Gila Benmayor

Tekzip metni

16 Haziran 2005
26.04.2005 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde <B>‘Park ve Bahçeler’in Gazabı 12 yıldır üzerimizde’</B> başlıklı yazı yayınlanmıştır. Söz konusu yazıda, Sayın Muzaffer Oflaz ile ilişkilendirilen Trans-Of şirketinin, 1993 yılında Fenerbahçe Orduevi ile Caddebostan Migros sahili arasındaki çevre düzenlenmesi ihalesini aldığını, çalışmanın 12 yıldır bitmediği, şimdi ise aynı alanda 1 trilyona mal olacak projenin oluşturulduğunu, bu projenin ihalesini de Sayın Muzaffer Oflaz’a ait Trans-Of şirketinin kamu kuruluşlarıyla şaibeli ilişkilere girerek aldığı ima edilmiştir.

Sayın Muzaffer Oflaz’ın ismi de zikredilerek, birtakım asılsız iddia ve ithamlara yer verilmiş, bu sebeple müvekkilimin kişilik hakları ihlal edilmiştir. Bu yayınla ilgili olarak aşağıdaki hususları kamuoyunun bilgisine sunarız.

1. Sayın Muzaffer Oflaz, Trans-Of şirketinde, söz konusu ihalenin gerçekleşme tarihi olan 1993 yılı ve sonrasında, yöneticilik ve şirket ortaklığı dahil hiçbir ilişkisi bulunmamaktadır. Sayın Muzaffer Oflaz, söz konusu şirketin kurucu ortağı olmakla birlikte, 1987 yılında (yazıda bahsedilen ihaleden 6 yıl önce) hisselerini devrederek ilişkisini sona erdirmiştir. Bu durum herkesin incelemesine açık olan Ticaret Sicil Memurluğu ve ilgili kurumlarda mevcut resmi evrakla sabittir.

2. Kamuoyu öncelikle bilmelidir ki, Sayın Muzaffer Oflaz, dürüstlüğü ile tanınan, pek çok başarılı projeye imza atmış saygın bir işadamı ve yöneticidir. Sosyal ve yardım amaçlı vakıf ve derneklerin yönetiminde yer almış, ayrıca Türk sporuna birçok spor kulübünün yönetiminde yer alarak katkıda bulunmuş yardımsever bir insandır. Bu tür iddia ve ithamlardan aridir.

Çevresinde saygın ve onurlu bir işadamı olarak bilinen bir insana, basın meslek ilkelerine uymayacak şekilde yayınlanmış olan yazıyla iftirada bulunulmuş, suçlu ilan edilmiş ve kamuoyunda şaibe oluşturulmaya çalışılmıştır.

Değerli kamuoyumuzun bilgisine saygıyla arz olunur.

Cevap ve Düzeltme Talep Eden

Muzaffer Oflaz vekili

Av. Azim ÇİĞİL
Yazının Devamını Oku

Avrupa frene bassa da Türkiye yoluna devam etmeli

14 Haziran 2005
<B>REFERANDUMDAN </B>iki hafta sonra Fransız siyasiler ve işadamları Türkiye turunda. Fransız senatör Robert Denis del Picchia ile Fransa’nın TÜSİAD’ı MEDEF’in Türkiye ziyaretleri hemen hemen aynı tarihlerde.

İlk buluşmamız Sabancı Üniversitesi’nin davetlisi olarak İstanbul’a gelen Fransız senatör Robert Denis del Picchia ile.

Del Picchia, Senato Dışilişkiler Komisyonu başkan yardımcısı.

Senato için, Nisan 2004’te yayınlanmış olan ‘Türkiye Raporu’nu hazırlamış.

‘Türkiye Raporu’nu birlikte hazırladığı kişi yeni Fransa Başbakanı Dominique de Villepin’ın senatör babası Xavier de Villepin.

Senatonun bu raporu önemli.

Çünkü büyük ölçüde Fransız Hükümeti’nin Türkiye politikasını şekillendiriyor.

Chirac’ın Türkiye ile ilgili açıklamaları bu rapora dayanıyor.

Del Picchia Fransa referandumunun sonuçlarını, hem Fransız iç politikası için, hem Avrupa için ‘ciddi bir darbe’ olarak tanımlıyor.

‘Her Fransızın Avrupa Anayasası’na karşı çıkmak için bir nedeni vardı’ diyor.

Kimi Chirac’a, kimi eski başbakan Raffarin’e karşı olduğu için ‘hayır’ demiş.

Kiminin derdi ‘işsizlik’.

Kimi hayat pahalılığından ötürü Brüksel’e kızgın.

Fransız senatöre göre, siyasilerin Avrupa Anayasası’nı halka daha ayrıntılı bir şekilde anlatması gerekiyordu.

‘Detaylara inilmedi. Anayasayı anlamayanlar, istemeyenler karşı çıktı’ diyor ve şöyle bir anekdot aktarıyor.

‘Referandumdan bir, iki gün önce Paris’te bir taksiye bindim, taksici bir süre önce ceza yediğinden öfkeli. 29 Mayıs günü bunun bedelini ödettireceğim diye söyleniyordu...’

Del Picchia,
Fransızların tepkisini aktarırken Asteriks’i örnek gösteriyor.

‘Asteriks’in protestocu köyünü hatırlayın... Fransızlar öyledir. Her şeye itiraz ederler’ diyor.

Biraz da kabahati anayasayı hazırlayan Fransa eski cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing’de buluyor.

