Gila Benmayor

Bob Geldof’un dünyasını değiştiren radyo

10 Aralık 2006
Müzik kariyerini belirleyen küçükken kulağını dayadığı Radyo Lüksemburg olmuş. Sonra hayallerinin peşinden gitmiş. Zengin ve ünlü olunca da bu kez Afrikalı açlara kulak vermiş. Bob Geldof’un hikayesi bu.

İtiraf etmeliyim ki bu kadar iyi bir konuşmacı beklemiyordum.

Sözünü ettiğim konuşmacı Bob Geldof./images/100/0x0/55eafe14f018fbb8f8a3f6a7

İstanbul’da Çırağan Sarayı’ndaki konuşmasından önce verdikleri kısa biyografisinde başarılı bir işadamı olduğu da yazıyor.

Bunu da bilmiyordum.

Televizyon prodüksiyon şirketi, internet üzerinden rezervasyon yapan seyahat acentesi kurmuş.

Şirketlerini kárlı bir şekilde satmış.

Belgeseller çeken prodüksiyon şirketi ise faaliyette.

Bob Geldof, "iyi bir müzisyen", "iyi bir konuşmacı", "iyi bir işadamı".

Devam ediyorum.

Afrika’daki açlık ve yoksullukla mücadele eden "iyi bir dünya vatandaşı". Kendi üç çocuğundan başka, eroinden ölen eski karısı Paula Yates’in Avustralyalı rockçı sevgilisi Michael Hutchence’den olan kız çocuğuna da sahip çıkan "iyi bir baba".

Globalleşmeyi, dünyanın durumunu izleyen "iyi bir entelektüel".

Avrupa’nın globalleşme sancılarının Türkiye’nin AB üyeliğine yansıdığını görebilecek kadar sağduyulu.

Duygusal.

Ütopist.

Çevreci.

Bob Geldof bu saydığım her şey.

İYİ KONUŞMACI

Çizgili takımıyla neredeyse zıplayarak önümden geçen bu upuzun boylu adam gerçekten bu kadar mükemmel biri mi?

İyi konuşmacı olmasını İrlandalı oluşuna bağlıyor.

"Bizim oralarda hava soğuktur. İnsanlar pub’lara sığınır. Müziğin sesini ancak belágat yeteğinizle bastırabilirsiniz" diyor.

"Pub" işini bilmiyorum ama belagat ustası başka bir İrlandalıyı tanıyorum: Yazar Oscar Wilde.

İrlanda’nın zengin mitolojisinin, folklorunun payı vardır belki bu ülkeden iyi konuşmacılar çıkmasında.

Bob Geldof’un -neredeyse kıskanarak söylüyorum- bu kadar "sorumlu" bir dünya vatandaşına dönüşmesine zemin hazırlayan hikáye nedir?

Bob Geldof hikáyesini anlatıyor.

Ortaçağ’da yaşamış İrlandalı ozanların sesiyle konuşuyor.

"Çok küçüktüm annemi kaybettiğimde. Altı yaşında. Babam arabasıyla havlu satardı. Evde yoktu çoğunlukla. Benden büyük iki kız kardeşim de kendi havalarındaydı..."

RADYO LÜKSEMBURG

Geldof
’un çocukluğu İrlanda’nın yoksul dönemleri.

Henüz AB üyesi olmamış, bugün Türkiye dahil pek çok ülkenin gıptayla baktığı "İrlanda mucizesini" henüz gerçekleştirmemiş bir ülke.

İrlanda yoksul, Geldof ailesi de öyle.

"Karanlık bir evde yalnızdım. Kendime bakmayı, organize olmayı çok erken yaşta öğrendim. Televizyon yoktu o zamanlar. En azından bizim evde yoktu 1950’li yıllarda. Kulağımı radyoya dayardım. Dinlediğim "Radyo Lüksemburg" beni başbaşka dünyalara sürüklerdi."

Bob Geldof
’un yeknesak dünyasını değiştiren işte bu "Radyo Lüksemburg".

Rock müziğiyle ve en önemlisi Bob Dylan ile bu radyo sayesinde tanışmış.

Rolling Stones’larla da.

Müzik kariyerini belirleyen küçükken kulağını dayadığı Radyo Lüksemburg olmuş kısacası.

Sonra hayallerinin peşinden gitmiş.

Zengin ve ünlü olunca da bu kez Afrikalı açlara kulak vermiş.

Bob Geldof’un hikayesi bu.
Yazının Devamını Oku

’Ultra lüks tüketim’ kulağınıza nasıl geliyor?

8 Aralık 2006
FRANÇOIS-Henri Pinault Fransa’nın en büyük gruplarından PPR’ın CEO’su. PPR, Printemps, Redoute, Fnac, Le Point Dergisi, ünlü müzeyede evi Christie’s, Gucci (yüzde 60’ı) markalarının sahibi.

Pinault, International Herald Tribune Gazetesi’nin İstanbul’da düzenlediği "Lüks Tüketim" Konferansı’nın açılış konuşmasını yapıyor.

Söze "İnanıyorum ki Avrupa, zengin geçmişiyle ve parlak geleceğiyle Türkiye’yi yakında kendisine dahil edecek" diye başlıyor.

Akşam benzer sözleri ünlü müzisyen Bob Geldof’tan da duymuştuk.

Demek ki, işadamları, sanatçılar politikacılardan farklı düşünüyor.

Hele François-Henri Pinault, Türkiye’ye karşı olan Sarkozy ile taban tabana zıt.

Türkiye’nin AB üyeliği konusunda söylediklerine gerçekten inanıyor.

Çünkü konuşmasından sonra bir İngiliz gazeteci ısrarla soruyor:

"Türkiye’nin AB üyeliğine ne diyorsunuz?"

