Gila Benmayor

‘Hayır’ çıkarsa Hollanda, Polonya İngiltere gibi ülkeler bizi izleyebilir

29 Mayıs 2005
Jacques Attali, Fransa’nın önde gelen düşünürlerinden. Fransa’da bugün yapılacak referandumdan tam bir hafta önce Ürdün’de Ölü Deniz’deki Dünya Ekonomik Forumu sırasında onunla kritik referandumu ve Türkiye’nin AB üyeliğini konuştuk. Bir zamanlar, eski Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand’ın danışmanlığını yapmış olan Attali esasında ekonomist. 5 yıldan beri ‘mikro kredilerle’ uğraşan PlaNet Finance’ın başkanı. Sayısız kitabı olan Attali, son olarak, Endülüs aydınlanmasının mimarlarından İbn Rüşd ile Maymonides’i biraraya getiren bir roman ile Marx’ın biyografisini yazmış.

Fransa’da bugün yapılacak referandumdan beklentiniz nedir?

- Son dakikada Fransızların ‘evet’ diyeceğini umut ediyorum. Zira ‘evet’ çıkması Fransızların yararına. Bence bu haliyle Avrupa Anayasası fevkalade iyi.

Peki ya ‘hayır’lar üstün gelirse?

- İnsanlar ‘hayır’ çıktığı takdirde, Fransa’nın izole olacağının farkına varmalı. Kaldı ki, Avrupa Anayasası’nın oturulup yeniden görüşülmesinin mümkün olmadığını da bilmeliler.

Referandumu tekrarlamak mümkün mü?

- Olabilir her şey mümkün. İrlanda meselá tekrarlamış. Fransa konusunda kanımca kötü olan şu: Referandumdan ‘hayır’ çıktığı takdirde Hollanda, Polonya, İngiltere gibi ülkeler bizi izleyebilir. Yani Fransa kötü örnek olur. Eğer Fransa tek başına ‘hayır’ derse iş tatlıya bağlanabilir. İngiltere de tek başına ‘hayır’ derse öyle. Ama bir sürü ülke birbirini taklit ederse bu Avrupa için can sıkıcı olabilir. Fransa’yı kesinlikle Hollanda izleyecektir.

Chiracın referandum nedeniyle sarsıldığını düşünüyor musunuz?

- Hayır sanmıyorum. Bence referandumda ‘evet’ için çok yürekli ve iyi bir kampanya yaptı. Burada başka sorun şu: İnsanlar referandum aracılığıyla Chirac’a karşı da ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyecekler. Fransızların çoğunun derdi Avrupa değil Chirac.

Fransız halkı, sizce neden Avrupa Anayasası’yla Türkiye’nin AB üyeliğini birbirine karıştırma eğiliminde?

- Anayasaya ‘hayır’ diyenlerin öyle işine geldi. Hayırcılar, referandum ABD’nin hakimiyeti, Çin mallarının istilası ve Türkiye’nin AB üyeliği demek, diye ortaya çıkıp insanların kafalarını karıştırdılar. Türkiye’nin AB üyeliğinin referandumla alakası yok.

Ama Chirac bizzat çıkıp Türkiye’nin referandumla bir bağlantısı olmadığını açıklamak zorunda kaldı...

- Siz sadece Türkiye’yle ilgili şeyleri duyuyorsunuz. Chirac, kafa karışıklığına yol açan diğer konuların da referandumla ilgisi olmadığını söyledi.

Fransa’nın Türkiye karşıtlığı nereden kaynaklanıyor?

- Karşı olanların olduğu doğru. Chirac Türkiye’nin lehinde, bazı politikacılar, benim gibiler de lehinde. Ancak bugün tuhaf bir durum var. Anayasayı savunanlar, referanduma zarar gelmesin diye Türkiye karşıtı olduklarını iddia ediyorlar. ‘Türkiye’ye sonra bakarız’ diyorlar. ‘Hele bir referandumu atlatalım da...’

Diyelim ‘hayır’lar ağır bastı. Avrupa Anayasası yürürlüğe girmezse ne olur?

- Fazla hükmü kalmamış Nice Anlaşması’yla yaşamaya devam edeceğiz. Uzun bir süre için başka anayasa olmayacak. Bir pragmatizm olacak. Pragmatizm, işleri fazla patırdı çıkartmadan dikkatlice yürütmek anlamında. Avrupa’nın 20 yıldan beri yaptığı gibi.

Sizce Avrupa’nın önündeki en büyük tehlike ne?

- Avrupa bir yönetim zafiyetiyle karşı karşıya kalabilir. Kendi kendini yönetmek gibi bir zorlukla karşılaşabilir. Kırılabilir de. Belki 10 yıl içerisinde Euro artık olmayacak. Bir Avrupa hükümetini işbaşına getirmeyi beceremediğimiz takdirde Euro tutunamaz. Yok olur. Euro hükümet olmadan olmaz.

Türkiye’nin 10 yıl zarfında AB üyesi olacağından hiç kuşkum yok

Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili görüşünüz umarım yedi yılda değişmedi. Sizinle yedi yıl önce görüştüğümde Avrupa ancak Türkiye’yi ve Rusya’yı alarak global bir güç olabilir demiştiniz...

-
Aynı şekilde düşünmeye devam ediyorum. Yol uzun ama Türkiye’nin 10 yıl zarfında AB üyesi olacağından hiç kuşkum yok. Bana göre hem Türkiye hem Rusya, hem de Ukrayna Avrupa Birliği üyesi olacaklar. Ancak Türkiye’nin bugün izlediği yolda devam etme cesaretini göstermesi gerekir.

Peki Avrupa bu cesareti gösteriyor mu ya da gösterecek mi?

- 15 üyeden 25 üyeye geçmek kolay olmadı. Genişlemeyi hazmetmek gerekir. Fransızlar Polonya’yı, Bulgaristan’ı, Romanya’yı hazmettikten sonra sıra Türkiye’ye gelecek. Bu üç ülke kolay hazmedilecek lokmalar değil doğrusu. Öğle yemeğinden sonra saat ikide kimsenin karnı acıkmaz. Bunun için akşamı beklemek gerek. Yani bence Türkiye’yle ilgili fikirlerin değişmesi için bir-iki yıl bekleyeceğiz. Biliyor musunuz ki, İspanya üye olduğunda insanlar ‘Bu bir felaket. İspanya birliğe girmemeli’ diye feryat ediyordu. İspanya girdikten bir-iki yıl sonra, o bağırıp çağıranlar İspanya’nın Avrupa’ya büyük katkısı olacağını fark etti. Sanırım Türkiye için de aynı şey olacak. Göreceksiniz üç yıl içerisinde Türkiye için tablo değişecek.