‘Fazlasıyla karmaşık bir anayasa yaptı’ diyor.

Anayasa hezimeti bir yana Avrupa başarılı projelere imza atmış oysa.

Schengen Anlaşması, Airbus projesi bunlardan bazıları.

Fransız senatör Fransa ve Hollanda’daki oylamalardan sonra sarsılan Euro’ya da başarılı proje gözüyle bakıyor.

Peki Türkiye ne olacak?

Avrupa’nın çektiği sancılar arasında nasıl bir yol izleyecek?

Del Picchia, kesin konuşuyor.

‘AB genişlemede frene basacak olsa da Türkiye yoluna devam etmeli. Çünkü Avrupa’da hiç beklemediğiniz bir anda işler yoluna girebilir. Türkiye’nin zaman kaybetmemesi gerek...’

AB ile görüşmeler yıllar sürecek kuşkusuz.

Sekiz, on yılda köprülerin altından kim bilir ne sular akacak...

Ancak Fransız senatörün dediği gibi, Türkiye için en önemli hedef üyelik perspektifine kilitlenmek.

1 milyon kişinin işini 20 nüfus memuru hallediyor

DÜN
sabah işim Kadıköy Nüfus Dairesi’ne düştü.

Geçenlerde dikkat etmemişim yeni nüfus kağıdını alırken, soyadımda bir harf hatası olmuş.

Düzelttirmek için sabah erken saatlerde uğradım.

İşlemin yapılmasını beklerken yaptığım sohbette ilginç şeyler çıktı ortaya.

İlginçten ziyade haksızlık dersek daha yerinde.

Çünkü, Nüfus Vatandaşlık Genel Müdürlüğü’ne bağlı olan daireler adliye, SSK, askerlik, emniyet gibi çeşitli birimlere hizmet veriyor.

Nüfus kağıdı olmadan olmaz.

İlk sorulan şey bu.

Ne var ki, bunca hizmete karşı nüfus memurlarının aldıkları maaş diğer resmi dairelerde çalışanların hemen hemen yarısı kadar...

Bir örnek.

1. dereceden maaş alan Mal Müdürlüğü şefinin maaşı 1200 YTL, Nüfus Dairesi şefinin maaşı 650 YTL.

Ortada inanılmaz bir adaletsizlik var.

Kaldı ki, aynı dairede çalışanlar arasında da bir uçurum var.

Meselá, Kadıköy Nüfus Müdürlüğü’nde sözleşmeli personel, bankalardan gelenler, belediyeden gelenler ve 657 No’lu yasaya tabi esas kadro görev yapıyor.

Bankalardan geçiş yapanlarla 657’ye tabi olanlar arasında bir uçurum varmış.

Biri daireye kendi arabasıyla geliyor, diğeri ay sonunu denk getirmekten aciz.

Bu madalyonun bir yüzü.

Diğer yüzünde personel açığı.

Kadıköy Nüfus Dairesi’nde personel sayısı 70 olması gerekirken 20 kişi.

Bu 20 nüfus memuru Kadıköy’de 1 milyon kişinin işini yapıyor.
Yazının Devamını Oku

Biz sizden önce Avrupalı olacağız

12 Haziran 2005
<B>BOĞAZ</B> gezisi için güzel bir gün... Kabataş iskelesinin hemen yanıbaşında demirlemiş <B>Keyif </B>teknesinde birkaç kişi Ukrayna Cumhurbaşkanı <B>Viktor Yuşçenko’</B>yu bekliyoruz. Boğaz’da tekne turunun ev sahibi Doğuş Grubu Başkanı Ferit Şahenk.

Cumhurbaşkanı Yuşçenko’nun Çırağan Oteli’nde Türk işadamlarıyla görüşmesi uzadığı için gezimiz saat dörtten beşe doğru sarkıyor.

Güvertede beklerken Yuşçenko’nun eşi Katerina Yuşçenko-Şumaşenko ile sohbet ediyoruz.

Katerina Yuşçenko İngilizce’yi bir Amerikalı gibi konuşuyor.

Chicago doğumlu ve Ukrayna’ya 1991’de dönmüş.

Yani bağımsızlıktan sonra.

Uzun yıllar ABD Dışişleri Bakanlığı’nda, Beyaz Saray’da ve Hazine Bakanlığı’nda çalışmış.

Dolayısıyla, kocasının kolundan tutup Amerikan yönetimi çevreleriyle tanıştıran o.

Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın arkasında olduğu söylenen üç güçlü kadından biri.

Diğer ikisi, öğretmen annesi ve örgü şeklinde başına doladığı saçlarıyla tanıdığımız Başbakan Yulia Timoşenko.

HÜRREM SULTAN UKRAYNALIYDI

Katerina Yuşçenko ile bir süre Ukrayna doğumlu Hürrem Sultan muhabbeti yapıyoruz.

Hürrem Sultan’ın Türkiye’de Rus olarak tanınmasından şikayetçi. Belli ki, Kanuni Sultan Süleyman’ın pek sevgili eşi olarak tarihe geçmiş Hürrem Sultan ile her Ukraynalı gibi o da gururlanıyor.

Uzunca bir gecikmeden sonra Viktor Yuşçenko yanında Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen olduğu halde geliyor.

Röportaj yapacağım diye yanına ilişiyorum.

Ancak Ukrayna Cumhurbaşkanı nedense İngilizce konuşmuyor.

Aramızda bir tercüman var.

Bir de kendisiyle fotoğraf çektirmek isteyen Türk işadamları.

