Gila Benmayor

Biraz taşralı, biraz naif biraz da ezik

4 Temmuz 2004
<B>K</B>onuşmamızdan sonra Laura Bush ile ilgili aklımda kalanlar... Bir yanda dünyanın yarısının nefret ettiği bir koca; diğer yanda gölgesinde kaldığı ondan önceki first lady. Haliyle biraz taşralı, biraz naif, biraz da kızımın deyimiyle ‘ezik’. HERKES merak ediyor.

Laura Bush nasıl biri?

Sadece 10 dakika gördüğüm, konuşabildiğim biri hakkında fikir beyan etmek pek kolay olmasa da söylediklerinden bazı ipuçları yakalamak mümkün.

Eskiden, çok eskiden bir şarkı vardı: ‘Tell Laura I love her, tell Laura I need her...’

Laura
diye bir genç kıza tutkun delikanlının umutsuzluğu muydu, neydi?

Şarkıdaki Laura belki müthiş erişilmez biriydi.

ABD’nin First Lady’si kesinlikle öyle değil...

Hele Hillary Clinton gibi bir entelektüel hiç değil.

Oldukça sade, mütevazı. Biraz naif, biraz taşralı...

‘Okuduğunuz Türk yazarı var mı’ soruma ‘Binbir Gece Masalları’ diye cevap vermesi kafasında Türkiye’yi Doğu’da bir yerlere koyduğunu, büyük bir olasılıkla bu bölgedeki ülkelerle bir tuttuğunu gösteriyor.

Belki Washington’da ağırladığı, burada birlikte gezdiği türbanlı Emine Erdoğan kafasını iyice karıştırmıştır.

Türkiye imajının yerli yerine oturmadığı kesin.

YAZAMADIĞIM SORULAR

Her neyse, zaman darlığından teypten çözemediğim, dolayısıyla gazeteye yazamadığım birkaç soru daha var.

Mesela bir tanesi şöyle: ‘Eğer dünyayı değiştirme gücüne sahip olsaydınız ilk olarak ne yapardınız?’

‘Barış getirirdim... Dünyanın her yerine barış’
diyor ve ekliyor: ‘Zaten ABD’nin de yapmak istediği bu...’

Cevabın tam bu yerinde çok ilginç bir şekilde sözü NATO ve demokrasiye getiriyor Laura Bush...

NATO’ya katılan yeni üyelerin eskiden Sovyet boyundurluğunda olduğunu, şimdi kendi demokrasilerini kurmayı başardıklarını anlatıyor.

‘Eski Sovyet uydularının kendi demokrasilerini kurmayı başarmaları dünya için çok cesaret verici. Afganistan’da bunun olmasını temenni ediyoruz. Biliyorsunuz demokrasileri tesis etmek kolay değil. ABD’de buna sahip olduğumuz için kolay zannediyoruz. Oysa bizim tarihimizde de kölelik var...’

Laura Bush’
a NATO ve demokrasiyle ilgili soru sormadım ama o dersini öğrenmiş biri gibi illa bu mesajı vermek istiyor.

Bir diğer sorum yakından ilgilendiğini bildiğim Afganlı kadınlarla ilgili.

Afganlı kadınların Kabil’de burkalarını çıkartmaya başladıklarını, işe gittiklerini anlatıyor.

ABD’de Afganlı kadınlarla dayanışma amacıyla bir proje başlatmışlar. Pakistan üzerinden Afganlı kadınlara dikiş makinesi tedarik ediliyormuş.

‘Elektrikli dikiş makineleri değil elbet, zira orada elektrik sıkıntısı var. Elle çalışan makineler gönderiyoruz. Afganlı kadınlar evlerinde, kız öğrencilerin üniformalarını dikiyorlar. Liz Claiborne gibi modacılar kumaşları onlara bedava veriyorlar...’

EN FAZLA KİMİ TAKDİR EDİYOR

Peki madem söz kadınlardan açıldı dünyada en takdir ettiği kadının adı?

‘Bu çok zor bir soru.. En fazla kim derseniz annem ile kayınvalidemi sayabilirim.’

Verdiği cevaptan pek tatmin olmamış olacak ki, ‘Beyaz Saray’da yaşamış pek çok kadını takdir ediyorum’ diye ilave ediyor.

Cevabın burası biraz Hillary Clinton’dan ‘çalınmış’ olmadı mı?

Her fırsatta eski first lady’lerden Eleanor Roosevelt’i ne kadar takdir ettiğini, ondan etkilendiğini söyleyen Hillary zaman zaman onunla ‘konuştuğunu’ bile itiraf etmişti hatırlarsınız.

Kabul ediyorum.

Laura Bush
’un işi zor.

Bir yanda dünyanın yarısının nefret ettiği bir koca; George W. Bush.

Diğer yanda gölgesinde kaldığı güçlü bir kadın; Hillary Clinton.

Haliyle biraz taşralı, biraz naif, biraz da kızımın deyimiyle ‘ezik’.
Yazının Devamını Oku

Fransız sosyalistleri neden yanlış yolda

2 Temmuz 2004
<B>DIŞİŞLERİ</B> Bakanı <B>Abdullah Gül’</B>ün<B>,</B> NATO Zirvesi’nde Azeri ve Ermeni meslekdaşlarıyla yaptığı toplantı olumlu geçmiş. ‘Soykırım kabul edilmezse görüşme olmaz’ diyen Ermenistan tutumunu yumuşatmış.

Gazetelere yansıyan haberler bunlar.

Ermeni soykırım meselesi AB üyeliği bağlamında önümüzdeki günlerde başımızı ağrıtacak bir konu.