"Kesinlikle üyeliğine inanıyorum. Bakın yıllarca önce Fransa, İspanya’ya nasıl direndi. Protesto gösterileri yaptık. Bugün geldiğimiz noktaya bakın. İspanya’sız AB düşünülemez"...

Pinault
’nun konuşmasına dönersek...

Fransız işadamı "lüks tüketimin" önümüzdeki günlerde daha da artacağı görüşünde.

Neden?

Çünkü bir yanda kişisel servetlerin sayısı artıyor.

Diğer yanda Çin, Hindistan, Rusya gibi ülkeler hızla zenginleşiyor.

Yeni tüketici tipleri ortaya çıkıyor.

Pinault’nun elinde rakamlar var.

2000 yılından bu yana serveti 30 milyon doların üzerinde olanlar sürekli artışta.

Kişisel servetlerin toplamı 2005 yılında 33 trilyon dolar.

Hesaplara göre 2010 yılında 44.6 trilyon dolar olacak.

Önceki gün bizim ekonomi sayfalarındaki küçük haberi hatırlıyorsunuz mutlaka..

BM bünyesindeki, Dünya Kalkınma Ekonomileri Araştırma Enstitüsü’nun araştırmasına göre, dünyada 499 dolar milyarderi,

13 milyon ise dolar milyoneri var.

Özetle, dünya malının yarısından fazlasına dünya nüfusunun yüzde 2’si sahip.

Pinault’nun verdiği rakam araştırma sonucunu doğrular nitelikte.

Sonuçta bazılarında inanılmaz bir servet birikimi var.

Bu kişiler "ultra lüks tüketime" yöneliyor.

Ünlü markalar şimdi en çok bu tüketicilerin peşinde.

Yeni zenginleşen ülkeler nedeniyle "lüks tüketim", kişisel servetlerdeki patlamalar nedeniyle de "ultra lüks tüketim" hızla büyüyen bir pazarlar.

Bob Geldof’un konuşmasında değindiği Afrika’da açlık da var.

Servet uçurumu da.

"Ultra lüks tüketim" de.

Dünyanın gerçekleri böyle.

En azından şimdilik.

Pinault ile konuşmasından sonra ayaküstü sohbet ediyoruz.

Türkiye’de yatırım niyeti olup olmadığını soruyorum.

"Türkiye’den tekstil ve elektronik ev aletleri alıyoruz" diyor.

Önemli bir haber daha veriyor.

Ünlü Fnac mağazaları bir iki yıl içersinde Türkiye’ye geliyor.

Pinault "Halen Yunanistan operasyonuyla ilgili çalışmalarımız devam ediyor. Tamamlanır tamamlanmaz Türkiye’deyiz" diyor.

Yeni bir İstanbul yaratmak

International Herald Tribune Gazetesi’nin Başkanı Michael Goldman dün "İstanbul yüzyıllar boyunca dünyanın merkeziydi. Şimdi bir süreden beri yine dünyanın odak noktasında" diyor.

Bunda AB tartışmalarının da payı var.

Bu şehrin dinamizminin de.

Şu birkaç hafta içersinde olup bitenlere bakın.

Dünya Ekonomik Forumu, Marian Salzman’lı Perakende Günleri, Bob Geldof’lu Marka Günleri, International Herald Tribune’un Lüks Tüketim Konferansı, dünya basınının ilgiyle izlediği Sabancı Müzesi’ndeki Cengiz Han Sergisi.

"Lüks Tüketim Konferansı" fikir anası olan, Herald Tribune Gazetesi’nin ünlü moda editörü Suzy Menkes dün bakın ne diyor:

"Bu büyülü şehrin tarihinde, kültüründe farklı şeyler var. Bunlardan yeni bir İstanbul yaratmalısınız. İspanyolların yeni bir Barcelona yarattıkları gibi".

Gazetenin dünkü sayısında İstanbul ile ilgili dört sayfa hazırlamış olan Menkes’e katılıyorum.

Geçmişi ve geleceğiyle yeni bir İstanbul yaratmalıyız.

Barcelona’yı bile yaya bırakacak yeni bir İstanbul’u.
Yazının Devamını Oku

Önce global bir marka oldu şimdi İstanbul’da

5 Aralık 2006
GAYE Çevikel, iki buçuk yıl gibi bir sürede Gaia&Gino markasını global bir tasarım markasına dönüştürmeyi başardı. Çevikel’i bu sütunlardan hatırlayacaksınız. Aksesuvar alanında dünyanın önde gelen tasarımcılarıyla çalışmaya başladığını yazmıştım.

Bir süreden beri Gaye Çevikel ile haberleşmiyorduk.

Ansızın geçen cumartesi günü kolunun altında kalın bir dosya ve birkaç dergiyle geldi.

Gözlerime inanamadım.

Time Dergisi’nden, Wall Paper’a, Madame Figaro’dan Japon Gagu Dergisi’ne kadar Gaia&Gino’nun haber olduğu sayısız gazete ve derginin kopyaları dosyasında.

Kimi "Türk Hazineleri" demiş, kimi "A La Turka Estetik".

Baktım Gaye Çevikel’in dosyasında Çince Life Style Dergisi de var, Rusça İnterior da. San Francisco MoMA Müzesi 2006 Noel armağanları kataloğunun kapağına bir Gaia&Gino ürünü koymuş.

Bilmem kaç lisanda Gaia&Gino markasının tanıtımını görünce artık iyice ikna oluyorsunuz.

Gaia&Gino aksesuvar alanında Türkiye’den çıkan ilk "global tasarım" markası.

Gaye Çevikel tasarımda global bir Türk markası olmak için yola çıktı, gece gündüz demeden çalıştı ve başardı.

