Gila Benmayor

’Barış İçin Sanayi’ Projesi Ortadoğu’da yeni umut ışığı

16 Ocak 2007
<b>TEL-AVİV</b><br>TÜRKİYE, İsrail ve Filistin arasındaki ekonomik işbirliği için Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) inisiyatifiyle, iki yıl önce başlatılan "Ankara Forumu" dün Tel-Aviv’de yeni bir dönemece girdi. 2005 yılında sırasıyla, Ankara, İstanbul, Doğu Kudüs’te toplanmış olan "Ankara Forumu"nun geçen yıl bir araya gelememesinin en büyük nedeni bölgedeki gerginlik.

2007 yılının ilk günlerinde, tam da ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın bölgede olduğu bir dönemde, TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve beraberindeki heyet forumun dördüncü kez toplanması nedeniyle İsrail’e geliyor.

TOBB’un çantasında "Ankara Forumu"nun en önemli projesi olan Gazze’deki Erez Sanayi Bölgesi’nin yeniden canlandırılması var.

TOBB, kısa adıyla BİS diye bilinen "Barış için Sanayi" projesi üzerinde yaklaşık 20 aydır çalışıyor.

Bunun için TOBB-BİS adındaki bir şirket kurmuş.

"Barış için Sanayi" Projesi, yeni adı "Filistin Serbest Sanayi Bölgesi" olan bu sanayi bölgesinin canlanması demek, işsizliğin yüzde 60’lar oranında olan Gazze’ye "can suyu" anlamında.

Hayata geçtiği anda 6 bin kişiye istihdam sağlayabilir.

Ben Gurion Havaalanı’nın VIP salonunda Hisarcıklıoğlu’nun bekleyen bir sürpriz var:

Dünya Bankası Başkanı Paul Wolwofitz.

TOBB Başkanı, "Barış İçin Sanayi" Projesi için onun desteğini almış durumda.

İki kez bir araya gelip projeyi görüşmüşler.

Dolayısıyla, proje somutlaştığı anda Dünya Bankası’nın yani Wolwofitz’in kapısı çalınacak.

İsrail’den Washington’a dönmekte olan Wolfowitz de karşısında Türk heyetini görmekten memnun görünüyor.

Gazze ekonomisi için bir umut anlamında olan "Barış İçin Sanayi" Projesi belli ki Ortadoğu’yla ilgili tüm tarafları önemli derecede rahatlatacak.

MASADAKİ SOMUT PROJE

Neticede, dün sabahın erken saatlerinde Rifat Hisarcıklıoğlu başkanlığındaki heyet Tel-Aviv’de Sanayiciler Birliği’nin binasında Filistinli ve İsrailli işadamlarıyla bir araya geliyor.

TOBB Başkanı’nın bir yanında Filistin Sanayi ve Ticaret Odaları Federasyonu Başkanı Ahmet Zuhayır, diğer yanında ise İsrail Sanayiciler Birliği Başkanı Shraga Brosh var.

Zuhayır, Brosh ile ancak TOBB’un aracılığıyla bir araya geldiğini vurguluyor.

Sadece bu vurgu TOBB’un nasıl önemli bir misyon üstlendiğinin kanıtı.

Filistinli Federasyon Başkanı ile İsrailli meslektaşı ancak TOBB devreye girdiğinde verimli bir diyaloğa girebiliyorlar.

Gazze’nin geleceği için yaşamsal önemi olan bir proje için masaya oturabiliyorlar.

İşin özeti bu.

Ortadoğu’nun bitmek tükenmek bitmeyen gerginliğinde masanın üzerindeki en somut projede bu "Barış İçin Sanayi" Projesi gibi görünüyor.

Rice’ın bu gezisinde ABD’nin Ortadoğu’ya desteğini yinelemesi buradaki yetkililere bakarsanız havada kalmış sözler.

"Bu lafları çok işittik" diyorlar.

Tel-Aviv’deki "Ankara Forumu"nun Filistinli katılımcıları Beytüllahim, Kalkiliya, Nablus, Tulkarm, Eriha gibi şehirlerden.