10-20 yıl zarfında nasıl bir Avrupa görüyorsunuz?

- Avrupa, Türkiye, Rusya ve elbette Ukrayna ile birlikte dünyanın en birinci gücü olacak kuşkum yok. Bu arada Ukrayna Türkiye’den önce Avrupa Birliği’ne üye olabilir diye düşünüyorum. Bu yüzden Ukrayna ile sıcak ilişkiler sürdürmek Türkiye’nin çıkarına.
Yazının Devamını Oku

Huntington İslam dünyasına sormuş mu

27 Mayıs 2005
<B>PROFESÖR Samuel Huntington’</B>dan değişik birşey söylemesini beklemiyordum.<br><br>Eski Fransa Cumhurbaşkanı <B>Valery Giscard D’Estaing’</B>nin <B>‘Türkiye Avrupalı değildir’ </B>açıklamasını ta o günlerde kapmış. Bugüne kadar aynı şeyi söylüyor: ‘Türkiye’nin AB üyeliği şansı sıfır.’

Bereket, Huntington’un İstanbul’daki konuşmasından bir iki gün önce Ölüdeniz’deki Dünya Ekonomik Forumu’nda Avrupalı düşünürlerle karşılaşma fırsatını bulmuşum yoksa içim daha beter kararacaktı.

Meselá Jacques Attali.

Kesinlikle Huntington gibi düşünmüyor.

‘Türkiye Avrupalı. 10 yıl zarfında Avrupa Birliği üyesi olacak’ diyor.

Attali ve onun gibileri Avrupa’nın ancak Türkiye’yi içine alarak güçlü global bir aktör olabileceği görüşünde.

Huntington’un vizyonu o kadar geniş değil.

Olması da beklenemez zira birtakım önyargılara hapsolmuş vaziyette.

Bunun ipucunu zaten kendisi konuşmasının başında veriyor.

‘Karım Ermeni olduğu halde İstanbul’u sever’...

Daha önce Davos toplantıları nedeniyle iki kez karşılaşmış olduğum Huntington ile ilgili notlarıma baktım.

11 Eylül’den hemen sonra 2002 yılında New York’a taşınan Dünya Ekonomik Forum toplantısında şöyle demiş:

‘Değişik toplumlar aynı medeniyetler içersinde dahi değişik değerlere sahip olabiliyorlar. Örneğin İslam kendi içinde bölünmüş durumda.’

Şimdi İstanbul’da ne diyor?

‘Türkiye’nin İslam’ın lideri olması İslam dünyasının ve dünyanın yararına olacaktır’...

Yani Türkiye, bölünmüş İslam dünyasını birleştirecek.

Merak ediyorum Huntington nasıl böyle bir sonuca varmış?

İslam Dünyası’ndaki dengelerden haberi var mı? Örneğin, Mısır İslam dünyasının lideri olmak için yıllarca uğraşmış.

Olabilmiş mi?

Hayır.

Dediğim gibi, Huntington’ın Ürdün, Ölüdeniz’deki toplantıdan sonra buraya gelmesi iyi olmuş.

Çünkü bu önerisinin ne kadar boş olduğuna ben bizzat tanık oldum.

Geniş bir İslam coğrafyasından katılımcılarla, Ortadoğu’nun kaderinin tartışıldığı, Arap ülkelerinin rekabetçiliğinin ele alındığı toplantılarda biz yoktuk.

Türkiye yoktu.

Pardon bir istisna.

İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu.

‘Şiddete ilham olması ve önlemesi açısından dinin gücü’ diye çevirebileceğim oturumun panelistleri arasındaydı.

Bunun dışında Türkiye’nin adı, sanı anılmadı Ölüdeniz’de.

Hem kendisi, hem aklı ‘dinozor’ Huntington, yazık ki etrafını fildişi kulesinden seyrediyor.

Bursa’dan bir Carlos Ghosn geçti

DOĞRUSU
1 Mayıs tarihinden itibaren Renault’nun başına geçen Carlos Ghosn ile karşılaşmayı isterdim.

Sadece, bilgisine, dünya görüşüne hayran olduğum Renault’nun eski CEO’su Louis Schweitzer ile karşılaştırmak için.

Romanya üzerinden Bursa’ya gelen ve burada kaldığı 12 saat boyunca toplantı üzerine toplantı yapan Carlos Ghosn’tan Fransız basını ‘Olağanüstü Bay Ghosn’ diye sözediyor.

Lübnanlı bir aileden Brezilya’da doğan, eğitiminin büyük bir bölümünü Fransa’da yapmış olan Ghosn’u Renault’ya getiren bizzat Schweitzer.

1996 yılında, ‘beyin avcısı’ Egon Zehnder aracılığıyla Michelin’de çalıştığı sırada Carlos Ghosn’u keşfetmiş.

Michelin’de daha fazla yükselemeyeceğini farkeden Ghosn, derhal Schweitzer’in önerisini kabul etmiş.

İlk görevi otomobil devinin masraflarını kısmak.

Daha sonra güç durumdaki Nissan’ı kurtarmak işini üstleniyor.

Dolayısıyla altı yılını Japonya’da geçiriyor.

Bir yakınına göre ‘çok kültürlülük genleri’ taşıyan, tam yedi dil bilen Carlos Ghosn Japonlarla iyi kaynaşıyor.

Hatta ailece kaynaşıyorlar.

Çünkü, dört çocuğunun annesi Tokyo’da ‘My Lebanon’ diye bir lokanta açıyor.

Carlos Ghosn, Büyük İskender, Jul Sezar, Cengiz Han hayranıymış.

Nedenini ise şöyle izah ediyor: ‘Ülkelerinden çıkıp, değişik kültürlerle yüzyüze geliyorlardı. Dünyanın ilk çokuluslu ağını kurmayı başarmışlardı...’

Sanırım sadece bu sözleri Ghosn’un, aynen Schweitzer gibi Türkiye’nin AB üyeliğinin sıkı bir destekçisi olacağını kanıtı...

Yazık Türkiye’ye

BOĞAZİÇİ
’ndeki Ermeni Konferansı’na gitmeyi planlıyordum.

Ama içimde bir kaygı vardı.

‘Olay çıkar’ kaygısı.