"Dünyanın önde gelen tasarımcılarıyla çalışıyorum" diyor.

Adlarını sayıyor:

Karim Raşid, Arik Levy, Jaime Hayon, Andre Putman, Yves Behar.

Bu tasarımcıların çalışmaları Gaia&Gino’ya kimi zaman ödül de kazandırıyor.

Örneğin bunlardan bir tanesi tasarımın Oscar’ı sayılan İdea ödülü.

Karim Raşid’in, Gaia&Gino için tasarladığı kandil ve vazo koleksiyonu İdea 2006 Bronz ödülünü kazanmış.

Arik Levy’nin "Mistic" adındaki ürün ise Design Plus ödülünü.

Hem mumluk, hem vazo olarak kullanılabilen bu ürün, ünlü şarkıcı Elton John’un da beğenip evine aldığı bir ürün.

Türk markası dünyanın önde gelen dükkanlarında ve ünlülerin evinde.

Çevikel ünlü İtalyan markası Max Mara ile de bir anlaşma yapmış en son.

Andre Putman imzasını taşıyan Gaia&Gino ürünleri bundan böyle Max Mara’nın dünyanın 12 noktasındaki dükkanlarında satılacak.

Peki ünlü tasarımcılara çizdirdiği ürünleri nerede yaptırıyor?

Gerçekten baktığınızda hepsi son derece sofistike ürünler.

Gaye Çevikel cam objeleri cam alanında ustalaşmış Doğu Avrupa ülkelerinde, İtalya’da, porselenleri Fransa’da yaptırıyor.

Optik kristal ve doğal kauçuk ürünler ise Çin’de üretiliyormuş.

Markası gibi üretimi de global.

En güçlü olmayı hedeflediği pazarlar ABD, İngiltere, İtalya ve Türkiye.

İlk üçünde dediğim gibi bayağı yol almış durumda. Bu haftadan sonundan itibaren ürünleri Beymen mağazalarında.

Bundan sonra Türkiye’de de Gaia&Gino markasını daha sık duyacağız kuşkunuz olmasın.

Ünlü tasarımcıları Gaziantep’e götürecek

DOSYASINA
bakınca hemen gözünüze çarpıyor.

Gaye Çevikel
dünya basınına verdiği röportajlarda Türkiye’yi, İstanbul’u hep vurguluyor.

Kimi zaman tasarımcılarını İstanbul’a davet ediyor, buradan esinlenmelerini sağlıyor.

Çevikel baba tarafından Gaziantepli.

16 yaşına kadar bu şehirde yaşamış.

Dolayısıyla bu şehre bağlılığı var.

Geçenlerde Gaziantep’e yaptığı bir yolculukta tüm bakır atölyelerini gezmiş.

Özellikle "çakma" tekniğiyle yapılan bakır işlerine hayran kalmış.

Şimdi "çılgın" bir projesi var:

Geleneksel el işçiliğini modern tasarımla birleştirmek.

"Çalıştığım tasarımcıları Gaziantep’e götüreceğim. Orada yapılanları görsünler. Zaten anlattığımda çok heyecanlandılar. Gaziantep’teki işçilik dünyanın hiçbir yerinde yok" diyor.

Karim Raşid, Arik Levy gibi dünyaca ünlü tasarımcıların çizecekleri modern objelerin Gaziantepli ustalar tarafından yapıldığını düşünün...

Gerçekten ortaya müthiş ilginç objeler çıkacaktır.

Gaye Çevikel’ın fikri bunları zaten birer "sanat objesi" olarak pazara sunmak.

"Gaziantepli bakır ustalarına dünyaya açılmaları için bir fırsat vermek istiyorum. Şimdiye kadar hep bunu hayal etmişler. Bunu ben sağlayacağım" diyor.

Neden olmasın?

Ev hayvanları pazarının tasarım talebi var

GAİA&Gino markasının ilk sözcüğü tahmin edebileceğiniz gibi Gaye’nin İngilizcesi.

Markanın ikinci sözcüğü ise Gaye Çevikel’ın köpeği Gino’nun ismi.

On yaşlarında bir Golden Retriever olan Gino markanın sadece köpekler için yapılan tasarımlarını simgeliyor.

Gaye Çevikel ABD’de ve Japonya’da ev hayvanları pazarının cirosunu söyleyince kulaklarıma inanamadım.

Japonya’da ev hayvanları ürünleri pazarının yıllık cirosu 38.1 milyar dolarmış.

Japonlar ev hayvanlarına hem düşkün, hem de hayvanları için sofistike ürün arayışında.

ABD pazarında da durum böyle.

Çevikel’in dediğine göre, ABD’nin büyük şehirlerinde bu pazar çocuk ürünleri pazarının önündeymiş.

Dolayısıyla Gaia&Gino ev hayvanları ürünlerinde de hızla sivrilen bir marka.
Yazının Devamını Oku

Kapıyı zorlamak istiyorsanız Kadıköy Meydanı’nda buluşalım

3 Aralık 2006
İstanbul’un Kadıköy Meydanı’na 5 Aralık günü bir sahne kuruluyor. Üzerlerinde "Başbakan olmak istiyorum", "Bakan olmak istiyorum", "Milletvekili olmak istiyorum" gibi yazıların bulunduğu beyaz önlükler giymiş kadınlar göreceksiniz meydanda. İnci Beşpınar ile Hürriyet’in "Aile İçi Şiddet" kampanyası için yaptığı arama konferansında tanıştım. İnci Beşpınar, İstanbul’da Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ün Yardımcısı.

Aynı zamanda "Aile Danışma Merkezleri"nin başkanı.

Türkiye çapında sayıları 30 civarındaki "Aile Danışma Merkezleri"nin zaten 11 tanesi Kadıköy’de.

