Kanat Atkaya

Tren bir hayattır

14 Ekim 2012
AKLIMDA Ferhan Şensoy’un “Gündeste”sinden yıllar yıllar önce ezberlediğim (ki ezberim berbattır!) bölüm eşliğimde okuyorum kitabı:

“boris vian diyor ki
yalnızlıktır dinimiz
örneğin bir trenden
istediğiniz yerde ininiz
yeknesak karmaşık dingiltisi trenin
kararsızlıklardan yana
lingi lingi ling

Yazının Devamını Oku

Jimi kaç yaşındadır?

13 Ekim 2012
Öldüğünü öğrendiğimde yıkıldım. O, ölmeden iki hafta önce bir gazeteciye “28’imi göreceğimi sanmıyorum” diyen, gelmiş geçmiş en büyük rock gitaristiydi. Jimi Hendrix yaşasaydı şu sıralar 70’inci yaşını kutluyor olacaktık

İlk dinlediğimde “Bu ne?” diye sorduğumu çok net hatırlıyorum.
“Rock’çı olmaya karar vermiş” veletler olarak bir arkadaşımızın abisinin plaklarına ‘dalmış’ vaziyetteydik. Yakalanmamız durumunda arkadaşımızın abisinin bizi paralayacağı kesindi.
Daha ‘pikap kullanmayı bilmeyen, plakların canına okuma veya kolonları patlatma ihtimali çok yüksek tıfıllar’dık netice itibariyle.
Bugün düşündüğümde abiye hak verdiğim olmuyor değil...
“Bu ne?” sorusuna dönelim.
Yeni bir grup veya şarkısıyla karşılaştığımda normal sorum “Bu kim?” olurdu.
Tanışma amaçlı basit bir soru işte.

Yazının Devamını Oku

Parçalanmış lügat ve demeç sanatı

11 Ekim 2012
DİYARBAKIR Emniyet Müdürü Recep Güven’in “ağlama” demeci beni hiç yanıltmayacak şekilde başına iş açacağa benziyor.

AKP, CHP ve MHP liderleri kürsüye çıkıp, söz birliği etmişçesine haşladılar Güven’i.

En derin ve felsefi yaklaşım, hesaplama yöntemleriyle aklımızı başımızdan alan MHP liderinden geldi: “Gözyaşı yoksa insan yok diyorsan, burada gözyaşı yok, demek bu salonda insan da yok...”Başbakan Erdoğan “Analar ağlamasın” noktasından “Biz ağlamayız”a geldi.

CHP lideri Kılıçdaroğlu da zihinsel bir sıçramayla “bölücülük” noktasına vardı.

* * *

Recep Güven sıcağı sıcağına olmasa da belli ki o koltuktan alınacak.

Yazının Devamını Oku

Savaş ve sefalet

9 Ekim 2012
FRANKFURT Okulu’nun medar-ı iftiharı Theodor Adorno, başyapıtı kabul edilen “Minima Moralia”nın* büyük bölümünü İkinci Dünya Savaşı sırasında yazmıştı. “Ateş hattından uzakta” başlıklı denemede şöyle diyor:

Yaşamı yeniden üretmenin, ona tahakküm etmenin ve onu yok etmenin mekanizmaları birdir ve bu yüzden sanayi, devlet ve reklamcılık (medya) iç içe geçmiştir. O zaman abartma sayılmıştı ama ‘Savaş ticarettir’ diyen Liberallerin haklı çıktığı görülüyor bugün...”

* * *

Suriye ile karşılıklı ölümcül servisler kullanılarak yürüyen bir voleybol maçı kıvamında “kontrollü gerginlik” yaşıyoruz; ‘uzmanlar’ şimdilik bu adı uygun görüyor.

Bu kan sıçratan servislerin savaşa evrilmesini aklı fikri Allah’a emanet bazı goygoycular dışında kimse istemiyor.

Savaş çıkacağına ihtimal vermiyorum” diyenler ağırlıkta ve ben de “İnşallah haklı çıkarsınız” diye seyreden ve bu görüşü destekleyenler arasındayım.

Bir başka sözüm daha var: “Savaşa hayır!” diyorum, ki bu beni otomatikman “olağan şüpheli” yapıyor.

Ne şüphelisi?..

Konuyu analizlerden analizlere sürükleyen kalemlere göre en basitinden “AKP gitsin de nasıl giderse gitsin” şemsiyesi altında gezenler grubundan olmalıyım.

Mesela Mustafa Akyol’a göre “Barış çığırtkanlığının sefaletine” kapılmış olabilirim.

Sadece “Savaşa hayır!” demek mümkün değil, bu konuda bazı arkadaşların sonuçları kuşku götürmez samimiyet dayanıklılığı testinden geçmek gerekiyor.

