Beşiktaş, topa ipotek koyarak oyunun kontrolünü elinde tuttu. Buna rağmen ciddi pozisyonlar verdi. Es Es’te Erkan Zengin’in gününde olmaması Kartal’ın şansıydı. Bilic’in ekibi, dökülen hücum hattıyla bu maçtan 3 puan alıp mağlubiyet serisine son verebildiği için kendisini çok kazançlı saymalıdır.
İlk 45:HEMEN hemen tüm istatistiki verilerde üstün olan taraf Beşiktaş ama bunun semeresini değil gol, gol pozisyonu olarak da alamadı. Töre başta olmak kaydıyla, hücum hattındaki kabızlık sürdü. Ha Almeida, ha Eneramo, fark etmiyor. Kim olursa olsun Kartal’ın forveti hep ‘değerli bir yalnızlık’ içinde. İki formanın da presini eksik etmediği bu orta alan ağırlıklı ilk bölüme ayak uyduramayan isim Fernandes’ti. Topa, ‘yangında kurtarılma önceliği olan evrak’ muamelesi yapması gereken Fernandes, aksine neredeyse ‘laçka’ bir üsluba kaçan oyunuyla bir çok topu heba etti. Duran toplardaki etkisizliği devam etti. Saçları hoş olmuş fakat oyundan alınsa “Neden” demezdim (!).. 40 dakika Tolga’nın semtine pek uğramayan Es Es, üst üste iki atakla Kartal’a Antalyaspor’u anımsattı!..
İkinci 45:BU bölüm de siyah beyaz tonlarla açıldı. Beşiktaş sürekli atak halinde ancak son paslar çok kalitesiz. Öyle ki Olcay, ‘maçın en kötüsü’ne adaylığını açıklamıştı sanki. Kenar yönetimi servis elemanlarına tahammül etmeyi seçip forvet değişikliğinde karar kıldı. Fakat gol bu yüzden değil, Fernandes ilk defa kanattan etkili bir top çıkardığı için oldu. Neyse ki golden sonra herkes topun kıymetini daha fazla anladı. Defans, Eskişehir’in baskısını top yaparak kırdı. Necip, özverisiyle en çok öne çıkan isimdi. Atiba ve Serdar da geçer not alanlardan. Beşiktaş kazansa da Bilic’in üçüncü bölgedeki isimlerin formasını tehdit edecek alternatiflere göz kırpmasında fayda var...
MAÇIN İYİSİ
Temposu ve özverili oyunuyla Necip Uysal...
MAÇIN KÖTÜSÜ
Yanlış olan üç yıllık planlamaların çarçabuk unutulup, ‘şampiyonluk hemen şimdi’ sabırsızlığına girilmesiydi. Olimpiyat’taki komployu bir kenara not edelim ama bir de 90+2’ye kadarki takımın vaziyetine bakalım:
Samet Aybaba’nın Antalya’nın başında Beşiktaş’ı yenmesi sürpriz değildi çünkü derbide kaybeden takım, Bilic’in sezon başından beri inşa ettiği takımdan ziyade bir önceki sezonun yani Aybaba’nın takımıydı (!)..
2012-2013 MODEL KARTAL
SAKİN, geriden oyun kurmaya çalışan, presiyle rakibi yıpratan 4 haftalık takım gitmiş yerine, coşku gibi görünen aslındaysa güvensizlik belirtileri taşıyan bir telaş içinde, büyük gedikler veren, ‘basit bireysel hata’larla hesabı pahalıya ödeyen ve öne geçtiği halde o ‘oyunu tutamayan kırılgan’ 2012-13 model Kartal gelmişti. Bursa deplasmanında alınan galibiyetle ‘kritik eşik’lerde geçen sezonki tökezlemelerin aşıldığını düşünmüştüm fakat epey erken davranmışım.