Daha önce de değinmiştim, Fransız sosyalistler AB müzakereleri için bu koşulu her fırsatta dile getirmeye başladılar.

NATO Zirvesi öncesi TESEV’in The German Marshall Fund ile birlikte düzenlediği iki günlük konferansın katılımcılarından biri de Ermeni tarihçi Gerard Libardian’dı.

1991-1997 yılları arasında Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan’a dış politika ve güvenlik konularında danışmanlık yapan Libardian halen Michigan Üniversitesi’nde ders veriyor.

Çırağan Sarayı’nın koridorlarında gezinirken rastladığım Libardian, Ermeni Taşnakların Fransız sosyalistlere empoze etmeyi başardıkları ‘Soykırım AB üyeliğinin koşulu olsun’ görüşüne ne diyor?

‘Böyle bir koşul söz konusu bile olmamalı. Zira Avrupa Birliği’ne üye bir Türkiye Ermenistan’ın için çok daha iyi olacaktır. Avrupa değerlerini benimsemiş Türkiye’nın sağlayacağı avantajlar soykırım meselesinin kabulünden çok daha fazla...’

Libardian’
a göre, Erivan’daki koalisyon hükümetinde de bu konuda bazı görüş ayrılıkları mevcut.

Babası Tarsus’lu olan Ermeni tarihçi soykırım meselesinin aceleye getirilmemesi gerektiği, ancak karşılıklı diyalog ve eğitimle çözülebileceği görüşünde.

‘Zamana ihtiyaç var’ diyen Libardian’a bu aşamada diyalog anlamında neler yapıldığını sordum.

Ermeni ve Türk akademisyenler dört yıldan beri work-shoplar yani çalıştaylar düzenliyorlarmış.

Chicago, Michigan’da geçtiğimiz yıllarda yapılan toplantılardan sonra önümüzdeki yıl Salzburg’da bir work-shop planlanıyor.

‘Tarihçilerin önyargıları yenmek için birlikte çalışmaları gerek. Zira herkes kendi kişisel tarihini geliştirmiş. Önemli olan bir tek tarihi ortaya koymak’ diyor.

Libardian’ın önemli vurguladığı bu: ‘Bir tek tarih’

Ermenistan eski cumhurbaşkanının danışmanı böyle düşünüyorsa Fransız Sosyalistlere ne oluyor allah aşkına?

Michel Rocard İstanbul’a geliyor

SÖZ
Fransız sosyalistlerden açılmışken, yarın gece İstanbul’da biraraya geleceğim önde gelen bir Fransız sosyalist ile bu yazdıklarımı paylaşmayı umut ediyorum.

Sözünü ettiğim kişi, Fransa eski başbakanı ve halen Avrupa Parlamentosu üyesi olan Michel Rocard.

Ermeni soykırım meselesinin, AB üyeliğine koşul olarak bağlanması görüşünü desteklediği söylenen Rocard, gelin görün ki aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinin en ateşli savunucularından.

Le Monde Gazetesi’ne yazdığı sayısız makalede hep üyeliğimizi savunduğunu biliyorum.

Mutlaka tüm Ermenilerin Taşnaklar gibi düşünmediğini biliyordur ama mensubu olduğu Sosyalist Parti’nin da fazla uzağına düşmek istemiyordur.

Rocard’ın Türkiye’yi ziyaret nedeni, Bağımsız Türkiye Komisyonu üyesi olması.

Daha önce bu sütunlarda yer vermiş olduğum dokuz üyeli bu komisyon, Açık Toplum Enstitüsü’nün desteğiyle Türkiye’nin AB üyeliği için bir nevi lobilicik faaliyeti için kurulmuştu.

Başkanı Finlandiya eski Başbakanı Marti Ahtisaari.

Bağımsız Türkiye Komisyonu bugünlerde Türkiye’de.

Ankara’da Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile görüştükten sonra İstanbul’a geçecek.

Türkiye’ye gelen komisyon üyeleri arasında, Marti Ahtisaari ve Michel Rocard’ın dışında Avusturya Dışişleri Bakanlığı eski müsteşarı Albert Rohan, Hollanda Dışişleri eski bakanı Hans van den Broek, Avrupa Parlamentosu üyesi Emma Bonino ve İspanya Dışişleri eski bakanı Marcelino Oreja Aguirre var.

Gördüğünüz gibi, NATO bitti ama Türkiye ilgi odağı olmaya devam ediyor.

Bush’un konuşması ve Orhan Pamuk ile ilgili teorim

GALATASARAY
Üniversitesi’nin rıhtımında, kızgın güneşten kaçarak bir ağacın altında dinlediğim ABD Başkanı George Bush’un konuşmasının sonuna doğru Orhan Pamuk’tan söz etmesi tesadüf mü?

Bir gün önce Hilton Oteli’nde Laura Bush’a ‘Hangi Türk yazarını’ tanıyorsunuz diye sorarken esasında aklımdaki isim Orhan Pamuk idi.

Zira şu sıralar yazarın ingilizceye çevrilmiş ‘Benim Adım Kırmızı’ kitabına New York ya da Washington’daki kitapevlerinde rastlayabilirsiniz.

Kitap okumayı sevdiği söylenen First Lady’nin pekálá bu ismi bilebilirdi.

Bilmediği gibi, ‘Binbir Gece Masalları’ gibi bir gaf yaptı.

Bu yüzden Bush’u dinlerken, Orhan Pamuk sonradan konuşmasına eklendi gibi geldi bana.

Bu nereden çıkarttığıma gelince...

1999 yılında Türkiye’ye gelen ABD eski Başkan Clinton’ın çok yakın çevresiyle biraraya gelme fırsatım olmuştu.

