Gila Benmayor

Fatih Birol: Türkiye enerji kaynaklarını çeşitlendirmeli

30 Ocak 2006
OECD Uluslararası Enerji Ajansı’nın baş ekonomisti Fatih Birol haklı çıktı. Geçen yıl yine Davos’taki görüşmemizde, Türkiye’nin belli bir yakıta ve belli bir kaynağa bağlı kalmasının tehlikelerine işaret etmişti.

Rusya’ya fazla bağımlı olmamamız gerektiğini özellikle vurgulamıştı.

Rusya’nın Ukrayna’nın doğal gazını kesmesiyle ortaya çıktı ki Birol haklı.

Fatih Birol ile Davos’ta iki toplantı arası yine bir araya geldik.

Bir yıl arayla OECD Enerji Ajansı baş ekonomistinin hayatında olumlu gelişmeler olmuş.

Türkiye Cumhuriyeti’nden "üstün hizmet" nişanı almış.

Halen yaşamakta olduğu Fransa’dan "şövalye nişanı", üniversite eğitimini tamamladığı Avusturya’dan ise "altın hizmet" madalyasıyla ödüllendirmiş.

Peşpeşe üç önemli ödül.

Birol ile görüşmemize dönersek "Uluslararası Enerji Ajansı olarak tek yakıta bağlı kalmamak gerektiğinin üzerinde önemle duruyoruz" diyor.

Rusya örneğini yineleyerek özetle şunları söylüyor:

"Türkiye doğal gaz ihtiyacının yüzde 60’ını Rusya’dan temin ediyor. Üstelik tekel şirket durumundaki Gazprom’dan alıyor. Hem bir ülkeye, hem o ülkenin tekel durumundaki tek şirketine bağımlı olmak riskli. Rusya’da Gazprom gibi birkaç enerji şirketi olsaydı Türkiye gaz alımını çeşitlendirebilirdi. Ama olmadığına göre sadece Gazprom’a bağımlı."

Fatih Birol’a göre Ukrayna’nın başına gelenler enerji sektörüyle ilgili olanların aklını başına getirmiş.

Bu yüzden olsa gerek Birol’un da katıldığı Davos’taki enerji toplantılarının pek çoğu "enerji güvenliği" meselesiyle ilgili.

Kavram "insanların enerji ihtiyaçlarına yönelik her hangi bir tehdidin olmaması" anlamında kullanılıyor.

Davos’ta yapılan senaryolar arasında terör örgütleri petrol tesislerine saldırırlarsa ne olur sorusuna da cevap aranmış.

Birol’a göre, önde gelen petrol şirketlerinin CEO’ları da güvenlik meselesinde kaygılı.

Çünkü dünyada petrol ve gaz üretimi bundan böyle beş ya da altı ülkede gerçekleşecek.

Birol bunları Suudi Arabistan, İran, Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya ve Venezüella olarak sayıyor.

Kuzey Denizi, ABD, Norveç’te üretim düşüşe geçmiş durumda.

Bir yandan da Çin ve Hindistan nedeniyle tüketim artıyor.

"Arz düşük, talep fazlasıyla önümüzdeki yıllarda enerjiyle dış politika daha fazla iç içe geçecek diye tahmin ediyoruz."

Fatih Birol açıkça söylemese de söylediklerinden bazı ülkelerin petrolü bir "şantaj" unsuru yapacağı anlaşılıyor. Nükleer silahlar konusunda üzerine fazla gelinirse petrolü keseceğini ima eden İran gibi.

Ya da Ukrayna seçimlerinden hoşnut kalmayan Rusya’nın müsait bir zamanı kollaması gibi.

Petrol gibi dünya doğal gaz rezervlerinin yüzde 50’si kadarı Rusya ve İran’da.

Türkiye ne yapacak

FATİH Birol’
a göre Türkiye enerji fakiri bir ülke.

Bu yüzden enerji konusunda gerçekçi politikalar üretmek zorunda. Sudan enerji üretme yolundaki projeler yolunda gidiyor ama yetersiz.

Yenilenebilir enerji kaynaklarıyla ilgili daha fazla adım atılması gerekir. Rüzgar, güneş, bio yakıtlar gibi.

Fatih Birol geçen yılki konuşmamızda değindiği gibi belli şartlar yerine getirildiği takdirde nükleer enerji kullanılabileceği görüşünde.

Belli şartlar dediği, finansmanın ekonomik dengeleri sarsmaması, nükleer santral seçiminde kamuoyunun görüşüne başvurulması gibi şeyler.

Davos’taki enerji toplantılarında nükleer eğilimi ağır basmış.

"Ancak" diyor Birol "nükleerden de önemli enerjiyi verimli kullanmak".

Türkiye’de bio yakıt denemeleri mısır ile başlamış.

Brezilya’nın şekerkamışından elde ettiği ve ulaştırma sektöründe kullandığı enerjinin yüzde 40’ını sağladığı bio yakıt Davos toplantılarında "başarı öyküsü" olarak anlatılmış.

Rusya’nın 2025 senaryolarında neler var?

BU
yıl Davos’ta 2025 senaryoları pek gözdeydi.

Çin, Hindistan ve Rusya için yapıldı bu senaryolar.

Komşumuz olduğu için ve yukarıdaki enerji konusuyla ilintili olduğu için önce Rusya’nın 2025 senaryolarına değineceğim.

Çin ve Hindistan daha sonra.

Cumartesi günü, sabahın erken saatlerinde dinlediğim üç senaryo Rusya’nın yasalara saygılı yönetişimi benimseyip benimsemeyeceği ve ekonomisini enerjiden farklı sektörlere yayıp yaymayacağı sorularını temel almış.

BİRİNCİ SENARYO: UZUN YÜRÜYÜŞ

Bu senaryoda Rusya, doğal kaynaklarına bağımlı.

Petrolde alt yapı yatırımları yapan ılımlı muhafazakar liderler yasalara saygıda zorlanıyorlar.

Enerji dışındaki sektörlerde Rusya’nın rekabet gücü zayıf kalıyor.

Petrol geliri nedeniyle güçlenen orta sınıf devletin kamu ve ekonomik hayattaki baskısından giderek daha fazla rahatsızlık duyuyor.

İKİNCİ SENARYO: PETROLÜN LANETİ

Bu senaryoda, Rusya yine doğal kaynaklarına bağımlı.

Dünyadaki yüksek petrol fiyatları ve giderek artan talep nedeniyle alt yapıya yatırım, reformlar fazla önemsenmemiş.

Yolsuzlukların yanı sıra etnik gerilim de artışta.

Yetersiz yatırımlar nedeniyle petrol üretimi etkileniyor, dolayısıyla ekonomi zorlanıyor.

Devletin enerji sektörü üzerindeki baskısı artıyor.

Uluslararası finans kuruluşlarının el uzatması da Rusya’yı kargaşadan kurtarmıyor. Rusya giderek dünyadan izole oluyor.

ÜÇÜNCÜ SENARYO: RÖNESANS

Rusya demokratik kurallara göre 2008 yılında seçilmiş lideri sayesinde reformlarını başarıyla tamamlıyor.

Bunlar Rusya’nın ekonomik, politik ve toplumsal hayatını canlandırıyor.

Yolsuzlukların önü kesiliyor ve devlete güven ekonomide verimliliği artırıyor.

Orta sınıfın güçlenmesi sivil toplumu da güçlendiriyor.

Rusya AB ile iyi ilişkiler içersinde. Orta Asya’nın ve Avrasya’nın kalkınma lokomotifi.