Gazzeli işadamları gerekli izinleri alamadıkları için katılamıyorlar toplantıya.

Askeri barikatlar iş dünyasının da önündeki önemli engel.

Diğer şehirlerden gelen Filistinliler arasında ise Tel-Aviv’i hayatlarında ilk kez görenler var.

TOBB’un bu girişimi bırakın iş hayatlarını, özel hayatlarında da önemli bir kilometre taşı.

Gazze’de 22 milyon dolarlık bir ada

PEKİ "Barış İçin Sanayi" Projesi’nin içeriğinde neler var?

Bunları TOBB tarafından desteklenen ve proje üzerinde 20 aydır çalışmakta olan düşünce kuruluşu TEPAV Direktörü iktisat profesörü Güven Sak ve genç ekibiyle konuşuyoruz.

Projenin esası ilk aşamada buraya Türk yatırımcıları çekmek.

Türkiye’de, yatırımcının hem yüksek enerji maliyetleri hem Çin rekabeti nedeniyle giderek daha fazla zorlanması "Filistin Serbest Sanayi Bölgesi"ni çekici duruma getiriyor.

Sak ve genç ekibinin Türkiye’deki nabız yoklamalarında, çok sayıda şirketin atıl durumdaki makinelerini Gazze’ye taşıyabilecekleri ortaya çıkıyor.

Özellikle orta ölçekli Türk şirketleri BİS projesine sıcak bakıyor.

50 şirket geldiği takdirde bu 10 bin kişilik istihdam anlamında.

Gazze’deki sefaleti, yoksulluğu düşündüğünüzde gerçek bir umut ışığı.

Filistin ile İsrail arasındaki çatışmalarda altyapısı önemli derecede tahrip olmuş bölgenin yeniden canlanması için 22 milyon dolarlık bir bütçeye gereksinim var

Ancak bütçenin ötesinde önceden halledilecek bazı sorunlar da mevcut.

İmtiyaz, güvenlik, malların serbest dolaşımı gibi sorunlar.

"Gazze’de 750 bin dönümlük bir ada yaratılacak" diyen TEPAV ekibi bu sorunlarla ilgili hem Filistin, hem İsrail tarafıyla anlaşmalar peşinde.

Filistin ile müzakere edilmekte olan "İmtiyaz Anlaşması" Türk yatırımcıların sadece TOBB-BİS Şirketiyle muhatap olmalarını sağlayacak.

İsrail tarafıyla ise iki nokta müzakere ediliyor.

Saldırmama garantisi ve serbest sanayi bölgesinde üretilecek malların limanlara ulaşımı ve vergisiz satışı.

Serbest sanayi bölgesinin içindeki güvenliği ise Türk tarafı üstlenmeye hazır.

"Barış İçin Sanayi" Projesi bugün Ortadoğu’nun için en heyecan verici, en anlamlı ve en önemli projesi

Dikkatle izlemekte yarar var.
Yazının Devamını Oku

Avrupa global ısınma işini sıkı tutmaya kararlı

14 Ocak 2007
Hafta ortasında Avrupa Komisyonu önemli bir karar aldı. Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso televizyonda, global ısınma nedeniyle av bulmakta güçlük çeken dolayısıyla nesilleri tükenme tehdidi altındaki bembeyaz kutup ayılarını seyrettikten sonra karşıma çıktı.

Dedi ki, "Avrupa global ısınmaya karşı, 2020 yılına kadar sera gazlarını yüzde 20 oranında indirmeye hazır."

Barroso
’nun bu açıklamasından sonra, çeşitli yabancı televizyonlarda konuyla ilgili yorumlara rastladım.

Yorumlar genellikle iyimserdi.

Avrupa’nın kararını uygulamaya koyduktan sonra ABD ve Kanada üzerinde baskı yapacağı söylendi.

Dünyayı en fazla kirleten Çin ve Hindistan üzerinde böyle bir baskı şimdilik söz konusu değil.

Zira Avrupa, bu ikisi "gelişmekte olan ülkeler" arasında bulundukları için baskının haksız olacağını düşünüyormuş.

