama şu da mümkün: penaltıyı atan, kalecinin bunu düşüneceğini hesaba katar. O zaman kaleci de, topun bu kez tutup öbür köşeye geleceğini düşünür. Ama ya penaltıcı hâlâ kalecinin ne düşündüğünü izliyorsa ve topu her zamanki köşeye atacak olursa?’ Bu hep böyle sürer, gider.”

2010-11’İN KADERİNİ ÇİZEN ADAMDI

Peter Handke’nin içeriğinden çok adıyla meşhur ‘Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’nden yaptığım bu alıntıyı siyah beyazlıların Portekizli golcüsü Hugo Almeida’ya atfedip kitabın ismini ‘Almeida’nın Kaleci İle Karşı Karşıya Anındaki Endişesi’ olarak değiştirmek istiyorum. 20 Şubat 2011’de İnönü’de 60. dakikada Volkan ile karşı karşıya kaldığında Almeida’nın kafası da böylesine karışıktı muhtemelen. Portekizli, Volkan’a takılırken 3 dakika sonra Fenerbahçe hem beraberliği sağlıyor hem de Ferrari oyundan atılıp Beşiktaş 10 kişi kalıyordu. Devamında maç 4-2 Fenerbahçe lehine sonuçlanıyordu. Oysa Almeida, o golü atsa Kanarya şampiyonluk yarışından kopabilirdi. Nitekim Beşiktaş galibiyeti Fenerbahçelilerce o gün ‘şampiyonluk maçı’ nazarında görülmüştü...

FEYYAZ UÇAR’DAN TAVSİYE: AÇI VER

Yazının Devamını Oku

Üzümü ye skoru sorma!

27 Ekim 2013
BILIC’in defansa verdiği emek dün heba oldu. Galatasaray derbisi dahil yenilen goller genelde bireysel hatalardandı.

Dün ise Kartalın defansı toptan düştü. ‘Atiba terbiyesi’nin yoksunluğundan olsa gerek. Sivok’un yokluğunda Franco’yu görsek iyi olurdu. Gelecek tamam da bugün de elden kaçmasın.
El Clasico’ya meydan okuyan mücadele izleyenlere keyif verse de skoruyla siyah beyazlıları düşünceye sevk etti..

İLK 45

İlk 8 haftaya göre Akhisar, Beşiktaş’tan 3 fazla gol pozisyonuna girmiş ama golü 3 eksik kalmış. Geçen sezonun hatıratındaysa Üzümcüler 5-4 üstün. Beşiktaş’ın ‘ilacı’ dediğim Oğuzhan, haftlardır yokları oynayan Olcay’ı, asistiyle yeniden şahlandırdı. 1 dakika sonra Nou Camp’ta Iniesta, Ozi benzeri asisti Neymar’a yapıyordu!..
Fernandes de nazire yapıp hemşehrisini Oğuz’la karşı karşıya bıraktı ama yine olmadı. Geçen hafta bu vaziyetin nevrotik bir hal almaya başlar gibi olduğunu söylemiştim ama artık gibisi mibisi kalmadı... Bilic, talimat versin Portekizliye tek vuruşluk asistler yapsınlar(!).. Bruno’nun golü ne kadar ustacaysa defansın onu boş bırakıp Bilal’e odaklanması da o kadar acemi işiydi.. Ahmet’in yerine giren Kenan, oyunun rengini değiştirdi ve maçta 5 dakikalık bir vertigo yaşandı. Akhisar, yeni acemiliklerden 2 gol daha buldu. Neyse ki Ozi bu kez de golüyle Beşiktaş’ı tutundurdu.

İKİNCİ 45

Evet Almeida, tek vuruşluk bir kafayla eşitliği sağladı. Siyah beyazlıların beraberliği erken bulması oyunu çevirme şansı doğurdu. İki takım 3-3’ten sonra bir çeyrek saat orta sahalarını ‘yol geçen hanı’na çevirdi. Bilic’in oyuncu değişikliklerindeki tercihleri doğruydu ki maçın son bölümlerinin tonu siyah beyazdı. Ancak bu durum galibiyete yetmedi. Şu dakika itibarıyla geçen sezon şikayet edilen çok gol atan ama çok da yiyen Beşiktaş’ına dönmüş bulunuyoruz. Sezon başında sağlanan coşku ve disiplin birlikteliği dağıldı.

MAÇIN İYİSİ

Yazının Devamını Oku

Çarşı gişede batırdı(!)