Hatta Çin ile ABD arasında dengeyi sağlayabilecek tek güç olma yolunda.

Üç senaryo böyle.

Ancak dinleyiciler arasında senaryolara itiraz edenler oluyor ki bunlardan bir tanesi Coca Cola’nın CEO’su Neville İsdell.

Senoryoların Rus tüketiciyi göz ardı ettiğini, Rusların internet çağında dışarıya açıldıklarını ve giderek daha fazla seyahat ettiklerini dolayısıyla Rusya’nın bir daha asla içine kapanmayacağını söylüyor Neville İsdell.
Yazının Devamını Oku

Derviş ve Wolfowitz’den çağrı: Zenginler kesenin ağzını açsın

29 Ocak 2006
KEMAL Derviş, Birleşmiş Milletler (BM) Kalkınma Fonu Başkanı.<br><br>Bir zamanlar ABD’nin şahin politikacıları arasında yer almış olan Paul Wolfowitz Dünya Bankası’nın başında. Ann Veneman, Türkiye’de "Kızlar Okulu" kampanyasının sponsorlarından UNİCEF Başkanı.

Harukido Kuroda, Asya Kalkınma Bankası Başkanı.

Antonio Guterres BM Mülteciler Yüksek Komiserliği Başkanı.

Dünya Ticaret Örgütü Genel Direktörü Pascal Lamy gelmemiş.

Onun yerine Mozambik’in Devlet Başkanı Armando Guebuza.

Davos’taki yemekli toplantının başlığı "Uluslar arası Yeni Liderlerle Tanışın?"

Yukarıda saydıklarımın hemen hemen tümü görevlerinein başında henüz bir yılı tamamlamamış.

Aynı masada, yanımda Kemal Derviş, karşımdaki masada ise Guebuza ile Wolfowitz var.

UNICEF’in masasında ise hayır işlerine gönül vermiş Belçika Prensi ve Prensesiyle, Norveç Prensi.

Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da karşılaştığım Asya Kalkınma Bankası’nın Başkanı Kuroda sözü alıyor.

Asya’nın genelde iyi gittiğini, ortalama yüzde 7’lik bir büyüme hızı olduğunu söylüyor.

Elbet Çin ve Hindistan’ın Afganistan, Kamboçya, Pasifik’teki küçük adalardan çok daha hızlı büyümeleri bir sorun.

Diğerleri de tsunami, deprem gibi felaketler ancak genelde Kuroda iyimser.

İkinci söz Kemal Derviş’te.

Göreve gelmeden tam iki hafta önce "Milenyum" hedefleri belirlenmiş.

Yani dünyadaki açlığı, yoksulluğu azaltmak hedefleri.

UNDP bu hedefin, orkestranın şefi.

Dünyanın zengin ülkelerinin verdikleri sözler var.

Derviş diyor ki "Milenyum hedefi, Bono’nun başını çektiği akımla ortaya bir enerji çıktı. Bunun yok olmaması gerek. Zenginler verdikleri sözleri tutmalılar."

Derviş’in söylediği başka önemli bir şey ise BM’nin yeniden inşası, 21. yüzyıl gerçeklerine göre reformlar yapması.

Bu arada bir parantez açıyorum.

Derviş’in reform meselesine değinmesi, UNDP’nin başına getirildiğinde reformların önünü açacağı yolundaki iddialara güç kazandırıyor.

Akşam yemeğindeki "yeni liderlerin" teker teker yaptıkları konuşmaların hepsine yer vermem mümkün değil.

Bu yüzden Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz’e geçiyorum.

BANKANIN ÖNCELİĞİ AFRİKA

Wolfowitz
yemeğe biraz geç kalmasını şöyle bir anekdot ile açıklıyor:

"Hırsızlar bankayı soymuşlar. Neden soydunuz sorulunca ’çünkü para bankadaydı’ cevabını vermişler. Ben geçiktim çünkü Gates Vakfı’ndaydım."

Para nerede, Wolfowitz orada anlayacağınız.

Peki ne diyor Dünya Bankası Başkanı?

Bankanın önceliğinin Afrika olduğunu söylüyor.

Kara Afrika’da günde 1 dolarla yaşayanların sayısı 1981 yılında 164 milyon iken, 2002 de 303 milyon olmuş.

Savaşlar, AIDS, diğer hastalıklar.

Dünya Bankası’nın bir "Afrika Eylem Planı" var.

15 ülkede ücretsiz ilk öğrenim, yol, enerji ve diğer alt yapıya fon ayrılması plan dahilindeki şeyler.

Plan için ilk yıl 1.8 milyar dolar, ikinci yıl 2.8 milyar dolar ayrılmış.

Ayrıca "bağışcı" ülkelerin vermeyi vaad ettikleri 2.5 milyar dolar da var.

Wolfowitz, "Zenginlerin yardımıyla Afrika’yı kalkındırmalıyız" diyor.

"Ama yoksul ülkeler de gelen yardımları verimli ve şeffaf bir şekilde kullanmanın sorumluluğu içersinde olmalı" diye ekliyor.

Wolfowitz’e en anlamlı cevap Mozambik Devlet Başkanı Armando Guebuza’dan.

"Biz Afrikalılar için en önemli şey öz güven ve öz saygımızı geliştirmek. Afrika, Afrikalıların katkısı olmadan gelişemez. Kültürümüzü unutmadan ama ona dünyayla rekabeti sağlayacak yeni unsurlar katarak gelişmek."

Başkanın konuşması gerçekten anlamlıydı.

Erdoğan: Gel sana bir sarılayım Muhtar

DAVOS’un bu yılki hararetli konulardan biri enerji, diğeri de iş piyasası.

Yeni iş alanları neler olacak? Geleceğin iş piyasında yeni teknolojilerin, yaratıcılığın, inovasyonun yeri ne olacak? Bu ve bu gibi sorular çeşitli oturumlarda tartışılıyor.

İlk gün katılıp, yazmaya fırsat bulamadığım "Geleceğin İş Alanları" oturumunda mesela ABD Çalışma Bakanı Elaine L. Chao ilginç noktalara değinmişti.

ABD’de daha sofistike becerilere sahip ve daha yüksek eğitimli kişilere yeni iş alanları açılıyormuş.

Ancak bunun yanı sıra sağlık, inşaat sektöründe açık varmış.

İnşaat sektöründe olanların sadece yüzde 60’ı aradıkları vasıflara uygun işçi bulabiliyormuş.

Özel sektör ve kamu meslek eğitimine giderek fazla yatırım yapıyormuş.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bir buçuk günlük Davos ziyaretinde Kongre Merkezi’nde katıldığı tek toplantı da işte bu "iş dünyası" toplantıları kapsamında.

Türkiye’nin ekonomisini anlatarak açılış konuşmasını yapan Başbakan Erdoğan’ın bir yanında Hindistan Planlama Komisyonu Başkan Yardımcısı Montek Ahluwalia, diğer yanında ABD Ticaret Bakanı Carlos Guitterez var.

En sonundaki koltukta ise Siemens CEO’su Klaus Kleinfeld.

Moderatör Günter Verheugen.

Dinleyiciler arasında daha Coca-Cola’nın en tepesine tırmanarak, CEO Neville Isdell’in arkasından "ikinci adam"lığa yükselen Muhtar Kent var.

Toplantı bittikten sonra Muhtar Kent ile karşılaşan Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, "Seni Başbakan’a götüreyim" diyor.

Karşısında gazetelere "müthiş Türk" diye geçmiş olan Muhtar Kent’i gören Başbakan Erdoğan’ın tepkisi şöyle: "Gel sana bir sarılayım."