1994’te ilk kez böyle bir merkez fikrini ortaya atan İnci Beşpınar ve başarılı ekibinin geliştirdiği model bugün ülke çapına yayılmış.

O yıl 100 metrekarelik bir yerde başlayan "Aile Danışma Merkezleri" şimdi binlerce kadına, aileye ulaşıyor.

AB’den sağladığı fonlarla eğitimden sağlığa, okuma yazmadan aile planlamasına kadar sayısız konuda yol gösteriyor.

Gecekondu kesimlerine umut dağıtıyor.

Toplumun ne yazık ki yok saydığı Romanları entegre etmeye çalışıyor.

Ama konumuz bunlar değil.

Konumuz 5 Aralık Salı günü Kadıköy Meydanı’nda yapılacak bir gösteri.

5 Aralık 1934 Türk kadınına seçme, seçilme hakkının verildiği tarih.

Kadın sorununun her boyutuyla tartışıldığı son günlerde bu anlamlı tarih değişik bir şekilde kutlanacak.

Kadıköy Meydanı’nda 5 Aralık günü bir nevi gösteri düzenlenecek.

İnci Beşpınar heyecanla anlatıyor.

Belli ki her detayı kafasında önceden canlandırmış.

KİLİTLİ KAPI VE ALTIN ANAHTAR

Kadıköy Meydanı’na 5 Aralık günü bir sahne kuruluyor.

Sahnede TBMM’nin kapısını simgeleyen bir kapı var.

Ama kapıya zincir ve kilit asılmış.

Meclis’in kapısı kadınlara kilitli düşüncesini simgeliyor.

Türkiye’de kadın milletvekili oranının sadece yüzde 4.4 olduğunu düşünürseniz gerçekten öyle.

Sağolsunlar, Türk erkekleri sadece ekonomik hayatta değil, siyasi hayatta da kadınlara var olma hakkı tanımıyor.

Ancak bu kez kadınlar kararlı.

Kapı zorlanacak.

En azından Kadıköy Meydanı’nda zorlanacak.

5 Aralık’ta şöyle bir tabloyu gözünüzün önüne getirin.

Üzerlerinde "Başbakan olmak istiyorum", "Bakan olmak istiyorum", "Milletvekili olmak istiyorum" gibi yazıların bulunduğu beyaz önlükler giymiş kadınlar göreceksiniz meydanda.

İşte bu kadınlar kapıya doğru yürüyüp, kilidi zorlayacak.

Ellerinde altın bir anahtar olacak.

Anahtarın üzerinde ise anlamlı bir sözcük var: "Kota".

27 DERNEKAYNI ÇATI ALTINDA


Siyasette kadın kotasına karşı gelen AKP Hükümeti’ne 5 Aralık tarihinde bundan daha iyi bir mesaj olabilir mi?

"Gösterimize elbet erkekler de davetli" diyor İnci Beşpınar.

Zaten Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk hem ev sahibi sıfatıyla, hem kadınlarla dayanışma amacıyla orada hazır bulunacak.

Gösteriye organize eden "Kadıköy Kadın Konseyi".

Türkiye çapındaki en önemli 27 kadın derneğini çatısı altında toplayan konseyin başkanı Beşpınar.

Tüm dernekler bu yıl 5 Aralık tarihini Kadıköy’de kutlamak için anlaşmış.

"Kilitli Kapı" gösterisinin yanı sıra o gün okunacak bildiride, seçim yasalarında gerekli değişiklik, kadın adayların seçim listelerinde öncelikli sıralarda gösterilmesi, partide kadınlara önemli görevler verilmesi ve en önemlisi "kota" ayrılması çağrısında bulunulacak.

5 Aralık günü Kadıköy Meydanı’nda olacağım.

Meclis’te daha çok kadın görmek isteyenler de orada olmalı.
Yazının Devamını Oku

’Aile İçi Şiddete Son’la Avrupa’nın sorununa sahip çıktınız

2 Aralık 2006
<b>BERLİN</b><br>YER Berlin Eyalet Meclisi.<br><br>Berlin’in doğu kesiminde kalan Meclis binasının hemen girişinde aşina olduğumuz posterler var. Hürriyet Gazetesi’nin "Aile İçi Şiddete Son" kampanyasının posterleri bunlar.

Posterlerin altında hem Türkçe, hem Almanca yazılar.

Kampanya’nın Berlin’de tanıtımı için Eyalet Meclisi’nde öğleden sonra saatlerinde düzenlenen panel öncesi açılış konuşmalarında, Merkel Hükümeti’nin Uyum ve Göç’ten sorumlu Devlet Bakanı Profesör Maria Böhmer’i, Berlin Eyalet Meclis Başkanı Walter Momper’i, Hürriyet İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’yı dinliyoruz.

Açılış konuşmalarının sürpriz ismi ise genç oyuncu Sibel Kekilli.

Salon neredeyse tıka basa dolu.

Berlin Eyalet Meclisi’nin Türk üyelerinden Dilek Kolat, Ülker Radzwill, Emine Demirbüken, Özcan Mutlu salonda gözümüze çarpan isimlerden.

Hürriyet’in "Aile İçi Şiddete Son" kampanyası Almanya’daki Türkler kadar, Almanlar tarafından da dikkatle izleniyor.

Çünkü Walter Momper’in işaret ettiği gibi şiddet sorunu her toplumun yarası.

Momper, "Görüyorum ki, Türk kamuoyu Batı’da tartışılmakta olan konulara sahip çıkıyor. Aile içi şiddet konusu Avrupa’nın genelinde ele alınmakta olan bir konu. Hürriyet’in bu şiddete son verme çalışmalarına dahil olması önemli" diyor.