Bu nedenle sohbetimiz sık sık kesiliyor.

KÜRŞAD TÜZMEN’E SORU:

NE KADAR NAMAZ KILIYORSUNUZ?

Boğaz kıyılarından ve denizden gözlerini alamayan Yuşçenko’nun dikkatini en fazla cami sayısının fazlalığı çekiyor galiba.

Çünkü tekne yola çıktıktan hemen sonra Kürşad Tüzmen’e doğru dönüp ‘Türkiye’de camiye giden çok insan var mı?’ diye soruyor.

Ardından Tüzmen’in günde kaç kez namaz kıldığını merak ediyor.

Okuduklarımdan biliyorum ki, Yuşçenko dinine bağlı biri.

Dindar bir aileden geliyor.

Boğaz sularının akıntısı ve deniz trafiği merakını çeken diğer şeyler.

Bakan Tüzmen yüzücü olarak kendisine uzun uzun akıntıları anlatıyor.

Cumhurbaşkanına kendisini bu yıl Davos’ta dinlediğimi ve konuşmasını çok beğendiğimi söylüyorum. Mutlulukla gülümsüyor.

Gerçekten de Viktor Yuşçenko ‘Turuncu Devrim’in kahramanı olarak Davos’un yıldızıydı bu yıl.

Söz Davos’tan açılınca, Yuşçenko önümüzdeki hafta Kiev’de Dünya Ekonomik Forumu’nun iki günlük toplantılarının yapılacağını söylüyor. ‘Bundan böyle aynı toplantıları yaz aylarında Ukrayna’da yapmayı tasarlıyoruz’ diyor.

‘Ukrayna’nın en acil halledilmesi gereken sorunu nedir’ diye soruyorum.

‘Başta ekonomiye çekidüzen vermek. Sosyal, sağlık, eğitim reformları.’

Ukrayna’da Sovyetler Birliği döneminde de eğitim seviyesi hayli yüksekmiş.

Üniversite sayısı Fransa’nın birkaç katıymış.

Başkan bunların sayısını azaltmayı düşünüyor.

Peki Avrupa Birliği üyeliğine nasıl bakıyor?

Kendisine, Avrupa’da kimi çevrelerde, Ukrayna’nın Türkiye’den önce AB’ye üye olabileceğinin konuşulduğunu hatırlatıyorum.

‘Evet doğrusu içimde öyle bir umut var. Üç yıl içinde AB ile görüşmelere hazır duruma geleceğiz. Ondan sonrası kolay’ diyor.

Yani gönlünde yatan aslan Türkiye’den önce Avrupalı olmak...

Eskisi gibi yakışıklı olacağım

Yuşçenko
geçtiğimiz eylül ayından beri rahatsız. Sindirim sisteminde başlayan rahatsızlık yüzüne vurunca kendisine Viyana’da ‘dioksin zehirlenmesi’ teşhisi konmuştu. Ancak iddialara göre, Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın bedenindeki dioksin miktarı tam olarak kestirilmediğinden, yüzünü şişiren ve kendisini yaşlı gösteren kistler bir ya da iki yıl sonra yok olabileceği gibi hayat boyu da devam edebilir... Tekne gezisinde yakın çevresinden öğrendiğime göre, tedavisi devam ediyormuş. Zehirlenmeden önce oldukça yakışıklı olan Yuşçenko, bu yıl Davos’ta karşılaştığı Richard Gere ile ‘zamanı geldiğinde yeniden senin kadar yakışıklı olacağım’ diye şakalaşmıştı.
Yazının Devamını Oku

Laikliği fazla ileri götürdünüz

10 Haziran 2005
<B>GEORGE Soros</B>’u ilk kez dinlemiyorum.<br><br>Daha önce geldiği İstanbul’da da, Davos’ta da birçok kez kendisini dinleme fırsatım oldu. Ancak Türkiye konusunda neler düşündüğünü, kafasında neler olduğunu ilk kez bu kadar net bir şekilde ağzından duyuyorum.

Türkiye Soros’un 9 günde ziyaret ettiği beşinci ülke.

Buraya Romanya üzerinden gelmiş.

Yanındaki, genç Koreli piyanist sevgilisi yorulmamasına, göstericiler tarafından hırpalanmamasına özen gösterse, gazetecilerle konuşurken başında kaygıyla beklese de 75 yaşındaki Soros yorgun...

Nitekim bu yorgunluk konuşmasında ‘sürçü lisan’a neden oluyor.

Kendisine yöneltilen soruları yanıtlayan Soros, ‘Türkiye İslami demokrasiye örnektir’ diyor.

Sonra düzeltiyor.

‘Elbet şeriatla yönetilen demek istemedim. Bir İslam ülkesinde demokrasinin mümkün olabileceğini belirtmek istedim’ diyor.

Konuşmasından sonra bir grup gazeteci Soros’un peşindeyiz.

Laiklik konusunda ne düşündüğünü merak ediyoruz.

Şöyle bir cümle sarf ediyor: ‘Sanırım bu ülkede laiklik fazla ileri bir noktaya taşındı.’

Bunu açıklamasını rica ediyoruz.

‘Mesela türbanlı öğrencilerin üniversiteye gitmeleri gerektiğini düşünüyorum. Üniversitede türban takmak serbest olmalı. Türkiye tarihi koşulları nedeniyle laikliği fazla zorladı gibi...’

Ancak Soros bu sözlerinden hemen sonra ‘din ve devlet’ ayrımının çok önemli olduğunu da ekliyor.