Washington’da Cities lokantasının sahibi Sahir Erozan’ın Boğaz’daki evinde verdiği partide tanıştıklarımın arasında başkanın özel fotografçısı, konuşmalarının yazarı, kuaförü vs...vardı.

Lafı buraya getirmek istiyorum.

ABD Başkanları her gittikleri yere konuşmalarını yazan kişileri de götürüyorlar.

Dediğim gibi, Başkan Clinton’ın 1999 yılında TBMM’de tam 10 kez alkışlanan unutulmaz konuşmasını yazan Harvard’lı genç adam (adı Ted’di) ile bizzat tanıştım.

Başkan Bush’da mutlaka aynısını yapmıştır, metin yazarını beraberinde getirmiştir.

Yani karısının gafını düzeltmek için Galatasaray Üniversitesi’nde yaptığı konuşmaya ilaveler yapılmış olması pekálá mümkün.
Yazının Devamını Oku

Irak’ta hepimiz aynı gemideyiz

29 Haziran 2004
<B>TESEV</B> ile aşağıda tam olarak ne olduğunu açıklayacağım GMF’nin (The German Marshall Fund of tne United States) İstanbul’daki NATO Zirvesi’nden hemen önce ortaklaşa düzenledikleri iki günlük konferansın adı <B>‘Yeni Bir Yol Kavşağında Atlantik İttifakı’.</B> İki gün, cumartesi ve pazar günleri Çırağan Sarayı’nda neler konuşuldu?

Ve kimler katıldı?

NATO Zirvesi için İstanbul’a gelmiş devlet adamları, diplomatlar, akademisyenler, gazeteciler, ünlü düşünce kuruluşlarının önde gelen isimleri.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün de birer konuşma yaptıkları konferansta NATO Genel Sekreteri Jaap de Hoop Scheffer’i de dinleme fırsatını bulduk.

Neticede, bugün sona erecek NATO Zirvesi’nde neler konuşulacağının, ne gibi kararlar çıkacağının ipuçlarını aldık.

Bu tür toplantıların bir faydası da hem ilginç tartışmalara tanık olmak, hem gökte aradığını yerde bulmak.

Mesela 2002 Eylül ayında Washington’a Avrupa’dan ve Asya’dan bir grup gazeteciyle birlikte yaptığım gezi sırasında Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde ağırlanmıştık.

ABD o günlerde kamuoyunu Irak Savaşı’na hazırlamak derdindeydi, zaten gezinin de amacı buydu.

Her neyse ziyaret ettiğimiz Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi’nden biz gazetecileri Irak’ın elindeki silahlar nedeniyle ne kadar tehlikeli olduğunu anlatan zat Çırağan Sarayı’nda tam yanıma düşmez mi?

‘Ne oldu Irak’taki silahlara?’ diye sordum.

‘Fransız ve Alman haberalma servisleri bizi ikna etmişlerdi’ diye topu Atlantik ötesine attı.

‘Peki hadi silahlar bulunamadı diyelim. Irak’ta bugünkü kaosa ne diyorsunuz?

‘O başka mesele? Belki başka türlü bir taktik izlemek gerekirdi...’

ARAFAT DA TALEP ETSE

Peki şimdi ne olacak?

Afganistan’da görev alanı genişletilmesi planlanan NATO, Irak’ta da devreye girecek.

NATO Genel Sekreteri Scheffer, konferansta diyor ki ‘Birkaç gün önce Irak Başbakanı Allawi’den NATO’nun desteğini talep eden bir mektup aldım.’

Belli ki NATO, Irak yolcusu?

Soru-cevap bölümünde NATO Genel Sekreteri’ne bir soru, Filistin Uluslararası İşler Araştırma İçin Akademik Toplum üyesi Profesör Mahdi Abdul Hadi’den geliyor: ‘Arafat’tan da yarın gelmenizi talep eden bir mektup alırsanız gelir miydiniz?

NATO’nun görev alanının sınırları nerede başlıyor, nerede bitiyor?

İşin bir başka boyutu da müttefiklerin bu işe nasıl baktıkları.

Fransa’da Chirac Hükümeti’ne yakın olan Uluslararası İlişkiler Enstitüsü IFRI’den Guillaume Parmentier sözünü sakınmıyor.

Fransa’nın Irak Savaşı’na neden karşı çıktığını hatırlattıktan sonra ‘Irak’ta işler daha da kötüye giderse bedelini Avrupa da ödeyecek. Neticede aynı gemideyiz. İstesek de istemesek de müttefiklerle dayanışma gerek’ diyor.

Dikkat çektiği nokta ise şu: ‘NATO Iraklılar tarafından ABD’nin bir uzantısı olarak algılanırsa işler daha da sarpa sarabilir...’

Anlayacağınız, Bush ve ekibinin dünyanın başına sardıkları bu beladan kurtulmak için ümitler şimdi NATO’ya bağlanmış durumda?

Marshall yardımı alan Almanların vefa borcu

TESEV
(Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) ile İstanbul’daki konferansı ortaklaşa düzenleyen German Marshall Fund of United States (ABD’nin Alman Marshall Fonu) 1972 yılında kurulmuş.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, ABD’nin Marshall yardımından yararlanmış olan Alman şirketleri yardımın gelmesinden tam 25 yıl sonra vefa borcu olarak bir fon oluşturmuş.

GMF Başkanı Craig Kennedy’nin verdiği bilgiye göre, esas amaç ABD ile Avrupa arasında işbirliğini geliştirmek.

İki kıta arasında seminerler, konferanslar düzenleyen GMF aynı zamanda politikacılara, gazetecilere burslar sağlıyor. Bir düşünce kuruluşu olarak da işlev görüyor.