Kim demiş Avrupa’nın "adil" olmadığını.

Çin, Hindistan bir yana esas mesele Kyoto Anlaşması’nı imzalamayan ABD’ye bu baskı söker mi?

İşte bu noktada bazı olumlu işaretler var.

ABD’DEKİ YEŞİL DALGA

Amerikan yönetiminden değil ama özel sektörden gelen bazı işaretler.

İddialara göre, Amerikan iş dünyasının yüzde 90’ı "global ısınmaya" karşı daha aktif bir politika izlenmesinden yana.

Bush Yönetimi’nin bu konudaki pasifliğinden şikayetçi.

Laf aramızda, Irak batağından kurtulmak için yeniden asker yollamak gibi çılgın bir kumar oynayan korkunç Bush’un "global ısınmayı" filan düşünecek hali yok.

Kendisi bu aralar, Ortadoğu’yu daha fazla ısıtmakla meşgul.

Her neyse, ABD’nin ünlü mağazalar zinciri Wal-Mart iş dünyasında çevreci akımın başını çekenlerden.

Teksas ve Kolorado’da "yeşil felsefe" uygulayan mağazaları devreye sokma hazırlığında.

Wal-Mart’ın çevreci bir politika izlemesi 60 bine yakın tedarikçi şirketin etkilenmesi anlamında.

Bu yüzden, "Wal-Mart bu işi başarırsa Amerikan ekonomisine yeşil bir dalga yayılır" diye düşünenler haksız değil.

Bir de madalyonun öbür yüzü var.

Amerikan özel sektörü, "yenilenebilir enerji" gibi alanlar yeni bir kazanç kapısı olduğu için bu işe bu kadar gönüllü.

Yani bu işe sadece beyaz ayıların nesli tükenmesin diye sevdalanmış değil.

AMBARGO UYGULANIR MI?

Bir de işi bu kadar ciddiye almış bir Avrupa’nın Amerikan şirketlerine günün birinde ambargo uygulayabileceği endişesi de var.

Ne olursa olsun, Amerikan özel sektörünün "global ısınma"nın dünyanın geleceği için ne kadar tehlikeli olduğunu kavraması bile olumlu bir gelişme.

Bu arada şükür ki Greenpeace gibi örgütler de asla boş durmuyor.

Avrupa Komisyonu’nun kararı örneğin bu örgüte yetmemiş.

2020’ye kadar sera gazının yüzde 20 yerine yüzde 30 oranında azaltılması yönünde kampanyalara hazırlanıyor.

Dünyanın en sıcak yıllarından birisi olacağı söylenen 2007 yılı bakalım "global ısınma"yla ilgili daha nelere gebe?
Yazının Devamını Oku

Şener: Erdoğan Çankaya’ya çıkarsa AKP’nin oyu artar

14 Ocak 2007
BAŞBAKAN Yardımcısı ve Devlet Bakanı Abdüllatif Şener’e göre, Başbakan Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması AKP’nin oylarını artıracak. İzmir Kalkınma Ajansı’nın açılışı nedeniyle dün sabah İzmir’de sabah kahvaltısında sohbet ettiğimiz Şener’e ilk soru kaçınılmaz olarak "Erdoğan Çankaya’ya aday mı" sorusu oluyor.

Şener, parti içinde cumhurbaşkanlığı seçiminin hiç konuşulmadığını belirterek "Adaylık meselesini doğrusu ben de bilmiyorum, Cumhurbaşkanlığı parti içersinde hiç telaffuz edilmiyor" diyor.

Başbakan’ın bu konuda hiç kimseyle konuşmadığını sözlerine ekliyor.

Peki cumhurbaşkanlığı seçimi ardından genel seçimler piyasaları nasıl etkiler?

Şener’in bu soruya cevabı şöyle: "Cumhurbaşkanlığı seçimi ardından genel seçimler siyasi istikrarı pekiştirir. Piyasaya olumlu sinyaller gönderir."

Başbakan Yardımcısı erken seçim ihtimalinin de giderek zayıfladığı görüşünde.

Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerden sonra sıra esas İzmir’de bulunma nedeni olan Kalkınma Ajansı’na geliyor.

Şener, geçen hafta Adana-Mersin Kalkınma Ajansı’nın da açılışını yapmış.

Kalkınma Ajansları’nın ne işe yarayacağı sorusuna "Bölgelerin potansiyelini harekete geçirmek açısından böyle kalkınma ajanslarını düşündük" diyor.

Türkiye genelinde 26 ajansın kurulmasının düşünüldüğünü söylüyor.

Kalkınma Ajansları’nın koordinatörlüğünü Şener’e bağlı olan DPT yapıyor.

Bir tür "kalkınma ajansı"nın ilki yine 1990’lı yılların başında İzmir’de kuruluyor.

Dört, beş yıl önce de Mersin Sanayi ve Ticaret Odası’nın öncülüğünde, Avrupa’daki modelleri örnek alınarak Kalkınma Ajansı kuruluyor.

DPT’nin koordinatörlüğünde ilk iki kalkınma ajansının İzmir ile Adana-Mersin’de kurulmasının ardındaki neden bu şehirlerin bu konuda belli bir altyapıya ve deneyime sahip olmaları.

30 MİLYON YTL’LİK BÜTÇE

İzmir Kalkınma Ajansı’nın bütçesi 30 milyon YTL.

Bütçeyi belediye, il özel idaresi gibi yerel gelirlerin yanısıra, Ankara’dan aktarılacak gelirler ve AB fonları oluşturuyor.

Abdüllatif Şener, "kalkınma ajansları"nın felsefesini "sev ve kazan" diye özetliyor.

Yani bölgeni seveceksin, kalkınması için katkıda bulunacaksın ve kazanacaksın.

Peki Kalkınma Ajansları nasıl hizmet verecek?

Özellikle kaynakları sınırlı olan küçük işletmeler belli bir proje hazırlayıp ajansa başvurabilecek.

Bağımsız uzmanların değerlendirdikleri projeler yeterli görüldüğü takdirde kendilerine ajansın bütçesinden hibe yardım verilecek.

Projenin yüzde 90’ına kadar yardım almak mümkün.

Proje hazırlamak için eğitim de Kalkınma Ajansı’nın üstlendiği başka bir konu.

Bunun dışında, yerli ve yabancı yatırama destek de var.

Diyelim yabancı bir yatırımcı İzmir’e ilgi duyuyor Kalkınma Ajansı tüm büroktratik işlemleri onun adına yapabilecek, bedelsiz destek sağlayacak.

Bir üçüncü fonksiyonu da İzmir’in tanıtımına katkıda bulunmak.

Adana-Mersin Kalkınma Ajansı’nda ise anladığım kadarıyla öncelik sosyal içerikli projelerde.

Bu iki şehir göç aldığı için sosyal projelerin ağırlıkta olacağını söylüyor Şener.

Ülke genelinde kurulması planlanan Kalkınma Ajansları’nın üçüncüsü büyük bir olasılıkla İztanbul’da olacak.

DPT Müsteşar yardımcısı Lütfi Elvan, bu konuda Vali Muammer Güler ile görüştüklerini söylüyor.

Yani üçüncü Kalkınma Ajansı’nın eli kulağında, üstelik İstanbul’da...
Yazının Devamını Oku

En fazla oy Türkan Saylan’a

12 Ocak 2007
MEĞER Türkiye’de cumhurbaşkanının kadın olmasını isteyen ne kadar çok insan varmış. Geçen salı günü bu sütunda yer verdiğim, TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik’in "Cumhurbaşkanı kadın olsun" önerisini destekleyen ve isim öneren çok sayıda e-posta geldi.

Peki mini anketimizde Çankaya’ya en yakın kadın aday kim?

Gelen e-postalarda öne çıkan isim Profesör Türkan Saylan.

Türkiye’de kızların okula gitmesi için büyük mücadele veren Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin Başkanı Türkan Saylan pek çok kişinin gözünde Çankaya için biçilmiş kaftan.