‘Din ve devlet ayrımını özenle korumak zorundayız. Ne yazık ki bu şimdi ABD’de giderek aşınıyor. Buna tamamıyla karşı çıkıyorum.’

Tabii bunun üzerine Soros’a Türkiye’deki son gelişmelerden, mesela kaçak Kuran kurslarına ceza indiriminden haberi olup olmadığını soruyoruz.

Haberi yokmuş.

Çevreci ve Hillary hayranı

GEORGE Soros
ilginç bir kişilik.

ABD’nin demokrasi geleneğine yürekten inanıyor ama şimdi dünyadaki tek süper güç pozisyonuna karşı.

‘ABD tek başına kararları alıyor ve dünyanın geri kalan kısmı ona uymak zorunda, çünkü Kongre’de oy hakkı yok’ diyor.

Bush yönetimini kıyasıya eleştiriyor.

Diğer yanda ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Açık Toplum Enstitüsü’nü desteklediğini gizlemiyor.

Demokrasi, dünyadaki diktatörlerin dışında Soros’un başka bir ‘takıntısı’nı ilk kez İstanbul’daki konuşmasında duyuyorum.

Küresel ısınma.

Uzun uzadıya, önlem alınmadığı takdirde başımıza neler gelebileceğini anlatıyor.

75’lik Soros hayli ‘trendy’...

Çevreci de olmuş.

Bir de Hillary Clinton hayranı.

ABD’nin bundan sonraki başkanlık seçimlerinde desteği Hillary Clinton’dan yana.

Garanti Bankası Ukrayna’ya gidiyor

DÜN
İstanbul’da her zamankinden yoğun bir gün yaşadık.

Öğle sularında Soros, öğleden sonra Ukrayna Cumhurbaşkanı Viktor Yuşçenko.

Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu’nun (DEİK) Yuşçenko onuruna verdiği öğle yemeği Soros nedeniyle kaçıyor.

Bunun üzerine Doğuş Grubu Başkanı Ferit Şahenk’in Yuşçenko’yu ağırladığı tekne gezisine katılıyorum.

Yuşçenko’yu beklerken eşi Katerina Yuşçenko ve Ferit Şahenk ile ayaküstü sohbet ediyoruz.

Doğuş Grubu Ukrayna’da halen inşaat sektöründe faaliyet gösteriyor.

Dinyeper Nehri üzerinde bir köprünün inşaatını üstlenmiş durumda.

Ancak Ferit Şahenk bu ülkede bankacılık sektörüyle de yakından ilgili.

Katerina Yuşçenko’nun ‘Ukrayna’da iş yapmanın tam zamanı’ demesi üzerine bir banka açmaya hazırlandıklarını söylüyor Şahenk.

Halen Hollanda’da faaliyet gösteren Garanti Bank International önümüzdeki günlerde Kiev’de faaliyete geçmeye hazırlanıyormuş.

Bu arada, Türk işadamları Yuşçenko’nun işbaşına geçmesinden Ukrayna’da bir istikrar ortamının hızla geliştiği görüşünde.

Bu yüzden de Türkiye Ukrayna arasında 3 milyar dolar seviyesinde olan ticaret hacminin 2010 yılına kadar 10 milyar dolara çıkması hedeflenmiş.
Yazının Devamını Oku

Hedef 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olmak

7 Haziran 2005
<B>AVRUPA</B>’da her yıl bir ya da birkaç <B>‘kültür başkenti’ </B>seçiliyor. ‘Avrupa Kültür Başkenti’ seçilen şehirde festivaller, sergiler, konserler düzenleniyor.

Uygulama 1985 yılında ve ilk kez Atina’da başlamış.

Neden Atina?

Çünkü dönemin Yunanistan Kültür Bakanı, ünlü oyuncu Melina Mercouri ‘Kültür, sanat ve yaratıcılık ticaret, ekonomi ve teknolojiden daha az önemli değil’ demiş.

‘Birbirimizin kültürlerini tanıyalım’ diye ilave etmiş.

AB’nin tüm kültür bakanlarını ikna etmek için Atina’ya davet etmiş.

İkna etmeyi de başarmış.

Avrupalılar 1985 yılından beri aralıksız devam eden bu projeyi Melina Mercouri’ye borçlular.

1985 yılından bu yana Avrupa’nın birçok başkenti ve önemli şehri ‘Avrupa Kültür Başkenti’ olmuş.

Böyle bir sıfatın şehirlerin tanıtımına inanılmaz katkısı oluyor.

Turizm patlama yaşanıyor.

Düşünün ki, Avusturya’nın küçücük Graz şehri 2003 yılında böyle bir sıfata kavuşunca turizmi yüzde 35 artmış.

2000 yılında milenyum nedeniyle projeyi tam 9 şehir paylaşmış.

SINAV MART 2006’DA

2000 yılı aynı zamanda İstanbul’un ‘Avrupa Kültür Başkenti’ olmak için çalışmalar başlattığı yıl.

AB’ye üye olmayan ülkelere izin çıkınca İstanbul STK’larıyla, yerel yöneticileriyle kolları sıvamış.

Şimdi bu çalışmaların sonuna gelindi.

Hedef, 2010 yılında Almanya’nın Essen şehri ve Macaristan’ın başkenti Budapeşte ile birlikte ‘Avrupa Kültür Başkenti’ olmak.

‘2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’un Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu.

Çolakoğlu
, bu ay içersinde Brüksel’e, projeleri kapsayan bir ön dosyanın gideceğini söylüyor.