Türkiye ’bağışçı’ ülke oldu

KEMAL Derviş "zenginler sözlerini tutsun" diyor ama bir yandan da "bağış" mekanizmasına yeni bir soluk getirilmesini savunuyor.

Derviş’in savunduğu şey sadece zengin ülkelerin değil orta halli ülkelerin de bağışcı durumuna gelmesi.

"Bağışcıların bir blok halinde olmaları iyi değil. Çeşitlilik gerek" diyor Derviş ve Türkiye örneği gösteriyor.

Meğer Türkiye birkaç yıldan beri "bağışcı" ülke durumuna geçmiş.

BM’nin çeşitli organlarına yılda yaklaşık 3 milyon dolar veriyormuşuz.

Hatta bu miktar bu yıl daha da artmış.

Wolwofitz ise bağış paralarını, yardımları koordine edecek uluslar arası bir kurumun oluşturulması gerektiğinde.

Dünya Bankası harcamalarının sürekli soru işaretlerine yol açması yüzünden olsa gerek Wolwofitz böyle bir şey düşünmüş.

"Uluslararası yardım fonu yöneticiliği" gibi bir şey anlayacağınız.

Davos Clinton’suz asla olmaz

ABD Başkanı Bill Clinton nihayet geldi.

Dün öğle saatlerinde Kongre Merkezi’nde Dünya Ekonomik Forumu’nun Başkanı Klaus Schwab’ın karşısına oturdu, dünyayla ilgili görüşlerini paylaştı.

Clinton’ın dünyanın gidişiyle ilgili kaygıları ne?

İklim değişimi, yoksulların global topluma entegre edilmemeleri, dinsel ve kültürel farklılıların giderek ön plana çıkartılması.

Sokaktaki insanın kendisini "global bir toplumun" parçası olarak hissetmesi gerek diyor Clinton.

Bir de itirafta bulunuyor başkanlık dönemiyle ilgili.

"Başkan olduğunda kimi zaman hoşlanmadığın insanlarla da konuşursun. Keşke diyorum, politikalarını tasvip etmediğim insanlarla daha fazla yüzyüze görüşseydim, onları anlamaya çalışsaydım. Hata etmişim."

Clinton hep aynı Clinton.

Hem kendisini, hem çevresini sürekli sorgulayarak doğru yolu bulmaya çalışan dolayısıyla bilgelik yolunda ilerlemeye devam eden biri.

Baktım bu arada geçen yıl bileğinde olan kırmızı mavi iplik bilezik aynı yerinde.
Yazının Devamını Oku

Sanatımız insanları neşelendiriyor

29 Ocak 2006
Gerçekten yaptıkları ilginç. Doğayı ve insanların elinden çıkan şeyleri apayrı bir şekle dönüştürüyorlar. Alışkın olduğumuz şeylere başka bir gözle, başka duygularla bakmamızı sağlıyorlar. Kızıl saçlı Jeanne Claude Fransız, Christo Bulgar.

İkisi de, 1935 yılının 13 Haziran günü aynı saatte doğmuşlar.

1958’de Paris’te karşılaşmışlar ve bir daha birbirlerinden hiç ayrılmamışlar.

48 yıl süren bir aşk hikayesi.

Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’na "sanatçı" kontejanıyla gelen Christo ve Jeanne Claude’u gece geç vakit bir otel odasında dinleyen bir grup insanın arasındayım.

Geçen yıl, New York’ta Central Park’ta, ağaçların arasında turuncu renkli paravanlar yerleştirdiklerinde yine bu sütunlarda yazmıştım ilginç hikayelerini.

Şimdi, günümüzün en ilginç sanatçıları arasında yer alan Christo’nun ve karısının ağzından ne yaptıklarını dinliyorum.

Paris’te tanıştıktan sonra çift 1960’larda New York’a göç etmiş.

O yıllardan beri Manhattan’da aynı evde, aynı stüdyoda oturuyorlar.

Jeanne Claude "Sponsorsuz çalışmayı seviyoruz çünkü özgür olmak istiyoruz" diyor.

Tüm projelerinin masraflarını kendileri karşılıyorlarmış.

Masraf dediysem milyon dolarları buluyor.

Bitmiş projelerin bazılarını, Christo’nun çizimlerini müzelere, koleksiyonerlere satarak yenilerini finanse ediyorlarmış.

Proje yıllarca sürüyor.

Almanya’daki meclis binası Reichtag’ı, Paris’teki Pont Neuf Köprüsü’nü "giydirmek" için yirmi yılı aşkın bir süre uğraşmışlar.

Neden bu kadar uğraşmak? Ne işe yarıyor yaptıkları?

"Hiçbir işe yaramıyor. Zaten sanat dediğiniz işe yaramaz. Bu bir gönül işi."

Öyle bir gönül işi ki, belli izinleri almak için yıllar geçiyor.

Büyük bir ekiple işe girişiliyor ve sadece iki-üç hafta için.

Sonra her şey toparlanıyor.

Christo slayt makinesinin başına oturmuş anlatıyor.

ADALAR PASTA GİBİ OLMUŞ

"Avustralya sahillerini giydirdik. Sonra Pasifik’te 11 adanın çevresini köpük gibi pembe bir maddeyle çevirdik. Pastaya benzediler..."

Gerçekten yaptıkları ilginç.

Doğayı ve insanların elinden çıkan şeyleri apayrı bir şekle dönüştürüyorlar.

Alışkın olduğumuz şeylere başka bir gözle, başka duygularla bakmamızı sağlıyorlar.

1991 yılında Japonya’da ve Kaliforniya Los Angeles’ta aynı anda giriştikleri bir proje var.

Vadilere dev şemsiyeler dikmişler.

Japonya’dakiler mavi, Kaliforniya’dakiler sarı.

Barcelona’yla ilgili hikayelerini Jeanne Claude anlatıyor:

"Şehrin deniz kıyısındaki Kristof Kolomb anıtını giydirmek istedik. Dönemin belediye başkanı başvurumuzu geri çevirdi. Bir süre sonra öldürüldü. Onu öldüren biz değildik elbet. Onun yerine gelen yeni başkana talebimizi ilettik. O da reddetti. Bir süre sonra da öldürüldü. Sonra Pasqual Maragall seçildi. Şehre hemen gelmemizi istedi ama artık gönlümüz o şehirde değildi. Gitmedik."

Bir anısı da Paris’teki 1985 yılında giydirdikleri Pont Neuf ile ilgili.

"Köprüyü giydirdikten sonra baktık Fransızlar gülmeye, birbirleriyle şakalaşmaya başladı. Onları neşelendirmiştik."

Pont Neuf ile Reichtag’ı ziyaret edenlerin sayısı 4-5 milyonu bulmuş dediklerine göre.

ŞİMDİ DE ARKANSAS NEHRİ

Köprüyü giydirdikten sonra kumaşın suya yansıması akıllarına başka bir proje getirmiş.

Bir nehrin üzerine perde çekmek.

Nehrin sularını kopya edecek kumaş panelleri dalgalandırmak.

Ve bu iki çılgın insan 1992’den itibaren üç yıl boyunca 22 bin 530 kilometre yol kat ederek uygun bir nehir aramaya başlamışlar.

Nihayet Colorado’da Arkansas Nehri’nde karar kılmışlar.

O gün bugündür gerekli izinler için uğraşıyorlar.

Yöre halkına projelerini anlatıyorlar.

New York Central Park’a geçen yıl diktikleri turuncu paravanlar için fazla zorlanmamışlar.

Çünkü Belediye Başkanı Bloomberg yakın dostları.

