Kanat Atkaya

Defansa çare bulmak şart

3 Ekim 2012
GOLLERİ silip, bu maçı yeniden montajlayıp seyretmek ilginç olabilirdi.

Fakat futbol, bu tür fantezilere itibar eden bir oyun değil... Top maç boyunca Galatasaraylı futbolculardaydı. Fakat topu ele geçirdiğinde doğru olanı, etkili olanı ve işe yarayanı yapan Portekiz ekibiydi. Maçın başında ilk iki dakika içinde sendeleyen Galatasaray, daha sonra müthiş bir iştahla saldırdı rakibine... Fakat bu baskı, golü getirmedi. Futbolda pek sevmediğim ‘atamayana atarlar’ kuralı devreye girdi. Ve baskısını gole çeviremeyen Galatasaray, golü kalesinde gördü.

Umut yardım edemedi

Melo, etkisiz... Amrabat, içi seni dışı beni yakar tarzı bir performans sergiliyor. Bir anda mucizevi bir hareket de yapabilir. Topu kaptırıp, rakibe pozisyon da ikram edebilir. Fatih Terim’in ilk yarı performansından sonra Amrabat’la Aydın değişikliği yapacağını düşünenler, herhalde epeyce fazladır. Umut, Melo’dan farksız... Beklentilerin çok altında bir performansla, ne Burak’la yardımlaşabildi. Ne de rakip defansı dağıtma konusunda arkadaşına yardımcı olabildi.

Braga daha bilinçliydi

Galatasaray’ın kötü oynadığını söylemek ayıp olur. Elinden geleni yapıyor gibi gözükmesine rağmen, rakibin oyununu bozamadı, çözemedi. Sahaya daha iyi yayılan, bireysel yetenekleri belki daha düşük olsa da, ne yaptığını daha fazla bilen ve rakibinin şifrelerini daha iyi çözmüş gibi duran takım, Braga’ydı. Eski tabirle, ‘ayaklarında mıknatıs varmış gibi’ bir pas trafiği kurdular. Topu çoğunlukla Galatasaray’a verseler de, kazandıkları anda ne yaptıklarını daha fazla bilen bir takım görüntüsü çizdiler.

Bir tek Emre Çolak vardı

Geçen sezon G.Saray’ın en kuvvetli noktalarından biri olan orta sahanın göbeği, yani Selçuk ve Melo, bu sezon aynı direnci gösteremiyor; malumunuz. Emre Çolak dışında orta sahada oyunun kaderine etki edebilecek bir oyuncu belirmedi dün gece... Bu da, kapanan rakibe karşı sürpriz bir hamle yapmasını imkansız hale getirdi G.Saray için...

Yazının Devamını Oku

Toka Abi’ye anlattım vaziyeti

2 Ekim 2012
ŞENLİK Dede Parkı’nın gediklilerinden, elimi uzattığımda patisini uzatan ve samimi bir şekilde benimle tokalaşan, bu yüzden de Toka Abi diye çağırdığım elemanın tatlı gözlerinin içine bakarak “Eleman, hadiselerin çirkinleşme ihtimali var; beni bir dinle hele” dedim.

Cevaben yine patiyi uzattı.
Banka oturdum, patisini tutarak konuşmaya devam etim:

* * *

“Kafayı merdaneli çamaşır makinesi gibi sallarken, bu harekete başladığı noktadan yine bir çamaşır makinesi gibi uzaklaşan Kelle Abi’yi bul.
Rastlaştığımızda bana Süleyman Seba Caddesi’ne kadar eşlik eden ve muhakkak elimi yalayan Berhudar Ol Abi’ye de ulaş.
Küpeli Abi, Miskin Baba, Tombul Popo, Titrek Kuyruk, Kuareşma Abi filan toparlanın, bu anlatacaklarımı onlara da ilet.
Kedilerle ayrı bir brifing vereceğim.

