27 Nisan 2004
<B>REFEDANDUMDAN</B> tam 24 saat sonra Girne’de Jasmine Court Oteli’nin lobisinde <B>Nihat Develioğlu</B> ve <B>Serden Hoca</B> ile birlikte oturuyoruz. Kıbrıs Türk tarafında ‘evet’, Ada’nın güneyindeki ezici ‘hayır’ turizmi ve emlak piyasasını nasıl etkileyecek? Bunları konuşuyoruz.
Nihat Develioğlu Jasmine Court’un Genel Müdürü ve yaklaşık 6 yıldan beri burada.
Serden Hoca ise KKTC’nin en deneyimli emlakçısı, hayli çetrefil bir konu olan mülkiyet meselesini en iyi bilen kişi.
Nihat Develioğlu’na yılda 3 milyon turist ağırlayan Kıbrıs Rum kesimini yakın bir tarihte inceleme fırsatını bulmuş. Türkiye açısından ilginç bir noktaya dikkat çekiyor: Rum kesimine İngilizler’in hemen arkasından en fazla rağbet edenler Ruslar.
Son on yılda KKTC’de turizm geliri sürekli bir düşme trendine girerken, Rum kesiminde sürekli artmış.
KKTC’nin turizm geliri 1994’te 224 milyon dolarken 2002’de 95 milyon dolar. En hızlı düşüş döviz krizinden sonra.
Rum kesiminin, ambargo nedeniyle izole edilmiş durumdaki KKTC’nin aksine dünyaya açık olması, yabancı yatırımcı çekmesi ve Dünya Bankası, AB kredilerini akıllıca kullanması turizmi kelimenin tam anlamıyla patlatmış.
Develioğlu, Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye gireceği 1 Mayıs tarihine kadar olan sürenin çok iyi değerlendirilmesi gerektiği görüşünde. ‘Önümüzdeki günlerde uluslararası camia nezdinde referandum için gösterdiğimiz performansı gösterebilirsek ambargonun kaldırılmasını sağlayabiliriz’.
Bunun ilk faydası turizme olacak.
Ambargonun kaldırılması, KKTC’ye direkt uçuşların başlaması dolayısıyla Avrupa’nın önde gelen tur operatörlerinin güneye göre çok daha güzel ve bakir olan kuzeyi listelerine almaları anlamına gelecek.
EMLAK FİYATLARI KATLANMIŞ
Referandumdan sonra Ada’daki emlak piyasası meselesine gelirsek Serden Hoca önemli tespitlerde bulunuyor.
Avrupa ve özellikle İngiltere’deki emlak piyasını da yakından izleyen Serden Hoca, Avrupa Birliği’ne giren ülkelerde emlak piyasasında büyük bir hareketlenme yaşandığını söylüyor.
İspanya, Portekiz’de öyle olmuş.
Yani Ada’nın güneyinde emlak fiyatlarının katlanması gündemde. Zaten bu durumda bile Kıbrıs Rum kesiminde fiyatlar kuzeye oranla dört misli fazla.
Serden Hoca’dan KKTC’de emlak fiyatlarının Akdeniz ülkelerinden beşte bir daha ucuz olduğunu öğreniyoruz.
Portekiz’de 500 bin sterlin değerindeki bir villayı Girne’de 50 bin sterline almak mümkün.
Kıbrıs Rum kesiminde fiyatların artması kuzeydeki fiyatları da etkileyebilir mi diye soruyoruz?
Etkilemiş bile. Kuzey ile güneyin AB’ye birlikte girmelerinin gündeme geldiği tarihten bu yana fiyatlar yüzde 50 ile yüzde 100 oranında artmış.
KKTC’ye en fazla ilgi gösterenler İngilizler. Kıbrıs’ta 1878’den 1960’a kadar süren İngiliz varlığı nedeniyle bu böyle. Güneye oranla çok daha ucuz olan Ada’nın kuzeyi emekli İngilizler için bir cennet.
Ne var ki şimdilik rafa kaldırılan Annan Planı da mülkiyetle ilgili bazı belirsizlikleri beraberinde getirmiş.
İngilizlerin rahatsızlığı ilgili bir haber bu haftaki Sunday Telegraph Gazetesi’nden. Habere göre, üç gün önce Kutup Dalgakıran ile birlikte ziyaret ettiğimiz, ‘İngiliz Köyü’ diye bilinen Karmi Köyü’nü geçenlerde 50 kadar Kıbrıslı Rum basmış.
1974 öncesi sahibi oldukları evlerin gayri yasal olarak İngilizlere satıldığını iddia ederek olaylar çıkartmışlar.
Karmi’de bir eve 120 bin sterlin ödeyen İngiliz şaşkın. Ev kendisinin mi, değil mi?
Bulgaristan ve Romanya’yı geçtik ama neye yarar
DÜNYA Ekonomik Forumu, Lizbon 2004 raporunu yayınlamış.
Rapor bir anlamda, Avrupa Birliği’nin 2000 yılında Lizbon’da aldığı, ‘2010 yılına kadar dünyanın en rekabetçi ekonomisi olma’ kararında gelinen noktayı tespit etmeyi amaçlıyor.
Rapordaki veriler 1 Mayıs tarihinde aday olacak bazı ülkelerin, bazı alanlarda 15 üye ülkenin önünde olduğunu ortaya koyuyor.
Mesela Estonya bilgi toplumu sıralamasında Yunanistan’a fark atıyor.
Rapora göre en rekabetçi ülke Finlandiya. Ardından Danimarka ve İsveç geliyor.
ABD geri kalan 12 AB ülkesinin önünde.
Raporda iki tablo mevcut ancak buraya ancak Türkiye’nin yer aldığı tabloyu almak mümkün.
Tablodan anlaşılacağı gibi, Türkiye rekabet sıralamasında 2007’de üye olmaları beklenen Bulgaristan ve Romanya’dan önce yer alıyor.