Dinleyiciler arasında New Yorklu olanlar var.

Birkaç haftalığına da olsa Central Park’a bambaşka bir çehre kazandıran proje için Christo ve Jeanne Claude’a teşekkür ediyorlar.

"Şehrimize böyle bir güzellik kattığınız için sizlere müteşekkiriz" diyorlar.

Aynı yıl, aynı gün, aynı saat doğmuş çift için bu sözler yeterli.

Varsın insanlar onlara çılgın desin.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan: Türkiye’nin ’marketing’ini yapıyorum

28 Ocak 2006
DAVOS’a bir buçuk günlüğüne gelen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hem politikacılarla görüştü, hem işadamlarıyla. İşadamlarıyla hem kaldığı otelde ikili görüşmeler yapan, hem Kongre Merkezi’nde bir araya gelen Erdoğan, "Türkiye’ye yatırıma gelin" mesajını verdi.

Davos’ta bulunan Mehmet Ali Yalçındağ, Ali Koç, Ferit Şahenk gibi isimlerin de katıldığı toplantıda yabancı işadamlarından kimler vardı?

Aralarında Galataport ihalesiyle adı sık sık gündeme gelen Eyal Ofer, Merrill Lynch Başkanı Brian Mck. Henderson, Almanya eski şansölyesi Schröder’in danışmanı Roland Berger, Steigenberger Hotel Grubu CEO’su Karl Schattmaier.

Başbakan Erdoğan, işadamlarını davet ederken muhalefetin "Türkiye’yi pazarlıyorsun" iddialarına değinerek "Size Türkiye’deki yatırım olanaklarını övmem, bizim muhalefet tarafından ülkeyi pazarlıyor’ diye yorumlanıyor. Şu anda, oysa ben size ülkemi methediyorum, yani ’marketing’ yapıyorum" diye konuştu.

Yatırım olanaklarıyla bilgi veren Başbakan Erdoğan, 49 ilin teşvik kapsamına alındığını ve dolayısıyla bedelsiz arazi verildiğini anlattı.

Kurumlar Vergisini yüzde 30’dan yüzde 20’ye indirdiklerini, 5 yıl vergi muafiyeti olduğunu da vurgulayan Başbakan, sosyal sigorta masraflarını da kısmayı planladıklarını söyledi.

Başbakanın değindiği bir başka konu ise özelleştirme oldu.

TÜPRAŞ’I YENİ SAHİBİNE VERDİK

"Özelleştirmede dur durak tanımıyoruz. Türkiye’nin ekonomisinde cesur adımlar atıyoruz. Bunun negatif sonucu ya da bedeline katlanacağım" diye konuşan Erdoğan, salondaki Ali Koç’u işaret ederek: "Tüpraş’ı da yeni sahibine verdik" dedi.

İşadamları arasında olan Suudi Arabistanlı bir işadamı, Türkiye’yi Körfez ile daha fazla ticarete çağırırken, Almanlar AB ilişkilerini merak etti.

Roland Berger’in bu konudaki bir sorusu üzerine Başbakan Erdoğan, Almanya’nın yeni şansölyesi Angela Merkel ile aralarında herhangi bir sorun olmadığının altını çizdi.

Konuşmalarda üzerinde önemli durulan bir konuda da turizm oldu.

Türkiye’nin dağ, golf, kaplıca gibi alanlarda turizmini çeşitlendirdiğini belirten Başbakan Erdoğan, güney sahillerindeki hareketliliğe dikkat çekti.

Başbakan Erdoğan ikili görüşmelerinde ise IMF Başkanı Rodrigo Rato, Goldman Sachs, Cisco, Amerikan finans ve sigorta şirketi AIG, City Group yetkilileriyle bir araya geldi.

Davos’ta olan Microsoft Başkanı Bill Gates ile Erdoğan ancak Ankara’da bir araya gelip pazar gecesi birlikte yemek yiyecek.

Dünya medyasından Erdoğan’a Hamas ve Orhan Pamuk soruları

BAŞBAKAN’IN yerli ve yabancı gazetecilerle yaptığı basıon toplantısına dünya medyasının ağır topları da ilgi gösterdi.

Fransız televizyonun yıldız sunucularından Christine Ockrent, Newsweek’ten Türkiye’yi yakından izleyen Elizabeth Weymouth, NPQ Dergisi’nden Nathan Gardells gibi.

Weymouth, Başbakan’ın Filistin seçimlerinde büyük bir zafer kazanan Hamas hakkında ne düşündüğünü merak ederken, Nathan Gardells Orhan Pamuk meselesini merak etti.

Davos’ta büyük yankı bulan, hatta İsviçre basının "Hamas kazandı, Batı korkudan titriyor" diye başlık attığı Filistin seçimleriyle ilgili "halkın seçimine saygılıyız" diyen Erdoğan Orhan Pamuk davasının da kapandığını söyledi.

"Kuş gribi" de merak edilen konular arasındaydı.

Bir gazetecinin "komşularla konuşabilirsiniz ama kuşlarla konuşamazsınız ne olacak" sorusuna "kuşlarla konuşamadığımızı kim söyledi" diye gülerek yanıtlayan Erdoğan bizim bilmediğimiz bazı noktalara işaret etti.

"Sadece göçmen kuylar meselesi değil. Entegre tesisler bazı yanlışlıklar yapmışlar. Dünyada entegre tesislerde satış süresi dolmuş tavuk yemlik olarak kullanılır. Bizde yemlik yerine tavuklar bazı bölgelere satılmış. Yanlış düzeldi".

Galataport olmazsa Türkiye kaybeder

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın işadamlarıyla yaptığı toplantının ilginç isimlerinden biri de Ofer Grubu Başkanı Eyal Ofer’di.

Toplantıdan çıkarken konuşma fırsatını bulduğum Eyal Ofer’e dünkü gazetelerde yer alan Devlet Bakanı Aldüllatif Şener’in Galataport ihalesini imzalamayacağına ilişkin açıklamasını sordum.

Eyal Ofer önce Galataport ile ilgili son gelişmelerden haberdar olmadığını söyledi.

İhalenin iptali konusunda ise "Türkiye kaybeder" dedi.

Galataport gelişmelerden haberdar olmamakla birlikte, Türk basınının kendisiyle ilgili yazdıklarından iyi haberdar olduğu anlaşılan Ofer yarı şakayla karışık, "Benimle ilgili annemin bile bildiğinden fazlasını yazdınız" diye konuştu.

Mehmet Ali Yalçındağ Davos Medya Yöneticileri arasına seçildi

DOĞAN Medya Grup CEO’su Mehmet Ali Yalçındağ bu yıl "Davos Medya Yöneticileri" arasına seçildi.

Aralarında Axel Springer’in CEO’su Mathias Döpfner, BBC’den Mark Thompson, Hubert Burada gibi isimlerin olduğu "medya yöneticileri" Davos toplantıları dışında yılda bir kez özel toplanıp medyanın geleceğini tartışıyorlar.

Yalçındağ’ın verdiği bilgiye göre, bu yıl Davos’taki toplantıda medya ile telekom sektörü arasındaki ilişkiler tartışıldı.

Motorola’nın CEO’su yeni çıkarttıkları ürün hakkında medya yöneticilerine bilgi verdi ve telefon ekranından nasıl TV seyredileceğini anlattı.
Yazının Devamını Oku

Babacan, Hollanda’da ölüm tehdidi alan Ali’yle yan yana

27 Ocak 2006
DAVOS’un sürprizli bir yer olduğu kesin. Mesela dün ABD eski Başkanı Bill Clinton’un gelmeyeceğini yazmıştım ama bugün Davos’ta beklendiğini öğreniyorum.