Gerçekten de aile içi şiddet meselesi tam bu aralar Avrupa’nın sıcak konularından.

Böhmer’ın dikkat çektiği gibi, Avrupa Konseyi daha beş gün önce "kadına şiddeti" görüşmüş.

Devlet Bakanı, "Avrupa Konseyi’nin bu toplantılarına katıldım. Hürriyet Gazetesi’nin Avrupa Konseyi’yle aynı konularda hassasiyet göstermesi, benzer bir kampanya başlatmış olması beni sevindirdi" diyor.

İŞ BİRLİĞİ ÇAĞRISI

Tam bu noktada bir parantez açmak istiyorum.

Yıllardır AB yetkilileriyle görüşmelerimizde hep şu soru karşımıza çıktı:

"Türkiye’nin AB’ye katkısı ne olacak?"

"Aile İçi Şiddete Son"
kampanyası dört dörtlük bir katkı değilse ne?

Madem ki, "kadına şiddet" her toplumun yarası, erkeklerde ve kadınlarda "farkındalık" yaratmaya, eğitmeye yönelik Hürriyet’in bu kampanyası pekálá her AB ülkesinin işine yarayabilir.

Zaten Vuslat Doğan Sabancı da konuşmasında açıkça şöyle bir çağrıda bulunuyor:

"Gelin işbirliği yapalım. Medya, devlet, özel sektör el ele verilim bu insanlık utancına hep birlikte son verelim."

İşbirliği ilk aşamada Türk göçmenlerin yoğun olduğu Almanya’da önemli.

Çünkü Devlet Bakanı Böhmer’in rakamlarına göre, bu ülkede her dört Alman kadından biri şiddete maruz kalırken, Türk toplumunda bu her iki kadından biri olarak kayda geçiyor.

Yani istitastiklere göre, Almanya’da şiddet Türkler arasında daha yaygın.

Bu yüzden kampanya çerçevesinde, "Türkçe" acil yardım hattı olarak oluşturulan "Hürriyet Hotline"a ilgi büyük.

Bu yardım hattıyla ilgili bilgi veren Türk-Alman Sağlık Vakfı Başkanı Dr. Yaşar Bilgin, bir yıl içersinde bu yardım çağrısında bulunanların yüzde 72’sinin kadın olduğuna dikkat çekiyor.

"Hürriyet Hotline" özellikle Almanca bilmeyen, şiddet mağduru Türk kadınları için bir cankurtaran anlamında.

Bilgin, "Bazı vakalarda polis çağırarak kadınları mutlak bir ölümden kurtardık" diyor.

Peki kampanya Almanya’da bundan sonra neyi amaçlıyor?

Hedef özel sektörü işin içine çekmek.

Örneğin, Mercedes gibi çokuluslu bir şirketi ziyaret edip çoğu Türk olan işçilerini eğitimden geçirmek.

İki yıl önce başlayan "Aile İçi Şiddete Son Kampanyası"nın hem Türkiye, hem Türkiye dışında yayıldığını görmek bizim için son derece sevindirici.
Yazının Devamını Oku

Tüp bebek patlaması yeni pazar yaratır mı

1 Aralık 2006
MARIAN Salzman ile İstanbul’daki iki konuşmasının arasında öğle yemeğinde buluştuk. Perakende Günleri’ndeki konuşmasını henüz bitirmişti, İTKİB’deki konuşmasını henüz yapmamıştı ünlü Amerikalı "trend avcısı".

Her konuya kendi renkli yorumunu katan Marian Salzman’ın, sosyal, kültürel ve iş yaşamındaki trendleri tespit etme ve izleme becerisine hayran kaldık.

Gözlemlerine de, fütürist görüşlerine de.

Pazarlama şirketlerinin neden peşinden koştuklarını anlamak zor değil.

Zira antenleri müthiş açık.

İnternetten modaya, gastronomiden politikaya ABD’de ve dünyada neler olup bittiğini ondan daha iyi bilen biri var mı acaba?

Her şeyi gören, bilen bir kadın o.

Papa ziyaretinin İstanbul trafiğini nasıl alt üst ettiğini bile fark etmiş şehrimize kısacık ziyaretinde.

"Aynen Bush’un New York’a ziyaretleri gibi bir kaos yaşanıyor bu şehirde" diyor.

Papa 16. Benedikt hakkında da bir görüşü var. Nedense, Papa II Jean Paul’un ABD’de daha fazla sevildiğini söylüyor.

Papa’nın İstanbul ziyaretinden yeni sosyal trendlere ve bunların pazarlamaya etkisine geçiyoruz.

ABD’de son trendlerden biri "ev ofis".

İnsanlar ve özellikle kadınlar artık giderek daha fazla evlerinde çalışıyorlar.

Peki bu trendin kozmetik sanayiyi etkileyebileceği hiç aklınıza gelmiş miydi?

Evinde çalışan bir kadının sabahtan makyaj yapma ihtiyacı olmayacağını göre, etkiler elbet.

Kozmetik devi Estee Lauder’e danışmanlık yapan Marian Salzman bunun gibi kolay kolay akla gelmeyecek şeyleri hesaplayan biri.

Pazarlama için nelerin dikkate alındığını anlattıkça şaşırıyoruz.

ABD’yi ABD yapan formüller sanki onun elinde.

Peki "Botoks Partileri"ni duymuş muydunuz?

Ben ilk kez duyuyorum. Mesele şu:

Botoks yaptırtmak isteyen beş, altı kadın bir araya gelip "botoks" yapan kişiyi eve çağırıyormuş. Böylelikle botoks daha ucuza mal oluyormuş.

Son yıllarda ABD "tüp bebek" patlaması yaşanması da pazarlama uzmanlarının yakından izledikleri bir şey.

