Daha şeffaf, daha adil, müdahale alanını daraltmaya daha razı bir sistem, devlet, iktidar olmayacak.
Uludere’nin gerçek sorumluları bulunmayacak, Hrant Dink’i katleden yapının duvar taşlarına zinhar dokunulmayacak.
*
Kutular, kasalar, kol saatleri ve “vakıfsal güzellikler”in sırları gün ışığına çıkmayacak.
“Her eleştiriyi, itirazı, hatta tedirgin şekilde yapılan uyarıyı şahsına hakaret kabul etmesen; ‘Beyefendi rahatsız olmasın’ diyen hık deyicilerin hazin hallerini bir görsen” denmeyecek, dense de dinlenmeyecek.
Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Medeni Yıldırım’ın ailelerine “Başınız sağ olsun, özür dileriz” denmeyecek; gözü çıkan, kafatası parçalanan gençlere dönüp bir kuru özür dilenmeyecek.
*
YÖK ve benzeri
Kendisini “Pitbull” olarak tanıttığına bakmayın, bildiğiniz kükreyen aslan...
İsterseniz “mutfak robotu”, isterseniz “İsviçre çakısı” diyebilirsiniz; multifonksiyonel oyuncu işte...
Stoper, libero, defansif veya ofansif orta saha ve hatta kaleci!
Dün de iki önemli özelliğini açıkça gözler önüne serdi;
Bu sezonun genelinde olduğu gibi sahada kazanma iradesini gösterdi.
Belki de Galatasaray’da, kaybetmeme arzusunu yansıtan tek isimdi.
Taraftarı için gurur, rakipleri için kâbus kaynağıydı Kamil Ocak’ta...
Birincisi AKP İstanbul Milletvekili Oktay Saral’ın CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan’a yumruklu saldırısıydı.
Hoş, Saral’ın öfkeli kalkışı, gruptan kopuşu ve hızla muhalefet sıralarına yürüyüşü sırasında canlı yayın kesildi. Ancak olayların “tahmin ettiğimiz şekilde” geliştiğini fotoğraflarla, demeçlerle anlamış olduk.
İkincisi, Başbakan Erdoğan’ın muhalefeti, medyayı, TÜSİAD’ı, cemaati vb vitrine yerleştirdiği “kişisel öfke sergisi” idi. Sayısını hatırlayamadığımız öfke nöbetlerinden birini daha yaşadı.
“Eeee, ne var bunda?” dediysek
devam edelim.
Öfke, bu ülke vatandaşlarının her türlüsünü talim ettiği, alıştığı, genetik kodlamasında yer aldığına inandığı, hatta sempatik bulacak yaklaşımlar icat ettiği (bakınız: “Sevdiği için...”) bir vaka.
Henüz bitirdiğim bir kitap(*) son iki “öfke patlaması”na farklı bakmamı sağladı.
Devlet Başkanı’nın kuzeni “indiragandi” yapmış.
Başbakan’ın oğlu “götürmüş”.
Başbakan’ın damadı “araklamış”.
Başbakan’ın kızı “tırtıklamış”.
Bir generalin yeğeni “ham yapmış”.Bir başka generalin torunu durur mu, o da “egavlamış”.
Merkez Bankası Başkanı’nın damadı kel mi, sırma saçlı mı bilemem ama o da “kalk gidelim” yapmış.
Başkan Yardımcısı’nın oğulları geri kalmamış haliyle “acık da bağa vir” diyerek sahneye dalmışlar.
Öncelikle, küs kuru fasulye!
Orta ve Güney Amerika’dan yola çıkıp dünyayı turlayan ve canımızın içi memleketimizde pilav/hoşaf/turşu/pul biber/soğanla kurduğu ilişkilerle işbirlikçi bir tavır sergileyen fasulyeden bunu beklemezdim açıkçası!
İstanbul trafiğinin faiz lobisine, Marmaray’da acil durum zımbırtısını lüzumsuzca çekme “büyükbaşlılığını” Gezi eylemlerine bağlayan zihniyet elbette seni de bir yere bağlayacaktı.
*
Diş arasına kaçan patlamış mısırın ardında “patlayamamış mısır lobisi” var deseler inanırdım.
Koşarak geldiğim Metro’da kapıların kapanmasıyla istasyonda üzümlü kek gibi kalışımın ardında “yabancı vagon sanayi lobisi”nin olduğuna bile inanırdım.
Hatta Eminönü Meydanı’nda bir banka emekli abilerle sebilhane maşrapası gibi tünemişken, üstüme güvercin pırtlatsa suçu “kuru temizlemeciler lobisine” bağlamakta hiç tereddüt etmezdim, inanırdım.
Plakları sevdiğimi, kendimce bir koleksiyon oluşturduğumu bilenler bir tür ‘uzman’ muamelesi gösteriyor ki; öncelikle kestirmeden “Hâşâ!” demeliyim.
Bir şekilde benimle iletişime geçenleri bir amatör, bir meraklı olarak yönlendirmeye, sorularını cevaplamaya çalışıyorum.
Ayak üstü sohbet ettiğimizde, elektronik posta ile ses verildiğinde çoğunlukla aynı sorularla karşılaşıyorum.
Kaba hatlarıyla özetlersek sorular şu şekilde ‘öbekleniyor’:1- Pikap almak istiyorum. Hangisi, nereden, kaça?
2- Evde plak var. Satmak istiyorum. Nereye, kaça?
3- Evde plak yok. Almak istiyorum. Nereden, kaça?
4- Falanca filancanın, feşmekanca adlı plağı var bende. Değerli midir?
“Bir gece evinize geliyorlar. Gözlerinizin önünde oğlunuzu alıyorlar ve götürüyorlar...‘Oğluma götürülürken son kez Cemil dedim’ diyor annesi, ‘O da bana Anne! diye seslenebildi. Son duyduğum sözler bunlar’...”Hatip, sözlerini dikkatle dinleyen kitleye acısını aktardığı annenin sözleriyle seslenmeye devam ediyor:
“‘31 yıldır kapımı kilitlemiyorum’ diyor anne, ‘Belki bir gün çıkar gelir; gelirse kapıyı kilitli bulmasın diye hep açık tutuyorum’...”Çoğu takım elbiseli, kerliferli adamlardan oluşan dinleyici kitlesi daha fazla dayanamıyor.
Omuzlarını titreterek, ellerini yüzlerine kapatarak, dudaklarını ısırarak ağlamaya başlıyor...
Hatibimiz, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan elbette.
3 yıl önce partisinin grup toplantısında konuşuyor.
Bülent Arınç, Ertuğrul Günay ilk ağlamaya başlayanlar...
Anlattığı, geçen sene 105 yaşında kaybettiğimiz Berfo Ana’nın hikâyesi.
İlk okuduğum anda aklıma kazındı, bir daha da unutmadım:
“Aşkımın şiddetinden koptu gönlüm freni!..
Doktor beni sanıyor hâlâ şizofreni!..
Üsküdar taburculuk hasretiyle derinden
Kalbimi hoplatıyor Bakırköy’ün treni!..
Ta uzaktan Marmara aşkla çekiyor beni
Hayretle karşılarım beni deli göreni