Raporu kaleme alan da zaten bunu not düşmüş ve ‘Üyelik perspektifi verilen Türkiye diğer üyelerle farkı kapatabilir’ demiş.
Yazının Devamını Oku 
25 Nisan 2004
<B>REFERANDUM</B>’dan sonra KKTC ekonomisinde ne değişecek? Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş’ı dün öğle saatlerinde Lefkoşa’da Demokrat Parti Merkezi’nde ziyaret ederken kafamdaki soru bu.
Zira referandum öncesi köylüsü, şehirlisi, esnafı, turizmcisi konuştuğumuz herkes aynı şeyi söylüyor: ‘Bir avuç insanın saltanatı bitsin. Türkiye’nin 30 yılda Ada’ya yaptığı yardımlar dipsiz bir kuyuya gitti. Bundan sonra ekonominin kalkınması için birşeyler yapılsın’.
Kıbrıs Rum kesiminde kişi başı milli gelir 17 bin dolar, KKTC’de 4 bin 700 dolar.
Serdar Denktaş’ın söylediğine göre, Türkiye, KKTC’ye 30 yılda yaklaşık 20 milyar dolar vermiş.
‘Bu para akıllıca kullanılsaydı KKTC’de herkes milyarder olurdu’ diyor.
Peki bundan sonra ne olacak?
‘Referandumdan sonra hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak. Yanımızdaki komşu bir AB ülkesi ve bizim de değişmemiz gerekiyor’ diyen Serdar Denktaş’a göre KKTC’de ekonomik reform şart.
Öncelik toprak reformunda.
30 yıl boyunca dağıtılan arazilerin - ki Serdar Denktaş ‘cevizcinin çuvalından dağıttık’ deyimini kullanıyor- tapusu yok.
Zaten köylerdekilerin en fazla yakındıkları konu bu: ‘Evim var ama koçanı yok.’
İşte bu arazi kargaşasına son verilecek.
Ekonomik reformdan söz ederken Serdar Denktaş, Tayvan modelini örnek gösteriyor.
‘Tayvan modeline farklı bir konsept uygulayacağız. Rum tarafının iki avantajı turizm ve finans. Bu iki sektör için vergi cenneti haline gelebiliriz. AB vatandaşı olacak Kıbrıslı Rum işadamı bile buradaki vergi avantajından yararlanabilir.’
Peki Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türklerle işbirliğine yanaşacak mı?
DİYALOG GELİŞECEK
Serdar Denktaş, 1 Mayıs tarihindenden itibaren AB üyesi olacak bir Kıbrıs Rum Yönetimi’nin kendileriyle diyaloğu geliştirmek zorunda kalacağına inanıyor.
Bunun nasıl olacağını şöyle izah ediyor:
KKTC’de şu anda Rum tarafına geçiş için 4 dört kapı mevcut: Ledra Palas, 2,5 mil, Metehan, Beyarmudu.
KKTC Hükümeti’nin planı bu kapı sayısını en yakın bir tarihte 15’e çıkarmak ve geçişleri rahatlatmak. Kapı sayısı daha fazla olunca geçişler sıklaşacak, dolayısıyla alışveriş de artacak.
Kıbrıs Rum kesimi bazı AB normlarının uygulanmasını talep edebilecek, dolayısıyla ticari diyaloğa girmek zorunda kalacak.
Aynı şekilde turizm ilişkileri de gelişecek.
Kıbrıs Rum Yönetimi her yıl ülkeyi ziyaret eden 3 milyon turistin KKTC’ye geçmesini şu ya da bu nedenle engellemeye çalışır.
AB üyesi olarak artık değişik davranmak zorunda.
KKTC’de şimdi 300 bin olan turist sayısının 3 yıl sonra 1 milyona ulaşabileceği hesaplanıyor. 12 bin olan yatak sayısı 20 bine çıkacak.
Özetle Serdar Denktaş, Kıbrıs Rum kesiminin tek başına AB üyesi olması durumunda olumsuzlukların KKTC için olumluya çevrilebileceğinin inancında.
Asil Nadir, 4.5 milyon dolar istedi, vermedim
SERDAR Denktaş ile sohbetimizde söz bir zamanların ünlü işadamı Asil Nadir’e geliyor.
Asil Nadir’in sahibi olduğu Kıbrıs Medya Grubu referandumda evetçilerin başını çekiyor.
Peki Asil Nadir neden sıkı bir evetçi?
Lefkoşa’da konuşulanlara bakılırsa, Nadir’in amacı KKTC’deki mal varlığına el koyarak iş hayatına son veren Cumhurbakanı Rauf Denktaş ve Ulusal Birlik Partisi’nden bir nevi intikam almak.
Serdar Denktaş, Asil Nadir’in 14 Aralık seçimlerinden önce hükümetten 4.5 milyon dolar istediğini anlatıyor.
‘Biz 13 yıl önce onunla hesabı kapatmıştık. Vergi borcu nedeniyle hükümet bazı mal varlıklarına el koymuştu. Asil Nadir aradan 13 yıl geçtikten sonra hesaplarda bir yanlışlık olduğu gerekçesiyle bizden 4.5 milyon dolar istedi’ diyor.
Serdar Denktaş, Asil Nadir’in iki kez peşpeşe talepte bulunmasına rağmen bunu geri çevirmiş.
Bir zamanlar büyük bir imparatorluğa sahip olan Asil Nadir, şimdi hükümetten talep ettiği 4.5 milyon dolara elindeki son mal varlığı Jasmin Court Oteli’ni satmıştı.
Asil Nadir’in KKTC’de kaybettiği diğer oteller ise şöyle: Palm Beach, Merit, Olive Tree.
Yazının Devamını Oku 
25 Nisan 2004
<B>Catherine Deneuve, </B>özel yaşamı üzerindeki perdeyi hafifçe aralamaya hazırlanıyor. İlk kez kaleme aldığı bir kitap bu hafta piyasaya çıktı. Perdeyi ‘hafifçe araladı’ derken galiba haklıyım çünkü kitap Deneuve’un birebir anıları değil.