Nihai dosya aralık sonu gönderiliyor.

2006 yılının mart ayında ise Avrupa Parlamentosu’nda 20 dakikalık sunum var.

Peki Brüksel’e sunulacak projeler arasında neler var?

Projelerin en büyüğü İstanbul’un tüm ulaşım sistemlerinin birleştirilmesi.

Ayasofya’nın depolarındaki ikonaların biraraya getirileceği bir müze,

Tekfur Sarayı’nın restorasyonu bunlardan bazıları.

50-60 yakın birbirinden önemli proje kuşkusuz şehre de önemli katkıda bulunacak.

İstanbul’u 2010 yılında kültür başkenti olarak görmek istiyorum.

Bana kalırsa, dünyada ‘yegáne’ olması nedeniyle İstanbul çoktan ‘Avrupa Kültür Başkenti’ liğini hakediyordu.

Melina Mercouri
hayatta olsaydı mutlaka onayını verirdi.

Beyoğlu STK cennetiymiş

MADEM
ki söz İstanbul’dan açıldı şehrimizle ilgili başka önemli bir projeyle devam edelim.

Geçen gün yolum Beyoğlu’na düştü.

‘Beyoğlu Yerel-Sivil Güçbirliği’ Merkezi’ne uğradım.

Kallavi Sokak’ta, eski zabıta müdürlüğünün beş katlı binasındaki merkezin 280 STK’yla bağı var.

Meğer Beyoğlu bir STK cennetiymiş.

Kastamonulular Derneği’nden Büyük Mason Locasına kadar sayısız STK burada.

Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın danışmanı Yasemin Çetin ile merkezin proje koordinatörü Gonca Ongan neler yaptıklarını anlatıyorlar.

Önce STK’lara ‘Beyoğlu’nun sorunları sizce nedir’ diye mektup gönderilmiş.

Cevap niyetine sayısız mektup gelmiş.

Sayısız gönüllü çıkmış ortaya.

Neticede turizm, çevre, eğitim, gençlik gibi 11 tane kurul oluşturulmuş.

Şimdi kurullar hafta bir kez toplanıyor.

Beyoğlu’nun sorunları masaya yatırılıyor.

Çözümler tartışılıyor.

‘Beyoğlu ve çevresinde oturan insanları merkezde olup bitenden haberdar etmek için pankartlar, sesli araçlar kullanıyoruz’ diyor Yasemin Çetin.

Mesele kimse olup bitenin dışında kalmasın.

ÜNİVERSİTELER İŞİN İÇİNDE

Merkez, STK’ların yanısıra üniversitelerle sıkı işbirliği içersinde.

Üniversitelerin AB fonlarından yararlandıkları projelere katılıyor.

Tepebaşında metruk bir alt geçit böyle bir projeyle canlanmış.

İşsiz gençlerin, sokak çocuklarının mozaik ve çini yapmayı öğrendikleri atölyelelerle hayat kazanmış.

Yasemin Çetin’ın anlattığı bir turizm projesi var.

Harika.

Talimhane’deki oteler ‘ara eleman’ sıkıntısı çekiyormuş.

Mahalle, mahalle dolaşıp üniversite sınavını kazanamayan çocuklar bulunuyor.

Bilgi Üniversitesi desteğe hazır.

Bilgisayar ve ingilizce derslerinin yanısıra otelde ne tür hizmet vereceğine karar veren çocuklar belli bir konuda eğitime tabi tutuluyor.

3-4 aylık sıkı bir eğitimden sonra otellere dağıtılıyorlar.
Yazının Devamını Oku

New York’ta yürürken antikacıda gördü FBI el koydu, Adonis başı Türkiye’ye döndü

5 Haziran 2005
<B>ÜNLÜ </B>fotoğrafçı <B>Ara Güler</B>, 1958 yılında Denizli tarafında dolanırken yolunu kaybediyor. Karanlık bastığında adını dahi bilmediği bir köyde gecelemeye karar veriyor. Sabah erkenden köyün kahvesine gidiyor.

Şaşkınlık içerisinde kahvenin duvarlarında antik taşlar, çay içilen masaların ise antik sütunlar olduğunu görüyor.

Fotoğraf çekmek içir dışarı çıktığında gördüğü şeyler daha da şaşırtıyor kendisini.

Yunus başlı mermer bir koltukta sigara tüttüren köylüler, tuğlaların arasına mermer sütunlar sıkıştırılmış evler...

Ara Güler, gördüklerinden müthiş etkilenerek, gün boyu fotoğraf çekiyor.

İstanbul’a döndüğünde çektiği siyah beyaz resimleri Arkeoloji Müzesi’ne götürüyor.

Müzede kimsenin bu fotoğralara getirebileceği bir yorum yok.

Müzeden bir yetkili, fotoğrafları Princeton Üniversitesi’nde ders veren genç Türk arkeoloğu Kenan Erim’e gönderiyor.

Ara Güler’in çektiği resimlerden etkilenen Kenan Erim, o dönemlerde İtalya’da görevli olduğu halde Geyre’nin yolunu tutuyor.

Görür görmez Geyre’deki antik Afrodisias şehrine aşık oluyor.

Öldüğü 1990 yılına kadar devam eden bir aşk.

EFES’TEN ROMA’YAGEMİLERLE HEYKEL GİDİYOR

Bu hikayeyi otobüste, Afrodisias yolunda dinliyoruz.

İzmir-Afrodisias arası neredeyse üç saat.