Washigton, Berlin, Bratislava, Brüksel ve Paris’ten sonra büyük bir olasılıkla 2005 yılının ilk aylarında İstanbul’da bir ofis açacak.

Craig Kennedy, 7 yıl önce Türkiye’ye gelmek istediğini ancak şimdi TESEV ve hükümetin ilgi göstermesiyle bunun gerçekleşeceğini söylüyor.

Kopenhag kriteri deneyini komşularla paylaşmak

TESEV
’in çalışma gruplarının hazırladıkları ‘İstanbul Bildirileri’nde ilginç önerilere rastlamak mümkün.

‘3. İstanbul Bildirisi’nin konusu ‘Genişleyen Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da Demokratikleşme Tartışmaları’.

Bildiriyi özetleyen ODTÜ’den Doçent Meliha Altunışık, Kopenhag siyasi kriterlerine uyum için kararlı adımlar atan Türkiye’nin bölge ülkeleriyle mesela Suriye ile kendi demokratikleşme deneyimlerini paylaşabileceğini söylüyor.

Yalnız burada soru işareti şu: Türkiye işin ucunda AB üyeliği olduğu için bu süreçten geçti? Ortadoğu ülkelerine neyi vaat edeceksiniz?
Yazının Devamını Oku

Bağdat Müzesi planlı yağmalanmış

27 Haziran 2004
<B>BAĞDAT </B>Müzesi’nin eski müdürü <B>Nawala al Mutawalli</B>, Irak Müzeler Genel Müdürü <B>Donny George Youkhana</B>, Irak operasyonu başlar başlamaz Pentagon’u <B>‘Aman müzelere dikkat’ </B>diye uyaran Chicago Üniversitesi’nden profesör <B>McGuire Gibson</B>, Irak Kazılar Genel Müdürü <B>Burhan Shaker </B>ve diğer Iraklı, Amerikalı, Avrupalı uzmanlar geçen cuma, cumartesi günleri İstanbul’daydı. Bağdat Müzesi’nin hoyratça yağmalanmasına, paha biçilmez eserlerin tahrip olmasına tanık olmuş, bir şeyleri kurtarmak için çırpınan herkes.

Onları biraraya getiren ‘Kültürel Miras Kavramının Yeniden Tanımlanması ve Korunması Uluslararası Sempozyumu’ idi.

Sempozyumu düzenleyen ise ‘İstanbul İnisiyatifi’.

Organizasyon geçen yıl kurulmuş.

Amacı, Türk ve dünya kamuoyunun dikkatini kültürel mirasın tahribatına çekmek.

Kamboçya, Lübnan, Afganistan, Bosna ve nihayet Irak.

Savaşı yaşamış bu ülkelerde kültürel mirasın başına neler geldiğini gördük.

Bosna’da Mostar Köprüsü, Afganistan’da dev Buda heykelleri, Irak’ta Mezopotamya uygarlığının en nadide parçaları...

İstanbul’da Dışişleri Bakanlığı, Bilgi Üniversitesi, Ağa Han Vakfı, Yapı Kredi Kültür, Efes Pilsen, Yapa Dış Ticaret’ın sponsorluklarıyla düzenlenen 3 günlük sempozyuma dönersek...

Ne yazık ki sadece ikinci gün ve ancak iki saatliğine sempozyumu izledim.

Ama yetti...

Zira Nawala al Mutawalli ve Donny George Youkhana’nın tanıklıkları o denli çarpıcı, o denli içtendi ki...

Özellikle de Irak Müzeler Genel Müdürü Doktor Youkhana’nın anlattıkları...

Londra ve New York sanat çevreleriyle iç içe olan Youkhana konuşmasına şöyle başlıyor:

‘Irak Savaşı’ndan tam bir yıl önce bazı kişilerin müzeyi yağmalamak için Amerikan askerlerinin Bağdat’a girmelerini sabırsızlıkla beklediklerini duymuştuk...’

PENTAGON’A TELEFON


8 Nisan günü Bağdat’ta Enformasyon Bakanlığı bombalanıyor.

Bağdat Müzesi hemen yanıbaşında.

O gün Youkhana müzede, bombalamanın şiddetinden en alt katlara sığınmış.

ABD’de ise Profesör Gibson telefona sarılıp hemen Pentagon’u aramış.

‘Müzeyi koruma altına alın’ diye yalvarıyor.

Karşısına çıkan kişiye tam adresi bildiriyor.

Bu arada Doktor Youkhana ve yanındaki ekip bombardımanın durmasını fırsat bilip müzeden ayrılıyor.

Sadece bekçi kalıyor.

Yağmalama 8 Nisan’ı 9 Nisan’a bağlayan gece başlıyor ve tüm gün sürüyor.

Bekçi müze bahçesinin diğer tarafında duran Amerikalı tankçılara müdahale etmeleri istiyor.

Cevap, ‘Öyle bir talimat gelmedi’.

Oysa Gibson, Pentagon’u uyarmış.

‘Neden müzeyi korumadılar’ diye soruyorum Gibson’a.

‘Büyük bir olasılıkla ellerinde yeterince asker yoktu, büyük bir kaos vardı’ diyor.

Doktor Youkhana, bekçiye dayanarak o gece ellerinde kesici aletler, Kalaşnikoflar ve başka silahlar olan 300-400 kişinin geldiğini anlatıyor.

Anlatırken dialar gösteriyor.

Kendisi bizzat müzede daha sonra cam kesmeye yarayan aletler bulmuş.