* * *
“Taksim’de Twitter’da filan” çıkıp “Savaşa hayır” demek sefilliğine düştüyseniz ilk kimlik kartınızı hazırlıyorlar: “İflah olmaz AKP düşmanı”.

Muhakkak “Eski Türkiye”nin dirilmesi için savaş aleyhtarlığından medet umacak kadar gözüm dönmüş olmalı bazı arkadaşlara göre.

Ya da Baas destekçisi, Esad gönüllüsü gibi bir alçaklıkla harmanlamışım bünyemi.

Aksi olamaz.

Sadece “Savaşa hayır!” diyemem.

İkna etmeliyim, ilk seçimde oyumu AKP’ye (veya bu durumda MHP’ye) vermeli, samimiyet testinden geçmeli, sonra “Savaşa hayır!” demeliyim.

Bir onlar samimi savaş aleyhtarlığı bahsinde, ben ve benim gibi “Savaşa hayır” diyenlerin hepsi içten pazarlıklı.

Kategorilendiren de çıktı sağ olsun Yıldıray Oğur gibi, oradaki gömleklerden birini giymiş olmalıyım.

* * *

Kendileri de savaş karşıtı olan Yıldıray Oğur ve Mustafa Akyol’un kötü niyetli veya tamamen haksız olduğunu düşünmüyorum, bunu söylemeye vicdanım el
vermez.

Elbette savaş aleyhtarlığını AKP aleyhtarlığına koşut görenler, bundan medet umanlar var.

Bu affedilmez bir suç mudur/tavır mıdır, onu ayrıca tartışan çıkar herhalde.

Fakat yine de “Savaşa hayır” diyen herkesi “AKP muhalifi ve düşmanı, Esad muhibbi”, “barış çığırtkanlığı sefaletinden mustarip” torbasına doldurmak en hafifinden ayıp oluyor.

Umarım eli kanlı diktatör Esad tez elden defolur gider, umarım o gittikten sonra Suriye bir barış ülkesi olmayı başarır.

Eminim -emin olmak istiyorum- Türkiye bu yolda elinden geleni yapar.

Ve umarım savaş çıkmaz.

* * *
Ama savaşa girersek, o “mezarkazıcılardan ve silah tacirlerinden başka dostu olmayan” belaya bulaşırsak...

Adorno, aynı denemede İkinci Dünya Savaşı’nı 30 Yıl Savaşları’na göz kırparak şöyle de anar:

“...Bir savaş ki son bulduğunda kimse başlangıcını anımsamayacak.”

Allah kimseye “Savaş başlamadan önce savaş aleyhtarlığını sefaletle denk tutardı” diyerek hatırlatmasın, bu utancı yaşatmasın.

Savaşa hayır, bu kadar.

----------------------
(*) Minima Moralia, Theodor W. Adorno, Çevirenler: Orhan Koçak-Ahmet Doğukan, Metis Yayınları.
Yazının Devamını Oku

Toptan çöküş

7 Ekim 2012
GALATASARAY üst üste aldığı yenilgilerde bile dünkü maçın ilk yarısındaki kadar silik oynamamıştı.

Rakibi bunaltan takım gitmiş, yerine seyredeni bunalıma sürükleyen sıkıcılıkta bir takım gelmişti. 45 dakika içinde rakip kaleyi sadece bir kez, o da Selçuk’un serbest vuruşuyla zorlayabildi; tam bir ‘Otur, sıfır!’ dedirtecek performans...Her mevkide normal oyununun yarısını da geçtim, çeyreğiyle oynayan bir ekip...
İnanılması güç kötülükte paslar, uyku mahmurluğu sınırında gezen oyuncular vesaire... Kollektif bir çöküş hali işte... Eskişehirspor da bu ligi avcunun içi gibi bilen, ‘külyutmaz’ oyunculardan kurulu olunca, oyun tamamen kilitlendi.

Kahraman, kaleci Muslera

İkinci yarıda işlerin değiştiğini, Galatasaraylı oyuncuların pabucun pahalı olduğunu fark ettiklerine dair alametler belirdi. Kötüler içinde belki de en kötüsü olan Melo’nun çıkışı, yerine giren Amrabat’ın dinamizm kazandırması, Emre’nin kıpırdanması ve bir şekilde gelen gol Galatasaray’ın bu berbat performans gecesinden 3 puanla sıyrılabileceğine dair umutları yeşertti.Bir klişe vardır, “Futbolun adaleti yok” diye; pek sevmediğim bu ifade maçın sonlarında taca çıktı. “Kahraman Muslera, Eskişehirspor’a karşı” şeklinde bir aksiyon filmi gibi gelişen pozisyonda golü yedi Galatasaray... Ceza sahası içinde 4 Eskişehirsporlu futbolcu ile tek başına mücadele eden ve 3 kez de üst üste kurtarış yapan Muslera’yı arkadaşları da tribündekiler gibi seyretmekle yetindi. Bu maçta en son kızılacak futbolcu Muslera’dır.