CATHERINE Deneuve erkekler için hep ‘hayatımın kadını’ olmuştur.
Daha biraz önce çok eski bir erkek arkadaşıma sordum Fransız oyuncu hakkında ne düşündüğünü.
‘Hayatımın kadını’ dedi.
‘Yüzünün ifadesi, bakışının derinliği, ulaşılmaz oluşu.’
61 yaşındaki bir kadın, bir erkekte hálá böylesine yoğun hisler uyandırıyorsa ne mutlu ona.
GÖRÜNMEYEN HAYATI
Birkaç yıl önce Adler mücevherlerinin tanıtımı için geldiği İstanbul’da karşılaşmıştım Deneuve ile.
Gerçek bir ‘star’ ile karşı karşıya bulmuştum kendimi.
Barda ayaküstü konuştuğum kadın daha sonra neşeyle Hülya Avşar’ın şarkılarını dinlemişti. İstanbul’u beğendiğini, insanlarından hoşlandığını söylemişti.
‘Belli ki burada insanlar, fazla sıkıntıya girmeden diledikleri gibi yaşıyorlar’ demişti.
Kendisine bazı sınırlar getirdiğinin bir ipucu belki de.
Sınırlar, paparazzilerle asla paylaşmadığı özel hayatı, mahremiyet kaygısı.
‘Çok çalıştığım görünüyor. Ama aynı zamanda çok yaşadım. İşte bu görünmüyor.’
Öyle ya... Yönetmen Roger Vadim, İngiliz fotoğrafçı David Bailey ve Marcello Mastroianni bilinen ilişkileri.
Diğerleri onda saklı.
Roger Vadim, oğlu Christian’ın, Mastroianni, kızı Chiara’nın babası.
Evlendiklerinden bir tek David Bailey’den çocuğu yok.
Oyuncu, Chiara’dan torun sahibi.
MASTROIANNI DÖNEMİ
Catherine Deneuve, şimdi özel yaşamı üzerindeki perdeyi hafifçe aralamaya hazırlanıyor.
İlk kez kaleme aldığı bir kitap bu hafta piyasaya çıktı.
Perdeyi ‘hafifçe araladı’ derken galiba haklıyım çünkü kitap Deneuve’un birebir anıları değil.
Sadece yurtdışında film çekimi sırasında tuttuğu anılar.
‘Kendi Kendimin Gölgesinde’ 1968 yılında ABD’de çevirdiği ‘Nisan Çılgınları’yla başlıyor.
İspanya, Vietnam, Bulgaristan, İsveç’te çevirdiği filmlerle devam ediyor.
Film çekim anıları 1970 ile 1992 yılları arasında kesilmiş.
Yaklaşık 20 yıllık bir suskunluk.
1970 yılında Roman Polanski’nin verdiği bir davet esnasında tanıştığı, bir yıl sonra birlikte oynarken aşık olduğu Marcello Mastroianni dönemi yok mesela.
Aradaki 20 yıllık boşluk sorulunca ‘İhtiyacım yoktu... 1972 yılında kızım doğunca film çekimi için daha az yurtdışına gittim’ diyor.
Belki de esas anılarını o arada kaleme almış.
Peki 1975 yılında dostça ayrıldığı Mastroianni ile neler yaşamış?
‘Ortak hayatımızın bilançosu başarısızlık... Başarısızlığı sevmem... Aynı kökleri, aynı eğitimi, aynı dili paylaşmamak aşılması güç engeller.’
İşte burada dur Catherine Deneuve...
Yoksa sen, en fazla kendisini sevenlerden misin?
Yazının Devamını Oku 
23 Nisan 2004
<B>KIBRIS</B>’ta referandumdan hemen sonra yapılacak ilk iş nedir? Tabii ki ‘Birleşme sonrası yer değiştirecek nüfusa’ yönelik çalışmalar.
KKTC Başbakanlığı hazırlıklara başlamış.
Başbakanlık bünyesinde Araştırma, Proje Geliştirme ve Fon Merkezi kurulmuş.
Merkezin hedefleri arasında ikisi önemli.
Birincisi yer değiştirecek insanların envanterini çıkarmak. Diğeri de bu insanların ekonomik ve sosyal beklentilerini tespit etmek.
Dün telefonla ulaştığım merkezin üyelerinden Profesör Tahir Çelik, yer değiştirecek 73 bin 733 kişiyle ilgili en küçük bilgilere ulaşmanın önemine işaret ediyor.
Kaç evleri, kaç dönüm arazileri var?
İş ve aile durumları nedir?
İşte bunlar ortaya çıkartılacak.
Profesör Tahir Çelik daha önce ‘Annan Planı’na göre Kıbrıslı Türklerin yer değiştirmelerinin maliyeti’ raporunu kaleme almış.
73 bin 733 kişinin yer değiştirmelerinin maliyeti olarak gösterilen 3 milyar 869 milyon dolar Profesör Çelik’in söz konusu raporunda yer alan bir rakam.
Rapor 1996 nüfus sayımı verilerine göre yazılmış.
Oysa şimdi kesin bilgilere ulaşmak gerekiyor.
Profesör Tahir Çelik, referandumdan hemen sonra başlayacak envanter çalışmalarının 3-4 hafta içersinde tamamlanacağını söylüyor.
Daha sonra bilgiler tasnif edilecek ve 31 Ağustos 2004’te yeni devletin Başkanlık Konseyi’ne sunulacak.
AB fonlarına başvurmak gözünüzü korkutmasın
HAFTA başında Gaziantep Sanayi Odası’nda ‘KOBİ’ler AB’nin fonlarından nasıl yararlanır’ eğitiminin verildiği toplantıdayız.
Salonda kadınlı erkekli 60’a yakın kişi var.
Konu, AB fonları için proje hazırlamak olduğu için doğal olarak ilgi büyük.
İki günlük eğitimden yararlanmak için gelenler arasında bir kadın girişimci biraz da kırgın.