Yazının Devamını Oku

Sis çanı

30 Eylül 2012
DEMİR Özlü’yü ‘Bir Beyoğlu Düşü’ adlı kitabıyla tanımıştım. Yıl 1985, 1986 olmalı.

Fena halde gencim, hatta doğru tanımlamaya göre ergen irisiyim! 
‘Soluma’, ‘Bunaltı’, ‘Bir Uzun Sonbahar’, ‘Aşk ve Poster’ gibi kitaplarını daha sonra okudum, hepsini sevdim fakat ruhumda hep ‘Bir Beyoğlu Düşü’nün izi kaldı.
‘Bitmesin diye yavaş okunan kitap’ kavramıyla bu sayede tanıştım, tanıştığıma memnun oldum vesaire...

* * *

Uzun süredir hayalini kurduğum bir konser için eğriyi doğruyu denk getirip Berlin’e kaçarken yanıma aldığım kitap Özlü’nün ‘Önünde Boş Bir Uzam’ı oldu. Son kitabı, yayınlanalı çok olmadı.
Tesadüfe dikkat buyurunuz, ‘anlatı’ tarzındaki kitabın ‘kahramanı’ da Berlin sayılır.
1986’dan beri iziyle yaşadığım dile teslim olup gezmeye karar veriyorum şehri:

Yazının Devamını Oku

Eski kitaplar ve bazı dans figürleri

29 Eylül 2012
Beyoğlu Sahaf Festivali’nde Don Jose Montes Alvarez isimli zatın yazdığı ‘Kendi Kendine Dans Metodu’ adlı bir kitap geçti elime: Bugivugi, rokundrol, şeyk, tüvist, hiçhayk, kuvikstep gibi dansları anlatıyor. Yapabilen beri gelsin!

Geçen salı, sabah öğlene devrilirken Tarlabaşı’na vardım. TRT binasının yanında, otopark olarak kullanılan geniş alanda tezgahlar kuruluyor.
Taksim Gezi Parkı’nda başlayan Beyoğlu Sahaf Festivali daha sonra taşındığı yeni yerinde başlıyor.
Çoğu sahaflara ait 68 tezgaha yerleşme mücadelesi başlamış. Kiminin çöpü kiminin mücevheri olan kitaplar, dergi koleksiyonları, gravürler, levhalar, plaklar yığılıyor yavaştan...
Taşıyan bilir, kitaplar ağırlığıyla bitirir insanı; her önünden geçtiğim tezgaha “Kolay gelsin” diyerek, muhabbetimin eskiye dayandığı arkadaşlara “Bir el atayım mı usta?” diye sorarak ilk turumu atıyorum.
Bu ilk tur çok mühim; bir nevi kerteriz alıyoruz, hangi tezgah nerede, o tezgahta neler var, kimler dükkan açma şansını yakalamış bakıyoruz.
Geçen yıllarda artan ilgiden dolayı bu kez bir başvuru prosedürü getirdiler, kura gibi bir mekanizma kurdular. Bu sebepten isteyen her sahaf tezgah açamadı.
Hal böyleyken özel radyo standı gibi (alınmasınlar sakın, karşı değilim onlara elbette) tezgahlar var fakat bazı sahaf kardeşler de açıkta kaldı.

Yazının Devamını Oku

Ben bir Fransız batığıyım

27 Eylül 2012
YIL 1917.

Genç topçu subayı Mustafa Ertuğrul’un dikkatini çeken küçük bir bilgi notu olur.

Okuduğu not özetle şöyledir:

“Ava’da (Ağva, bugünkü Kemer) iskeleye bağlı bir Türk yelkenli kayığı, limana giren ve köyü de top ateşine tutan Fransız gemisi tarafından açıklara sürüklenmiş ve batırılmıştır.”

Genç subay “bu küstah gemilerin ancak 1.5 kilometre çapındaki limancığa girmek cesaretini” bir fırsat olarak görür.