Çünkü geçtiğimiz şubat ayında Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin Beyoğlu’nda Yapı Kredi Kültür Merkezi’ndeki Ermeni sorunuyla ilgili küçücük panelinde olay çıkmıştı.

Tarihçi Mete Tunçay ile ‘Anneannem’ kitabının yazarı avukat Fethiye Çetin’i konuşturmak istemeyen, tehdit yağdıran ‘birileri’ çıkmıştı. Polisin zorla salondan çıkardığı ‘birileri’.

Baktım aynı ‘birileri’ Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısındaydı dün.

Ermeni Konferansı’nı protesto için.

Resmi görüşün dışında hiçbir sesin duyulmasını istemeyenler sanki hep kazanıyor.

Ama Türkiye kaybediyor.

Yansıttığımız imaj anti-demokratik bir Türkiye imajı. Dün zaten internette ‘yasakçı Türkiye’ gibi e-postalar dolaşmaya başlamıştı.

Yazık...
Yazının Devamını Oku

Huntington İslam dünyasına sormuş mu

27 Mayıs 2005
PROFESÖR Samuel Huntington’dan değişik birşey söylemesini beklemiyordum.Eski Fransa Cumhurbaşkanı Valery Giscard D’Estaing’nin ‘Türkiye Avrupalı değildir’ açıklamasını ta o günlerde kapmış.Bugüne kadar aynı şeyi söylüyor: ‘Türkiye’nin AB üyeliği şansı sıfır.’Bereket, Huntington’un İstanbul’daki konuşmasından bir iki gün önce Ölüdeniz’deki Dünya Ekonomik Forumu’nda Avrupalı düşünürlerle karşılaşma fırsatını bulmuşum yoksa içim daha beter kararacaktı.Meselá Jacques Attali.Kesinlikle Huntington gibi düşünmüyor.‘Türkiye Avrupalı. 10 yıl zarfında Avrupa Birliği üyesi olacak’ diyor.Attali ve onun gibileri Avrupa’nın ancak Türkiye’yi içine alarak güçlü global bir aktör olabileceği görüşünde.Huntington’un vizyonu o kadar geniş değil.Olması da beklenemez zira birtakım önyargılara hapsolmuş vaziyette.Bunun ipucunu zaten kendisi konuşmasının başında veriyor.‘Karım Ermeni olduğu halde İstanbul’u sever’...Daha önce Davos toplantıları nedeniyle iki kez karşılaşmış olduğum Huntington ile ilgili notlarıma baktım.11 Eylül’den hemen sonra 2002 yılında New York’a taşınan Dünya Ekonomik Forum toplantısında şöyle demiş:‘Değişik toplumlar aynı medeniyetler içersinde dahi değişik değerlere sahip olabiliyorlar. Örneğin İslam kendi içinde bölünmüş durumda.’Şimdi İstanbul’da ne diyor?‘Türkiye’nin İslam’ın lideri olması İslam dünyasının ve dünyanın yararına olacaktır’...Yani Türkiye, bölünmüş İslam dünyasını birleştirecek.Merak ediyorum Huntington nasıl böyle bir sonuca varmış?İslam Dünyası’ndaki dengelerden haberi var mı? Örneğin, Mısır İslam dünyasının lideri olmak için yıllarca uğraşmış.Olabilmiş mi?Hayır.Dediğim gibi, Huntington’ın Ürdün, Ölüdeniz’deki toplantıdan sonra buraya gelmesi iyi olmuş.Çünkü bu önerisinin ne kadar boş olduğuna ben bizzat tanık oldum.Geniş bir İslam coğrafyasından katılımcılarla, Ortadoğu’nun kaderinin tartışıldığı, Arap ülkelerinin rekabetçiliğinin ele alındığı toplantılarda biz yoktuk.Türkiye yoktu.Pardon bir istisna.İslam Konferansı Örgütü Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu.‘Şiddete ilham olması ve önlemesi açısından dinin gücü’ diye çevirebileceğim oturumun panelistleri arasındaydı.Bunun dışında Türkiye’nin adı, sanı anılmadı Ölüdeniz’de.Hem kendisi, hem aklı ‘dinozor’ Huntington, yazık ki etrafını fildişi kulesinden seyrediyor.Bursa’dan bir Carlos Ghosn geçtiDOĞRUSU 1 Mayıs tarihinden itibaren Renault’nun başına geçen Carlos Ghosn ile karşılaşmayı isterdim.Sadece, bilgisine, dünya görüşüne hayran olduğum Renault’nun eski CEO’su Louis Schweitzer ile karşılaştırmak için.Romanya üzerinden Bursa’ya gelen ve burada kaldığı 12 saat boyunca toplantı üzerine toplantı yapan Carlos Ghosn’tan Fransız basını ‘Olağanüstü Bay Ghosn’ diye sözediyor.Lübnanlı bir aileden Brezilya’da doğan, eğitiminin büyük bir bölümünü Fransa’da yapmış olan Ghosn’u Renault’ya getiren bizzat Schweitzer.1996 yılında, ‘beyin avcısı’ Egon Zehnder aracılığıyla Michelin’de çalıştığı sırada Carlos Ghosn’u keşfetmiş.Michelin’de daha fazla yükselemeyeceğini farkeden Ghosn, derhal Schweitzer’in önerisini kabul etmiş.İlk görevi otomobil devinin masraflarını kısmak.Daha sonra güç durumdaki Nissan’ı kurtarmak işini üstleniyor.Dolayısıyla altı yılını Japonya’da geçiriyor.Bir yakınına göre ‘çok kültürlülük genleri’ taşıyan, tam yedi dil bilen Carlos Ghosn Japonlarla iyi kaynaşıyor.Hatta ailece kaynaşıyorlar.Çünkü, dört çocuğunun annesi Tokyo’da ‘My Lebanon’ diye bir lokanta açıyor.Carlos Ghosn, Büyük İskender, Jul Sezar, Cengiz Han hayranıymış.Nedenini ise şöyle izah ediyor: ‘Ülkelerinden çıkıp, değişik kültürlerle yüzyüze geliyorlardı. Dünyanın ilk çokuluslu ağını kurmayı başarmışlardı...’Sanırım sadece bu sözleri Ghosn’un, aynen Schweitzer gibi Türkiye’nin AB üyeliğinin sıkı bir destekçisi olacağını kanıtı...Yazık Türkiye’yeBOĞAZİÇİ’ndeki Ermeni Konferansı’na gitmeyi planlıyordum.Ama içimde bir kaygı vardı.‘Olay çıkar’ kaygısı.Çünkü geçtiğimiz şubat ayında Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin Beyoğlu’nda Yapı Kredi Kültür Merkezi’ndeki Ermeni sorunuyla ilgili küçücük panelinde olay çıkmıştı.Tarihçi Mete Tunçay ile ‘Anneannem’ kitabının yazarı avukat Fethiye Çetin’i konuşturmak istemeyen, tehdit yağdıran ‘birileri’ çıkmıştı. Polisin zorla salondan çıkardığı ‘birileri’.Baktım aynı ‘birileri’ Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısındaydı dün.Ermeni Konferansı’nı protesto için.Resmi görüşün dışında hiçbir sesin duyulmasını istemeyenler sanki hep kazanıyor.Ama Türkiye kaybediyor.Yansıttığımız imaj anti-demokratik bir Türkiye imajı. Dün zaten internette ‘yasakçı Türkiye’ gibi e-postalar dolaşmaya başlamıştı.Yazık...
Yazının Devamını Oku