‘Bu aletler her şeyin önceden planlanmış olduğunun bir kanıtı. Ayrıca bazı eserlerin seçilerek alındığını tespit ettik. Gelenlerin bazıları en kıymetli mühürlerin, takıların depoda sandıklarda olduklarını biliyordu. Doğruca oraya gittiler.’

FELAKET SENARYOSU


Meselá alçı kopyalara el sürülmemiş.

Belli ki işin içine tarihi eser mafyası karışmış özetle.

Yağmalama sırasında müzenin 70 yıllık arşivi de büyük zarar görmüş.

Bağdat Müzesi’nden 15 bin parça kayıp.

4 bine yakın parça iade edilmiş.

Ürdün, Suudi Arabistan sınırlarında, ABD’de, İtalya’da da yakalanan parçalar olduğu biliniyor. Sadece Türkiye ve İran’dan ses seda yok.

Doktor Youkhana konuşmasını bitirirken diyor ki: ‘Müzeler, savaş, deprem gibi felaketler karşısında kendilerini korumak zorunda. Felaket sırasında kimse yardıma koşmaz...’

Bu uyarı sanırım bize, İstanbul’a...

Bugün bile müzelerde bekçi yokken, bir deprem sırasında İstanbul’daki müzelere ne olacağını düşünmek istemiyorum.
Yazının Devamını Oku

Ebadi: İran’ın yasaları toplumuna aykırı orada örtünüyorum, dışarıda başım açık

26 Haziran 2004
2003 Nobel Barış ödülü'nü kazanan İranlı avukat ve insan hakları savunucusu Şirin Ebadi, "Şeref doktorası" almak üzere İstanbul'a geldi. 2003 Nobel Barış Ödülünü kazandıktan sonra bir anda dünyanın ilgi odağı haline gelen İranlı feminist avukat ve insan hakları savunucusu Şirin Ebadi, Koç Üniversitesi’nden ‘şeref doktorası’ almak üzere İstanbul’da. 10 yıllık bir aradan sonra ikinci kez İstanbul’a gelen Ebadi ve eşi Cevat Tavassolian ile dün öğle yemeğinde biraraya geldik.

Kadın ve çocuk haklarından, İran’daki reform sürecine kadar geniş bir yelpazede sohbet ettiğimiz Ebadi İstanbul’dan önce ABD’nin Harvard, Columbia gibi önemli üniversitelerinde konferanslar vermiş. Konferansların birinde Irak’taki insan hakları ihlallerinden söz edince salonun alkıştan inlediğini ve kendisine ‘Bush’tan başka herkes’ diye bir rozet verildiğini anlatıyor.

Ülkesindeki reform süreciyle ilgili ise söyledikleri ilginç: ‘Gelenek ve modernite daima çatışmıştır. Ancak tarih daima modernitenin üstün geldiğini ortaya koymuştur’.

Ebadi’ye sorular ve yanıtlar şöyle:

Benmayor: Nobel Barış ödülünü kazanan ilk müslüman kadınsınız. Bu sizin için anlamı nedir?

Ebadi: Birkaç anlamı var. Dünya İslam’ın terör dini olmadığını kabul etti. Müslüman kadınların özgürlükçü mücadelesine saygı gösterdi. Ödül yıllarca sürdürdüğüm insan hakları mücadelesine verildi. Doğrusunu söylemem gerekirse, ödülü bekliyordum ama o kadar erken değil.

İran’da üzerinde çalıştığınız kadın ve çocuk hakları ihlallerini anlatabilir misiniz?

- İran’da çocuk haklarını çiğneyen bazı yasalar var. Meselá evlilik yaşı çok düşük. Kızlar 13 yaşında, erkekler 15 yaşında evlendirilebiliyorlar. Anne ve baba terbiye gerekçesiyle çocuklarını yasanın izniyle dövebiliyor. Kız ve erkek çocuğu arasında fark var. Bu yasaların ıslahıyla ilgili çalışmalar sürüyor.

İran toplumunda değişimin tabandan gelmesi gerektiğini savunuyorsunuz. Sizin gibi düşününler çoğunlukta mı?

- Çoğunlukta olduklarını sanıyorum. Reform ancak aşağıdan geldiği zaman doğru netice verebilir.

Êİran’da en öncelikle reform ne olmalı sizce?

- İnsan haklarını çiğneyen yasaların değiştirilmesi. Örneğin, üniversitede okuyan kızların yüzde 63’ü kız. Eğitim görün kızların oranı erkeklerden fazla olduğu halde 2 kadının tanıklığı 1 erkeğin tanıklığına denk geliyor. Bir erkek dört kadınla evlenebiliyor. Bu yasalar İran toplumuna uygun değil.

Madem söz kadınlardan açıldı Türk kadını hakkında ne söyleyebilirsiniz?

- Ülkenizi iki kez ziyaret ettim. Sanıyorum Türk kadını önemli kazanımlar elde etti. Kadın hakları mücadele edilerek elde edilir. Batı toplumlarında hep böyle oldu. Yeri gelmişken Leyla Zana’nın özgürlüğünü kazanmasından son derece mutlu oldum.

Türban etrafında kopan fırtınalara ne diyorsunuz?

- Ben özgürlüğe inanıyorum. Kadınları özgür bırakın. İster başlarını örtsünler, ister örtmesinler. Erkekler de öyle. İster kravat taksınlar, ister takmasınlar.

Tekrar İran’a dönersek Hatemi’den sonra reform sürecinin hızlanacağı beklentisi vardı. Öyle olmadığını gördük. Neden?

- Toplumsal değişime gelenekçiler karşı durdu. Gelenek ve modernite (Ebadi özellikle bu sözcüğü kullandı. Farsca da böyle kullanıldığını söyledi)arasında sürekli bir çakışma vardır. Ama tarih şunu ortaya koymuştur ki kazanan daima modernitedir.