Şimdiye kadar katıldığı bu tür AB seminerlerinin bir işe yaramadığı, AB’nin hazırlanan projeleri güçlükle kabul ettiği iddiasında.
‘Bu salonda projesi AB fonlarından yararlanmış biri var mı merak ediyorum. Ben bugüne kadar hiçbir projemi kabul ettiremedim’ diyor.
Adını almadığım söz konusu kadın girişimci haklı mı?
Gerçekten AB fonlarına ulaşmak güç mü?
Oysa Gaziantep Sanayi Odası’nda düzenlenen toplantı tam bunun aksini kanıtlıyor.
Biraz karmaşık görünen meseleyi açıyorum:
Gaziantep’teki ‘AB’ye nasıl proje hazırlanır’ eğitimi TUSMES tarafından veriliyor.
TUSMES, MK Danışmanlık Eğitim, Deneme Bilim Merkezi Vakfı, Makro Değişim ve Kobiline’ın oluşturduğu bir konsorsiyum.
KOBİ’lere ücretsiz eğitim vermek için bir proje hazırlamış ve Avrupa Komisyonu’nun 6. Çerçeve Programı kapsamında açtığı ihaleyi kazanmış.
Yani TUSMES bir anlamda AB fonlarının ‘ulaşılmaz’ olmadığının kanıtı.
MK Danışmanlık Eğitim’in sahibi olan KAGİDER Başkanı Meltem Kurtsan TUSMES Projesinin koordinatörü.
Toplantıda kendi deneyimini anlatıyor.
Proje iyi hazırlandığı ve kurallara uyduğu takdirde başarmanın mümkün olduğunu söylüyor.
Gaziantep’teki eğitimi veren Doç. Dr. Şems Yonsel’in dediği gibi, TUSMES sıfır tecrübeyle ilk fon başvurusunda başarıyı yakalamış.
TUSMES bir başarı öyküsü peki ya diğer başvurular?
AB 6. Çerçeve Programı’na 882 kurum proje sunmuş.
94’ü başarılı olmuş.
Başarı oranı yüzde 10.66.
Türkiye 6. Çerçeve Programı’ndan yararlanmak için dört yılda 248 milyon Euro vermeyi taahhüt etti.
İlk taksit yani 48 milyon Euro yatırılmış.
Bunun karşılığında sunulan projelerden alınan para 10 milyon Euro dolayında.
Yani dönüşüm yüzde 20-25 dolayında.
Ne kadar çok proje üretirsek, yatırdığımızın karşılığını o kadar fazla alabiliriz.
Doğan: Kazansam günde 20 saat çalışıp, sağlığımı kaybederdim
YOLUM Gaziantep’e düşmüşken eski Belediye Başkanı Celal Doğan’ın da kapısını çalma fırsatını buldum.
Konuşmamız doğal olarak CHP üzerinde odaklaştı.
Celal Doğan, liderlik sorununun yanı sıra örgüt içi sorunların da olduğu görüşünde.
Başarısızlığının temelinde bu iç sorunlar var.
‘Parti içi sorunlarla uğraşırsanız, Türkiye’nin dinamikleriyle ilgilenmezseniz Türkiye de sizinle ilgilenmez.’
Parti içi demokrasi, parti içi hukuk...
Bunlar eksiklikler.
Bir de siyasi açılım konusunda ürkekliği.
‘CHP geçmişte gündemi belirleyen partiydi. Şimdi ise başkasının gündeminin peşine takılıyor. CHP yönetimi ülke sorunlarıyla ilgili risk almıyor. Milli meselelerde net bir görüşü yok.’
Celal Doğan’ın ima ettiği konular AB ve Kıbrıs.
Diğer bir eleştiriyi de CHP’nin ekonomi politikasına yöneltiyor.
‘CHP ekonomide çağdaş enstrümanları gözardı ediyor. Piyasa ekonomisine yandaş görünse de zaman zaman zikzaklar çiziyor.’
Kadın ve özellikle gençler konusunda siyasi açılımıda başka bir eksiklik.
Peki Celal Doğan bundan sonra ne yapacak?
‘Parti örgütlerine elimden geldiğince bunları anlatacağım’diyor.
Doğan anlaşılıyor ki yollara düşecek, bize anlatıklarını anlatacak.
İlk durak Balıkesir.
Sonra sırada Elazığ, Mardin, İstanbul var.
‘Parti ve halk bunları algılamaya hazır. Herkesi aydınlatmaya çalışacağız.’
Peki kaybettiği belediye başkanlığıyla ilgili söyleceği bir şey var mı?
‘Kazansaydım 100 bin öğrencinin eğitimi ve 100 bin kadının sağlığıyla ilgili 10 trilyon liralık bir projeyi devreye sokacaktım. Günde 20 saat çalışacaktım. Sağlığımı kaybedecektim.’
Yazının Devamını Oku 
20 Nisan 2004
<B>FRANSA</B>’da <B>Chirac</B>’ın UMP Partisi’nin yaklaşık iki hafta önce <B>‘Türkiye AB üyesi olamaz’ </B>yolundaki sürpriz çıkışı Avrupa Parlamentosu seçimlerine yönelik geçici bir politika değişikliği mi? Yoksa şimdiye kadar yüzümüze gülüyor gibi görünen Fransa’nın yüzde yüz dönüşü mü? Kıbrıs referandumu nedeniyle Fransa meselesi ikinci planda kalmış gibi.
Oysa iş gerçekten ciddi.
Zira Galatasaray Üniversitesi öğretim görevlisi ve Avrupa Birliği uzmanı Dr. Cengiz Aktar’ın da dikkat çektiği gibi, Fransız UMP Partisi’nin politbürosunun çıkışında yeni bir unsur var. O da şu: ‘Türkiye Kopenhag kriterlerini yerine getirse dahi üye olamaz’ görüşü.
Marianne Dergisi’nin yaptığı, Fransız kamuoyunun yarısının üyeliğimizi desteklediği yönündeki araştırma da fazla bir şey ifade etmiyor Aktar’a göre.