Ne alákası var diyeceksiniz? "Tüp bebek" genellikle ikiz ya da üçüzle sonuçlanıyor.

Salzman "ABD ikiz, üçüz vakalarına daha sıklıkla karşılaştığı için bebek ürünlerinden tutun, okullarda ikiz ve üçüzlerin nasıl okutulacağına kadar bir sürü sorunla yeni tanışıyor. Dolayısıyla bu konu bizi de yakından ilgilendiriyor" diyor.

"Tüp bebek" patlamasının nasıl bir pazar yaratabileceğini Amerikalılardan başka kim düşünebilirdi?

Türkiye’nin markası nedir bilmiyorum

MARİAN Salzman’a Türkiye’nin imajını sormamak olmaz. Zaten biz sormadan o söylüyor:

"Ben gelmeden Dünya Ekonomik Forumu yapılmış İstanbul’da. Aradım, taradım hiçbir yabancı basında bu önemli toplantıyla ilgili doğru dürüst bilgiye rastlamadım."

Dünya Ekonomik Forumu
gibi önemli bir toplantıya ev sahipliği yapmışız ama tanıtım fırsatını kaçırmışız. Batı basınında yer almanın yollarını bulamamışız.

Sadece bu mu?

Marian Salzman devam ediyor: "2010’da İstanbul Kültür Başkenti seçilmiş. Bununla ilgili hiçbir yayın organında habere rastlamadım."

Gözünden kaçmış olması mümkün değil.

Zira Salzman, bir internet kurdu kelimenin tam anlamıyla.

Amerikan, Avrupa basınını neredeyse dakikası dakikasına izliyor.

Demek ki, 2010 İstanbul Kültür Başkenti konusunda da iletişimde sınıfta kaldık.

Yine inanılmaz bir tanıtım fırsatında treni kaçırıyoruz.

"Türkiye olarak halkla ilişkileriniz felaket" diyor.

"Çin ve Hindistan sizden çok daha iyi beceriyor bu işi" diye ekliyor.

Marian Salzman, Türkiye’yi "tarihin modernlikle buluştuğu bir ülke" olarak tarif ediyor.

Türkiye hakkında bildiklerini sayıyor.

"Gelişmekte olan ülke, AB üyesi olmaya aday, laik, İslam’ın modern yüzü, zengin mutfağa sahip."

Bunları sayıyor ama "Türkiye markasının ne olduğunu bilmiyorum" diyor.

Markalaşmayı başaramamış bir ülkeyiz biz.

Her yerde bu tespit karşımıza çıkıyor ama ünlü bir trend gurusunun ağzından bunu duymak daha başka.

Marian Salzman soruyor: "Neden ülkenizi pazarlayamıyorsunuz?"

Cevabını bilsem.

Pazarlamanın bazı ipuçlarını veriyor: "Dünyada trend yaratan dergilerde, basın organlarında daha çok görünmek şart. Örneğin Conde Nast Traveler gibi dergiler."

Wall Paper
Dergisi’nin sık sık Türkiye’ye ya da Türk markalarına yer verdiği dikkatini çekmiş.

"Türkiye’den birilerinin Wall Paper Dergisiyle arası iyi anlaşılan ama yetmez. Dünyada etkilenmesi gereken kişiler topu topu iki elin parmağı kadar. Neden bunlara ulaşamıyorsunuz?"

Doğru, neden ulaşamıyoruz?

ABD Hillary’ye hazır değil

MARIAN Salzman, ABD’deki kasım seçimlerinden önce Hürriyet’ten Ezgi Başaran ile konuşmuş.

Pazar ekinde yayımlanan söyleşisinin bir yerinde ABD’nin başına bundan sonra Başkan Bush’un Florida Valisi olan kardeşi Jeb Bush’un geleceğini söylemiş.

Demokratların kongrede kazandıkları zafer bu öngörüsünü değiştirmiş.

"Artık Jeb Bush gelemez iktidara. Demokratların gelişi rüzgarı tersine çevirdi" diyor.

Peki ya Hillary Clinton?

"ABD henüz bir kadın başkana hazır değil. İster inanın, ister inanmayın Amerikan toplumu cinsiyet ayırımcılığı yapan bir toplum."

Hillary
’nin tek şansı, kızı Chelsea’nin evlenip çocuk doğurması.

Yani, Amerikalılar’ın gözünde ancak torun sahibi Hillary başkan olabilir.

Anneanne Hillary imajı kadın başkan imajıyla örtüşebilirmiş.

Geriye Hillary’nın kızını ikna etmesi kalıyor.

THY’nin demode bir imajı var

MARIAN Salzman’ın THY ile ilgili söyledikleri THY yöneticilerinin kesinlikle hoşuna gitmeyecek.

Zira New York’tan THY ile gelen trend gurusu anlaşılan "business class"ta uçmuş ama koltuklardan şikayetçi.

"Virgin, İngiliz Havayolları yatağa dönüşen koltuklara geçmiş. Uzun uçuşlarda işadamları artık böyle bir rahatlık istiyor" diyor.

THY’nin onda yarattığı izlenim "demode bir havayolları".

"Sanki dekorasyonu yeni yapılmış eski bir ev gibi. Virgin Havayolları’nın o dinamizmi, yenilikçi ruhu THY’de yok."

THY
’nin yeni uçaklarının renklerini seçen, hostesleri giydiren modacı Cemil İpekçi bence Marian Salzman’ın bu tespiti üzerinde uzun uzun düşünmeli.

Uçakların içini pembe ve turkuaz yapmak, hosteslerin kıyafetlerini de aynı renklerden seçmek "demode" damgasını yemekten kurtaramamış.