Yol uzun, hikaye bol.

Tanrıça Afrodit’in adına kurulmuş olan şehre ilk yerleşim MÖ 6000’lerde...

MÖ 2. yüzyılda şehrin yıldızı parlıyor.

Başta heykel olmak üzere güzel sanatların merkezi oluyor.

Hemen yanıbaşındaki zengin mermer yatakları nedeniyle dönemin en ünlü heykelcilik okulu Afrodisias’ta.

Heykeller burada yapılıyor ve Efes’ten Roma’ya doğru gitmek üzere gemilere yükleniyor.

Roma’da ‘Afrodisias Heykeli’ önemli bir marka.

Kenan Erim’in 1960 yılından itibaren başlattığı kazılarda bulunan bu heykellerden bazıları bugün şehrin girişindeki Afrodisias Müzesi’nde.

Turgut Özal’ın özel izniyle mezarı Afrodisias’ta olan Kenan Erim’den sonra kazı başkanı Oxford Üniversitesi profesörlerinden Robert Smith.

Daha sonra kendisine kazıların sponsoru olan New York Üniversitesi’nden Christopher Ratte katılıyor.

SOKAKLAR, NEW YORKGİBİ DİK DİK KESİYOR

Antik Afrodisias gezimiz Ratte eşliğinde.

Şanslıyız.

Şehirle ilgili her şeyi ayrıntılı bir şekilde öğreniyoruz

Tapınağıyla, spor oyunlarına ve gladyatörlerin dövüşlerine sahne olmuş 30 bin kişilik stadyumuyla, meclis binasıyla, agorasıyla Afrodisias 10-15 bin kişinin yaşadığı bir şehir.

Sokakları aynen New York sokakları gibi boyuna ve enlemesine kesiliyor.

Christopher Ratte’nin dediğine göre, burası her 10 kişiye bir heykelin düştüğü bir sanat ve kültür merkezi.

Afrodisias gerçekten mücevher gibi bir antik şehir.

Ancak esas nefes kesici olan şey, imparatorların tapınağı diye bilinen Sebastion’dan çıkartılmış frizler.

77 kabartma heykel, bugün Afrodisias’ta bir depoda.

Müzede yer olmadığı için ister istemez yeni bir müze kuruluncaya kadar depodalar.

Sebastion’da esas olarak 155 kabartma heykel varmış, ancak kurtarılabilenler bunlar.

Tahrip olanlar bir yana, kim bilir kaç tanesi yurtdışına kaçırılmıştır?

Robert Smith anlatıyor:

Bir gün New York’ta Madison Caddesi’nden geçerken bir antikacıda Afrodisias’tan kaçırılmış bir heykel başı gördüm. FBI’yı devreye sokunca heykel başını geri aldık.’

Smith’in yolda yürürken tesadüfen görüp kurtardığı baş büyük bir olasılıkla Adonis’e ait.

Bugün baş ile beden birbirlerine kavuşmuş.

Fırsatı kaçırmayıp, Robert Smith’in birbirine kavuşturduğu beden ve başın önünde fotoğrafını çekiyoruz.

Smith, Londra’da bir antikacının önünden geçerken yine Afrodisias’tan kaçırılmış bazı parçalar gördüğünü ve polise haber verdiğini söylüyor.

Arkeolog olmak, biraz da ‘yer üstü hafiyeliği’ gerektiyor galiba.

Sevgi Gönül’ün vasiyeti

AFRODİSİAS’a gönül verenlerin başında, 2003 yılında kaybettiğimiz Sevgi Gönül geliyor.

Sevgi Gönül’ün öncülüğünde 1987 yılında kurulmuş olan Geyre Vakfı, Afrodisias’ın her şeyiyle ilgileniyor.

Kazılarda çıkarılan eserlerin onarılması, korunması, sponsor bulunması, yurtiçi ve dışında antik şehrin tanıtımı derken liste hayli uzun.

Vakfın başkanı Ömer Koç.

Sevgi Gönül
’ün Afrodisias ile ilgili vasiyeti ise yukarıda sözünü ettiğim kabartma heykellerin kaldırılacağı bir müze.

Bunun için 2 milyon dolara yakın bir para bırakmış Sevgi Gönül.

Amerikalı ünlü mimar Cesar Pelli, müzenin tasarımını yapmış.

Ne var ki, başta Smith ve Ratte, müzenin inşa edileceği alana ‘toprağın altında önemli eserler olabilir’ kaygısıyla karşı çıkmışlar.

Geyre Vakfı, şimdi Mimar Sinan Üniversitesi’ne ‘temel koruma planı’ hazırlattırıyor.

Plan Afrodisias için bir nevi yol haritası olacak.
Yazının Devamını Oku

Eğitim, eğitim, eğitim

3 Haziran 2005
<B>ANEKDOT</B> Milli Eğitim Bakanı <B>Hüseyin Çelik’</B>ten.<br><br>İngiltere Başbakanı <B>Tony Blair </B>birinci kez iktidara geldiğinde üç önceliğini şöyle sıralamış:‘Eğitim, eğitim, eğitim’...

Napolyon
’un ‘para, para, para’ demesi gibi birşey.

Hüseyin Çelik’i önceki gün TÜSİAD’ın ‘Doğru Başlangıç: Türkiye’de Okul Öncesi Eğitim’ raporunun sunumu sırasında dinliyoruz.

Bakan 2004 yılında bütçeden en büyük payın eğitime gitmesinin eğitime önemin kanıtı olduğunu söylüyor.

