Ülkeyi yönetenler ve okuryazar tayfası tercihini ikinciden yana kullanıyor çoğunlukla.
Herhangi bir gündem başlığıyla ilgili fikir beyan edip “yumruğu yemek” de olunca işin ucunda anlaşılır bir durum.
Hoş, yakın tarih tartışmaları sırasında da yumruklar havada uçuşabiliyor fakat TÜSİAD’ın yediği aparkatla kıyas kabul etmez.
* * *
Ancak...
Çünkü “Şu anda, tam şu anda okuduğunuz harfler ‘souvenir’dir.
Yazının başlığı meşhur ‘helvetica’nın sayısız türevinden biridir.
Hürriyet’te genellikle ‘Vigor DT’ tercih ediyoruz ki; Malcolm Wooden adlı vatandaş 2002 yılında tasarlamıştır” şeklinde bir başlangıç yapıp büyük bir risk alacağım.
Sonra tipografiden gerçekten çakanlardan “Ona öyle demezler, Garamond arası peynir yemezler” fırçası gelecek...
Neden bahsettiğimi anlamamış olma ihtimaliniz çok yüksek; ben de ne dediğimi bilmiyorum zaten!
Fakat ne yapmaya çalıştığımı anlatabilirim.
* * *
Çocukken bir bölümünü kaçırırsam ertesi gün matematikten sözlüye kaldırılacakmışım gibi sıkıntı basardı içimi.
‘Muppet Show’un yayınlandığı saatlerde ne mahalle maçı, ne ‘gizemli olduğuna inandığımız bahçe’de yapılacak ‘Gizli Yediler’ toplantısı ne de “Haydi oğlum sinemaya gidelim Godzilla’nın başka canavarlara karşı filmi varmış” çağrısı ciddiye alınırdı.
Her program sonrası “İçinde insan var bunların...”, “Bence davulcu gerçek...”, “Fozzie aslında Kermit’ten çok daha komik”, “Sana bişiy diycem, Mana Mana dupduu-du-dubup!” tarzı fikir tartışmaları yapılırdı.
Toplam 120 bölüm çekilmiş Muppet Show.
Ben çok daha uzun sürdüğünü sanırdım. Büyüyünce burun kıvırmadığımız hatıralar rafındaki yerini hep korudu.
Uzun metraj filmlerle gündeme gelmeye çalıştığında ilgi alanlarımız çoktan değişmişti.
Kazık kadar olmuştuk, “Muppet Show seyrediyorum” dersek kızların “Hıı-hı oldu canım” diyeceğinden hem korktuğumuz hem emin olduğumuz yaşlara denk gelen filmleri es geçtik.
Oğuz Abi bize bakmazdı, o klasik yün kazaklı fotoğrafında sağ omzunun üstünden “Ne haliniz varsa görün” der gibi uzaklara bakardı.
Öğrenci evimizin kapısında asılı bu fotoğrafın altında şu cümle yazardı:
“Türk solu geç kalkar, çünkü bir gece önce sabaha kadar içmiştir.”
Oğuz Atay’ın “Günlük”ünü okumuş her seveni gibi o cümlenin sahibinin ustamız olmadığını bilirdik.
Günlüğünün 5 Ocak 1975 tarihli bölümünde bu sözü tırnak içine alıp kullanmadan önce ‘Bir sosyalist eleştirmenimizin dediği gibi’ hatırlatmasını yaptığını bilirdik.
Ama neticede “Oğuz Atay’dan kaptığımız güzel cümlelerden biri”ydi ve akşamdan kalmışsak eğer özrü o sosyalist eleştirmeni bulana kadar Oğuz Abi’den dilemek daha kolaydı!
Başbakan Erdoğan, grup toplantısında CHP’yle kafa bulurken “merhum yazar Oğuz Atay”dan alıntıladığı bu cümleyi araya sıkıştırdı, “Medya bunu da kullanır ha” dedi ve “Bak ben gol demiyorum adamın diyor” havasıyla alıntıyı noktaladı.
Okurken rahatsız olabilirsiniz ama asıl rahatsızlık hissi anlatılanlara sırtını dönünce vicdanlarda oluşmalı.
Pozantı M Tipi, daha önce de “kötü muamele” haberleriyle gündeme gelmişti.
2010’da Pozantı’da inceleme yapan TBMM, “Kapatın” şeklinde görüş belirtmişti.