Dikkat çektiği başka bir nokta, Ermeni Taşnak Partisi’nin geçtiğimiz günlerde aldığı ‘Türkiye’nin AB üyeliği engellenmelidir’ kararı.
Türkiyeli Ermenilerin şiddetle karşı çıktıkları bu karar bazı Fransız siyasetçiler tarafından dile getirilmeye başlanmış.
Sosyalist Partisi’nin Avrupa işlerinden sorumlu eski bakanı Pierre Moskovici bunlardan biri mesela.
Cengiz Aktar’ın Fransa kaygısını paylaşan başka bir isim Arı Hareketi’nin Genel Koordinatörü Kemal Köprülü.
Son bir aydır Washington, New York ve Brüksel arasında mekik dokuyan Köprülü, Fransa’nın çıkışının geçici bir politika olmadığı görüşünde.
Geçtiğimiz hafta KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat ile Brüksel’de bazı toplantılara katılan Köprülü’nün aldığı izlenim, Fransa’nın yanına dört, beş ülkeyi daha çekerek Türkiye’ye karşı bir ittifak kuracağı yolunda.
Şimdiye kadar Türkiye’nin üyeliğini destekleyen İspanya’nın da yeni Zapatero Hükümeti’yle saf değiştirerek Fransa’ya katılması mümkün.
Köprülü ‘Büyük Ortadoğu Projesi gibi fantezilere kafa yoracağımız, enerji harcayacağımız yerde AB ve özellikle Fransa’ya konstantre olmalıyız’ diyor.
Peki Türkiye Fransa’ya karşı nasıl bir politika izlemeli?
Dr. Cengiz Aktar en kestirme yolun, Türkiye ile ilgili kararı verecek siyasilerin olduğunu söylüyor.
Yunanistan örneğini veriyor.
Atina 1981 yılında topluluğa üye olmadan önce, dönemin dokuz AB üyesi ülkesinin politikacılarını adeta markaja almış.
Aralık 2004’e topu topu yedi ay kaldı.
Sanırım bundan sonra hiç vakit kaybetmeden son derece dikkatlice hedef seçmek ve uygulamak gerekiyor.
Türkiye’nin Müslüman kimliğinin Avrupa kamuoyunda yarattığı soru işaretleriyle ilgili olarak Aktar’ın ilginç bir fikri var:
‘Vatikan’ı Türkiye’nin AB üyesi olmasını engelleyecek dini bir gerekçe olamayacağını dile getiren bir beyan vermeye teşvik etmek’.
Aktar ‘600 yıllık imajımızı 6 ayda değiştirmek mümkün değil. Bu yüzden iletişim stratejisinin son derece dikkatli yapılması gerek’ derken haklı.
Avrupa Birliği İletişim Grubu ne diyor?
BİLİYORSUNUZ, Avrupa Birliği ile iletişimi sağlamak için 2003 ekim ayında, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün inisiyatifiyle, ABİG yani Avrupa Birliği İletişim Grubu kuruldu.
ABİG Dışişleri Bakanlığı AB Genel Sekreterliği, Basın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, TOBB, TÜSİAD ve İKV ile işbirliği halinde.
ABİG’in bütçesi 10 milyon Euro.
Uzun yıllar Brüksel ve Paris’te çalışmış olan deneyimli gazeteciler, Ahmet Sever ile Nurdan Bernard Türkmen şimdi ABİG’te görevli.
Fransa’nın ‘hain çıkışı’ üzerine arayıp konuştuğum Ahmet Sever, Köprülü ve Aktar’ın aksine Chirac Hükümeti’nin Avrupa Parlamentosu seçimlerine yönelik bir bir taktik uyguladığını düşünüyor.
Peki ABİG iletişimle ilgili bugüne kadar ne yapmış? Ya da bundan sonra ne yapacak?
Ahmet Sever’in verdiği bilgiye göre, BBC’de 1 dakikalık 6 film hazırlanıyor ve bunlar mayıs ayından itibaren çeşitli ülkelerde gösterilmeye başlanacak.
Sever, ABİG’in Türkiye’ye karşı tamamıyla olumsuz siyasiler yerine ‘tereddütte’ olanlar üzerinde yoğunlaşacağını söylüyor.
Fransız medyasının önde gelen kişilerinin Bernard Henry-Levy, Jean Daniel gibi Türkiye’ye davet edilmesi planlanıyormuş.
Önümüzdeki mayıs ayında Ankara’ya davet edilmesi tasarlanan başka bir isim de Fransız Uluslararası İşler Enstitüsü Başkanı Thierry de Montbriand.
Acaba Türkiye hakkında atıp tutan Fransız politikacılar da listelerinde var mı?
Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın da sonbahar aylarında 12 ülkeye toplantılara katılması gündemde.
ABİG dediğim gibi, 2003 eylül ayında kuruldu ama ne yazık ki biz aradan 7 ay geçmiş olmasına rağmen ne yaptığını tam olarak bilemedik, öğrenmedik.
Keşke Türkiye’nin geleceğiyle ilgili bu kadar önemli gelişmeleri daha yakından izleyebilseydik.
ABİG bundan böyle www.abig.org.tr adresinde AB ile ilgili en taze bilgileri bizimle paylaşacakmış.
Almanya’nın 125 bin tirajlı dergisinden 2 Türk’e ödül
DR. Yusuf Örnek, Magic Life’ın turizm grubu Vasco’nun Genel Müdürü.
Geçenlerde gazeteye uğradığında yanında Almanya’nın ünlü seyahat ve turizm dergisi ‘Geo Saison’ vardı.
Meğer dergi her yıl turizmde başarılı kişilere Altın Palmiye ve Yeşil Palmiye ödüllerini verirmiş.
Derginin 2004 yılı için verdiği 3 tane Altın Palmiye ödülünden ikisini bu yıl Berlin’den bir Türk Şirketi ‘Karaburun Turizm’ kazanmış.
Yeşil Palmiye ödülü ise Yusuf Örnek’e verilmiş.