Êİran’da örtündüğünüzü biliyoruz. İran dışında ise başınız açık. Bu çelişkiyi nasıl izah ediyorsunuz?

- İran’da yasalara göre, ister müslüman olun, ister gayri müslim örtünmek zorundasınız. İran’da olduğum zaman yasalara uyuyorum. Ama İran dışında bu yasalar geçerli olmadığı için başım açık.

Beni, ‘Mr. Ebadi’ diye çağırıyorlar

İRAN
’da Şah döneminden kalmış olan, evli bir kadının genç kızlık soyadını taşımasına olanak tanıyan yasa değişmemiş. Bu yüzden Şirin Ebadi genç kızlık soyadını korumuş. Eşi Cevat Tavassolian, açık görüşlü biri ve hiç gocunmadan ‘Beni Mr. Ebadi diye çağırıyorlar’ diyor. Ebadi ‘Böylesine açık fikirli birinin eşiniz olması mücadelenizi kolaylaştırmıştır’ tespitine gülürük ‘evet’ diyor.

29 yıllık evli olan çiftin biri Kanada’da, diğeri Tahran’da okuyan iki yetişkin kızı var.

Çoğu insan haklarında 11 kitabı yayınlanmış olan Şirin Ebadi, İran’ın ilk kadın yargıçlarından. İslam Devrimi’nden sonra ‘yargıçlık kadının doğasına aykırı’ diye görevinden alınmıştı. 56 yaşındaki Ebadi halen Tahran Üniversitesi’nde ders veriyor.
Yazının Devamını Oku

Sağlık uçurumu ve Bill Gates faktörü

25 Haziran 2004
<B>NATO</B> Zirvesi için güzelleştirilen İstanbul, 40. Türk Pediatri Kongresi için şehre gelen Hint asıllı Dr. <B>Anıl Dutta</B>’yı pek etkilemiş. İstanbul’u dünyanın en temiz şehirleri arasında sayıyor.

‘Yeni Delhi ile karşılaştırıldığında burası dünyanın en temiz şehri olabilir’ diyor.

Dr. Anıl Dutta, dünyadaki çocuk aşılarının hemen tümünü geliştirmiş olan Aventis-Pasteur’ün uluslararası Medikal Direktörü.

Çocuk sağlığı konusunda dünyanın sayılı uzmanları arasında.

Aşı ve çocuk sağlığı ilişkisini en iyi bilenlerden.

Dediğine göre, aşı dünyada her yıl 3 milyon çocuğun sağ kalmasını sağlıyormuş.

Tetanos, kızamık gibi ucuz aşılara dahi ulaşamayan Afrika’nın pek çok ülkesi ve diğer yoksul ülkelerde bir yılda ölen çocukların sayısı 2 milyon.

1989 ile 1998 yılları arasında çocuk felcine karşı dev bir kampanya yürüten Türkiye’nin bu hastalığı yenmesini bir ‘başarı öyküsü’ olarak tanımlıyor.

Batı dünyasında artık pek rastlanmayan çocuk felci Hindistan’da hálá yaygınmış.

Dr. Anıl Dutta, konuşurken Hindistan, Türkiye ve Batı’dan örnekler verdiğinden olacak, gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki sağlık uçurumunu soruyorum.

Gelişmiş olan ülkelerde aşı sayesinde pek çok çocuk hastalığı kontrol altında.

Gelişmekte olan ülkelerin en önemli sorunu artan nüfus.

Düşünün ki, Hindistan’a her yıl 33 milyon bebek ekleniyor.

‘Avustralya’nın nüfusu kadar’ diyor Dr. Anıl Dutta.

Nüfusun hızla arttığı yerlerde, sağlık sistemi işler durumda olsa dahi hükümetlerin her şeye yetişmesi mümkün değil.

Tam bu noktada devreye giren bazı STK’lar ve UNICEF gibi uluslararası örgütler inanılmaz işler başarıyormuş.

‘Kişi başı milli geliri bin doların altında olan yoksul ülkelerde GAVI müthiş çalışıyor...’

GAVI ne?

‘Bağışıklık ve Aşı İçin Global İttifak’ sözcüklerinin kısaltılmasından meydana gelen GAVI, özel sektör, gelişmekte olan ülkelerin hükümetlerini, UNICEF’i, Dünya Bankası ve Bill&Melinda Gates Vakfı’nın bir araya gelmesinden oluşmuş.

GAVI’nin en büyük finansörü Bill Gates.

Büyük rakamlı bağışlarını kamuoyuna duyurmak için özellikle Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nu seçen Bill Gates, Dr. Anıl Dutta’ya göre, zenginlerle yoksullar arasındaki sağlık uçurumunun bir nebze kapanmasında rol oynayacak kişi.

Dünyanın en zengin kişilerinden biri olan Gates, zenginliğinin bir bölümünü böyle paylaşmayı seçtiyse ne álá.

Ünlü üniversitelerde Türk şirketleri dersi

KOÇ
Üniversitesi’nde ders veren yakın bir arkadaşım araştırmış.

Dünyanın ünlü üniversitelerinde ‘vaka çalışması’ olarak ele alınan ve yönetim bilimleri derslerinde örnek gösterilen Türk şirketlerinin sayısı hayli fazla.

Örneğin Arçelik, Harvard Üniversitesi’nde ‘strateji geliştirme, büyüme, uluslararası finans’ konularında incelenmiş.

Yine Harvard Üniversitesi’nde ele alınan başka bir Türk şirketi Doğuş.

Girişimciliği ve aile şirketi olması dikkat çekmiş.