Cinsiyet uçurumu raporunu hazırlayan ekonomist ne diyor

24 Mayıs 2005
<B>DÜNYA Ekonomik Forumu’</B>nun baş ekonomisti ve rekabet programının direktörü <B>Augusto Lopez-Claros.</B> Lopez-Claros, 58 ülke arasında 57. sırada olduğumuz için bizim buralarda nedense erkek yazarlarımız tarafından pek hoş karşılanmayan ‘Cinsiyet Uçurumu’ raporunu Saadia Zahidi ile birlikte hazırlayan kişi.

Onunla Ölüdeniz’deki Dünya Ekonomik Forumu’nda karşılaşınca hemen raporu sordum.

Söylediklerini kelimesi kelimesine yazıyorum.

Türkiye’ye haksızlık var mı yok mu artık siz karar verin.

Bu arada bir hatırlatma.

Puanlama beş kategoriye göre yapılmış:

Ekonomiye katılım, ekonomide fırsatlar, eğitim, politik yaşama katılım ve sağlık.

Şimdi Augusto Lopez-Claros’a bırakıyorum sözü.

‘Ekonomiye katılım iş hayatına katılım anlamında.

İşsizlik kadınları nasıl etkiliyor? Eşit işe verilen ücretlere bakıyoruz.

İster inanın ister inanmayın, İsveç dahil dünyada kadın ve erkeğin eşit işe, eşit ücret aldığı bir tek ülke yok.

İsveç’te bir kadının ücret ortalaması yüzde 83.

Türkiye’de uçurum hayli büyük.

Ekonomide fırsatlar kategorisinde ise baktığımız iş hayatına katılımın ‘kalitesi’.

Kadınlar iş hayatına katılıyor ama bakalım hangi tür işleri yapıyorlar?

Erkeklerin istemediği kötü işleri daha düşük paraya yapıyorlarsa kötü.

Toplumda profesyonel ve teknik düzeyde kadınlara giden işlerin oranı ne?

Bu kategoriye çocuk bakımı da giriyor.

Diyelim ki kadınlar eğitimli. Üniversiteden mezun olmuşlar ama kariyer yapmak istediklerinde çocuklarını ne yapacaklarını bilemiyorlar..

Çünkü işyerlerinde çocuk kreşleri yok.

Bu meseleyi en iyi çözmüş olan ülkeler İsveç, Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkeleri.

Tüm şirketlerin kreşleri var.

Yüksek eğitimli kadınlar kariyer mi, yoksa çocuk mu diye bir ikilem yaşamıyorlar.

Türkiye de çocuk bakımı hemen hemen yok gibi.

Politik katılım meselesi de önemli.. Parlamentodaki kadın yüzdesi kaç?..

Dünya ortalaması yüzde 15.8.

İsveç’te yüzde 55 mesela.

Türkiye’de yüzde 4.4

Bu yüzden Türkiye bu kategoride 58 ülke arasında 56. durumda.

Ondan daha kötü durumda olan iki ülke var.

Eğitime gelirsek? Eğitim kadının kendini, yeteneklerini geliştirerek topluma katkıda bulunması için çok önemli.

Üniversitede, lisede ve ilköğretimde kaç kadının okuduğuna bakıyoruz.

İsviçre de üniversiteye giden çok sayıda kadın var ama erkek sayısı daha fazla.

Brezilya, Arjantin’e üniversitelere gittiğinizde kadın öğrenci sayısı erkeklerin üzerinde. Bu da doğal olarak bu ülkelerin üst sıralara geçmelerini sağlıyor. Türkiye’de üniversiteye giden kadın sayısı erkeklere göre çok düşük.

51. sıradasınız.

Lisedeki durum ise şöyle: Her yüz erkeğe 76 kız düşüyor.

İlkokulda da her yüz erkeğe 92 kız var.

Sağlık kategorisine genç yaşta annelik, bebek ölümleri filan giriyor.

Annelik yaşına bakıyoruz. 15, 16 yaşlarındaki kızların bebekleri mi var, yoksa okula mı gidiyorlar. Çocuk yaşta doğuranlar ortalamayı düşürüyor haliyle.

Anne ölümleri de bu kategoride.

Bu değerlendirmeleri yaparken göz önüne aldığımız bazı faktörler var. Örneğin eğer iki ülkede anne ölümleri aynı ise bunlardan hangisinde daha az doktor varsa ön sıraya geçiyor. Daha fazla doktoru olan ülkede anne ölümleri daha az olması gerektiğinden bu ülke cezalandırılıp bir alt sıraya düşürülüyor.

Türkiye’de anne ölümleri fazlasıyla yüksek: 100 bin doğumda 70 ölüm var.

Bu oran Ürdün’de 41, İspanya’da dört.

İsveç’te her 100 bin doğumda ölen kadın sayısı 2.

Bebek ölümlerinde de durum parlak değil.

Her bin bebekten 35’i ölüyor Türkiye’de.

Tüm bunlar bir araya geldiğinde bir ülkenin skoru ortaya çıkıyor.

Yaptığımız iş önümüze gelen rakamları değerlendirmek’.

Augusto Lopez-Claros’un bana söyledikleri bunlar.

Elindeki verilerin birine karşı çıktım.

O da şu: BM İnsani Gelişme Raporu’nun verileriune göre Türkiye’de kadın bakan sayısı 0.

Yani kadın bakanımız yok.

Lopez-Claros’un elime verdiği raporda rakamlar için referans olarak Dünya Çalışma Örgütü’nden Birleşmiş Milletler’e, Dünya Bankası’ndan Yale Üniversitesi’ne kadar sayısız kaynak var.