24 Ekim 2013
Bizimkisi bir aşk hikayesi, siyah-beyaz bir film gibi biraz...” İnönü Stadı’nda defalarca çalınan ve taraftarın da ağızbirliğiyle katıldığı bu Kayahan şarkısındaki gibi; yani bir film gibi başladı sezon Beşiktaş için...

Yeni hayaller kurmak için stadı yıkılan Kartallar, beklentilerin aksine, ‘dört dörtlük’ bir sezon açılışı yaptı... ‘Dışarı’dan olsa da söylemleriyle kendisini en azından taraftara benimseten Önder Özen’inden ‘sosyalist bir takım yaratacağım’ diyen Slaven Bilic’ine, soru işaretiyle kiralanan Gökhan Töre’sinden ‘İsviçre çakısı’ marifetli Kanadalı Atiba’sı ve nihayetinde siyah beyazın yanına ‘yeşil’i de koyan Çarşı’sına kadar ilk düdükle gönüllerin şampiyonluğunu erkenden ilan eden Beşiktaş...
Bu az bir şey değil, zira bir zamanlar diğer büyüklerin taraftarının dahi ‘ikinci takımı’ olabilen Beşiktaş, son on yılda uğratılan erozyondan ötürü bir çok kimsenin gönül köşkünden kovulmuştu. İşte yenilenen Beşiktaş’ın bir gölgesi de beyaz perdeye yansıdı. Eyşan Özhim’in yapımcılığında yönetmen Aydın Bulut, özelde siyah beyazlılara, genelde tüm futboluseverlere ‘Benimle Oynar mısın’ diye sordu. Ne var ki aldığı yanıt sadece ‘40 bin evet’ oldu! Türkiye’de uğrunda ölündüğü söylenen futbolun filmine gişede gösterilen alaka sadece 40 bin kişide kaldı! İddialı bir maçta doldurulan tribün kadar... Haliyle film gişede batmış durumda...

ŞAMPİYONLUK FENERLİ ‘AŞK TUTULMASI’NIN

Bu topraklarda futbola hastalık derecesinde tutkuyla bağlıymışız gibi gözüksek de aslında bu tutkumuz ‘3 puan’ kavgasından öteye pek gitmez. O nedenle, futbolun ne kitabı ne tiyatrosu ne de filmi satmaz... 2000 yılı yapımı ‘Dar Alanda Kısa Paslaşmalar’ futbolun başyapıtı filmlerindendir. Serdar Akar imzası taşıyan bu filme gişede omuz verenlerin sayısı yalnızca 142 bin! Ama beterin beteri var! Volga Sorgu’nun yönettiği 2010 yapımı ‘Kaledeki Yalnızlık’ın sinemaya çektiği seyirci sayısı ise sadece ve sadce 8 bin 500.. Adını ‘Kalede Yapayalnız’ diye değiştirsek, yeridir hani... Gişenin şampiyonu ise Murat Şeker. Yönetmenin 2008’de imza attığı ve ‘fanatik’ bir Fenerbahçe taraftarının aşık olunca değişen hayatını anlatan ‘Aşk Tutulması’ 371 bin kişiye oynamayı başardı...
Yerliler bir yana yabancı futbol filmleri de gişede küme düşüyor!.. Misal büyük usta Ken Loach’un yönettiği ve bizim sinemalarımızda ‘Hayata Çalım At’ adıyla oynayan ‘Looking for Eric’ sinema salonlarında ancak 5800 kişiye top sektirebildi. Başroldeki Manchester United efsanesi Eric Cantona acaba yeşil sahalardaki kadar iyi rol kesmiş mi diye merak edenleri sayısı 5800!!!.