Başka bir sürpriz. CNN’in ünlü muhabiri ve sunucusu Christiane Amanpour’un kocası, Clinton dönemi dışişleri bakanlığı sunucusu James Rubin karısına özenerek TV sunucusu olmuş.

İngiliz Sky TV’de sunuculuk yapan Rubin, Davos’da moderatör.

Dün Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Ali Babacan’ın konuşmacılar arasında olduğu "Avrupa’nın kimlik krizi" oturumunda hikayesini gazetelerden merakla izlediğim, Somali kökenli Hollandalı parlamenter Ayaan Hirsi Ali karşıma çıkmaz mı?

Hem de Ali Babacan’ın yanındaki koltukta.

Hirsi Ali’nin hikayesine kısacık değinmek istiyorum.

Hollanda’da küçük Liberal Parti’den meclise girmeyi başaran genç kadın geçen yıl radikal bir İslamcı’nın saldırısı üzerine olan yönetmen Theo van Gogh ile birlikte Müslüman kadını konu alan filmin senaryosunu yazmış.

Çıplak bir kadın bedeni üzerinde Kur’an ayetlerinin görüldüğü filmin afişi ve film hatırlayacaksınız büyük gürültü kopartmıştı.

Yönetmen bunu hayatıyla öderken, Ayaan Hirsi Ali aldığı ölüm tehditleri nedeniyle 24 saat korumayla geziyor.

Esas meseleye oturuma dönersek, Avrupa’nın kimlik krizinde göçmen meselesinin de payı olduğu için oturum daha fazla göçmen soruna çözümler üzerinde yoğunlaşıyor.

Ali Babacan’ın yanı sıra Günter Verheugen, İrlanda’nın eski kadın başbakanı, Fransız hükümet sözcüsü Jean François Cope, gibi kişilerin de katıldığı oturumda göçmenlerle ilgili olarak şunun altı çizildi:

Hükümetler entegrasyon için gerekli önlemleri almalı ancak göçmenler de sorumluluklar üstlenmeli. Sorumluluğa en fazla dikkat çeken Hirsi Ali oldu.

Hollanda’da gelenekler nedeniyle eğimi yarım kalan, görücü usuluyle evlendirilen ve evlendikten sonra iş hayatına katılamayan Müslüman kadınları örek gösteren Hirsi Ali göçmenlerin de kendilerini sorgulamaları gerektiğini söyledi.

Fransız hükümet sözcüsü Cope, Fransa’daki son olayların abartılmaması gerektiğini ancak ülkesinin olaylardan ders alarak göçmenlerin izole yaşadıkları getto kavramını ortadan kaldıracağını belirtti. Babacan’a göre, AB sahip olduğu demokratik anlayışıyla, evrensel değerlerle göçmenleri kucaklayabilmeli.

Beklediğim halde Babacan, Türkiye’nin Almanya’daki dört milyon göçmeniyle nasıl bir göçmen deneyimi olduğuna değinmedi.

Hatta onun yerine izleyiciler arasında olan Amerikalı senatör Phil Gramm önemli konuya değindi.

Gramm, Avrupa’nın yeni Türk göçmenlerden ürkmemesi gerektiğini çünkü ekonomisinin umut verdiğini ve insanların göç etmek istemeyeceklerini söyledi.

Neticede, oturumda göçmen sorunun daha fazla demokrasi yani göçmenlere parlamentoda, yerel yönetimlerde, diğer kurumlarda daha fazla yer verilmesi gerektiğinde görüş birliğine varıldı.

Türk döneri de Davos’ta

DÜNYA Ekonomik Forumu’na katılmak için Davos’ta bulunanlar, Türk dönerine büyük ilgi gösteriyor. Bingöllü Nihat Bartamay’ın sahibi olduğu kebapçı dükkanı, 7 yıldır Davos’ta müşterilerine hizmet veriyor. Türk dönerini Davoslularla tanıştırmak için kebapçı dükkanı açtığını söyleyen Bartamay, "Şu anda 5 yaşındaki çocuklar bile Türk dönerini tanıyorlar" dedi.

Kuş gribi 2006 yılı risk senaryoları arasında

DÜNYA Ekonomik Forumu bu yıl da Merrill Lynch, MMC gibi partnerlerle bir "2006 global riskler" raporu yayınlamış.

Rapora göre, 2005 yılında "risk" olarak ortaya atılan şeyler bu yıl da devam edecek.

Nedir bunlar?

İlk sırada terörizm.

İkinci sırada petrol fiyatlarının artmaya devam etmesi.

Daha sonra finansal krizler, kuş gribinin yayılması, AIDS tehdidi ve doğal afetler.

Raporda dört tane risk senaryosuna yer verilmiş.

Birinci senaryo petrol fiyatının 80 doların üzerine tırmanması.

İkinci senaryo kuş gribi virüsünün insandan insana bulaşabilecek hale dönüşmesi.

Üçüncü senaryo teröristlerin "kirli bomba" yani küçük çapta bir nükleer bomba kullanmaları.

Dördüncü senaryo ise iklim değişikliğinin giderek Katerina gibi daha büyük felaketlere yol açması.

Bono, şimdi modacıları harekete geçirdi

DÜN Konferans Merkezi’ndeki en ilginç basın toplantılarından biri de kendisini Afrika’ya adamış olan şarkıcı Bono’nun modacı Armani’yle basın toplantısıydı.

Bono’nun Afrika ile ilgili yeni projesi şöyle:

Ünlü markalar "Kırmızı" etiketi altında satış gelirinin bir bölümünü Afrika’da AIDS ile mücadeleye gidecek olan ürünler üretecekler.

Ünlü markalar arasında Armani, Converse ve Amerikan GAP var.

İlkbahar aylarından itibaren dükkanlarda "kırmızı" amblemini taşıyan ürünler satın almak mümkün olacak.

Converse ayakkabılar, Armani gözlükler, GAP tişörtlar.

American Express de aynı espride bir kredi kartı üretecek.

Bono basın toplantısında diyor ki: "Kırmızı 21. yüzyılın fikridir. Kırmızı üretenler hem iyilik yapacaklar, hem işlerini geliştirecekler."

Sevgili Bono’ya bir hatırlatma?

Bu 21. yüzyılın fikri Türkiye’de yapıldı.

KAGİDER yani Kadın Girişimciler Derneği bünyesinde oluşturulmuş olan "Kadın Fonu" için bazı şirketler mor zambak amblemini taşıyan ürünler ürettiler ve buradan sağladıkları geliri fona aktardılar.

Sakın Bono fikri bizden çalmış olmasın?

Çin yürüyor, Avrupa bocalıyor

ÇİN Davos’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda ilgiyle izlenen bir ülkeydi daima.

Ama bu yıl farklı. Hindistan, Davos’un yıldızı ise Çin hiç kuşkusuz "takıntısı".

İki gün zarfında Çin ile ilgili düzenlenen toplantılardan çıkan sonuç şu: Artık tüm ülkeler Çin’e karşı pozisyonlar geliştiriyor, stratejiler geliştiriyor.

Davos Dünya Ekonomik Forumu’nun açılış konuşmalarını yaşlı Avrupa kıtasından bir liderle, Çin’den bir liderin yapması anlamlıydı.

Avrupalı lider Almanya’nın çiçeği burnunda "kadın" şansölyesi Angela Merkel.

Çinli lider ise Başbakan Yardımcısı Zeng Peiyan.