Yani rakamlar gökten zembille inmemiş Augusto Lopez-Claros’a.

Eğer bunlarda bir yanlışlık varsa o da Ankara’nın ya da Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit’in hemen devreye girerek düzeltmesi gereken bir şey.

Güldal Akşit ne diyor

DÜN Ölüdeniz
dönüşü Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit’i raporu nasıl değerlendirdi diye aradım.

Güldal Akşit ülke dışındaymış.

Kaderin garip cilvesi, ‘kadın-erkek eşitsizliği’nin tartışılacağı İsveç’te bakanımız.

İsveç ‘cinsiyet uçurumu’ sıralamasında 58 ülke arasında bir numarada.

İsveç Ilımlı Parti’nin davetlisi olarak bu ülkeye giden Güldal Akşit’e telefonla ulaştım.

Rapordan haberdar olduğunu ancak inceleme fırsatı bulamadığını söyledi.

Ya ona bugünkü oturumda raporu sorarlarsa ne olacak?

Güldal Akşit de sıralamaya karşı çıkıyor ve rakamların doğru olmadığına inanıyor.

O halde hemen bir tepki vermesi gerekmez miydi?

Önceki gün Ölüdeniz’deki bir öğle yemeğinde yanıma El Pais Gazetesi’nin Ortadoğu sorumlusu Angeles Espinosa düştü.

Sohbet ederken ‘Cinsiyet Uçurumu’ raporu geldi gündeme.

İspanya bu raporda 27. sırada.

Buna rağmen ülkede kıyamet kopmuş Espinosa’nın dediğine göre. El Pais raporu birinci sayfaya taşımış ve ‘Biz neden bu durumdayız’ diye raporu tartışmaya açmış.

Biz neden böyle tepkisiz allahaşkına?
Yazının Devamını Oku

Cinsiyet uçurumu raporunu hazırlayan ekonomist ne diyor

24 Mayıs 2005
DÜNYA Ekonomik Forumu’nun baş ekonomisti ve rekabet programının direktörü Augusto Lopez-Claros.Lopez-Claros, 58 ülke arasında 57. sırada olduğumuz için bizim buralarda nedense erkek yazarlarımız tarafından pek hoş karşılanmayan ‘Cinsiyet Uçurumu’ raporunu Saadia Zahidi ile birlikte hazırlayan kişi.Onunla Ölüdeniz’deki Dünya Ekonomik Forumu’nda karşılaşınca hemen raporu sordum.Söylediklerini kelimesi kelimesine yazıyorum.Türkiye’ye haksızlık var mı yok mu artık siz karar verin.Bu arada bir hatırlatma.Puanlama beş kategoriye göre yapılmış:Ekonomiye katılım, ekonomide fırsatlar, eğitim, politik yaşama katılım ve sağlık.Şimdi Augusto Lopez-Claros’a bırakıyorum sözü.‘Ekonomiye katılım iş hayatına katılım anlamında.İşsizlik kadınları nasıl etkiliyor? Eşit işe verilen ücretlere bakıyoruz. İster inanın ister inanmayın, İsveç dahil dünyada kadın ve erkeğin eşit işe, eşit ücret aldığı bir tek ülke yok.İsveç’te bir kadının ücret ortalaması yüzde 83.Türkiye’de uçurum hayli büyük.Ekonomide fırsatlar kategorisinde ise baktığımız iş hayatına katılımın ‘kalitesi’.Kadınlar iş hayatına katılıyor ama bakalım hangi tür işleri yapıyorlar?Erkeklerin istemediği kötü işleri daha düşük paraya yapıyorlarsa kötü.Toplumda profesyonel ve teknik düzeyde kadınlara giden işlerin oranı ne?Bu kategoriye çocuk bakımı da giriyor.Diyelim ki kadınlar eğitimli. Üniversiteden mezun olmuşlar ama kariyer yapmak istediklerinde çocuklarını ne yapacaklarını bilemiyorlar.. Çünkü işyerlerinde çocuk kreşleri yok.Bu meseleyi en iyi çözmüş olan ülkeler İsveç, Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkeleri.Tüm şirketlerin kreşleri var.Yüksek eğitimli kadınlar kariyer mi, yoksa çocuk mu diye bir ikilem yaşamıyorlar.Türkiye de çocuk bakımı hemen hemen yok gibi.Politik katılım meselesi de önemli.. Parlamentodaki kadın yüzdesi kaç?.. Dünya ortalaması yüzde 15.8. İsveç’te yüzde 55 mesela. Türkiye’de yüzde 4.4Bu yüzden Türkiye bu kategoride 58 ülke arasında 56. durumda.Ondan daha kötü durumda olan iki ülke var.Eğitime gelirsek? Eğitim kadının kendini, yeteneklerini geliştirerek topluma katkıda bulunması için çok önemli. Üniversitede, lisede ve ilköğretimde kaç kadının okuduğuna bakıyoruz.İsviçre de üniversiteye giden çok sayıda kadın var ama erkek sayısı daha fazla. Brezilya, Arjantin’e üniversitelere gittiğinizde kadın öğrenci sayısı erkeklerin üzerinde. Bu da doğal olarak bu ülkelerin üst sıralara geçmelerini sağlıyor. Türkiye’de üniversiteye giden kadın sayısı erkeklere göre çok düşük.51. sıradasınız.Lisedeki durum ise şöyle: Her yüz erkeğe 76 kız düşüyor.İlkokulda da her yüz erkeğe 92 kız var.Sağlık kategorisine genç yaşta annelik, bebek ölümleri filan giriyor.Annelik yaşına bakıyoruz. 15, 16 yaşlarındaki kızların bebekleri mi var, yoksa okula mı gidiyorlar. Çocuk yaşta doğuranlar ortalamayı düşürüyor haliyle.Anne ölümleri de bu kategoride.Bu değerlendirmeleri yaparken göz önüne aldığımız bazı faktörler var. Örneğin eğer iki ülkede anne ölümleri aynı ise bunlardan hangisinde daha az doktor varsa ön sıraya geçiyor. Daha fazla doktoru olan ülkede anne ölümleri daha az olması gerektiğinden bu ülke cezalandırılıp bir alt sıraya düşürülüyor.Türkiye’de anne ölümleri fazlasıyla yüksek: 100 bin doğumda 70 ölüm var.Bu oran Ürdün’de 41, İspanya’da dört.İsveç’te her 100 bin doğumda ölen kadın sayısı 2.Bebek ölümlerinde de durum parlak değil.Her bin bebekten 35’i ölüyor Türkiye’de.Tüm bunlar bir araya geldiğinde bir ülkenin skoru ortaya çıkıyor.Yaptığımız iş önümüze gelen rakamları değerlendirmek’.Augusto Lopez-Claros’un bana söyledikleri bunlar.Elindeki verilerin birine karşı çıktım.O da şu: BM İnsani Gelişme Raporu’nun verileriune göre Türkiye’de kadın bakan sayısı 0.Yani kadın bakanımız yok.Lopez-Claros’un elime verdiği raporda rakamlar için referans olarak Dünya Çalışma Örgütü’nden Birleşmiş Milletler’e, Dünya Bankası’ndan Yale Üniversitesi’ne kadar sayısız kaynak var.Yani rakamlar gökten zembille inmemiş Augusto Lopez-Claros’a.Eğer bunlarda bir yanlışlık varsa o da Ankara’nın ya da Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit’in hemen devreye girerek düzeltmesi gereken bir şey.Güldal Akşit ne diyorDÜN Ölüdeniz dönüşü Kadından Sorumlu Devlet Bakanı Güldal Akşit’i raporu nasıl değerlendirdi diye aradım.Güldal Akşit ülke dışındaymış.Kaderin garip cilvesi, ‘kadın-erkek eşitsizliği’nin tartışılacağı İsveç’te bakanımız.İsveç ‘cinsiyet uçurumu’ sıralamasında 58 ülke arasında bir numarada.İsveç Ilımlı Parti’nin davetlisi olarak bu ülkeye giden Güldal Akşit’e telefonla ulaştım.Rapordan haberdar olduğunu ancak inceleme fırsatı bulamadığını söyledi.Ya ona bugünkü oturumda raporu sorarlarsa ne olacak?Güldal Akşit de sıralamaya karşı çıkıyor ve rakamların doğru olmadığına inanıyor.O halde hemen bir tepki vermesi gerekmez miydi?Önceki gün Ölüdeniz’deki bir öğle yemeğinde yanıma El Pais Gazetesi’nin Ortadoğu sorumlusu Angeles Espinosa düştü.Sohbet ederken ‘Cinsiyet Uçurumu’ raporu geldi gündeme.İspanya bu raporda 27. sırada.Buna rağmen ülkede kıyamet kopmuş Espinosa’nın dediğine göre. El Pais raporu birinci sayfaya taşımış ve ‘Biz neden bu durumdayız’ diye raporu tartışmaya açmış.Biz neden böyle tepkisiz allahaşkına?
Yazının Devamını Oku