Aynı üniversitenin ele aldığı diğer şirketler ise Garanti Bankası, Netaş ve Türk Telekom.

Boğaziçi Üniversitesi ise kurumsal sorumluluk, iyi yönetişim konularında ‘vaka çalışması’ olarak, ARGE Danışmanlık Şirketi’ni seçmiş.

Vestel, Koç Üniversitesi öğrencilerine örnek gösterilmiş.

Demirel’ın İSO’daki gafı

ESKİ
ABD Başkanı Bill Clinton, piyasaya çıkar çıkmaz satış rekorları kıran kitabı ‘Hayatım’da 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den övgüyle söz etmiş.

‘Geniş düşünceli bir adamdı’ demiş.

Önceki gün İstanbul Sanayi Odası’nın konuğu olan ve konuşmasının bir yerinde Kürt politikasına değinen Demirel’in ‘Çoğunlukta yaşayanları azınlık mensubu yapıp 2. sınıf vatandaş durumuna düşürmeye ne gerek var’ sözlerini duyunca Clinton aklıma geldi.

Eski bir cumhurbaşkanı düşünün ki, Lozan’ın her ne hikmetse azınlık olarak kabul ettiği TC vatandaşlarını 2. sınıf vatandaş olarak tanımlıyor.

Avrupa Birliği (AB) anayasasına Hıristiyan tanımlamasını koymamış, biz buna sevinirken eski bir cumhurbaşkanı ‘azınlık mensubu 2. sınıf vatandaş’ diyor.

Hangi devirde yaşıyoruz?

Geniş düşünceli olmak bu mu?
Yazının Devamını Oku

ABD’den Türkiye’ye ilgi var ama engel çok

22 Haziran 2004
<B>MURAT Köprülü, </B>New York’taki yatırım ve finans danışmanlık şirketi <B>Multilateral Funding International’</B>ın kurucusu ve başkanı. Aynı zamanda Amerikan Türk Derneği’nin (ATS) Başkanı.

1987 yılında kurduğu Multilateral Funding International (MFI), ABD’nin finans merkezi New York’un başarılı şirketleri arasında.

Washington’da yıllarca Hürriyet’in temsilciliğini yapmış olan, İstanbul’daki Monaco fahri konsolosu Tuna Köprülü’nün oğlu, Arı Hareketi’nin Genel Koordinatörü Kemal Köprülü’nün ağabeyi olan Murat Köprülü şirketini kurmadan önce Dünya Bankası’nda çalışmış.

Müşteri portföyüne Türk şirketleri, bankaları dahil olan Köprülü’nün İstanbul’daki partneri 3 Seas Capital Partners.

Yılda birkaç kez Türkiye’ye gelen Murat Köprülü’yle önceki gece Boğaz’da bir tekne gezisinde karşılaşınca Amerikalı yatırımcının Türkiye’ye nasıl baktığını soruyorum. ‘İlgi var ama engel çok’ diyor.

Amerikalı yatırımcının Türkiye ile ilgili kafasındaki iki sorunun biri ‘AB üyeliği ne olacak’.

İkincisi elbette ki hemen yanıbaşımızdaki Irak’taki kaotik durum.

‘Stratejik yatırım yapmak isteyen örneğin Amerikan tekstil firmaları Çin’e gidiyor. Türkiye’nin komşusu Tayland olsaydı yatırımcılar akın akın gelirdi...’

İran da ayrı bir soru işareti Köprülü’ye göre.

‘Bush yeniden seçimi kazandığı takdirde nükleer silahlara sahip olduğu gerekçesiyle İran’ı vurabileceği kanısı oldukça yaygın’.

Peki Bush’un yeniden seçilme şansı?

‘Şu anda yüzde 50...’

Köprülü
’nün söylediklerinden çıkardığım sonuç şu: Irak’ta kargaşa devam ettiği, Bush iktidarda olduğu sürece Türkiye’ye ilgisi olsa da Amerikalı yatırımcı buraya gelmeyecek.

‘Oysa tek haneli enflasyonla, düşük faizlerle Türkiye yatırımcı için cazip’ diyen Köprülü’ye göre, sıklıkla karşılaştırıldığımız Arjantin’e yeniden para girmeye başlamış.

Köprülü’ye diğer bir sorun da Amerikan Merkez Bankası Başkanı Alan Greenspan’in faizle ilgili açıklamaları.

Faizlerin yükselebileceğini ima ettiği anda Türkiye dahil tüm piyasaları altüst eden Greenspan’in derdi ne?

‘ABD halkı büyük bir çoğunlukla imkanlarının yüzde 500 üzerinde yaşıyor. Faizler aniden yükselirse ortalık toz duman olur. Greenspan’in amacı halkı yavaş yavaş fikre alıştırmak, önlem almasını sağlamak.’

Peki ABD’deki faiz yükselişi Türkiye’ye nasıl etkiler?

‘Dış borç etkilenir dolayısıyla büyüme hızı da.’

Greenspan
’in bu faiz açıklamaları bana kalırsa İstanbul depremi hikayesine döndü.

Ne olacaksa bir an önce olsa da kurtulsak.

Slovakya’da yatırım yapmanın yolu

AVRUPA Birliği
’ne (AB) yeni üye olan ülkelerin yatırımcılara yeni imkanlar sunduğu kesin.

Aynı şekilde yeni yeni palazlanmaya başlayan eski Orta ve Doğu Avrupalı şirketlerin de başka ülkelere yönelik ‘evlilik’ projeleri olabilir.

Bu tür talepleri buluşturmak üzere Orta ve Doğu Avrupa’da 10 ülkede faaliyet gösteren finansal danışmanlık şirketleri biraraya gelip şöyle bir ağ oluşturmuş: M&A CEE Network (Mergers& Acquisitions Central Eastrern European Network’.