Vasco Genel Müdürü’ne ödülün verilmesininin gerekçeleri arasında, Kapadokya’da restore edilen Sarıca Kilisesi (özel sektörden bu alanda ilk ve tek örnek) ve sürdürülebilir turizm için verdiği hizmetler var.
Yazının Devamını Oku 
18 Nisan 2004
<B>Kraliçe Nur nihayet ortaya çıktı. Üç yıldan beri üzerinde çalıştığı, bu hafta piyasaya çıkan ‘Beklenmedik Bir Hayatın Anıları’ kitabı nedeniyle gazetelerde, dergilerde rastladım ona.</B> DÖRT yıldan beri sesi soluğu çıkmıyordu. Ürdün Kralı Hüseyin’in 1999 yılında ölümünden sonra ne gazetelerde bir görüntü, ne bir davette ya da uluslararası bir toplantıda bir boy gösterme.
Zaten gençliği ve güzelliğiyle büyüleyen yeni Ürdün Kraliçesi Rania ilgi odağıydı nicedir.
Belki benim Kral Hüseyin’in Amman’daki cenaze töreninden sonra Zahran Sarayı’na yaptığım taziye ziyareti Kraliçe Nur’un göründüğü son fotoğraf karelerinden biri olmuştu.
Aklımda kaldığı kadarıyla Haşimi ailesinin kadınlarının olduğu salonda, herkesten uzun boylu, alımlı ve güzeldi.
Kral Hüseyin’in ölümünden sonra neden sessizliğe gömüldüğünü merak eder dururdum.
Yıllar yılı projektörleri üzerine çektikten sonra ‘gölgede bir kraliçe’ olmak pek kolay olmasa gerek...
HÁLÁ GENÇ VE GÜZEL
Neyse Kraliçe Nur nihayet ortaya çıktı.
Üç yıldan beri üzerinde çalıştığı, bu hafta piyasaya çıkmış olan ‘Beklenmedik Bir Hayatın Anıları’ kitabı nedeniyle gazetelerde, dergilerde rastladım ona.
Bakışlarındaki hüznü saymazsak, 50’li yaşlarında hálá genç ve güzel.
Suriye’den ABD’ye göçetmiş bir baba ile İsveçli bir anneden dünyaya gelen Lisa Halaby, 1976 yılında Kral Hüseyin’e rastladığında 25 yaşında.
Princeton Üniversitesi’nden mimarlık diplomasını almış.
Amman Havaalanı’nda bir proje üzerinde çalışırken rastlıyor Kral Hüseyin’e.
Gerisini biliyoruz.
Evliliği, Müslümanlığı kabul etmesi, Nur el Hüseyin adını alması ve krala dört çocuk vermesi.
BİRLİKTE BÜYÜMEK
Anılarıyla ilgili verdiği bir demeçte söylediği bazı şeyler şaşırtıyor beni.
‘Birbirimize çok yakındık. Kral Hüseyin benimle her şeyini paylaşırdı. Birlikte büyümüştük’.
Nasıl birlikte büyümüşler?
Kral Hüseyin, Lisa Halaby ile tanıştığında 41 yaşında, başından üç evlilik geçmiş ve sekiz çocuk sahibi.
Nur’dan önce arkasında dolu dolu yaşanmış kocaman bir hayatı var.
Kendisinin olmadığı bir geçmişe belleğinde yer vermek istememiş anlaşılan.
Ortadoğu Barışı’yla ilgili konuşurken kocasının sahip olduğu vizyonun şimdi ne kadar eksik olduğundan dem vuruyor.
‘21 yıl onun yanındaydım. Nasıl hareket ettiğini, düşündüğünü biliyorum. Vizyon derken gerçeği anlama kapasitesini, geleceğe yönelik riskler almayı ima ediyorum’ diyor.
Bu sözler, Kral Abdullah’ı yetersiz bulduğu anlamına mı geliyor acaba?
Ne olursa olsun Kraliçe Nur’un anıları Kral Hüseyin’in ölümünden bu yana daha büyük bir kaosa yuvarlanmış olan Ortadoğu’yu anlamak için, bazı puzzle parçalarını yerine oturtmak açısından önemli.
BİZİMKİLER DE YAZSA
Anılardan söz açılmışken yine aynı bölgeden başka bir kadının, Farah Diba’nın da anıları yayınlandı geçenlerde: ‘Şah ile Hayatım’.
Thatcher ‘Downing Sokağı’nda Yıllarım’ kitabını kaleme almıştı hafızam yanıltmıyorsa.
Hillary Clinton’ın da anıları mevcut.
Rahşan Ecevit, Nazmiye Demirel, Tansu Çiller hiç düşünmemişler mi acaba yazmayı?
Yazının Devamını Oku 
16 Nisan 2004
<B>SABANCI </B>Üniversitesi’nin öğrencileri dün üniversitede Sakıp Sabancı’yı anma töreni düzenlediler. Törenden bir gün önce yaşları 20 ile 25 arasında değişen bir grup öğrenciyle üniversitede buluşuyorum.
Sakıp Sabancı’yı anlatacaklar.
71 yaşında kaybettiğimiz ünlü işadamı bu gencecik insanları nasıl etkilemiş?
Kampusta günün her hangi bir saatinde karşılarına çıkan, onlarla sohbet eden, tavla zarı atan, futbol maçında hakem olan Sakıp Ağa hakkında neler düşünüyorlar?
Heyecanı,
Güleryüzü,
Alçakgönüllülüğü,
Pozitif enerjisi,
Kompleksiz olması, rahatlığı, değiştirmek istemediği lehçesi.
Sabancı Üniversitesi öğrencilerinin en fazla dile getirdikleri, sevdikleri özellikleri bunlar.
Genç Girişimciler Kulübü’nden Serkan Demir, Sakıp Sabancı’nın kulübün onur üyesi olduğunu ve kendisine bir plaket vermek istediklerinde ‘Onur üyesi olmak için ben ne yaptım? Plaketi hak ettiğimi sanmıyorum’ dediğini hatırlıyor mesela.