Defanstaki oyuncular haddinden fazla pozisyonda ‘dan-dun’ oynarken hakikaten öyle oynanması gereken anda Serdar Kurtuluş, fantaziye kaçınca mağlubiyet golü yenmişti. Bu durumdan ders alan (!) Serdar Kurtuluş, Antalya maçında ise hiç ‘risk’e girmeyip topu gördüğü en yakın çizginin ötesine atıp tehlikeleri bertaraf etmeye çalışıyordu. Özgüvenin haftalık değişim trendi!.. Gına getiren şu ‘koşu mesafesi’ kadar ‘özgüven derecesi’ni ölçsek (!). Bir ‘dış ses’ olarak buradan ‘Köyün Delisi’ne de sorayım yeri gelmişken: Bilgin Abi, koşu mesafesi konusunda ne düşünüyorsun? (!)..
YÖNETİM TUTARLI OLMALI
LUALUA’nın yerini Diarra aldı ve Beşiktaş siyaha düştü. Aybaba, geçen sezonki 2-2’lik Karabük maçından kopya çekmişti. Bunun da ötesinde Antalya’da ‘değmeyin bana göğsümde bin yara var’ bedbahtlığında bir Beşiktaş... Teknik, taktikteki sıkıntılar falan amenna da, ortada her şeyden önce çökmüş bir ruh vardı. Beşiktaş’ın her şeyi teslim alınabilir ama o ‘asi ruhu’ her daim onu ayakta tutan en büyük dayanağı olagelmiştir. Taraftarına sirayet etmiş bu ruhun membası da bizatihi sahadaki mücadeledir... ‘Bilic’in takımı’ geri döner mi? Murathan Mungan’dan evirip söylersem misal: ‘Bir tek Oğuzhan nasıl da değiştirir dünyanın tüm gerçeğini’... Korkmayın, sevgiliden halel gelmez ‘sosyalist takım’a... Ne de olsa ‘yarin yanağından gayrı herşey...’.Yönetim de söylemde tutarlı davranarak takıma daha faydalı olabilir. Derbi sonrası “Şampiyon olacağız” diyen başkan, Antalya öncesi “Önce stat, sonra şampiyonluk” dedi. İkinci açıklaması, üç yıllık planla da futbolun hakikatleriyle de daha çok örtüşüyor. Ha, olur da bir sürpriz olursa kimse de sokağa dökülmemezlik etmez!..
STATLAR İÇİN ‘DEMOKRASİ’
Ne var ki Kartal, Akdeniz’de rehabilite olacağına depresyonunu daha da derinleştirdi. Selef Aybaba, halefi Bilic’i alt ederek, hem ilk ‘menemen partisi’ni yaptı hem de kendisi adına Orman yönetimiyle de ‘hesaplaştı’...
İlk 45BİRAZ nem biraz da gamsızlıktan olsa gerek ilk yarım saat ‘uyku modu’nda geçti. Sonrasında iki taraf da bu kısır oyunda şanslar buldu ama fileleri gören olmadı. Bireysel performanslardaki düşüş, şiarı ‘sosyalist takım’ olan Beşiktaş’ın yolunu yokuşa sürüyor. Öyleki Fernandes, mahir olduğu duran toplar da bile etkisizdi. Atiba, üçüncü bölgede dağınık, Töre şevksiz... Olcay koşuyor ama nereye? Almeida, ‘Şükür-Arif’ modeli oynuyor fakat ‘arif’ olan bir Olcay yoktu yanında yöresinde.
İkinci 45DIARRA, ilk yarıda nasıl gol atacağının işaretlerini vermişti esasen ancak bunu beş dakikada iki kez yapacağını da kimse beklemiyordu. İlk gol, derbideki basit hataların devamının ürünü, ikincisi de ‘hızlı forvete karşı Escude ne yapar’ın cevabı ve tecrübenin de çaresizliğiydi...