Geçenlerde bir akşam yemeğinde karşılaştığım Saylan ciddi rahatsızlığına rağmen kendini kızların eğitimine adamış durumda.

Turkcell ve Milliyet’in kampanyalarıyla 15 bin kıza ulaştıklarını söyledi o gece.

Amacı bu rakamın 100 bine ulaşması.

"100 bin kıza ulaşırsak Türkiye’nin her sorunu çözülür" diyen Saylan gibi bir vizyoner çok sayıda insanın gözünde bir kahraman.

Saylan’dan sonra en fazla destek alan isim Anayasa Mahkemesi’nın ilk kadın başkanı Tülay Tuğcu.

Okurların Çankaya’da görmek istedikleri diğer kadın adaylar ise şöyle:

Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu.

İktisatçı Profesör Gülten Kazgan,

İTÜ eski rektörü Profesör Gülsün Sağlamer.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Profesör Lale Sirmen.

Başkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Profesör Kudret Güven.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik eski bakanlarından İmren Aykut.

ABD’den e-posta gönderen bir okurum Güler Sabancı ile Oya Eczacıbaşı’yı önermiş.

Türkiye’nin ilk kadın Adalet Bakanı Profesör Aysel Çelikel ile yine Türkiye’nin ilk kadın valisi Lale Aytaman da önerilen isimler arasında.

Ankara’dan bir okurum ise Cumhurbaşkanı Necdet Sezer’in eşi Semra Sezer’i Çankaya’da görmek istediğini iletmiş.

Sonuçta TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Kutadgobilik rahat bir nefes alabilir...

Çankaya’ya kadın aday hayli fazla...

Türkiye tanıtıma 1926’da 600 bin lira ayırmış

OSMANLI Bankası Müzesi’ndeki belgeseli mutlaka herkes görmeli.

Dün sabah bir solukta seyrettiğim "Karadeniz: Seyr-i Türkiye" belgeseli genç Türkiye Cumhuriyeti’nin önemli bir sayfasına ışık tutuyor.

Bugüne kadar karanlıkta kalmış bir sayfasına.

Cumhuriyetin ilanından 3 yıl sonra Atatürk Türkiye’nin yeni yüzünü tanıtmak amacıyla Avrupa ülkelerine "Karadeniz" gemisiyle bir nevi çıkarma öneriyor.

1926 Türkiye’sini ekonomik tablosunu düşünün bir an.

Savaştan yeni çıkılmış.

Cumhuriyet parası tedavüle yeni giriyor.

Ticaret yasaları henüz yok.

Uluslararası ticaret anlaşmaları yeni yapılıyor.

Milli bankalar yeni kuruluyor.

1 Amerikan Doları 191 kuruş.

İşte böyle bir ortamda Ankara’da, Ticaret Bakanı Ali Cenani’nin önerisiyle Meclis tanıtıma 600 bin lira ayırmayı onaylıyor.

Hollanda yapımı "Karadeniz" gemisi önce beyaza boyanıyor.

İçi sergi mekanına dönüştürülüyor.

Kütahya çinileri, halılar, Hacı Bekir lokumları, hububatlar, tekel ürünleri, Beykoz fabrikasının ürünleri, Bursa kumaşları sergileniyor.

Gemiye kamaralarının paralarını ödeyen tüccarlar katılıyor ama başka ilginç simalar da var.

Milletvekilleri, Bal Mahmut, ilk kadın heykeltıraş Nermin Faruki, Orhan Veli’nin müzisyen babası Veli Kanık, Anadolu Ajansı’nın kurucularından Kemalettin Kamu, Ali Muhittin Hacı Bekir, reklamcı Ali Taran’nın dedesi Ata Efendi, gazeteci Válá Nurettin.

Aynı zamanda Özbekler Tekkesi Şeyhi olan Ata Efendi bu gezi sırasında Paris’te Eyfel Kulesi’ne çıkıp ezan okumuş.

Burada bir parantez açıyorum.

Ali Taran açısından dedesinin bu tanıtım gezisine çıkması ilginç.