Pembe ve turkuaz renklerinin yolculara "güven" vermediğini, ciddi bir havayolu imajı yaratmadığını THY’nin eski yöneticilerinin ağzından duymuştuk.

Ama dünyanın en genç filolarından birine sahip olmakla övünen THY’nin "demode" izlenimi yaratması gerçekten üzücü.
Yazının Devamını Oku

İnanılmaz Hindistan muhteşem Türkiye

28 Kasım 2006
İSTANBUL’daki Dünya Ekonomik Forumu’nun en ilginç oturumlarından biri "Türkiye’yi markalaştırmak". Hep konuştuğumuz ama bir strateji belirleyemediğimiz için askıda kalan bir konu:

Türkiye’nin imajı, tanıtımı.

Oturum Salih Memecan’ın gerçekten çok yaratıcı bir karikatür sunumuyla başlıyor.

Konuşmacılar arasında, Türkiye’nin 2006 yılı turizm tanıtımını yapan Atilla Aksoy, TÜSİAD Yurtdışı Tanıtım Komisyonu Başkanı Ümit Boyner, Ali Taran, Aziz Zapsu gibi isimler var.

Türkiye nasıl marka olacak?

Tanıtımı nasıl yapılacak?

Konuşmacılar arasında fikir birliği hem var, hem yok.

Ali Taran örneğin "neden tanıtalım" gibi bir fikir savunuyor.

Derken tartışmaya dinleyiciler de katılıyor.

Kaşmir’li bir Dünya Ekonomik Forumu katılımcısı Hindistan örneğini veriyor.

"Bakın Hindistan 10 yıl öncesine kadar kimsenin gitmek istemediği yoksul bir ülkeydi. Turizm Bakanlığı ’İnanılmaz Hindistan’ diye bir kampanya başlatmasından bu yana turizm büyük bir patlama yaptı" diyor.

Türkiye için, Batı dünyasının Kanuni Sultan Süleyman’a takmış olduğu "magnificent" yani "ihtişamlı" sıfatını öneriyor.

"Muhteşem Türkiye kampanyası başlatın. Bakın birkaç yıl içerisinde ülke değişecek" diyor.

Bir diğer öneri de, Türkiye’ye yerleşmiş Lübnanlı bir işadamından.

"Neden özel sektörden üç, kamudan iki kişi bir araya gelip bir Tanıtım Komisyonu oluşturmuyor" diyor.

O da Libya örneğini veriyor.

"Libya birkaç yıl öncesine kadar kimsenin gitmek istemediği bir ülkeydi. Şimdi beyaz kumuyla önemli turist destinasyonları arasında" diyor.

"İyi bir stratejiyle işler birkaç haftada değişir" dile de ekliyor.

Netice şu:

Hindistan’ın, Libya’nın yaptığını neden Türkiye yapamıyor?

En çok buna yabancılar şaşırıyor.

Türkiye’yi ’yabancıları seven ülke’ görüyorlar

DÜNYANIN önde gelen Halkla İlişkiler şirketi Edelman, "Türkiye’ye Yatırım" ile ilgili bir kamuoyu araşırması yapmış.

İstanbul’da Dünya Ekonomik Forumu sırasında sunumu yapılan kamuoyu araştırmasına ABD, Avrupa ve Güney Asya’dan 50 üst düzey yönetici katılmış.

"Türkiye ile iş deneyiminiz ne kadar" sorusuna "İyi deneyimim" var diyenlerin oranı yüzde 16.

"Fazla deneyimim yok" ve "Hiç yok" diyenlerin oranı toplam neredeyse yüzde 50.

"Hindistan ve Çin dışında hangi ülkede yatırım yapmak istersiniz" sorusuna cevap olarak sayılan beş ülke var.

"Endonezya, Brezilya, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya ve Türkiye".

Yani, Türkiye dünya yatırımcılarının dikkatlerini çevirdikleri bir ülke.

Peki yatırım kriterleri neler?

Sırasıyla şöyle:

Politik istikrar, yasal sistem ve nüfus.

Edelman, markalaşma çalışmalarına da katkıda bulunabilecek şöyle bir soru sormuş:

"Türkiye denince akla ilk ne geliyor."

İlk cümle şöyle:

"Güzel iklimi olan, açık, yabancıları seven bir ülke."

Madem kafalarda zaten böyle olumlu bir imaj var neden daha fazla işlemiyoruz?

İngiltere, Kıbrıs için arabuluculuk yapsın

MICHAEL Lake, hatırlayacaksınız 1991 ile 1998 yılları arasında AB’nin Ankara temsilcisiydi.

Sanırım, şimdiye kadar tanıdığımız AB temsilcileri arasında en popüler olanıydı.

Avrupa Birliği’nde 35 yıllık bir kariyeri olan Lake, Türkiye’yle bağını hiç kopartmadı.

Her fırsatta Türkiye’nin üyeliğinin Avrupa’ya neler katacağını anlatan makaleler yazdı.

Konuşmalar yaptı.

Lake’in böyle bir konuşmalarından biri geçen akşam İstanbul’da dinleme fırsatını buldum.

Açık Toplum Enstitüsü ile British Council’in, İstanbul’a davet ettiği 10 ülkeden 14 gazetecinin bir günlük yoğun bir seminer programından sonra akşam yemeğinde dinledikleri Lake neler söyledi?

Türkiye’nin yerinin Avrupa’da olduğunu ancak bazı aleyhte seslerin kafaları fazlasıyla karıştırdığını.

Kim bu aleyhte sesler?

Lake sayıyor.

Kıbrıs Rum lideri Papadopulos, Fransa cumhurbaşkanı adayı Sarkozy, bugün Türkiye ziyareti başlayan Papa 16. Benedikt.