MADEM STATLAR YASAK O HALDE SİNEMAYA GİDİN

Sözü tekrar siyah beyaz tonlar taşıyan ‘Benimle Oynar mısın?’a getirelim. Filme sinema eleştirmenleri ‘üç puan’ vermedi. Peki bu filme, çok kötü olduğu için mi futbolseverler ilgi göstermedi? Böyle dahi olsa, bunu mazaret sayamam. Her hafta en az 30-40 liramızı o kadar kötü futbol maçlarına harcıyoruz ki futbolu konu edinen bir filme 10 lira versek ne kaybederiz ki... Futbol taraftarının bu filme gitmesi için bir tek neden söylerim ve o da yeterli olur. O neden de İnönü Stadı’dır... Fenerlinin de Galatasaraylının da anılarının olduğu İnönü yıkılıp gitti. Yerine yenisi gelecekse de, biliyoruz ki eskisinin yerini asla alamayacak. İşte, o tarih olan İnönü Stadı’nda izlediğiniz bir tek maçın hatırısana binaen gidebilirsiniz... İlla ki Beşiktaşlılar... Statların size yasaklandığı şu günlerde hiç değilse sizden feyz alıp bir öyküyü iyi kötü anlatan bu filme gidin. Böylece daha iyi filmlere de vesile olursunuz. ‘Benimle Oynar mısın?’ İstanbul’da halihazırda 8 sinemada oynuyor...

Yazının Devamını Oku

Fena halde Oğuzhan...

23 Ekim 2013
Bayram boyunca Beşiktaş, Toraman-Sezer kavgasıyla enerjisini harcadı.

40 kadar Rizespor taraftarı kadın ve çocuk da dün Olimpiyat’taydı. Ne var ki onlarla siyah beyazlı kadın ve çocuklar arasında bile stadın dört bir yanında polis kordonu vardı; kavga etmesinler diye!.. Sahadaki puan kavgasında da yara alan Kartal’dı. Sadece kadın ve çocukların izleyebildiği bu maç niye Kasımpaşa’da oynanmaz? Bu da ayrı bir kavga konusu(!)..

İLK 45: İKİ ekip de memnun edici bir tempoyla başladı ve öyle de sürdürdü. Rize, bir misafirin çekingenliği değil de adeta bir ev sahibi rahatlığı içindeydi. Açıkça 3 puana oynuyordu. Atağa kalkıştığında Beşiktaş’a göre daha kompakt bir görüntüdeydi ama gole her iki taraf da eşit oranda yaklaştı. Almeida’nın karşı karşıyalarda gol atamaması nevrotik bir hal almak üzere!.. ‘İdeal sol bek’ Ramon’a rağmen Rize, en çok tehlikeli işe bu mıntıkadan girişti. Bunun en büyük nedeni Olcay’ın bir hücumcu olarak rakibi korkutacak oyundan uzak olmasıydı. Eskişehir deplasmanının en iyisi Necip, çabasının karşılığını hakkıyla alamıyor çünkü bir koordinasyon sorunu var.

İKİNCİ 45:GOL bulma mecburiyeti Beşiktaş’ın oyunu rakip sahaya yığmasını şart koşuyordu ama Çalımbay’ın talebeleri buna 70’e kadar pek izin vermedikleri gibi golü de kokladılar. Olcay-Dentinho ve Necip-Ömer değişikliği defansif olarak zaafiyet yaratabilirdi ama Dentinho ve Ömer rakibi öylesine meşgul ettiler ki Rize’nin hevesi kursağında kaldı. Fakat, siyah beyaz forvet hattındaki iştah kabarması bir gol çıkarmaya yetmedi. Beşiktaş’ın maçın sonlarında tek umudu kalmıştı o da Rize’nin, Rıza Hoca’nın ömrü hayatı boyunca en çok şikayet ettiği ‘şansız bir gol’ yemesiydi(!).. Bu da olmadı çünkü şans da maçın hakkının beraberlik olduğuna karar kılmıştı. Beşiktaş’ın ilacı Oğuzhan’dır. Sezon başından beri maçları inceleyin hak vereceksiniz...

MAÇIN İYİSİ

90 dakika boyunca hiç susmayam kadın ve çocuk taraftarlar.

MAÇIN KÖTÜSÜ

Yazının Devamını Oku

Beşiktaş’ta ‘Ağalık Düzeni’ne son!