Murat Tarakçı, tavla maçında mars attığında kızdığını, Emine Deniz üniversiteye ilk geldiği gün karşılaştığı Sakıp Sabancı’nın sarılıp öptüğünü anımsıyor.
‘Sakıp Sabancı’yı okulda görmek doğaldı. Onun enerjisi, olumlu elektriği burada her şeye yansımış durumda.’
Üniversitenin ilk öğrencilerinden Tuba Kobaş,Avrupa Birliği’yle ilgili bir projeyi yakından izleyen Sakıp Bey’ın Tarkan’ı da projeye katmak için sanatçıyı bizzat telefonla aradığını anlatıyor.
Sakıp Bey’ın heyecanı ne yazık Tarkan’a bulaşmamış ve proje onsuz gerçekleşmiş.
Sabancı Üniversitesi’nin Bahar Şenliği, önümüzdeki haziran ayında spor salonunun açılışı, Mezuniyet Töreni Sakıp Bey’in göremeyeceği şeyler.
Bunları kaçırmış olmasına öğrencileri üzülüyor.
O kadar içtenlikle anlatıyorlar...
Hele yaptıkları öyle bir jest var ki...
Sakıp Sabancı’nın ölümü üzerine üniversitenin Öğrenci Birliği gazeteye ilan vermek amacıyla yaklaşık 3 milyar lira toplamış.
Ancak ölüm ilanı yerine Sakıp Ağa ‘daha mutlu olurdu’ düşüncesiyle toplanan para Spastik Çocuklar Vakfı’na gitmiş.
Sevgili Sakıp Babamız
Sabancı Üniversitesi öğrencileri Sakıp Ağa’ya bir veda notu yazmışlar.
Bu sütunlarda yer vermeye söz verdim.
Öğrencilerin vedası şöyle: Biliyoruz ki, mezuniyetimizde bulunmak senin en büyük hayalindi;
Bizim en büyük hayalimiz ise diplomamızı senin elinden alabilmek..
Oysa hayat öyle plansız ki;
İlk mezuniyetimizde aklımız seninle Amerika’da kalmıştı,
Bu sene ise yüreğimiz çok daha uzaklarda olacak...
Ama gözün arkada kalmasın.
Sana nasıl layık olunacağını yine senden öğrendik:
Çalışmak, Çalışmak, Çalışmak.
Avrupa’ya kaymaklı yoğurt satmak
‘Şirketlerimizi kalbimizle ve aklımızla yönetelim. Unutmayalım ki enerji kaynakları sınırlı olabilir, ancak kendini motive hisseden insanın enerji kaynağı sınırsızdı.’
Bu sözlerin sahibi pekálá Sakıp Sabancı olabilirdi.
Ama değil.
Onun gibi girişimçi, onun gibi düşünen, onun gibi yaratıcı bir zekaya sahip bir Fransıza, Antoine Riboud’ya ait.
Riboud, Danone Grubu’nun kurucusu ve ilk başkanı.
Ve 1997 yılında Sakıp Sabancı ile yolları kesişiyor.
Sabancı Holding ile Danone, Türkiye’de sütlü ürünler ve şişelenmiş su pazarında faaliyet göstermek için yüzde 50-50 ortaklık ile DanoneSA şirketini kuruyor.
Eski Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın yakın dostu olan sanayici Riboud 2002 yılında ölüyor.
Sakıp Sabancı’nın ölümünden yaklaşık dört ay önce Aralık 2003’te Danone ile ile Sabancı altı yıllık bir beraberlikten sonra yollarını ayırıyor.
Danone tüm hisseleri devralıyor.
Önceki gece biraraya geldiğimiz Danone Süt Grubu Genel Müdürü Serpil Timuray’a göre, Danone ile Sabancı ortaklığını sona ermesi finansal açıdan doğru bir karar.
Danone Grubu, Sabancı ortaklığı bittikten sonra Ocak 2004 itibarıyla Nestle Türkiye’nin süt ve sütlü ürünler işini de satın alarak cirosunu ikiye katlamış.
Taze sütlü ürünlerde (başta yoğurt) dünya lideri konumundaki Danone’nin 2003 satışı 13 milyar Euro olmuş.
Danone’nin faaliyette olduğu 100 ülke arasında Türkiye Danone 20. sırada.
Oysa kişi başına yoğurt ve ayran tüketimimiz 45 kilo.
Sütlü ürünler konusunda bizden kat kat sanayileşmiş olan Fransa kişi başına 30 kilo tüketiyor.
Türkiye’de tüketimin bu kadar fazla olmasına rağmen Serpil Timuray, süt ve süt ürünlerinin kárlı olmadığı görüşünde.
Zira tüketimin yüzde 80-85’i kayıtdışı üretilen ürünler.
Peki o halde neden Danone Türkiye’de ısrarlı?
Üstelik önümüzdeki 5 yıl için, yılda 10 ila 20 milyon dolarlık yatırım planlamış...
‘Uzun vadede sanayileşmiş süt ürünleri pazarının büyüyeceğini tahmin ediyoruz. Ayrıca komşu ülkelere ihracatı planlıyoruz.’
Komşu Bulgaristan’a bir tür puding olan, Türk Ar-ge grubunun geliştirmiş olduğu Danette ihracatı başlamış.
Sevindirici bir gelişme daha.
Kaymaklı yoğurt, kazandibi ve tavuk göğsü ihracatı için Fransa’da tüketicilere yönelik denemeler başlamış.
Tavuk göğsünün içinde tavuk olduğu söylenince biraz tepkiyle karşılanıyormuş ama ‘kaymaklı’ yoğurdumuzun şansı hayli fazlaymış.
Yazının Devamını Oku 
13 Nisan 2004
<B>GEÇTİĞİMİZ</B> kasım ayında Türkiye’ye bir ziyaret yapan ABD eski Dışişleri Bakanı <B>Madeleine Albright</B> yine Türkiye’de. Ankara’da da temaslarda bulunan Albright’ın bu seferki ziyaretinin nedeni bugün İstanbul’da başlayacak olan İslam Ülkeleri Demokrasi Kongresi.