Yazının Devamını Oku

Hay aksi tesadüf, ölmüş yahu bu işçi

25 Eylül 2012
BAŞBAKANLIK’tan 900, İçişleri Bakanlığı’na 600 metre, Genelkurmay’a 200, Deniz Kuvvetleri’ne 250, Kara Kuvvetleri’ne 600 metre ve nihayet millet iradesinin biricik nişanesi TBMM’nin 600 metre ötesinde yürümekte olan vatandaş, kendisini en azından güvende hisseder değil mi? Bu arada Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın tam önünde olduğunu da belirtmeliyiz vatandaşın.

Burada başıma bir iş gelmez” diyebileceğiniz (Veya tam aksine “Burada başıma gelmeyen kalmayabilir” de diyebilirsiniz, ben derim...) bir noktadasınız.

* * *

Düşüyorsunuz.

İki metre çapında bir delik açılıyor yürüdüğünüz kaldırımda ve yutuyor sizi.

15 saat sonra, 1 kilometre ötedeki metro çalışma alanında, balçığın içinde buluyorlar cesedinizi.

Adınız Kadir Sevim.

37 yaşındasınız.

Ordulusunuz.

İşçisiniz.

Öldünüz.

* * *

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’e CHP Ordu Milletvekili İdris Yıldız sordu: “Bu facianın sorumlusu kimdir, kimlerdir, kimlerdendir?”

Bakan Çelik, ‘kaza’ya ilişkin emniyet, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı ve metro inşaatını yapan Komsa-Açılım İş Ortaklığı Şirketi yetkilileriyle görüşmeler yapıldığını ifade ettikten sonra cevap verdi:

“Görüşmeler sonucunda, kaldırım zemininden 20-25 metre derinlikte Sokullu ve Dikmen derelerinin aktığı, göçük olan noktada iki derenin birleştiği, metro tünelinin göçüğün meydana gelen bölümünden yaklaşık 12 metre uzakta olduğu, göçüğün metro inşaatı ile bir ilgisinin bulunmadığı, kazayla ilgili savcılık tarafından inceleme başlatılarak kazanın incelenmesi için bilirkişilerin tayin edildiği hususları tespit edilmiştir. Ayrıca, söz konusu kazada işçi-işveren ilişkisi olmadığı için İş Kanunu kapsamına girmemektedir.”

Kadir Sevim’in acılı ve bir cevap bekleyen ailesi artık bu samimi olduğu kadar ortalığı pırrrıııl pırrıııl aydınlatıcı açıklamayı evlerinin duvarına asar, huzura erer!

* * *

İki dereye 12 metre uzaklıkta metro inşaatı belli ki problem değil.

Ayrıca 37 yaşındaki Kadir Sevim, bir “işçi-işveren ilişkisi” kapsamında yürümediği için kaldırımda (Bak ben hep öyle yürürüm mesela!) niye Faruk Çelik’e soruyorsunuz?

Binali Yıldırım’a sormuş, “Normaldir” cevabını almışlığınız varken hem de...

Melih Gökçek’e sorulmayacağı da ortada kardeşim! Kaldırımdan sorumlu, metrodan sorumlu kişi o mu?

Bakın Faruk Çelik herkese sormuş, herkes de bilirkişiye sormuş.

Peki bilirkişi ne demiş?

Ne diyecek, aynen şunu demiş:

Olayın nedeni, kaldırım altındaki zeminin suyla teması ve zeminin kendi içinde oturması, çökmesi sonucu bu olayın kaldırım altında olması, olay anında maktulün aksi tesadüf ile kaldırımın tam çökme anında üzerinde oluşu. Buna göre olayda önemli oranda kaçınılmazlık ve aksi tesadüf olduğu, eylemlerin bilinçli taksir olmadığı...”

Bu açıklamayı da çerçeveletmek gerekebilir.

İyi bari “aksi tesadüf” demekle yetinmiş, “Hay bin sulu köfte! Bu işçi ölmüş ha dostum, vaov!” da diyebilirmiş.