ABD ve Avrupa Ortadoğu ekonomisi için yarışta

23 Mayıs 2005
<B>Ölüdeniz<br><br>ARAP</B> dünyasında ve genelde Ortadoğu’da, değişimin ekonomik reformların hızlandırılmasına bağlı olduğu konusunda herkes hemfikir. Ölüdeniz kıyılarındaki 3. Dünya Ekonomik Forumu’na katılan Arap işadamlarından en fazla ‘ekonomik reform’ sözcüklerini duyduk.

Ortadoğu’daki ekonomik gelişmeyi ABD ve Avrupa yakın takibe almış.

Ölüdeniz’e, Washington’dan Başkan Bush’un eşi Laura Bush’un da dahil olduğu geniş bir heyetin geldiğini yazmıştım.

Ekipteki Dışişleri Bakan yardımcısı Robert Zoellick’in konuşmasına değinmek istiyorum.

Amerikan Yönetimi’nin ‘Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ projesinden, yardımcısı Elizabeth Cheney ile birlikte sorumlu olan Zoellick’in söyledikleri şöyle:

Ürdün ile serbest ticaret anlaşması imzalanmış.

Bu bir Arap ülkesiyle ABD arasında bu türden ilk anlaşma.

Dört yıl içersinde Ürdün’ün ABD’ye ihracatı 63 milyon dolardan 1.1 milyar dolara fırlamış.

Fas ile imzalanan serbest ticaret anlaşması 1 Temmuz tarihinden itiraben yürürlükte.

Zoellick bunları anlatırken rakamların aralarına ‘başarı öyküleri’ de sıkıştırmayı ihmal etmiyor.

REVLON İLE İŞBİRLİĞİ

Ürdün’
de Ölüdenizin doğal maddelerle güzellik ürünleri üreten bir şirket Revlon, Estee Lauder gibi dünya devleriyle anlaşmış.

Fas’ta kutu yapan bir KOBİ dünyanın en ünlü kuyumcusu Tiffany’ye mal satıyormuş.

ABD’nin serbest ticaret anlaşması imzalayacağı bir diğer ülke Bahreyn.

Umman ve Birleşik Arap Emirlikleri ile anlaşma hazırlıkları var Zoellick’in dediğine göre.

Bu arada ABD Suudi Arabistan’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne girmesi için uğraşıyor.

Lübnan, Cezayir ve Yemen’in de örgüte dahil olmaları için çabalar var.

Mısır’da finans sektöründeki reformlar ABD’nın sıkı denetiminde.

Yine Amerikalıların desteğiyle, Mısır ile İsrail arasında, Ürdün ile İsrail arasındaki ticari anlaşmaların benzerleri yapılacak.

Filistinlilere 2005 yılı için 200 milyon dolar, 2006 için 150 milyon dolar ek yardım öngörülüyor.

GOP’a karşı Barcelona süreci mi

Zoellick’
in ayrıntılarıyla anlattığı Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’ne Avrupa’dan bir alternatif proje var.

O da 10 yıl önce ortaya atılmış olan Barcelona Süreci.

Nedir bu süreç?

Zengin Avrupa’nın, Akdeniz’in öte yakasındaki yani Kuzey Afrika’daki daha yoksul ülkeleriyle politik ve ekonomik işbirliğini öngören bir proje.

Ama 10 yıl ‘Barcelona Süreci’nin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibi.

Şimdi burada Ölü Deniz’de bu ölü toprağını silkelemek için girişimler var.

Avrupa Ortadoğu’yu asla gözden çıkartmış değil bir kere.

Buraya gelen üst düzey Avrupalı yetkililerden bu anlaşılıyor.

Avrupa Parlamentosu Başkanı Josep Borrell Fontelles, Avrupa Birliği Ticaret Komiseri Peter Mandelson bunlardan bazıları.

Borrell, ‘Barcelona Süreci’nin toplumları da katarak canlandırılması gerektiği görüşünde.