Bugüne kadar ikinci 45’lerde vites yükselten Beşiktaş, 2-0 geriye düşünce ne yapacağını şaşırdı. Can havliyle yüklendi, haliyle geride zaten pek sağlam olmayan sigortaları da iyice gevşedi. Fark daha da artabilirdi. Arena’da Aslan’a kök söktürdüğü unutulmuş Antalya’nın. Kartal bir gol bulsa belki puan kurtarabilirdi ama olmadı. Muhammed iyi top yapsa da kenardaki mesaisi uzayan Pektemek birçok melekesini kaybetmiş. Forvetler ikilendi pozisyonlar artmadı. Bilic’in tribünde olması yenilginin mazereti olamaz. Bilakis bu durum, takım için bir karakter koyma vesilesi olmalıydı. Bir sonraki rakip deplasmanda Eskişehirspor... Ya kriz derinleşecek ya da yeniden beyaz bir sayfa açılacak...
MAÇIN İYİSİ
Tartışmasız Diarra. Gerçekle yüzleştirdi.
Çünkü o anda aklıma gelen ilk şey Bilic ve ekibinin 4 haftalık emeklerine yapılan saygısızlıktı. Bunun adı ‘provakasyon’dur!.. Kaç yıldır stada adım atmayanlarsa olaylar daha çıkmadan bile işin adını: Çarşı!.. Ancak hayat, daha olaylar bitmeden Çarşı’yı aklıyordu. Peki fail kim? Filmi başa sarmakta fayda var:
1-Beşiktaş, Kasımpaşa Recep Tayyip Erdoğan Stadı’nda oynayacak; sadece derbilerde Olimpiyat’a uğrayacaktı. Nihayet Galatasaray derbisinden sonra Haliç kıyılarına geçecekti. Cumhurbaşkanı’nın ‘gurur duyduğu’nu Gezi’nin ‘başlangıç’ günlerine fiilen katılan Çarşı nedeniyle Paşa, yönetimiyle yapılan kontrata ‘siyaset yasağı’ konuldu. Yetmedi kombine verirken de ‘siyaset yapmama andı’ içirildi taraftara. Ne var ki Olimpiyat’taki her maçta Çarşı siyasetini yapmaya devam etti. Hadi sert rüzgârın her türlü tezahüratı alıp götürdüğü Olimpiyat’ta neyse de ya Kasımpaşa’da ne olacaktı bu ‘34. dakika’ tezahüratı?
2-Olay çıkmasın diye deplasman taraftarının alınmadığı derbilerde bizim bildiğimiz emniyet, bir TV haberi repliğiyle söylersek; ‘stat etrafında kuş uçurtmaz’. 76 binlik rekor derbi içinse stat etrafından insanlar ‘kuş misali’ uçarak turnikeleri aşıp stada girdi(!).3-Emniyet müdürü, “Biletsiz girilmedi” derken, Bakanlık “10 bin biletsiz seyirci girdi, 8 turnike patlatıldı” diyor. Emniyet ve bakanlığın ters düştüğünü son yıllarda hiç hatırlamıyorum(!)..
4-Gazeteci Rıdvan Akar, olayın çıktığı tribünden tanıklığını aktarıyor: “Sustalı bıçaklı adamlar gördüm.” Zaten onun da bulunduğu grup saldırıya uğradı, arbedede ayak tarak kemikleri kırıldı. Bir başka gazeteci Ali Kayalar’ın tanıklığı: “Hayatımda stada hiç bu kadar ‘kolay’ girmedim. Dev gibi sırt çantam aranmadı. Gidip kendim açıp güvenliğe gösterdim. Yalapşap baktılar. O arama benim can güvenliğim açısından önemli oysa. Kombine kartımı ısrar etmeme rağmen elektronik okuyucudan geçirmediler. Yanımdakilerin de öyle. Saha dışındaki alkol tüketimi beni bile irite etti! Bayılanlar, içi dışına çıkanlar... Kimse karışmadı.”
5-Önceki maçlarda polis hiç bir siyasi içerikli pankartı stada sokmazken bu kez Doğu Tribünü üst sağda “Üçünücü köprü ofsayttasın, Çarşı orman katliamına karşı” pankartı her nasılsa tribüne asılabilmişti!