17 Ekim 2013
Milli maç araları medya açısından çoraktır zira kulüplerden iyi ‘malzeme’ gelmez.

Neyse ki Beşiktaş imdada yetişti(!). İbrahim Toraman ile Sezer Öztürk’ün kavgası günlerdir bizi oyalıyor. Kavganın iki ‘boksör’ü de kaybetti. Yine de bir kazanan var. Kim mi? Teknik heyet...
Toraman-Sezer kavgası, iki futbolcu açısından esasen bir sonuç. “Geliyorum” diyen, bir kazadır ve malum ülkemizde bayramlarda çok kaza olur(!).. Sezon başında Toraman ile mukavele uzatılmıştı ancak kapalı kapılar ardında bu pek de kolay olmamıştı. Futbolda profesyonelleşme hamlesini başlatan Orman yönetimi, bir nevi kendi hamlesiyle karşı karşıya gelmişti. Çünkü Önder Özen, yeni yapıda Toraman’ı planları arasında düşünmüyordu. Özen, Toraman’a dair duygularını onun yüzüne söylediğini de açıklamıştı. Yani işin gizlisi saklısı yoktu. Hazırlık kampındaki ‘kaptanlık krizi’ de Toraman’a yer olmadığının açık bir ifadesiydi...
Kavganın diğer ‘boksör’ü Sezer Öztürk’e gelince... Manasız bulunan bu transferi uzun süre üstlenen olmamıştı. Lakin herkes de biliyordu ki Sezer transferi tamamen yönetimin tasarrufuydu. Böylece Özen-Bilic ikilisi, ‘gönül kadroları’nda yerleri olmayan iki oyuncuyla kerhen yola çıktılar. Özen-Bilic ikilisi, kim olursa olsun, oyuncularının kavgasından hoşnut olmazlar fakat bu isimlere artık hiç forma vermezlerse de pek itiraz eden olmayacak. Hasılı bu kavganın kazananı Özen-Bilic ikilisidir. Toraman-Sezer ikilisi kavgalarıyla Özen-Bilic ikilisinin ekmeğine yağ sürdü...
Sezer Öztürk’ün futbol hayatını bir türlü rayına oturtamamasının başlıca nedeni şike davasıdır. Mahkemede Sezer’in bu olaydan çok fazla hırpalandığını gözlemledim. Fenerbahçe’de yaşadığı sakatlıklar da yeni bir çıkış yapmasını önledi. Forma bulup gol attığında gözyaşlarına hakim olamaması yaşadığı baskının göstergesiydi. Beşiktaş’a transferinde siyah-beyaz cephede fikir ve gönülbirliği olsaydı, bugün başka bir hikayeye yazıyor olabilirdik. Bundan sonra onun için en iyisi devre arasında ayrılmaktır.

ZAMANIN RUHUNA YENİLEN ‘İBRAHİM AĞA’

Ve Toraman... Takımın en eskilerinden olan Toraman, bu kaptanlık mefhumunu belli ki çok fazla abartıyor. Abartmanın da ötesinde bence zamanın ruhuna aykırı bir şekilde yorumluyor. Kaptanlık pazubandını takımda ‘feodal’ bir düzene dönüştürmüş gibi görünüyor. Yani bir nevi ‘ağalık’ kurmuş. Özellikle gurbetçi futbolcuların ‘İbrahim Ağa’ya biat etmesi pek mümkün değil. Bu tür ilişki düzeninin sıkıntıları zaman zaman A Milli Takım’da da yaşanmıştı. Hatırlarsanız orada da gurbetçi milliler, ‘Ağabeylik Düzeni’ne başkaldırmıştı ve haliyle takım ortadan ikiye ayrılmıştı. Şekil bu olunca da Guus Hiddink veya Abdullah Avcı gibi figürlerin başarılı olması pek olası olmuyor. ‘Ağa’ veya ‘ağabey’ düzeninin hakkından ancak ‘Han’lar veya ‘İmparator’lar gelebilir(!)...
Siyah beyazlı yönetim, Toraman konusunda netleşmelidir. Doğrusu en başta radikal bir karar alıp Toraman göndermekti. Bu yapılamadı bari ‘yeni düzen’in nişanesi olarak kaptanlık alınsaydı ki herkes özgürce ‘terlik’ giyebilseydi(!). Teknik heyetin forma vermediği ama yönetimin kaptanlık pazubandı almadığı bir kaptanın takım ruhuna katkıdan ziyade zararı dokunur. Açıkçası böylesi ‘Devrik Kaptan’ı tanıyan pek çıkmaz!...

NOT

Yazının Devamını Oku

Duvarda postere,bilançoda hesaba bakılır!

10 Ekim 2013
MAF’ın ‘A’sı bir yazı yazdı... Beşiktaş yönetimi de cevap verdi. Ali Gültiken -yani A-, Orman yönetiminin Demirören ile kulüpten alacakları konusunda anlaştıklarını yazdı.