Halen Çinlilerle sıkı bir tekstil pazarlığında olan Mandelson da öyle görünüyor ki, Avrupa ile Ortadoğu arasındaki ticari bağlara ağırlık verecek.

Mandelson bu kapsamda EuroPan Med adı altında bir proje üzerinde çalışıyor.

Buna göre, aralarında ticari anlaşma olan Ortadoğu ülkeleri Avrupa’ya daha kolay mal satabilecek.

Mandelson’a göre, EuroPanMed sistemi tüm Akdeniz çevresinde uygulandığı takdirde ticaret hacmi yüzde 40 oranında artabilecek.

Sanırım bu gelişmeler Türkiye’nin yakından izlemesi gereken gelişmeler.
Yazının Devamını Oku

Arap dünyası değişimin eşiğinde mi

22 Mayıs 2005
<B>ÖLÜ DENİZ<br><br>DÜNYA</B> Ekonomik Forumu’nun mayıs ayında Ürdün’de, Ölüdeniz kıyılarında yaptığı <B>‘Ortadoğu Davosu’</B>nun üçüncü yılı bu yıl. Geçtiğimiz yıl, toplantıya ev sahipliği yapan Ürdün’ün Kralı II. Abdullah, Arap dünyasında değişimi tetikleyecek faktörlerin incelenmesini, bir stratejinin belirlenmesini talep etmiş.

İşte bu yıl Ölü Deniz toplantılarında masaya yatırılan, geçtiğimiz bir yıl zarfında ekonomi uzmanlarının, iş çevrelerinin geliştirdikleri Arap dünyası için ‘2010 Vizyonu’.

Arap dünyası için oluşturulmaya çalışan vizyonu tamamlayan faktör ise ‘Arap Ülkeleri Rekabet Raporu’.

Rapor, Türkiye’de pek hoş karşılanmayan ‘Cinsiyet Eşitsizliği’ raporunu kaleme alan, Dünya Ekonomik Forumu ekonomistlerinden Augusto Lopez-Claros tarafından hazırlanmış.

12 ülkeyi ayrıntılı bir şekilde inceliyor.

Rapora göre, Arap dünyasında reformlar konusunda en iyi adım atmış üç ülke şöyle:

Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri.

Katar’ın başarısı özellikle kayda değer. Zira Katar Ekonomi ve Ticaret Bakanı Şeyh Muhammed Bin Ahmed Bin Jassim Al-Thani’nin dediği gibi bu ülke yedi yıl öncesine kadar iflasın eşiğindeymiş.

Peki bu ‘2010 Vizyonu’ ne öneriyor?

Özelleştirme, serbest ticareti, iş ortamının iyileştirilmesi, istihdam, teknoloji ve bunlar gibi bir sürü şeyi?

Ancak işbaşı, hızla hem politik, hem ekonomik, hem de toplumsal bir reform sürecine girmek.

Bu konuda biliyoruz ki, Amerikan yönetiminin de Arap dünyası üzerinde baskısı var.

Önceki gün bazı Arap işadamlarınn ‘Bu reformları ABD istedi diye değil, bizim geleceğimiz için istiyoruz’ dediklerini duyunca bizim AB reformları aklıma gelmedi değil.

‘AB istedi diye değil kendimiz için’ öyle demiyor muyuz?

Ölüdeniz-Dünya Ekonomik Forumu toplantılarının ilk günü, 700 kadar bölge liderinin, işadamının, uzmanın katılımıyla ilginç bir anket düzenlendi.

Katılımcılara reformlarla ilgili sorular yöneltildi. Ne sonuç çıktı?

Katılımcıların yüzde 64’ü hükümetlerin değişim ya da reformlara gönüllü olmadıklarına inanıyor.

Çıkan bir diğer sonuç da sivil toplum kuruluşlarının yeterince çaba harcamadıkları. Filistin-İsrail çatışması ve terörizm reformların önündeki iki engel olarak da ortaya çıktı.

Laura Bush’un hedefinde 20 milyon kadını eğitmek var

AMERİKAN
yönetimi kalabalık bir ekiple Ölüdeniz’de.

Ekipte Başkan Bush’un eşi Laura Bush, Dışişleri Bakanı Yardımcısı Robert Zoellick ve yardımcısı Elizabeth Cheney gibi isimler var.

Geçenlerde, Başkan Bush’a ‘erken yatan, uykucu koca’ dediği için sempati toplayan Laura Bush, başkanın ikinci döneminde daha ön planda gibi. Amerikan yönetiminin, yeryüzünün bu taraflarına ‘çekidüzen’ vermek için tasarladığı Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika vizyonunun içinde yer alıyor First Lady.

Öyle anlaşılıyor ki, onun da rolü eğitim ve kadınları kapsıyor.

Nitekim dün burada yaptığı konuşmada, Afganistan, Irak’taki gelişmelerden söz ediyor.

Kadınların demokrasiye katılımının şart olduğunu söylüyor.

Afgan bir kadının kendisine söylediği ‘toplum iki kanatlı kuş gibidir? Bir kanadını kesersen uçamaz’ cümlesini aktararak ‘Ortadoğu’da 75 milyon kadın okur yazar değil’ diyor.

Firt Lady’nin dediğine göre, ABD 2015’e kadar bölgede 20 milyon kadının okur yazarlığı için katkılarda bulunacak.

Batı’ya kaçan para 1.3 trilyon doları buluyor

ARAP
dünyasındaki değişimin temel aktörlerinden biri de yabancı yatırım olacak.

Bunun sık sık vurgulanmasıyla birlikte bazı Arap işadamlarından ‘Batı’ya gönderdiğimiz parayı neden kendi ülkelerimizde yatırmıyoruz’ sorusu ilginç bir tartışmaya yol açtı.

Bu arada Arapların Batı’ya kaçırdıkları inanılmaz rakam da telaffuz edildi. Eden kişi Bahreyn Shamil Bankası CEO’su Halid Abdulla-Janahi.

Arapların Batı’da 800 milyar dolar ila 1.3 trilyon doları var.

Abdulla-Janahi, bu rakamın yarısının ‘yolsuzluk’ parası olduğunu ve yatırım için asla geri gelmeyeceğini söyledi.