Hem Almanya, hem Avrupa adına konuşan Merkel’in söylediklerine geçmeden önce lider olarak kendisini karizmatik bulmadığımı burada belirtmeliyim.

İstanbul’da dinleme olanağı bulduğum eski şansölye Schröder’in karizması bambaşkaydı.

Merkel’e dönersek yıllarca önce Davos’ta "geleceğin genç global lideri" olmuş.

1993’ten beri, yani Khol’un kabinesinde bakan olduğu tarihten beri Davos’un müdavimlerinden.

Merkel konuşmasına Çin’in yıllık yüzde 9-10’luk büyüme hızını örnek vererek başlıyor ve başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’nın değişmek ve "bilgi çağı"na ayak uydurmak zorunda kaldığını söylüyor.

Merkel’e göre istatistikler Avrupa’nın ABD ve Çin’e göre en az çalışmayı seven kıta olduğunu ortaya koyuyor.

Almanya’nın çalışma hayatını, emekliliği yeniden düzenlemek için yeni mekanizmalara ihtiyacı var.

Bürokrasi eski kıtanın en büyük belalarından biri.

Merkel diyor ki "Enerjimizi dağıtıyoruz. Ciroların yüzde 4 ila 6’sı bürokratik işlemlere gidiyor. Oysa bu parayı biz başka yerlere yönlendirebiliriz?"

İnovasyona yani yenilikçiliği daha büyük yatırım başka bir hedef.

Zaten bu noktada Merkel, 2010 yılı Lizbon hedefinden yani Avrupa’yı dünyanın en rekabetçi bölgesi haline dönüştürme hedefinden söz ediyor.

Almanya’nın milli gelirinin yüzde 3’ünü Ar-Ge ayıracağını söylüyor.

Merkel’den önce dinleme fırsatını bulduğum Fransız Maliye Bakanı Thierry Breton da benzer şeyler söylüyor.

Fransa’nın da Ar-Ge’ye ayırdığı oran hemen hemen aynı: Yüzde 3.

Breton, Merkel’den daha da fazla Çin’e vurgu yapıyor.

"Avrupa Çin’e hazırlanmak zorunda" diyor.

Fransa’nın Çinlilerle her alanda işbirliğine gittiğini söylüyor.

Önümüzdeki iki ay zarfında Çin’e yapacağı ziyarette yanına Fransız işadamlarını değil üniversite mensuplarını alacakmış Breton.

Nedeni, Çinli öğrencilere Fransız üniversitelerini tanıtmak, onların Fransız eğitim sisteminden yararlanmalarını sağlamak.

Breton’a ilginç bir soru şöyle: Çinliler sizin ulusal markanız Danone’ye ortak olmak isterlerse ne olacak?

"Başka alanlarda ortaklığımız var neden gıda sektöründe de olmasın" diyor Fransız Bakan.

Öyle diyor ama Çinliler’in Danone’yi almaya kalktıklarını düşünün?

Fransa’da kıyamet nasıl kopar.

Sonuçta Çin büyük yürüyüşüne devam ediyor, Avrupa ekonomisinde, sosyal sorunlarında, kimliğinde kısaca herşeyinde bocalıyor.
Yazının Devamını Oku

Davos’ta ’yeni nesil Türkler’ dönemi

26 Ocak 2006
DAVOS’taki Dünya Ekonomik Forumu’nda bu yıl "yeni nesil" Türkler dönemi açıldı. Eski başbakanlardan Turgut Özal ile Davos’a gelmeye başlayan ve Şarık Tara gibi isimlerin temsil ettiği Türk işadamları uzun bir aradan sonra bu yıl ilk kez yerlerini genç nesil işadamlarını bıraktılar.

Önümüzdeki yıllar Davos’a ilginin yeniden artacağının işaretlerini veren "yeni nesil" Türkler arasında Hürriyet CEO’su Vuslat Doğan Sabancı, Pegasus Yönetim Kurulu Başkanı Ali Sabancı, Doğan TV CEO’su Arzuhan Yalçındağ, Doğan Medya Grup CEO’su Mehmet Ali Yalçındağ, aynı zamanda "genç global lider" olan Ali Koç, Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk, Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ferhan Kalpaklıoğlu, Petrol Ofisi CEO’su Jan Nahum, AR-GE Başkanı Yılmaz Argüden gibi isimleri saymak mümkün.

"Yeni nesil" Türkler arasına iş dünyasının dışından katılan bir isim de Ekonomi Bakanı Ali Babacan.

Ali Koç gibi Davos’un "genç global lider" ünvanına sahip olan Ali Babacan, Türkiye’den en fazla oturuma konuşmacı olarak katılacak kişi aynı zamanda.

3 gün boyunca programı yoğun olan Babacan’ın bugün ilk katılacağı oturum "Avrupa’nın Kimlik Krizi".

Aynı oturumda Avrupa Komisyonu’ndan tanıdık bir isim Günter Verheugen var.

Babacan Avrupa Birliği’nin genişleyen sınırlarını ve "Türkiye’nin kritik rolünü" ele alan bir oturumunda da konuşmacıları arasında.

RADİKAL İSLAM VE BABACAN

Ekonomi Bakanı’nın katılacağı bir diğer oturum da Avrupa’da yükselişe geçen radikal İslam ile ilgili.

Oturuma katılan diğer isimlere bakınca, mesela bu gibi konuda derin bir birikime sahip Prof. Hasan Salame gibi isimlere rastlayınca "Keşke Babacan yerine Türkiye’den başka biri katılsaydı" diye düşünmedim değil.

Radikal İslam meselesi Ekonomi Bakanı Babacan’ın uzmanlık alanına girmiyor.

Avrupalıların giderek daha fazla tartıştıkları, ilgi gösterdikleri ve medya organlarına taşıdıkları "Radikal İslam" hakkında Türkiye’den görüş bildirecek kişinin konunun uzmanı olmasını dilerdim doğrusu.

Davos’a beraberinde Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile birlikte bu gece gelmesi beklenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu arada hem iki oturuma katılması, hem de ikili görüşmeler yapması bekleniyor.

Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın bazı işadamlarıyla özel toplantılar da yapması bekleniyor.

Bu arada, Galataport ihalesiyle dikkatleri üzerine çeken Ofer ailesinden hem Eyal Ofer’ın, hem İdan Ofer’in Davos’ta olmaları kuşkusuz yine bazı spekülasyonlara yol açabilecek.

2006’nın global iki oyuncusu ABD ve Çin

DAVOS bu yıl da her yılki gibi yeni yılda global ekonominin nasıl olacağı tartışmasıyla başladı.

İsrail Merkez Bankası eski başkanı, American İnternational Group Başkan Yardımcısı Jacop Frenkel, Morgan Stanley’in baş ekonomisti Stephen Roach gibi ekonomi uzmanlarının katıldığı oturumda 2006 yılının global ekonomide iki oyuncusu olacağı ortaya çıktı:

Tahmin edebileceğiniz gibi ABD ve Çin.

2005 tahminlerinde doların düşeceğini iddia eden ve yanılan ekonomi uzmanları bu yıl için ne dediler?

Dolarda büyük düşüş yok.

Amerikan ekonomisi güçlü, esnek olmaya ve şokları hazmetme kapasitesini sürdürmeye devam edecek.

Petrol fiyatları yüksek olmaya devam edecek çünkü arz sınırlı, talep fazla.

Bunu söyleyen Frenkel.

Frenkel’in global ekonomide dikkat çektiği bir tehdit yine ABD ile Çin ile ilgili.

Çinli tüketici harcamıyor biriktiyor.

Amerikalı tüketici ise biriktirmiyor harcıyor.