Zira eski ABD Dışişleri Bakanı’nın başında olduğu Ulusal Demokratik Enstitüsü bu kongrenin sponsorları arasında.
Ulusal Demokratik Enstitüsü dünyada demokrasinin yaygınlaşmasına ve güçlenmesine çalışan bir STK (Sivil Toplum Kuruluşu).
Dünya siyaset sahnesinde etkili bir isim olan Albright başkanı olduğu bu STK aracılığıyla kadınların hem siyasette, hem ekonomide güçlü bir konuma gelmeleri için çaba sarfediyor.
Çeşitli ülkelerde kadın gruplarıyla sürekli temas halinde.
Geçen sefer İstanbul’a geldiğinde bir grup işkadını, STK temsilcisi ve politikacıyla biraraya gelmişti.
Bu sefer de öyle yaptı.
Pazar günü öğleden sonra aralarında kadın ve aileden sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit, AKP milletvekili Nimet Çubukçu, KAGİDER Başkanı Meltem Kurtsan’ın da olduğu bir grup kadın Condrad Oteli’nde Albright ile biraraya geldik.
Bu arada, Albright’ın kadınlarla ilgili son bir girişimini aktarmak için bir parantez açıyorum.
Geçen aralık ayında, Ulusal Demokratik Enstitüsü, Washington’da 27 ülkenin kadın parti liderleriyle yaptığı toplantıda ‘Küresel Eylem Planı’nı kabul etmiş.
Nedir bu plan?
Dünya nüfusunun yüzde 52’sini oluşturan ancak dünya genelinde ulusal hükümetlerde oranı ancak yüzde 15.2 olan kadının, politik sürece katılımını sağlayacak bir plan.
Planın adı ‘Kadınlarla Kazan: Siyasi Partileri güçlendir.’
28 Mart seçimlerinde ancak 1 kadın belediye başkanı çıkartabilen ve Meclis’e ancak 24 kadın milletvekili gönderebilen Türkiye’nin yakından ilgilenmesi gereken bir plan aslında.
Albright plandan söz ederken meseleyi kadın kotasına getiriyor.
‘ABD’de de kota sevilmez ama çözüm belki geçici kotalardır’ diyor.
Kadın ve erkek eşitliğini önemseyen yasalardan söz açınca Devlet Bakanı Güldal Akşit hayli dertli.
Zira, kadın meseleleriyle uğraşan, uluslararası toplantılara katılan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü’yle ilgili yasa taslağı tam 10 yıldan beri sürümcemede.
Aile Araştırma Kurumu yasa tasarısı da öyle.
Her iki taslak 2 aydan beri Bütçe Plan Komisyonu’nda bekliyormuş.
Şimdi gelelim işin püf noktasına.
Taslakların geçmesi için meclisteki 526 erkek milletvekillerine bunların önemini anlatmak 24 kadın milletvekiline kalmış bir iş.
Yani mesele ancak yoğun bir lobicilikle çözülebilir.
Albright, ABD Kongresi’nde sayıları az olan kadınların bir yasa taslağının geçmesini istediklerinde beş erkek kongre üyesiyle temas kurduklarını ‘Siz bu taslağı desteklerseniz biz de sizin şu taslağınızı destekleriz’ diye pazarlık yaptıklarını anlatıyor.
Akşit’e ‘lobiciliği’ anlatarak bir nevi yol gösteriyor.
Ancak gerçek anlamda lobicilik konusunda sanırım bizim öğrenmemiz gereken çok şey var.
Eşit Fırsatlar Koalisyonu
MADELEINE Albright’ın yukarıda sözünü ettiğim ‘Küresel Eylem Planı’ Türkiye’de kadın-erkek eşitliği konusunda daha hızlı adım atılması için kadınları harekete geçirdi.
Albright’ın ilk toplantısına katılmış olanlar ‘Eşit Fırsatlar Koalisyonu’nu kurdular.
Koalisyon çalışmalarını üç başlık altında yapacak:
Hukuksal alanda kadın-erkek eşitliğini sağlamak.
Ekonomide kadını güçlendirmek.
Dünyada kadın politikalarını izlemek.
2004 Aralık ayına kadar koalisyona yeni bir görev daha düşüyor elbet.
Avrupa Kadın Lobisi’yle sıkı bir işbirliği yapmak.
Eşit Fırsatlar Koalisyonu’na hoşgeldin diyorum.
Çok şapkalı bir devlet bakanı
ALBRIGHT’ın toplantısından sonra otelin lobisinde kadından ve aileden sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit ile sohbet imkanı buluyoruz.
Güldal Akşit kadından, aileden, çocuktan ve özürlülerden sorumlu ancak portföyünde başka sorumluklar da var:
İşsizliğin önlenmesi ve istihdamın geliştirilmesi.
Sadece bu son ikisi Türkiye’nin başlı başına en büyük sorunlarından.
Akşit’ten öğrendiğime göre, bakanlığın müstakil bütçesi yok.
Peki işsizliğin önlenmesi için çalışmalar nasıl yapılıyor o halde?
‘Çok küçük ekiplerle çalışıyoruz. DPT’den yardım alıyoruz. İşsizlikle ilgili aylık raporlar sunuyoruz. Ekonomi ve diğer bakanlıklarla işbirliği yapıyoruz’ diyor.
Özürlüler de Türkiye’nin başka önemli bir meselesi.
Eğer Akşit’in verdiği rakamı yanlış hatırlamıyorsam nüfusun yüzde 12.9’u özürlü.
Dediğim gibi Devlet Bakanı’nın sorumluluğundaki alanların tümü yaşamsal önemde.
Akşit, ‘Desteğe ihtiyacımız var’ derken çok haklı.
Özellikle de kadınların desteğine ihtiyacı var.
Yazının Devamını Oku 