Eğer annen baban Türkiye’de zenginlik bakımından ilk 20’ye girmiyorsa, şimdiden geçmiş olsun.
Hayata yenik başlayanlar ve yenik noktalayacaklar ordusunun bir neferisin demektir.
Acı konuşacağım, şimdiden özür dilerim minik kalbini kıracağım için.
Ama bunları bilmen gerekiyor.
* * *
Tuvalete gitmek için, beslenme için 5 dakikan var artık.
Tuvalete gittiğinde -büyük ihtimal ilk kez gördüğün için- alaturka sistemin deliğinden düşmekten korkanlar varmış aranızda.
Arkadaşım Kürşad Oğuz’un, İhsan Oktay Anar’la yaptığı ve geçen pazar günü Habertürk’te yayınlanan röportajı üzerine, salı günü Hürriyet’e ‘İhsan Oktay Anar ve iyimser bir kıskançlık’ başlıklı bir yazı yazdım.
Hem Kürşad’a duyduğum sevgi, saygı, kıskançlık karışımı hislerimi ifade ettim, hem de çok sevdiğim bir yazarın hayatından ipuçları aktarma fırsatı buldum.
İhsan Oktay Anar, kapalı yaşamayı seven bir yazar olarak tanınıyor.
Bu halini ayrıca sevdiğimi baştan belirteyim.
En son istediğim şey onu rahatsız etmek olur.
Ancak salı günkü yazıdan sonra beni hem duygulandıran hem de çok sevdiğim elektronik postalar geldi.
Anar’ı bir şekilde tanıyanlar, hayranı olanlar, karşılaşanlar izlenimlerini paylaşan küçük mektuplar yollamıştı.
Doğan Bey, tamamına yürekten katıldığım yazısında neredeyse isyan noktasına gelmişti. Doğan Bey’i tanıyanlar bilir, abartılı tepkileri sevmez.
Ama yazısında da belirttiği gibi hem Nâzım Hikmet şiirlerini okuyup kürsülerde gözyaşı dökülecek, günlük siyasete meze yapılacak hem de kitapları üzerinde on yıllardır süren yasak kararları varlığını sürdürecek.
İkiyüzlülüğün daniskası.
*
Doğan Bey’in yazısına konu olan manşetteki haberi okuduktan sonra, “Yasaklı kütüphane kaça patlar?” diye bir yazı için not çıkartmıştım.
Kitabın 50 binlik ilk baskısı 10 günde tükenmiş, ki bunun dışında korsanın durumunu siz hesap edin.
“Yedinci Gün” kitap satış listelerine yazarın eski kitaplarını da alarak giriş yaptı.
Bir arkadaş “Röportaj vermiyormuş, doğru mu?” diye sordu.
Verilen cevaplar şöyleydi:
Beytüşşebap’ın ortasında 10 şehit, 8 yaralıdan toprağa sızan acıyla başlayan bir gün.
Çatışmaların sürdüğü, yine savaşta gençlerin öldüğü bir gün.
Televizyonda “Suriye üzerinden gelen” teröristlerin Viranşehir’deki saldırısının anlatıldığı bir gün.
* * *
İran’ın “Muhafızların, orduyla birlikte tüm hava savunma sistemlerinin kullanılacağı bir tatbikat düzenleyeceğini” duyurduğu, sınırımıza füze ve elektronik savaş üniteleri yerleştirdiklerini açıkladığı bir gün.
Galatasaray, iyi pas yapan, hızlı/teknik oyunculara sahip ve özellikle orta sahada üst seviyede direnç gösteren rakibinin bu direncini bulduğu golle kırabildi.
Sezonunun şu ana kadar gol yükünü üstlenen ismi Umut Bulut’un rötuşuyla gelen gol, yorgun rakibini sendeletti.
Fakat Galatasaray bu sendeleme sürecinde baskıyı artırsa da ikinci ve belki de yıldırıcı olacak golü çıkaramadı.
* * *
İkinci yarıda da topun ve sahanın hakimi Galatasaray’dı; ancak bu üstünlük Bursa ekibini maçtan düşürmedi.
Bursaspor ısrarını sürdürdü, oyundan kopmadı ve aradığı beraberlik golünü bir duran topta buldu.
Galatasaray’ın yediği goller açısından neredeyse şablona dönüşen bir pozisyondu. Duran toplarda kalesini savunmakta güçlük çektiği bir kez daha ortaya çıktı sarı kırmızılı ekibin. Sanırım sezon başı itibariyle Fatih Terim ve teknik ekibin kafasını en çok kafasını kaşındıran problem yenilen bu şablon gollerdir...
* * *
İki genç âşık, Ortaköy’den başlıyorlar Boğaz kenarındaki yürüyüşlerine.
Bebek Koyu’na vardıklarında delikanlı kızın elini tutmak istiyor.
Kız önce elini çekiyor, sonra kızararak elini uzatıyor.
El ele Emirgan’a varıyorlar, bir banka oturuyorlar.
Bir süre konuşmadan Boğaz’ı seyrettikten sonra delikanlı elini kızın omzuna atarak soruyor: “Benimle evlenir misin?”
Yüzü yeniden kızaran kız “Anneme sormalıyım” demekle yetinir.
* * *
Jethro Tull’un ilk İstanbul konserini hatırlayanlara en iyimser tabirle ‘genç irisi’, ‘orta yaşlı’ veya “Aaaa yaşını göstermiyorsun hiç” diyebiliyoruz artık.
Yanılmıyorsam 1990 yazıydı.
Önce biletlerin satışa çıktığı AKM’nin, daha sonra Açıkhava Tiyatrosu’ndaki konserlerin önünde uzun kuyruklar oluşmuştu. Ian Anderson sahneye bir hemşirenin destek verdiği tekerlekli sandalyeyle çıkmıştı (espri olarak!) filan.
Açıkhava, Jethro Tull konserleri sırasında tıka basa dolmuştu.
Biletix’te ‘Jethro Tull’s Ian Anderson’ ilanını görünce o günleri hatırladım. Ian Anderson, ‘Thick As A Brick’in ikinci bölümünü ‘Part Two’ olarak 40 yıl sonra çıkardı.
İlki kadar ilgi görmeyeceğine kesin gözüyle bakılabilir albümün. Biraz acımasız ama gerçekçi yaklaşım bu olacaktır.
Yine de eski günleri yad etmek isteyenler 10 Eylül’de Maçka dolaylarında hazır bulunacak ve Küçükçiftlik’te Anderson dinlemek isteyecektir.