Arap dünyasına kendi sermayelerinin dışında yabancı sermayeyi savunanlar ise bunu daha çok teknoloji tranferi, know-how, iyi yönetişim, şeffaflık için istedikleri söylediler.
Yazının Devamını Oku

Hasankeyf meğer kurtulmamış

22 Mayıs 2005
Gazetelerde görmüştük o manşetleri: ‘Hasankeyf kurtulacak’ Ama olmadı... Antik şehrin kurtulamayacağını bizzat Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç açıklamış Hasankefylilere. Hasankeyf’in ölüm fermanı Ilısu Barajı adını taşıyor. Hatırlarsınız, birkaç yıl önce baraj inşaatını yapacak olan konsorsiyumdaki İngilizler, İngiliz kamuoyunun tepkisi üzerine çekilmişti ve Hasankeyf direkten dönmüştü. Yeni kurulan konsorsiyumda, Nurol, Demir Holding gibi Türk şirketlerin yanı sıra Avusturyalı Vatec şirketi de var. 12 yıl önce kurulmuş olan Hasankeyf Gönüllüler Derneği’nin umudu şimdi Avusturya kamuoyunu harekete geçirmek.

HASANKEYF kurtuldu derken meğer kurtulmamış. Hasankeyf Gönüllüler Derneği Başkanı gazeteci Arif Arslan, geçen hafta Antalya’daki karşılaşmamızda son gelişmeleri aktarınca bu 12 bin yıllık antik şehrin ölüm fermanının imzalandığını iyice anladım.

Hasankeyf’in ölüm fermanı Ilısu Barajı adını taşıyor.

50 yıldan beri proje halinde olan Ilısu Barajı’nın inşaatı önümüzdeki ekim ayında başlıyor.

Barajın inşaatıyla elde edilecek enerji miktarı yılda 3.8 milyar kilovat.

Bu enerji bakın nelere malolacak?

Med, Asur, Bizans, Roma, Selçuklu, Eyyübi, Akkoyunlu, Osmanlı gibi 30’a yakın kültürün izleri silinecek.

1986-2002 yılları arasında Hasankeyf’te kazılar yapan Prof. Oluş Arık’ın İş Bankası Yayınları arasında çıkmış olan ‘Hasankeyf- Üç Dünyanın Buluştuğu Kent’ diye nefis bir kitabı var.

Prof. Arık, bu ‘üç dünyayı’, Mezopotamya, Roma İmparatorluğu ve Orta Asya-İran olarak tarif ediyor.

Hasankeyf’teki en harap yapılarda bile bu üç ayrı dünyanın gelenekleri bir araya gelebiliyormuş.

Helenistik döneme ait 6 bin mağara, 300’e yakın kilise, cami, medrese, Ortaçağ’ın en görkemli örneklerinden ‘Tarihi Köprü’ yok olacak...

HARİTADAN SİLİNECEK

Antik Hasankeyf haritadan silinecek ama işin başka bir boyutu da var...

Batman, Mardin, Siirt, Şırnak ve Diyarbakır’da toplam 187 yerleşim yeri sulara gömülecek.

60-70 bin kişi göç etmek zorunda kalacak.

1980’li yılların sonunda Batman Barajı yapıldığında da insanlar göç etmek zorunda kalmış.

Arif Arslan’ın dediğine göre, bu insanlara verilen vaatler yerine getirilmemiş.

Dolayısıyla Ilısu Barajı’nın inşaatı şimdi gözleri iyice korkutuyormuş.

Araziler kamulaştırıldığında karşılığında bir para veriliyor haliyle.

Ancak barajdan etkilenecek olanların yüzde 70’inin tapu kayıtları yok.

Demek ki, evlerini bıraktıklarında karşılığını alamayacaklar.

Peki Başbakan Erdoğan, bizzat Hasankeyf’ın kurtulacağını açıklamamış mıydı?

Arslan not etmiş.

Başbakan Erdoğan, ilk kez 3 Kasım 2002 öncesi Batman’daki bir mitingde ‘Hasankeyf kurtulacak’ demiş.

Ardından bir kere AKP İl Kongresi’nde ve son olarak Kızılcahamam toplantısında aynı şeyi tekrarlamış.

Biz de zaten gazetelerde görmüştük o manşetleri:

‘Hasankeyf kurtulacak’

Ama olmadı...

Antik şehrin kurtulamayacağını bizzat Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç açıklamış Hasankefylilere.

Bilgisine başvurduğum Kültür ve Turizm Müsteşar Yardımcısı Zeynel Koç da Bakan’ı doğruladı.

SÖKÜLÜP TAŞINABİLİR Mİ?

Şimdilik barajdan vazgeçmek söz konusu değil.

Devlet Su İşleri’nin (DSİ) hesaplarına göre barajın inşaatı en iyi ihtimal ile 2012 yılında bitecek.

Zeynel Koç, kazı çalışmalarının hızlandırıldığını ve antik şehrin başka bir yere taşınmasının planlandığını söylüyor.

Gönderdiği faksta ‘alternatif yeni yerleşim alanı’ görünüyor.

Ancak o mağaralar nasıl taşınacak?

İmkansız!

Prof. Arık kitabında yazmış.

‘Hasankeyf’in doğal dokusu, mağaralar, kanyonlar kurtarılıp nakledilemez!’

Kaldı ki, taşınabilir olanlar yerinden nasıl sökülecek?

Bir de zaman meselesi var...

Baraj 2012 yılında biteceğine göre, arkeologların işi 7 yıl ile sınırlı.

Yine Arık’a göre, Hasankeyf’in yayıldığı alan Efes’in benzeri bir alan.

Efes kazıları 110 yıldır sürüyor.

Hasankeyf’te 50 yıllık iş 7 yılda nasıl bitecek?

Barajın su yükseklik kodu 35 metre düşürülürse Hasankeyf kurtulacak.

Bu da bir miktar enerji kaybı anlamında.

Koç, böyle bir enerji kaybının göze alınamayacağını söylemiş.

Hatırlarsınız, birkaç yıl önce Hasankeyf direkten dönmüştü.

Ilısu Baraj inşaatını yapacak olan konsorsiyumdaki İngilizler, İngiliz kamuoyunun tepkisi üzerine çekilmişti.

Yeni kurulan konsorsiyumda, Nurol, Demir Holding gibi Türk şirketlerin yanısıra Avusturyalı Vatec şirketi de var.

12 yıl önce kurulmuş olan Hasankeyf Gönüllüler Derneği’nin umudu şimdi Avusturya kamuoyunu harekete geçirmek.

Ne acı ki, bizim kamuoyu böyle işlere fazla duyarlı değil.

Dernek önümüzdeki günlerde Viyana’ya gidecek.

Avusturyalılar, İngilizler gibi duyarlı davranırsa Hasankeyf ikinci kez direkten dönecek...

Yoksa sular onu yutacak.
Yazının Devamını Oku