Kamuoyu tarafından “taş atan çocuklar” olarak tanınan 7 çocuğun İnsan Hakları Derneği Mersin Şubesi’ne gelerek anlattıkları ise yeni.
Okuyun, duyun, görün...
“Adli suçlular geceleri arkadaşlarımızı zorla yataklarına çağırıyorlardı.
Gözümüzün önünde arkadaşlarımızın kafasını kırıyorlardı. Ama cezaevi idaresi her zaman konuyu örtbas etmeye çalıştı.” (A.K.)
“Bazı arkadaşlarımıza adli tutuklular tarafından defalarca tecavüz edildi.
Maç, bu kıvamda başladı. İki taraf da, maçın bilincine sahip bir oyun sergiledi. Direnme noktaları kuvvetliydi. Birbirlerini tartarak ve vahim hatalara yol açmamak için maksimum dikkati göstererek başladılar maça...
Galatasaray, kazanacağı avantajın bilincinde, Beşiktaş da, kaybedeceği pozisyonun farkındaydı. Ev sahibi takım, galibiyete odaklı, gerekli riskleri alan bir oyun sergiledi. Meyveyi de, erken hasat etti. Elmander’in golü, maçın Galatasaray açısından kolay olacağını gösterse de, skoru geliştirememek ve Beşiktaş’ın direncini kıramamak, zaman içinde problemlere yol açtı.
Lider özüne döndüLider, maçı koparacak hamleyi yapamadığı için rakibi özgüven kazandı, Beşiktaş işlemeyen yerlerini onardı ve sezon boyunca çok beğendiğim özüne döndü. Quaresma’nın kendini belli ettiği ve neredeyse tek başına bir takıma dönüştüğü süreçte, Beşiktaş ayakta kaldı. Galatasaray’ın baskıya dönüşmeyen oyununa karşılık verdi. Ve iki kere geriye düşmesine rağmen maça tutundu. Fakat Galatasaray’ın ihtiyacı, bu maçı kazanmaktı. Çünkü kazanınca gelecek kar, neredeyse bütün sezonu belirleyecek güçteydi. Ve ikinci kez rakibine yakalanmasına rağmen, iradesini ayakta tuttu.
Belki de maçın başka dönemlerinde kurması gereken baskıyı kurdu. Ve bir şekilde uzatma dakikalarında, galibiyeti getiren golü yakaladı. Bu maç ve bu skor, Galatasaray açısından şampiyonluğu garantilememiş olabilir. Öyle bir hesap, şu an için erken... Fakat yıllardır derbilerde başarısız olan sarı kırmızılı ekip, ilk kez büyük bir moral üstünlüğü yakalamış oldu ve başı dik bir şekilde TT Arena’dan ayrılmayı bildi.
Çok önemli bir rehberGalatasaray’ın önümüzdeki maçları, elbette çok zor. Fakat bu moral, amaçladığı noktaya ulaşması için çok önemli bir rehberdir. Kaybetmemek, başka bir hesaptır. Kazanmak için ısrar etmek, başka bir hesap... Galatasaray kaybetmemekten çok, kazanmayı önemseyen bir takım olduğunu bu maçta gösterdi. Kazancı, üç puanın ötesindedir. Elmander, bu sezon için Galatasaray’ın bayrak şahsiyetidir. Bunu da bir not olarak düşmek, boynumun borcudur.
Başlıkta “Olmayınca Olmuyor” yazıyor. Yazının konusu da Erkin Koray ve birazcık da ‘Turkish Psychedelic Music’...
Erkin Koray hayranlığımı bilen bilir. Galata Köprüsü, Kemancı, Bilsak 5’inci Kat, Babylon ve hatta Nişantaşı’nda gece yarısından sonra bambaşka bir gazino programına geçiş yapan kulüpte peşinden koşmuşluğum, şanslı bir insan olarak tanışıp muhabbet etmişliğim vardır Erkin Baba’yla.
45’liklerini toplamayı severim. Artık astronomik denebilecek fiyatlarla satılan plaklarını bulmak da, almak da problem.
Zaman içinde toplamış olduklarımla mutluyum.
45’liklerin kapakları muhteşemdir. Hem görsel olarak güzeldir, ilginçtir hem de Erkin Koray’ın yazdığı metinlerle.
Favorim zaten çok sevdiğim bir Erkin Koray şarkısı olan ‘Krallar’dır.
Davulda Nihat Örerel, basta Rauf Ülgün, gitar ve vokaldeyse elbette Erkin Koray vardır.