Çarşı’nın pankartçılarından Erol Özdil, de “Koca tırı soktuk tribünün önüne kadar ne var ne yok boşalttık. Bi kişi de gelip hayırdır napıyorsunuz falan demedi. 176 tane bayrak vardı üst kat için, hiçbiri kontrol edilmedi” diyor.
6-12 Mayıs 2012 Kadıköy... Fenerbahçeliler sahaya girip gireceklerine pişman ediliyor polis tarafından. Olimpiyat’ta ise kendisine sandalye vurandan kaçıyor, hatıra fotoğrafı çektirmek isteyenlere müsade ediyor! Elbette coplamasın, gazlamasın ancak sahada foto da çektirtmesin.
Dile kolay, 76 bin nüfuslu bir şehirdi bu şehir ve de pankartlarıyla, tezahüratlarıyla etrafındaki havuzlu, akıllı binalardan oluşan ‘yaptım oldu’ şehirlerinden çok daha ‘zeki’, çok daha hayata dokunuyordu.. Ne var ki Aydınus, taktir haklarını hep misafir için kullanınca şehir bunu ‘sokağa’(sahaya) dökülme mazereti saydı ama bu provakasyon kokan haraketin Beşiktaş’a faturası ağır olacak. Dilerim ki dün akşam kaybedilen sadece 3 puandır...
İLK 45:
REKOR taraftar, kazanmayı şart koşmasından ötürü, bir yanıyla gerilim kaynağı oldu. Üstüne Galatasaray’ın derhal önde basması siyah beyazlıları oyun kurmada sekteye uğrattı. Ancak Kartal, sıkı bir presle Aslan’ı püskürtmekte gecikmedi. Fernandes, karşı karşıyada kaçırsa da takıma güven geldi. Töre-Serdar mükemmel kanat işinde Almeida, sadece olması gerekeni; golü yaptı. Terim’in ileri hattı ne kendi arasında işbirliği yaptı ne de geriye döndü. Haliyle Kartal, orta alanda dirençle karşılaşmadan bol bol atak yaptı. Uzun çapraz toplarla özellikle sağını iyi kullandı. Tek sıkıntı, defansın Bilic’in hiç sevmediği gelişi güzel top uzaklaştırmalara fazla başvurmasıydı.
İKİNCİ 45:
GOLE ihtiyacı olan Aslan’ı, Kartal geriye yaslanarak iştahlandırdı. Töre, atsa kontra planı tutacaktı ama Burak da beraberlik sinyalini verdi. Beşiktaş ceza sahasındaki ribaundları hep sarı kırmızılılar aldı ve psikolojik üstünlük de skor üstünlüğü de kaybedildi. Fernandes ilk 4 haftadaki gibi değil de geçen sezonki gibi takılınca etkisiz kaldı. Takımla dayanışmadan geri durmayan Almeida’nın da gücü erken bitince hücum zayıfladı.
İlk 45’te bonkör davranmasa siyah beyazlılar maçı kazanabilirdi ama ikinci bölümde kendi oyun anlayışına ihanet etti ve kaybetti. İlk devre oyundan alınacak kadar kötü görünen Drogba’nın sadece iki pozisyonda klasını konuşturması yetti.
MAÇIN İYİSİ
Drogba. Üst düzey ne demekmiş gösterdiği için.
Şike davasını izlemiş ve üzerine bir de kitap yazan biri olarak, “Yeni ne öğrendin” derseniz,
Erich Maria Remarque’ın ölümsüz eserinin adıyla cevap vereyim: Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok!...
Fenerbahçe ve Beşiktaş şike yaptı mı? Özel Yetkili 16. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göre “Evet”, UEFA’ya göre “Evet”, CAS’a göre de “Evet”... TFF’ye göre ise “Hayır” ama “bazı yöneticilerin bazı şeylere yeltendiği” şerhiyle...