2005 yılında da en büyük pay eğitime.

Bütçeden ne kadar çok pay ayrılsa da Türkiye’de eğitimin gelişmiş ülkelerin düzeyine erişmesi için daha yol çok uzun.

Nüfusun 7 milyon 590 bini okur yazar değil.

Bunun 5 milyon 732 bini kadın.

En büyük uçurum okul öncesi eğitimde.

Bakan Çelik’ın rakamlarına göre 1992 yılında okul öncesi eğitim oranı yüzde 5 iken, 1999 yılında yüzde 11.

Yedi yılda iki katı olmuş.

2004 yılında ise yüzde 16 ila yüzde 17.

Yani Türkiye’deki sıfır ile altı yaş grubu arasında 440 bin çocuk ana okuluna gidiyor.

Gidenlerin büyük çoğunluğu batıdaki illerimizde.

Muhtemelen de çalışan annelerin çocukları.

Oysa ‘ana okula’ çalışan annelerin çocuklarını bırakmak zorunda kaldıkları bir yer olarak değil, gelişmekte olan beyinlere sağladığı fayda penceresinden bakmamız gerek.

AÇEV 10 yılı aşkın bir süredir bunun önemi üzerinde duruyor.

En son geçtiğimiz 2 Mart tarihinde başlattığı kampanya var.

Şimdi TÜSİAD bu raporla bu çok önemli meseleye katkıda bulunuyor.

Çok önemli zira çocuğun okul öncesi eğitimi ekonomiye katkı anlamında.

Okul öncesi eğitime yatırılan 1 dolar ilerde 7 dolar olarak dönüyor.

Ana okul eğitimi Batı’da yüzde 90’larda.

Yanı başımızdaki Bulgaristan’da dahi yüzde 61 oranında.

Peki TÜSİAD’ın raporu ne öneriyor?

Bir ‘Erken Çocukluk Eğitim Koordinasyon Kurulu’nun kurulması.

Koordinasyon Kurulu eğitim standartını, müfretadı saptamak için şart.

Geçtiğimiz yıllarda büyük bir eğitim hamlesine girişmiş olan Güney Kore, Portekiz gibi ülkelerde böyle bir yapı mevcut.

Diğer bir öneri, ilkokul yaşından hemen bir yıl öncesi eğitimin zorunlu hale getirilmesi.

TÜSİAD’ın raporunda işin bir de maliyeti var.

‘Erken Çocukluk Eğitimi’ için gereken kaynak 6.3 milyar dolar.

Her gün 700 bin öğrenci 32 bin araçla taşınıyor

EĞİTİM
Bakanı Hüseyin Çelik, Türkiye’nin eğitim sorunlarını anlatırken çoğunlukla doğudan ve güneydoğudan örnek veriyor.

Dil önemli bir sorun.

Oralarda çocuklar ilkokula başladıklarında öhce türkçeyi öğrenmek zorundalar.

Yaşıtları matematiğe başlarken onlar dili çözmeye çalışıyorlar.

Yani eğitime dezavantajlı başlıyorlar.

Oysa ana okula gitmiş olsalar dezanvantajlı durum ortadan kalkacak.

Yine oralarda çocukların okula ulaşma sorunu var.

Her gün 700 bin öğrenci 32 bin araçla taşınıyor.

Neden taşınıyorlar diye merak ediyorsunuz?

Çünkü her köyde, her mezrada okul yok.

Yapılması da imkansız.

Eğitim Bakanı’nın verilerine göre, Türkiye’de 35 bin resmi köy var.

40 bin tane de mezra.

Şöyle diyor bakan: ‘ Mesela, ailesiyle arası bozulan, kan davası olan köyünü terkediyor. Gidiyor bir dere kenarına yerleşiyor. Evleniyor. Çocukları, torunları derken nüfus çoğalıyor. Mezra böyle çıkıyor ortaya’ ..

Özetle, eğitim sorunun karmaşıklığının bir nedeni de dağ başlarındaki köyler ve mezralar.

Kuaförde kablosuz internet Dibekdüzü’nde tuvaletsiz okul

DÜN
çok yakın iki arkadaşım aradı.

İkisin söylediklerini yanyana koyunca yukarıda başlık çıktı.

Daha açık anlatayım dilerseniz.

Önce Ankara’dan Ladin Fuarcılık’ın sahibi, Türkiye-Fas İş Konseyi’nin Başkanı Devrim Erol’un telefonu geldi.

‘Sana tuhaf birşey anlatacağım. Sabah kuaförüme gittim. Dizüstü bilgisayarım yanımda,. Açtım dosyalarıma bakarken birden internete bağlı olduğumu farkettim.. Meğer bizim kuaför çalışan kadınlar için kablosuz internet servisi başlatmış’...

İkinci telefon uzun yıllar doğu ve güneydoğuda kadınlarla çalışmış olan Anakültür’ün kurucusu Ceylan Orhun’dan.

Daha yeni oralardan dönmüş.

Bu kez gitme nedeni bir yıl önce ABD’de Demet Yezgi tarafından kurulmuş olan ‘Friends of Anatolia’ adındaki STK’ya destek.

Şanlıurfa’da, Dibekdüzü’nde onarılacak bir ilkokul için Ceylan ve Demet yolları düşmüşler.

Ceylan Orhun, Dibekdüzü’ndeki okulun durumunu anlatırken ağlama noktasında.

‘Tezekle ısınıyorlar. Tuvalet yerine bir delik var. Üzerinde de fareler çıkmasın diye bir kapak’...