Gültiken, buna karşın Orman’ın kişisel çıkarları uğruna vaat ettiğinin aksine Demirören’den hesap sormadığını, hatta onu başkan seçtirenin de Demirören olduğunu savundu. Orman da sert bir yanıtla Gültiken’in geçmişte Demirören ile çalıştığını ve son seçimde ise rakibinin yanında pozisyon aldığını söyledi. Dahası, Gültiken’in istediği göreve -Önder Özen’in oturduğu koltuk-, getirilmediği için kendilerine saldırdığını belirtti. Bazı iddialara göre Gültiken, direktörlük teklifi aldı ama parasını az bulduğu için reddetti. Gültiken’e bunu sormuştum ve o da yalanlamıştı. Sadece nabız yoklanmış, o kadar...
Orman ve Gültiken kavgasında iki taraf da siyah beyaza gönül verenleri üzen ifadelerle birbirlerini hırpaladı. Gültiken, ithamda bulunurken ‘söyleniyor’ şeklinde ifadelerle dedikoduya prim vererek nahoş hareket etmiş oldu. Oysa ıspatı olmaması halindeyse ‘ağır’ kaçacak ithamlarda bulunuyordu. Bu iş bu kadar kolay olmamalı, efsane olsanız bile. Onun adına yakışan ‘kesin’ bir dildir.
Orman’ın dili de taraftarının duygularını pek hesaba katmayan bir dildi. Gültiken’in yanlış yazmışsa dahi bunu daha kibarca dile getirmek lazımdı. Çünkü Metin-Ali-Feyyaz (MAF)!.. Bu isimler dillerde marş, ötesi yok... Değerlerinizi bazen onlara rağmen korumalısınız... Futbol dediğiniz eninde sonunda Lefter’in, Metin Oktay’ın, Selçuk’un, Tanju’nun, ‘Dobi Hasan’ın, Biyediç’in ve de işte MAF’ın attığı ve de atamadığı gollerden oluşan bir hafızadır. Yani futbol fena halde ‘kişilerin eylemleri’nden oluşur. Hiç bir çocuk duvarına tuttuğu takımının kazanç da gösterse, ‘bilanço’sunu asmaz!.. Orman, “Efsanemize yakışmadı” dese kafiydi.
Diğer yandan da ortada görülmemiş bir hesap var! Hakikaten ne oldu Demirören dönemine dair denetim raporları? Demirören’e kamuoyu önünde sürekli süre veren Orman’ın şu ‘hesap sorma’ işini artık bağıtlamalı. Aksi halde hesap bir gün döner, keser misali!.. Orman, istiyor ki Demirören alacağından vazgeçsin ve o da eski hesapları kapatsın. Yönetimin böyle bir tasarrufu olduğunu söylemişti. ‘Velev ki’ öyle olsun fakat daha ne kadar bekleyeceğiz? Bakın SPK, baltasını çıkardı ve “Borsada bu bozuk hesaplarla daha fazla top sektiremezsiniz” dedi. Bu nedenle Demirören ile öyle ya da böyle Orman’ın bir an önce hesaplaşmasında fayda var...

KADIKÖY-TRABZON HESABI DA KESİLMEDİ

TATİLDE maç 90 dakikadır! Son düdükle tatilinize dönersiniz; ağzınızda meşin yuvarlağın tadıyla... Kadıköy’de iki tarafın gol yememe gerilimi de izleyenlere ‘gol’ kadar haz veriyordu. 90 dakika bittiğinde son soğuk yudumumu teşekkür babında aldım. Kalkarken maçı yedek bitiren Selçuk’un, adrenalini 1500’e vurmuş Onur’a gidip bir şeyler söylediğini de izledim. Sonrasındaki hır-gür alışıldık; tolere edilebilirdi. ‘Ağzımın futbol tadı’ bozulmadı. Tatilime geri döndüm. 12 saat sonra haberlere baktığımda meğer ‘oyunbozanlar’ bambaşka bir 90 dakika çıkarmayı başarmışlar Saracoğlu’ndan(!)..
Yine ‘saha dışı’ rol çalmıştı. Selçuk’un sataşması bile bir nevi öyle değil miydi... Forma giyenler, beklentilerin aksine futbol dışına çıkmadılar. ‘Emre-Zokora davası’ dahi bitmişti. Şimdi bir çok kimse ‘ama’ diyerek diğerini suçluyor. ‘Ama’ ile başlayan cümleleri kim kuruyorsa elmanın yarısını da o yemiştir, bilesiniz... ‘Ama’ burada da kapatılması gereken bir hesap var öyle ya da böyle, biliyorsunuz değil mi?..

SİYAH

Yazının Devamını Oku