Bu bölgesel ağa dahil olan ülkeler Bulgaristan, Hırvatistan, Rusya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya, Sırbistan-Karadağ, Romanya, Ukrayna.

Son olarak da Türkiye dahil olmuş.

Yukarıda sözünü ettiğim, Murat Köprülü’nün İstanbul’daki partneri 3 Seas Capital Partners Türkiye’den ağa dahil olan şirket.

3 Seas Capital Partners’in CEO’su Şevket Başeş’in yeni üyeliği kutlamak için verdiği tekne davetinde ağın ortaklarıyla tanışıyorum.

Fikir babalığını Macar İstvan Preda yapmış.

Ortakların çoğu gencecik insanlar.

Kurdukları ağ sayesinde yerel bilgilere ulaşmaları pek kolay.

Hem yatırım danışmanlığı yapıyorlar, hem şirketleri buluşturup evlendiriyorlar, hem şirketlerin değerlerini tespit ediyorlar.

Anladığım kadarıyla şimdi Türkiye’deki ortakları sayesinde kolları New York’a kadar uzanabilecek.
Yazının Devamını Oku

Bush’a bir bela daha AFİŞÇİ-GERİLLALAR

20 Haziran 2004
Los Angeles’ta 5 ile 405 otoyollarında hemen hemen her gece tekrarlanan bir sahne var. Sırtına bir işçi tulumunu geçirmiş olan 40 yaşlarında bir adam gecenin karanlığında süzülüp elindeki dev pankartları otoyolların kenarlarına, üst geçitlere asıyor.

Pankartlarda neler yazıldığını merak mı ettiniz?

İşte birkaç örnek.

‘Bush yalancı’ ‘Clinton’ın yalanı kimseyi öldürmemişti’ ‘Kazandırdığınız para için teşekkürler, ölen çocuklarınız için üzgünüz. İmza: Halliburton’.

Pankartların bazıları da resimli.

Başına siyah kukuleta geçirilmiş Iraklı tutsağın altında şöyle yazıyor: ‘Bu işte biz yokuz’.

Her gün 5 ile 405 otoyollarından geçen milyonlarca Kaliforniyalı’nın gözlerine bu pankartları sokan Amerikalı’nın hikayesini geçenlerde Le Monde Gazetesi’nde okudum.

Hayatının bir döneminde gazetecilik ve öğretmenlik yapmış.

Küçük bir mirasa kavuşunca kendini emekliye ayırıp bir garajda bu pankartları hazırlamaya başlamış.

Scarlet Pimpernel diye sahte bir isim kullanıyor.

‘Medya hükümetin ve iş çevrelerinin elinde olduğuna göre ben de medyanın en eski yöntemlerine başvurdum’ diyor.

İddiasına göre, şimdiye kadar iki binden fazla pankart asmış.

Otoyolu denetleyenler pankartları söküyor.

O ‘gerilla taktikleriyle’ yılmadan yenilerini asıyor.

Aylarca tek başına savaşını sürdürdükten sonra günün birinde Los Angeles’lı biri pankartların resimlerini çekip, internet üzerinden yayınlamaya başlıyor.

Scarlet internette o kadar ünleniyor ki ‘freewayblogger.com’ diye kendi sitesini kuruyor.

Siteye ben de girdim.

Scarlet, topu topu 35 dolara mal ettiği pankartlarının dört milyon Kaliforniyalı tarafından görüldüğü iddiasında.

Los Angeles şehir merkezinin de ‘afişci-gerilları’ var.

Profesyonel sanatçıların, karikatüristlerin oluşturdukları PostGen grubunun 300 kişilik gönüllü ordusu, polisle adeta saklambaç oynayarak, Bush’u yerin yedi kat dibine sokan karikatürleri boş buldukları her yere yapıştırıyor.

PostGen ta New York’a kadar uzanmış.

Anlayacağınız, ‘Bush’u kasım ayında seçtirmeyeceğim’ diye yemin etmiş olan Amerikalı yönetmen Michael Moore o kadar yalnız değil.

ABD’deki Bush karşıtlarının ve eylemlerinin sayısı giderek artıyor.

‘Afişçi-gerillalar’ ve önümüzdeki cuma günü ABD’de 650 sinema salonunda gösterilmeye başlanacak olan Moore’un ödüllü filmi Fahrenheit 9-11’ın yanı sıra bol sayıda Bush aleyhtarı kitap da piyasada...

Beyaz Saray’ın eski anti terör koordinatörü Richard Clarke, ‘Tüm Düşmanlara Karşı’ kitabında Bush’un terörizmle savaşta inanılmaz hatalar yaptığını iddia ediyor.

Justin Frank adındaki psikiyatr ise ‘Bush Divanda’ diye bir kitap yazmış.

‘Eski bir alkolik’ olarak tahlil ettiği ABD Başkanı’na koyduğu teşhis şöyle: Sadist, paranoyak, megaloman.

Frank’a göre, Bush ruhen o kadar hasta ki, kendisi, ABD ve Tanrı arasında bir ayırım yapamıyor.

Bu arada unutmuş olduğum bir isim daha: Talk şovcu Al Franken.

O da Demokrat Parti’ye yakın zengin işadamlarının kurdukları Air America Radyosu’nda Bush’un ipliğini pazara çıkarıyor.

Ne dersiniz Demokrat aday Kerry, sahneyi sanki afişci-gerillalar, yönetmenler, talk şovcular ve psikiyatr-yazarlara terk etmiş gibi.
Yazının Devamını Oku