3 puan hak edilmedi

Geçen sezon da bu tarz bir duraklama dönemi yaşamıştı Galatasaray... Bu dönemin de böyle bir geçiş dönemi olduğunu umalım, “Avrupa maçı sonrası dağınıklığı” diyelim, iyi niyeti koruyalım elbette ama doğru teşhisi de koyalım. Galatasaray kötü oynadı ve galibiyeti hak etmedi, nokta...

Yazının Devamını Oku

Karateci Kız gururumuzdur!

7 Ekim 2012
Filiz Akın, Bülent Kayabaş’ı niye öldürüyor bilemiyorum, çünkü “Karateci Kız” elimden kurtulmuş bir kült filmdir.

Bülent Kayabaş’ın iki karate darbesiyle elindeki bıçağı kaptırdıktan sonra 6 kurşun yiyerek Hakk’ın rahmetine yürüdüğü sahneyle ilgili sorulacak en son soruyu yönelttiğimin farkındayım.
Niye öldürüyorsa öldürüyor işte...
Şiddete karşıyız fakat Filiz Akın gibi hanımefendiliğiyle nam salmış bir insan elini kana buluyorsa elbette kendince haklı bir sebebi vardır!

İNGİLTERE BU TÜRK FİLMİNİ KONUŞUYOR/WEB TV

* * *

“Ne diyorsun pazar pazar?..” diyenleri öncelikle hurriyet.com.tr’ye davet etmeliyim.
Web sayfamızda “İngiltere bu Türk filmini konuşuyor: Dünyanın en kötü sahnesi seçildi” başlığıyla duyurulan haberde bahsi geçen film 1973 yapımı “Karateci Kız”.

Yazının Devamını Oku

Ağla güzel gitar, ağla

6 Ekim 2012
Jimi Hendrix’ten Kurt Cobain’e pek çok rock ikonunun gitarı olan Fender Stratocaster, hem satış rakamlarında hem de kârlılıkta düşüş yaşıyor. Tüketicilerin önemli bir bölümü, yeni üretilen gitarların eskilere göre kalitesiz olduğuna inanıyor. Peki Fender batar mı, ıssız acun kalır mı dersiniz?

En özendiğim insanlar enstrüman çalabilenlerdir, özellikle de gitar. Daha önce de bahsetmiştim, kendimi ve insanlığın kalan kısmını müzikten soğutabilecek seviyede yeteneksiz bir insanım bu bahiste.
Bu durumumda ortaokul yıllarında elektronik gitar isterken elime bir akustik gitar tutuşturulmasının yarattığı travma da etkili olmuştur belki. Fakat bu konuyu sizinle değil, ömrünü ruhbilimine adamış bir uzmanla konuşmak isterim!
Hayallerimi süsleyen gitarlar sıralamasında Fender Stratocaster ilk sıralarda yer alır.
Geçen hafta uzun süredir beklediğim Radiohead konseri için Berlin’deydim.
10 yıl önce ‘Kid A’ turnesinde seyredip unutamamıştım; yine çok iyilerdi hatta çok daha iyilerdi.
Umarım bir şekilde yolları bizim memlekete de düşer...
“Konserde Fender Stratocaster gördüm, iki gözüm iki çeşme ağladım heba olan gençliğime” türü bir bağlama yapmayacağım çünkü gitarın markasını anımsayamayacak kadar uzak bir noktadaydım.

Yazının Devamını Oku

Açıl ülkem açıl

4 Ekim 2012
MECLİS açıldı.

İlk gün sevgi yumağı oluşuverdi çatının altında “Yok öyle 25 kuruşa simit... Yalancı, hain, namert...”
Bu tatil yapmış halleri, önümüzde sebilhane maşrapası gibi dizilen seçim sürecinde nasıl konuşacaklar varın siz hesaplayın.
Müsekkine kuvvet, yaşasın millet!

* * *

Üniversiteler açıldı.
Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş’in daveti üzerine Başbakan Erdoğan’ın akademik yıl açılışı için kampusa gitti.
Başbakan, rektörlük tarafından seçilen ve kimlik eşleştirmesiyle salona alınan “uslu öğrencilere” hitap etti, kibirden uzak durmalarını tavsiye etti.

Yazının Devamını Oku