İşte tablo...

Bir yerde kuaförde kablosuz internet, diğerinde tuvalet yerine bir delik..

Bu arada ‘Friends of Anatolia’ ile ilgili bilgi almak isteyenler için adres şöyle: www.friendsofanatolia.org
Yazının Devamını Oku

Edelman’a İstanbul Modern’de veda

31 Mayıs 2005
<B>İSTANBUL </B>Modern’in kapılarını yemekli bir davete açması bir ilk. AKP İstanbul milletvekili ve Türk-ABD Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanı Egemen Bağış’ın hem ABD elçisi Eric Edelman’a veda etmek, hem de dün KKTC’ye birlikte uçtuğu ABD Temsilciler Melcisi üyelerini ağırlamak için seçtiği yer İstanbul Modern Müzesi...

Bağış, müzenin kurucularından ve yönetim kurulu üyesi.

Dolayısıyla bir yemek için aklına ilk gelen yerlerden biri İstanbul Modern.

Seçimi son derece yerinde.

Misafirler önce devam eden Fikret Mualla Sergisi’ni geziyor.

Köprüyü, Kız Kulesi’ni, Sarayburnu’nu kucaklayan bir terasta içkilerini içiyorlar.

Nihayet Fahrünissa Zeyd tabloları arasında akşam yemeklerini yiyorlar. Atmosfer büyüleyici.

Bağış ile birlikte Amerikalı davetlileri ağırlayanlar arasında AKP milletvekili Reha Denemeç, başbakanın danışmanı Cüneyd Zapsu gibi isimler de var.

Amerikalı davetliler iki grup esasında.

Birinci grupta, kongredeki Türkiye Dostluk Grubu’ndan Ed Withfield, Nathan Deal ve Eddie Bernice Johnson var.

İkinci grup ile gelenler ise TOBB, Alman Marshall Fonu ve Türk-Amerikan İş Konseyi’nin desteğiyle yeni kurulmuş olan ‘ABD-Türkiye Kongre Çalışma Grubu’nun üyeleri.

Türk-Amerikan İş Konseyi (TAİK) Başkanı Dr. Yılmaz Argüden, Amerikan Kongresi’nde şimdiye kadar sadece Almanya, Meksika ve Çin için ‘çalışma grupları’nın kurulduğunu hatırlatıyor.

‘Çalışma Grubu’nun kurulmuş olması ‘ABD’nin gözünde Türkiye’nin önemli bir yerde olduğu gösteriyor’ diyor.

‘Çalışma Grubu’nun üyeleri eski kongre üyeleri.

İstanbul Modern’deki davete dönersek, Egemen Bağış Amerikalı yeni ve eski kongre üyeleriyle gerçekleştirecekleri KKTC ziyaretinin ‘Adada tarihi bir gün’ olacağını söylüyor.

Amerikan kongre üyeleriyle KKTC ziyaretinin, Amerikan-Türk ilişkilerinin gergin olduğu bir döneme rastlaması elbette tesadüfi değil.

Kapalı kapılar ardında, ABD’nin Türkiye’deki ‘olumsuz imajı’nın düzelmesi için uğraşan think-tankler, TAİK gibi sivil toplum örgütleri var.

Çalışmaların ortaya koyduğu şu:

‘Türkiye’deki Amerikan karşıtlığı büyük oranda Washington’un Kuzey Irak ve KKTC politikasından kaynaklanıyor...’

İşte bu yüzden ilk adım KKTC ziyaretiyle geliyor.

Çerçeveletip asıyorlar

ERİC Edelman
buruk ayrılıyor Türkiye’den.

Buruk olduğu veda konuşmasından anlaşılıyor.

Ne diyor Edelman?

‘Ankara’da elçilik binasında benden önce Türkiye’de görev yapmış olan Amerikan elçilerinin portrelerinin arasından geçiyorum çoğunlukla... Abramowitz, Mark Parris, Marc Grosmann, Robert Pearson bana bakarkan ben de şöyle düşünüyorum: Önce çerçeveletiyorlar sonra asıyorlar...’

Masadakilere soruyorum.

Herkes hemfikir.

Sözler yoruma hayli açık.

Edelman, 2003 Ağustos ayında gelmiş.

Geldikten kısa bir süre sonra Ermenistan sınırının açılmasıyla ilgili sözleri nedeniyle eleştiri oklarına maruz kalmış.

Geçen iki yıl zarfında da oklar hiç eksik kalmamış.

Edelman’ın söylemek istediği acaba Türkiye’de görev yapmak insanı ipe götürür mü?

Tabii kariyer anlamında.

Euro için sonun başlangıcı mı

FRANSA’
nın ‘hayır’ı bekleniyordu ama yine de rahatsızlık yarattı.

Rahatsızlığın kaynağı Avrupa Birliği’nin geleceğiyle ilgili belirsizlikler.

Hollanda’dan da ‘hayır’ çıkacak mı?

‘Hayır’ların çoğalması AB’nin geleceğini nasıl etkiler?

Bu arada Euro’nun geleceği de belirsiz.

Hürriyet’in Pazar ekindeki benimle yaptığı röportajda Fransız ekonomist ve düşünür Jacques Attali’nin söylediklerini hatırlatayım dilerseniz...

‘Anayasa’nın öngördüğü gibi bir Avrupa Hükümeti kurulamazsa Euro tutunamaz. Hükümet olmazsa, Euro yok olur...’
Yazının Devamını Oku