Demiş kadar olmuş zaten.

* * *
Kadir Sevim’in hayatına biçilen bu cevapların değeri, vatandaşın devlet gözündeki değerini gösterir.

Öldüğünle kalırsın, en iyi ihtimal bedenin bulunur.

Kadıköy’deki işçinin, Karadon’dakilerin, Afşin-Elbistan’dakilerin cansız bedenleri bile bulunamadı.

Bir ihtimal bir vekil çıkar sorar niye öldüğünü, resmi kâğıt olup kurumlar arası tura çıkarsın ve neticede ailene böyle cevaplar ulaşır.

Önlem alması gerekenler aklanır, paklanır.

Bilirkişi erkişi niyetine son duanızı yapar:

“Hay aksi tesadüf, ölmüş bu adam”.
Yazının Devamını Oku

Gelecek program: Hamit

24 Eylül 2012
EĞER, ‘Lidere galibiyet için rölanti düzeyinde çalışmak yeterli oldu’ dersek, sanırız 90 dakikayı kabaca özetlemiş oluruz.

Ligin taze ekiplerinden Akhisar Belediyespor, kadrosunu Süper Lig’in görmüş geçirmiş, hatta bazıları eleğini de duvara asmış oyuncularıyla ısınma turunda...

Geçen sezon Birinci Lig’in seyretmesi en zevkli takımlarından biriydi, fena olmayan bir başlangıç da yaptılar ancak güçlü rakipleri dış sahada ısıracak özgüvene kavuşmaları için zamana ihtiyaçları var. İlk yarım saat boyunca zaman zaman seyredenlere, ‘Manchester yorgunluğu olur mu acaba? Rakibi küçümserler mi? Maçı kafalarında bitirip öyle mi çıkarlar sahaya?’ soruları sordurabilecek bir Galatasaray izledik. Sahanın ve oyunun tam hakimiydi lider ancak, belli ki ilk kez ilk 11’de buluşan fıutbolcuların rakip kadar birbirlerini de tanımaları gerekiyordu.

Yedek sorunu yaşanmaz

30’uncu dakika civarında nöbeti Umut/Elmander’den devralan Burak/Sercan sahneye çıktı ve sorulan/sorulacak soruları birkaç dakikada cevaplandırdı. Fatih Terim’in normal şartlar altında ilk 11’de yer açmadığı/açamadığı oyuncular vasat civarında gezinen performanslarıyla G.Saray’ın yedek sorunu yaşamayacağını gösterdi. Akhisar maçı performans değerlendirmesi açısından ne kadar doğru bir terazidir, takdiri size bırakıyorum elbette... 

Sıkışık fikstür dönemlerinde elde edilen rahat galibiyetler, en azından moral açısından önemli destek noktaları oluşturur. Bu maç bir golcünün yani Burak’ın ve bir büyük yıldızın yani Hamit’in kazanılmaları için büyük adım olmuştur, sadece bu açıdan bile çok mühim. Hamit’in maç eksikliği geride kaldıkça neler yapabileceğinden sadece küçük bir fragman izledik. Sabreden çok iyi bir film izler gibi duruyor...

Yazının Devamını Oku

Sıfırcı Hoca

18 Eylül 2012
NORMALDE hiçbir öğrencisine sıfır vermezmiş.

Ama “Sıfırcı Hoca” diye anılırdı sevgili Kurthan Hoca.

Bu “sıfırcı” lakabı, hayatında tek “sıfır” vermesinden kaynaklanırdı.

Sıfır verdiği tek öğrencisi Abdullah Öcalan’dı.

Nisan 2012’de Halkın Habercisi’nden (www.halkinhabercisi.com) Deniz Bilgen Çakır’ın sorularını yanıtlarken Öcalan’a niye sıfır verdiğini şöyle anlatmıştı:

Yazının Devamını Oku