Corto Maltese ile bir maceraya çıkmak ne sağlam harekettir.
Yol yakınken uyarmak isterim; mutluluk, servet, zafer peşindeyseniz bu maceraya hiç çıkmayın, derim.
Corto asla ‘tam olarak’ bunların peşinde değildir.
Kaderini hap kadar çocukken bir usturayla çizmiştir.
Avucunda kader çizgisinin olmadığını görünce, babasının usturasıyla avucuna bizzat kazımıştır.
Denizcidir ve daha pek çok şey...
Anti-kahraman olarak anarlar ya, gülerim.
“Nalıncı keseri”nin bir üst modeli olarak hadiseleri kendine değil de yaranmak istediği kitleye, lidere, partiye, cemaate, derneğe yontan “nalıncının keseri”ne dönüşen yorumcuları dışarıda bırakarak...
Gerçekten “komik” yazarları listelemem gerekseydi...
P.J. O’Rourke’u ilk sıraya koyardım.
Okurken yüksek sesle gülmemi sağlayan bir yazardır.
Amerikalı gazeteci/yazar P.J. O’Rourke’u Rolling Stone’da yayınlanan yazılarıyla tanıdıktan sonra kitaplarına balıklama dalmıştım 1990’larda.
En sevdiğim kitabı da “Holidays In Hell” (‘Cehennem Tatilleri’ diyelim) olmuştu.
Daha önce çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmış röportajlarından derlemişti bu kitabı P.J. O’Rourke.
Vatan’ın başarılı muhabiri Kenan Butakın’ın “Arısız bal” başlığıyla yayınlanan haberi resmi çok net şekilde ortaya koyuyor.
* * *
Önce balda “arı vesayeti”nin memlekette nasıl kalktığına bakalım:
“Türkiye’de bal furyasının yaşanmasının nedeni 2002 yılına dayanıyor.
Bu tarihte ‘Nişasta Bazlı Şeker’ üretiminin kotası yüzde 7.5’ten yüzde 15’e çıkarıldı.
Bu tarihten sonra mısır şurubu neredeyse bal üretiminin en önemli malzemesi haline geldi.
Öyle ki ‘arı’ya bile gerek olmadığı ortaya çıktı.”
Doğruları yapan, maça hem taktik hem de mental açıdan daha hazır olan taraf rakip Trabzonspor’du. Hem doğru oynadı, hem de G.saray’ı yanlış oynamaya sevk etti. Gerektiğinde oyunun, gerektiğinde bizzat rakibinin tansiyonunu yükselten taraf Trabzon ekibiydi.
Selçuk’a nefes alacak alan tanımayan Zokora başta olmak üzere ilk yarıda bütün oyuncuları görevlerini layıkıyla yerine getirdi.
***
G.Saray, kritik pozisyondaki çarkların dönmesi durumunda mükemmel çalışan, çalışabilen bir makine.
Defansta Ujfalusi, ortada Melo ve/veya Selçuk, ileride muhakkak Elmander... Parçalardan biri eksildiğinde zorlanıyor makine. Bu maçta Baros/Necati’yi değerli ve etkili kılan elemanın Elmander olduğu net bir şekilde ortaya çıktı mesela.
Savunmayı en uç noktada başlatan, rakibi yıldıran, arkadaşlarına zaman ve alan avantajı sağlayan, gol üretiminin ötesinde değer katan Elmander olmayınca makine dağılabiliyor, dağılıyor.
***
İkinci yarıda, kaybedeceğinin üç puandan fazla olduğuna biraz daha uyanmış bir G.Saray vardı.
“Ne zaman mı tutuklanmayı düşünüyorum? Zaman zaman...”
“Yarın, belki yarından da yakın!”
“Mümkün olan en kısa zamanda tutuklanmayı düşünüyorum.”
“Rus klasiklerine başladığım zaman...”
“Evde ne kadar ders notu, kitap, dergi, plastik boru varsa hepsini yaktım, imha ettim ve bu sayede tutuklanmayacağımı düşünüyorum.”
“Valla, kafamda belli bir tarih yok...”
“Bu akşam.”
Leonard Cohen 2009 Ağustos’unda İstanbul’da iki konser verdi.
Konserleri izleyen şanslı faniler; ki aralarında ben de bulunmaktaydım; o sırada 74 yaşında olan Cohen’i “Büyük ihtimal son turnesidir; gördük dinledik ya, ne şanslıyız” hisleri içinde hayranlık ve şükranla kazıdı beyinlerine.
Gayet dinçti Leonard Cohen.
Saatlerce söylemişti.
Yine de “74 yaşında artık, ne kadar sürdürebilir ki bu tempoyu?” demiştik.
Zaten bu turneyi kötü bir insana borçluyduk. Malum, menajeri tarafından dolandırılmıştır Leonard Cohen.
Ve ahir ömrünü sıkıntı çekmeden tamamlamak için, bir yerde ‘ekmek parası için’ çıkmıştı bu turneye.