Konuşmasından sonra, soruları yanıtlayan Lake, Türkiye aleyhtarlarına verip veriştirdikten sonra Türkiye’yi de eleştiriyor.

"Türkiye kurban rolü oynamaya bayılıyor" diyor.

"Avrupa Birliği üyesi olmak kolay iş değil. Bazı şeyleri de sineye çekmek zorundasınız. Fransa tarafından üyeliği iki kez reddedilen İngiltere’nin nelere tahammül ettiğini bilseniz" diye ekliyor.

Peki Kıbrıs açmazı ne olacak?

"Bu durumda özel arkadaşlar devreye girmeli. Arabuluculuk yapmalı" diyor Lake.

Kim olacak bu arabulucular?

"İngiltere tarafları ikna için devreye girebilir. Yunanistan da Kıbrıs Rum Kesimi’ni ikna edebilir."

İstanbul’dan sonra soluğu, TÜSİAD’ın, İngiltere’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Chatham House ile Londra’daki toplantısında alan Lake’in önerisi sanırım dikkata alınacak.
Yazının Devamını Oku

Segolene Royal, Darfur için ne yapacaksın

26 Kasım 2006
Fransız Sosyalist Partisi, nisan ve mayıs 2007’deki iki turlu yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri için adayını seçti: Segolene Royal. Geçen hafta parti içi seçimde delegelerin oylarının yüzde 60’ını alan Royal Fransa’nın ilk kadın cumhurbaşkanı adayı.

53 yaşındaki Royal 1978’de Sosyalist Parti üyesi olmuş. Otuz yıla yakın bir süredir partide. Eski cumhurbaşkanı François Mitterrand’a danışmanlık, üç kez de bakanlık yapmış.

Neden politika sorusuna verdiği yanıt şöyle: "Ailemdeki tüm kadınların kaderi evlenip, çoluk çocuğa karışmaktı. Bundan kurtulmanın tek yolunun eğitim ve meslek sahibi olmaktan geçtiğini çok erken keşfettim. Politika mesleğim."

Segolene Royal
, sekiz çocuk sahibi annesi dahil ailesindeki kadınların kaderini bir anlamda paylaşıyor.

1970’lerde tanıştığı "hayat arkadaşı", şimdiki Sosyalist Parti Başkanı François Hollande’dan dört çocuk sahibi oluyor.

Royal sıkı bir feminist aynı zamanda.

Hollande ile evlilik kontratı yapmaya hiç yanaşmıyor. Çocuk yapıyorlar, aynı evi paylaşıyorlar, birlikte mal mülk sahibi oluyorlar ve aynı partide mücadele ediyorlar.

Ama asla evlenmiyorlar.

Kulağıma nedense pek hoş gelen "hayat arkadaşı" statüsü, Royal’in, aile ve çocuktan sorumlu bakanlık yapmasını da engellemiyor.

Cumhurbaşkanı seçildiği takdirde Elysee Sarayı’na "hayat arkadaşı"yla birlikte yerleşecek olması da ayrı bir tat katıyor hikayesine.

DEĞİŞİM RÜZGÁRI

Peki Segolene Royal’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı neden Fransızlara cazip geliyor?

Sadece başarılı bir kadın olmasından mı? Yoksa bir "değişim rüzgarı" estirmesinden mi?

Sorunların üzerine kadın duyarlılığını da katarak açık yüreklilikle gitmesinden mi? Üniversite masraflarını ödemeyen babasını mahkemeye vererek genç yaşından beri yarattığı "Demir Leydi" imajından mı?

53 yaşında bikini giymekten çekinmeyen çekici kadın imajından mı?

Yoksa dünyada yükselen trend olan çevrecilik konusundaki bilgisinden mi? (Bir dönem çevre bakanıydı çünkü.)

Uzmanlara bakarsanız bunların hepsi bir arada Segolene Royal’i zirveye taşımış. Fransa’nın köhnemiş politika sistemine yeni soluk getirecek kişi olarak sivrilmiş.

"Segolene ve Biz" kitabının yazarı Marc Lambron’a bakarsanız, Segolene Royal üniversite yıllarında erkeklerin peşinde koştukları bir genç kız.

Arkadaşlarına en sık sorduğu soru ise şu: "Hayatta stratejin ne?"

İşte belki bu soru Fransızlara bir stratejiye sahip bir cumhurbaşkanına sahip olma arzusu yaratmış olabilir.

Peki Türkiye açısından bakarsak?

Segolene Royal’in ağzından, cumhurbaşkanlığı yarışından en güçlü rakibi Nicolas Sarkozy’nin aksine Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğu sözleri hiç çıkmadı şimdiye kadar.

Sadece geçen ekim ayında mecliste Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili "Fransızların bu konudaki düşüncelerine saygılı olacağım" demiş.

Segolene Royal’in Sosyalist Parti’nin cumhurbaşkanı adayı olduğu gün Le Monde Gazetesi’nde tam sayfa bir ilan dikkatimi çekti.

Şöyleydi ilan: "Segolene Royal işte adaysın. Darfur için ne yapmayı düşünüyorsun?"

Sudan’ın Darfur Bölgesi’nde herkesin gözü önünde 21. yüzyılın ilk soykırımının işlendiğini hatırlatan ilan trajik olaya dikkatleri çekmek için kurulmuş bir STK tarafından verilmiş.

Diyeceğim şu: Aday seçilmek yetmiyor.

Ülken için, dünya meseleleri için "Stratejin ne" diye hesap soranları karşında bulacaksın daima.

Stratejisi olmayanlar ise buyrun Türkiye’de aday olsunlar.

Nasılsa hesap sormayanların ülkesi burası.
Yazının Devamını Oku