UEFA ve CAS’ın ‘evet’i, mahkemenin kararına dayanıyor. Mahkeme, ‘özel yetkili’ olduğu için kişisel olarak tanımayabilirsiniz çünkü son dönemlerde bu mahkemelerin verdiği kararlar toplumun büyük kesiminde rahatsızlık yarattı ki nihayet yapıları değiştirildi. Meşin yuvarlağın peşinden koşanların bakması gereken yer sportif yargıdır. Sportif yargının vereceği karardan da şüphe edeceksek o zaman hep birlikte ‘köprüden atlayalım’ derim. Ne yazık ki köprüden atlamamız gerekiyor! Önce dün kamereların karşısına geçen eski TFF Başkanı Mehmet Ali Aydınlar, sonra da bugünkü başkanı Yıldırım Demirören’in nezaret ettiği sportif kurullar, hakkaniyetli bir yargı süreci yürütmedi. Demirören, “Önemli olan decoderdir” diyerek zaten şike olsa dahi kimseye ceza verilmemesi gerektiğini söylediğinden onun TFF’sinin kulüpler lehinde verdiği kararı yadırgamıyorum. Demirören, ülkedeki siyasi iradenin önerdiği çözümü uygulayan bir kişidir sadece, o kadar. Kendisinden sual edilmesinin bir kıymet-i harbiyesi yoktur.
‘Esas adam’ Aydınlar’dır. Onun dünkü basın toplantısını izleyen taraftar denilen futbol tutkunlarının oturup ağlaması gerekir. Aşlarından işlerinden eksiltip forma aşkına peşinden koştukları futbolun nemenem bir zihniyetle yönetildiğini görsünler. Aydınlar, kulüplerin ceza alma ihtimaline karşılık talimatı değiştirmek istediklerini söylüyor. Böyle bir düşünce tarzı olamaz. Siz bu saikle hareket ettiğiniz anda o kurtarmak istediğiniz kulüpleri tam da o anda yargısız infaza kurban edersiniz ki bugün olan da budur. Benim için talimatın değiştiği gün kulüpler şikeden mahkum olmuştur.
ORWELL’A RAHMET OKUTURSUNUZ
Aydınlar’ın önerdiği çözüm evlere şenliktir. Hem yargılamayı bitirmeden kulüplerin ceza alacağını varsayıp en az cezayı vermek için talimat değiştirmeye kalkacaksınız hem de sonunda ceza kesilirse de söz konusu sezonu ‘yok, yaşanmamış’ sayacaksınız. Yani Aydınlar’ın planı işleseydi 2010-11 sezonu ‘LOST’ (kayıp) olacaktı. George Orwell’ın 1984’üne bile rahmet okuturdunuz valla böylece. 1984’te de istenilen dönemler istenildiğinde yok sayılıp, silinir...
Bursa Bilic’in ilk eşiğiydi. Sahadışı etkenleriyle de zorlaşan bu eşiği Kartal, çok kolay atladı. İşi kolay kılan siyah beyazın hükümranlığıydı. Yıllar sonra liderlik, yıllar sonra 4’te 4... Sırada Olimpiyat’ta taraftar ve desibel rekoru var...
İlk 45:
Mücadelenin öne çıktığı ligimizde Çalımbay sonrasının Atom Karınca’sı Veli, elbette bir velinimettir! Üstelik yokluğunda istihdam edilen Oğuzhan’ın kırılganlığı düşünülünce endişelenmemek elde değildi. Neyse ki takım, hocasının fıtratını çabuk kapmış: ‘Toplumcu’ oyun anlayışıyla mücadeleden düşmediler. İki taraf da açık ve de arkaya sarkmayı prensip edinmişti. Fakat toplam 9 ofsayt bayrağı, bu işte çok da mahir olmadıklarının ıspatıydı. Hele ki Beşiktaş... 9 ofsaytın 6’sı (3 kez Almeida) onların hesabınaydı. Belli ki Fernandes bu sezon birşeyler istiyor. Asistleri kadar, ‘ön asist’leri ve her yere ayak basmasıyla da göz alıyor. Olcay da geçen sezonaki haline epey yaklaştı.