2006’da aynı hızla büyümeye devam edecek olan Çin’in büyümesini yatırım ve ihracat ile sağlaması pek sağlıklı değil. Ekonomi uzmanlarına göre, Çin iç talebi canlandırmak zorunda.

Davos’un bu ilk ekonomi ağırlıklı tartışmasında Avrupa nerede?

Japonya nerede diyeceksiniz.

Global ekonominin önde gelen oyuncuları olmaktan uzaklar.

Avrupa ekonomisi hala gerektiği kadar esnek değil.

Japonya’da bazı olumlu gelişmeler var ama yeterli değil.

CEO’ların gözü 5 ülkede

PRICEWATERHOUSECOOPERS yıllık CEO araştırmasının sonuçlarını Davos’ta açıkladı.

Önce CEO’lar globalleşme hakkında ne düşünüyor?

Araştırmaya katılanların yüzde 58’i globalleşmenin şirketlerine olumlu etki yapacağı görüşünde.

Globalleşmenin önündeki engeller ise korumacılık, politik istikrarsızlık, terörizm gibi şeyler gösteriliyor.

Peki, 2006’da CEO’ler hangi ülkelere yatırım yapacaklar?

Yüzde 71’inin önümüzdeki üç yıl içersinde yatırım yapacakları ülkeler Brezilya, Rusya, Çin ve Hindistan.

Yatırım yapacakları ilk ülke Çin sonra sırasıyla Hindistan, Rusya ve Brezilya geliyor.

Araştırmaya katılan CEO’ların yüzde 60’ı bu ülkelere neden yatırım sorusunun cevabını "tüketiciye yakınlık" diye vermişler.

Yani düşük maliyetten fazla pazara girmek önemli.

Davos’un yıldızları

DAVOS’un bu yıl yıldızları hayli fazla.

Ülkelerden söz edersek hiç kuşkusuz "Her yerde Hindistan var" sloganıyla ve odalara bıraktığı küçük armağanlarla Hindistan en gözde ülke.

Bu yıl Hindistan yılı kuşkusuz.

Toplantılarıyla partileriyle, davetleriyle Hindistan "buradayım" diyor.

Kişilere gelirsek, Michael Douglas, Angelina Jolie gibi oyuncular, Bono, Peter Gabriel gibi müzisyenler, Monica Seles, Muhammed Ali gibi sporcular göze çarpıyor.

Eski ABD Başkanı Bill Clinton’ın olmaması ise büyük eksiklik.
Yazının Devamını Oku

Kelkit modelini yakından izleyin

24 Ocak 2006
CUMARTESİ günü Çırağan Sarayı’ndaki toplantı anlamlı.<br><br>5 ilin valisi, belediye başkanları, üniversite profesörleri, işadamları, milletvekilleri biraraya gelmiş, "Kelkit Havzası"nın kalkınmasını konuşuyorlar. Konuşulan Türkiye’de ilk kez hayata geçirilen bir "bölgesel kalkınma" modeli.

Gümüşhane, Tokat, Sivas, Erzincan, Giresun’u kapsayan "Kelkit Havzası" bir süredir sancılı.

İki tür "erozyona" uğruyor.

Hep toprak "erozyonu", hem "insan erozyonu".

Toprak iyi işlenmediği için, ağaç dikilmediği için erozyonla karşı karşıya.

Diğer erozyon daha da ciddi.

Çünkü buralarda yaşayan insanlar işsizlik nedeniyle büyük oranda göç etmiş.

Bereketli "Kelkit Havzası" deyim yerindeyse boşalmış.

İşte bu yüzden 2003 yılında önce sivil inisiyatifle "Kelkit Platformu" kurulmuş.

Ancak platformun proje geliştirmek için yeterli kaynağa sahip olmaması nedeniyle bir yıl sonra il özel idarelerinin, belediyelerin biraraya gelmeleriyle "Kelkit Havzası Kalkınma Birliği" kurulmuş.

Derken, bu iki oluşuma Gaziosmanpaşa Üniversitesi bünyesindeki "Araştırma Merkezi" katılmış.

Bu yeni "bölgesel kalkınma" modeli üç ayaklı.

Amaç elbet bölge insanının refah düzeyinin yükseltilmesi.

Ancak çevreye saygıyı da katarak.

Yani "sürdürülebilir bir kalkınma".

Peki bu model şimdilik neyi kapsıyor?

KELKİT’İN ENVANTERİ

Sözü "Kelkit Platformu"nun Başkanı olan Gaziosmanpaşa Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zehra Seyfikli’ye bırakıyorum.

"Önce Kelkit Havzası’nı tanımaya çalışıyoruz ki buna göre projeler üretelim. Zaten üniversitedeki Araştırma Merkezi bunun için kuruldu. Kelkit’in envanterini çıkarttık..."

Üniversitenin kadrolu 10 elemanının çalıştığı "Araştırma Merkezi" bayağı yol almış.

"Kelkit Havzası"nın eğitim, sağlık, arkeolojik ve tarihsel haritasının yanısıra toprağının, bitki örtüsünün haritası çıkartılmış.

Yani hangi toprakta ne ekilebilir tespit edilmiş.

Suyun kalitesi ölçülmüş.

İşte bu yüzden Prof. Seyfikli, yatırım yapmak isteyen işadamlarına çağrıda bulunuyor.

"Gelin envanter hazır. Havzanın her türlü bilgileri elimizde. Ne tür yatırım yapılabileceğini konuşalım" diyor.

Bölgede organik tarıma yatırım yapmış olan Aydın Doğan ile Tokat CHP milletvekili Orhan Diren Çırağan Sarayı’ndaki toplantıda hazır.

Örnek yatırımları konuşmacıların övgülerini alıyor.

Kendi modelini oluşturmakta olan "Kelkit Havzası"nda en çarpıcı olan üniversitelerle işbirliği.

Cumhuriyet Üniversitesi de işin içinde.

Havzadaki valilikler iyi bir koordinasyon içersinde.

Şimdi sanayi ve ticaret odaları da dahil olmuş.

"Kelkit Havza"sının kalkınma modelini iyi izleyelim.

Ve destek olalım.

Türk-Fransız Ticaret Derneği Tüzmen ile Paris’e gidiyor

GALATASARAY Başkan Yardımcısı Turgay Kıran aynı zamanda Türk-Fransız Ticaret Derneği’nin başkanıdır.

Fransız lisesi NDS’nin peşpeşe yapılan 150. yıldönümü davetlerinde karşılaştığım Turgay Kıran dernek olarak şubatın ilk haftası Paris’e gideceklerini söyledi.

Fransız iş çevrelerine Türkiye’deki yatırım olanaklarının anlatılacağı bir seminer düzenlenmiş.

Derneğin yönetim kurulunun üyelerinden, Elan Altavia Yönetim Kurulu Başkanı Zeynep Necipoğlu’nun da olduğu ekibin başında Dış Ticaret Bakanı Kürşad Tüzmen var.

Pamukkale’nin kaderini değiştirecek proje kapıda

GEÇTİĞİMİZ bahar aylarında ziyaret ettiğim Denizli’de Vali Gazi Şimşek uzun uzadıya Fransızların yapacakları "termal şehir"den söz etmişti.

Şimşek ile Fransız elçi Paul Paudade arasında projenin fizibilitesi için protokol imzalanmıştı.

Projeyi hazırlayacak olan da Fransızların ünlü termal merkezi Vichy’deki kompleksi yenileyen Fransız mimar Michel Douat idi.

Valinin verdiği bilgiler doğrultusunda o günlerde yazdığım yazı Fransız mimar Douat’nın ilgisini çekmiş.