İkinci 45:Daum’un ikinci devreye bir hamleyle başlaması bekleniyordu ve o hamle de Kazım Kazım oldu. 60’a kadar Bursa yüklenmedi değil. Fakat bu arada gerisinde boşluklar bırakmaya devam etti. Buna karşın 3. gol yine duran toptan geldi. Kartal’ın bu golü taktire şayandı: Fernandes kesti, Sivok indirdi, Escude tamamladı. Alkış lütfen!.. Timsah teslim bayrağı çekmişti ama yine de 72’de Frey’i yoklayan Almeida, 73’te kendi kalesinin önünden top çıkarıyordu. Bir alkış daha... Geçen sezon iki Beşiktaş vardı: Hücum tarafı iyi savunma tarafı kötü. Savunma kötüydü çünkü hücum dayanışmasından yoksundu. Bu sezon ise tek bir Beşiktaş var; her hattıyla yekvücut olan. Maça çok iyi başlayan Ramon’u sarı kart biraz durgunlaştırsa da artık kimse Bilic’e ‘sol bek’i sormayacak gibi. Tek kayıp Oğuzhan’ın sakatlığı oldu.
MAÇIN İYİSİ
Fernandes. Her hücresiyle oyuna veriyor kendini.
MAÇIN KÖTÜSÜ
Batalla:
Avrupa Kupası gelir mi, gelmez mi bilemiyorum. Ancak siyah beyazlı camiada böylesi bir gayenin ortaya konulması da mühim... Bilenler bilir, içeride ligin tozunun atıldığı Gordon Milne döneminde Kartal, Edirne’den ötesine pek uçamazdı.
TFF DİRAYETLİ ÇIKTI
Beşiktaş’ın başlattığı hamlenin önemli bir ayağı yabancı kontenjanı... Bu sezona başlarken planlama ‘6+0+4’ gözetilerek transferler yapıldı. Bundan ötürü Galatasaray’ın kontenjanı delme girişimine cephe alındı. Neyse ki umulmadık biçimde de olsa TFF, dirayetli davranıp sınırlamadan geri adım atmadı. Beşiktaş, transfer politikasıyla esasen gelecek sezonun kadrosunu da bugünden şekillendiriyor. Bunu yaparken bütün hesaplarını da ‘5+0+3’ üstüne kuruyor. Gökhan Töre, Kerim Frei ve hatta Ömer Şişmanoğlu transferleri gelecek sezonun formülüne göre düşünüldü. Ramon Motta’nın öncelikle kiralık düşünülmesinde her ne kadar İsmail Köybaşı’nın önünü kapatmama inceliği varsa da, 2014-15 sezonunda iki kişi daha eksilecek yabancı kontenjanı da etkili oldu.
HANGİ YABANCI TIRPAN YER?
MEVCUT yabancılardan makas atılacak ilki Dentinho’dur çünkü satın alma opsiyonunda biçilen 9 milyon Euro’yu hak edecek bir iş çıkarmış değil. Devre arası Ronaldinho gelirse, Brezilyalı hemşehrisine yer açmak için erkenden gider. Ramon pansumanı tutarsa, takımda kalabilir.
Portekizli ikiliyi bir kenara bırakırsak, Eneramo, Sivok, Escude ve Holosko da gözden çıkarılacaklar listesinde... Sivok diyorum çünkü geleceğin Beşiktaş’ında Franco görünüyor. Escude, ‘yaş haddi’nden en zayıf halkalardan... Holosko, Gökhan Töre aşısı tutarsa vedalaşır. Eneramo ise ağzıyla kuş tutmalı. Siyah beyazlılar, sadece kontenjanı 8’e düşürmek için değil, daha iyi yabancılar almak için de eksiltmek zorunda...
FATİH TERİM’İN TERCİHİ
Hasılı saydığım isimlerin çoğu gelecek sezon kadroda olmayabilir.