Önceki hafta sonu projeyi Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç ile Denizli Valisi Şimşek’e sunmak için İstanbul’a gelmişken beni de aradı.

Pamukkale’de yapılacak "termal şenir" projesini konuşmak üzere buluştuk.

Douat’nın gösterdiği projeden hayli etkilendiğimi söyleyebilirim.

"Modern ile geleneği buluşturduk" diyen Fransız mimarın anlattıklarına göre, proje oldukça ekonomik. Çünkü hem enerji akan sıcak sulardan sağlanacak, hem bölgeye has "traverten" gibi doğal malzemeler kullanılacak.

Yani dışardan malzeme yok. Baktım Douat’nın projesinde Pamukkale’nın kat kat teraslarını andıran havuzlar var.

"Çevreye uyum sağlamaya çalıştık" diyen Fransız mimar teknolojiden de maksimum yararlanacaklarını söyledi.

Mesela, "termal şehrin" camları kendi kendilerini temizleyen Saint-Gobain yapımı özel camlar.

Douat’nın projesi gerçekten Pamukkaleyi Avrupa’nın çekim merkezlerinden birine dönüştürecek bir proje.

Bu arada Pamukkaleyi yeni bir çehreye kavuşturacak mimarı tanımakta fayda var.

Douat, merkezi Paris’te DHA adındaki bir mimari büronun ortaklarından.

En son Peakin’de GW Plaza diye ilginç bir bina yapmış.

Resmini gösterdi. Binanın dış cephesi Çin düğme iliklerine benziyor.

Rengi ise kırmızı ve altın. Pekin Valisi "Kırmızı komünizmi, altın da kapitalizmi temsil ediyor" demiş. Cezayir’de 60 bin konutluk bir projeyi de üstlenmiş olan Douat’ya İstanbul’u sordum.

"Burada bir bina yapsaydınız nasıl olurdu" dedim.

"Önce tarihçilerle oturup konuşurdum sonra karar verirdim" dedi.

Bu arada İstanbul’da da bir ofis açacağının müjdesini verdi.
Yazının Devamını Oku

Avrupa’nın eğlenceyi seven tarafındayız

22 Ocak 2006
Türkiye hangi değerlere yakın? Sayıyorum: Özgürlük, eğlence, sadakat, yaratıcılık. Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ülkelerle aynı kategoride. Akdenizlilik yani. BAZI kamuoyu araştırmaları vardır şanssızdırlar. Üzerinde tartışılmadan, yazılmadan çizilmeden güme giderler. Sanırım, Arı Hareketi’nin yaptırtmış olduğu "Türk Kamuoyunun Avrupa Değerlerine Bakışı Araştırması" işte öyle bir araştırma.

Avrupa Birliği’nin nedense gündemimizden hızla düşmeye başladığı günlerde böyle bir araştırmanın duyurusu gelince heyecanlandım.

Hiç üşünmeden kalktım "bakalım neymiş" diye araştırmanın açıklanacağı basın toplantısına gittim.

Doğrusu pek merak eden olmamış.

Basın toplantısına ilgi yoktu.

Ben de oturdum, araştırmayı hazırlayan Infakto RW ortaklarından Dr. Emre Erdoğan ile konuştum.

Araştırma 1-15 Aralık tarihleri arasında Türkiye’nin 15 ilinde gerçekleştirilmiş.

Kırsal kesimler dahil 1216 kişiyle yüzyüze görüşmeler yapılmış.

150 anketöre cevap verenlerin yüzde 34’ü ev kadını, yüzde 40’ı ilköğretim mezunu. Ortalama gelirleri ise aylık 500 YTL. "Diyarbakır’ın bir köyünde yarı Türkçe, yarı Kürtçe köylü kadınlarla dahi konuştuk" diyor Dr. Emre Erdoğan.

Araştırmanın çıkış noktasını ise şöyle özetliyor:

"Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanların ileri sürdükleri üç gerekçe var: Ekonomik geri kalmışlık, siyasi geri kalmışlık ve kültürel uyuşmazlık. Ekonomik ve siyasi geri kalmışlık, varolan ama kapatılması mümkün olan farklılıklar. Kültürel uyuşmazlığın ise asla giderilemeyecek bir farklılık olduğu iddiası yaygın. Biz bunun aksini kanıtlamaya çalıştık."

Erdoğan
’a göre, araştırmada elde edilen veriler, "kültürel uyuşmazlık" teorisinin pek de geçerli olmadığını ortaya koyuyor.

"Kültürel uyuşmazlık" meselesine geçmeden araştırmanın Türk kamuoyunun AB’ye bakışıyla ilgili birkaç bilgi.

Bugün AB üyeliğiyle ilgili bir referandum olsa halkın yüzde 70’i üyeliğe "evet" diyecek.

Üyeliğin 10 yıl içerisinde gerçekleşeceğine inananların oranı yüzde 50.

İki yıl öncesine oranla kötümserler artmış.

"Neden AB" sorusunun cevabı ya da cevapları bildiğimiz gibi.

"Güçlü bir ekonomi", " gelişmiş bir demokrasi", "rüşvetin, yolsuzluğun azalması" vesaire...

Bu arada, araştırmada Avrupalıları kaygılandıran "göç" meselesi de netlik kazanmış.

Tam üyelik halinde, Avrupa’ya göç edecek olanların oranı yüzde 17.

Rahatla Avrupa! Şimdi araştırmanın en önemli bölümüne geliyoruz:

Türkiye’de ve Avrupa’da saygı gösterilen değerlerin karşılaştırması.

"Kültürel uyuşmazlığın" göstergesi işte bu değerler.

Hem toplumsal, hem bireysel değerler.

İnsan haklarından toplumun geleneklerinin korunmasına kadar uzanan 19 maddelik tabloda, Avrupa ile Türkiye arasındaki farklılıklar yüzde 1 oranının altında kalmış.

Önemli olan nokta işte bu.

Varsa "kültürel uyuşmazlığın" neticede aşılabileceğinin göstergesi.

"Kadının toplumdaki rolü" Avrupa’ya en fazla farklılaştığımız alan.

"Hoşgörü" de aynen öyle.

Şimdi gelelelim bireysel değerlere.

Dr. Erdoğan, bireysel değerler için "Avrupa Sosyal Araştırması"nın belirlemiş olduğu 21 değer üzerinde çalıştıklarını söylüyor.

Zenginlikten maceraperestliğe, doğa sevgisinden eğlenceye uzanan bir liste.

Daha doğrusu bir harita.

Çünkü değerler serpiştirilmiş ve üzerlerine buna uyan ülkeler yerleştirilmiş.

Mesela "tevazu"nun üzerinde Protestan kültürünün ağır bastığı Danimarka, İsveç gibi ülkeleri görüyorsunuz.

Finlandiya, "doğaya önem", "yenilikler" gibi değerlerin yanıbaşında.

İsviçre’nin yanında "itaat" var.

Peki Türkiye hangi değerlere yakın?

Sayıyorum:

"Özgürlük", "eğlence", "sadakat", "yaratıcılık"...

Yunanistan, İspanya, Portekiz gibi ülkelerle aynı kategoride.

Akdenizlilik yani.

"Tam olması gereken yerde" diyor Dr. Emre Erdoğan.

Almanya
gibi "başarılı olmak" ya da Lüksemburg ve Belçika gibi "zengin olmak" değerlerinin epey uzağındayız.

Ama olsun...

Avrupa’nın "eğlenceyi seven" tarafındayız ya.
Yazının Devamını Oku