Zira Ali Taran, Dünya Ekonomik Forumu’nun İstanbul’daki bir panelinde "tanıtım" meselesine sıcak bakmadığını söylemişti.

Demek ki dede torundan fersah fersah ilerdeymiş.

Gemide ayrıca tercümanlık yapacak Robert Kolejli genç öğrenciler de var.

Logosundan tercümanına kadar her şey ince ince düşünülmüş bu gezi için.

İlk durak kömür alınan Cezayir.

Ardından İspanya’nın Barcelona limanı.

Türkiye Cumhuriyeti ile İspanya arasında henüz ticari anlaşma yok.

Dolayısıyla Barcelona tüccarlar için başarılı bir durak değil.

Válá Nurettin geziyle ilgili anılarında, Hacı Bekir lokumu alan bir İspanyol’un gümrük vergisi ödememek için bir kutuyu hemen oracıkta yiyip bitirdiğini anlatıyor.

Londra ticari ilişkiler açısından başarılı.

Neticede, "Karadeniz" gemisi 86 gün boyunca 12 Avrupa ülkesinde, Helsinki ve Leningrad dahil 16 limana uğruyor.

Tüm limanlarda gemiyi ziyaret edenlerin sayısı 65 bine ulaşmış.

1926 yılında ülkeyi yönetenlerin vizyonuna bakın.

Bugün ise tanıtıma 120 milyon dolar ayırıp, tanıtımı yabancı şirketlere havale ettik.
Yazının Devamını Oku

Avrupa’daki Türk kadını nereye

9 Ocak 2007
KADIN kuruluşları dışında Türkiye’de kadın sorununa en çok eğilen kurum TİSK.<br><br>TİSK Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kudatgobilik, AB entegrasyonu için iki temel meselenin "kadın" ve "çevre" olduğu görüşünde. Bu yüzden de "kadın"ı gündeminin en üst sıralarına koymuş.

Hatırlayacaksınız, TİSK yaklaşık bir yıl önce "kadın istihdamı" ile ilgili bir zirve düzenlemişti.

Zirvede, nüfusun yüzde 50.2’sini oluşturan kadınların sadece yüzde 24’ünün çalışma hayatına atıldıkları ortaya çıkmıştı.

Dünya Ekonomik Forumu’nun "Cinsiyet Uçurumu" Raporu’nda en alt sıralarda yer alan Türkiye’de kadın ekonomik hayatta pek varlık göstermiyor.

Peki Avrupa’daki Türk kadınının durumu ne?

Avrupa’daki Türk göçmenlerle ilgili en sağlıklı araştırmaları yapan Türkiye Araştırmalar Merkezi, TİSK ile birlikte bu sorunun cevabını aramış.

Dün yeni yılın ilk basın toplantısında TAM’ın araştırmalarının sonuçlarını dinledik.

Avrupa’daki Türk kadınıyla ilgili bulgulara geçmeden önce bazı önyargılara değinmekte fayda var.

TAM Direktör Yardımcısı Güley Kızılocak’ın değindiği gibi, Avrupalılar Türk kadının genellikle "namus cinayetleri", "zorla evlilik" kurbanları olarak görüyorlar.

Oysa durum farklı.

Önce rakamlar.

Avrupa’da yaşayan 4,1 milyon Türk göçmeninin yüzde 49’u kadın.

1970’li yılların başına kadar kadın oranı sadece yüzde 9.

Şimdi kadın-erkek nüfusu eşitlenmiş gibi.

ÇALIŞAN KADIN ORANI DAHA YÜKSEK

Avrupa’daki Türk kadının yüzde 33.6’si çalışma hayatında.

Çalışanların oranı Türkiye’den fazla.

Kızılocak "Avrupa’ya gelip kocasının sözünden dışarı çıkmayan Türk kadın imajı geride kaldı" diyor.

Avrupa’daki Türk kadını giderek daha fazla çalışma hayatına atılıyor ve ekonomik bağımsızlığını kazanıyor.

En önemlisi, hem erkeğe göre daha kalifiye işlerde çalışıyor, hem kendi işini kuruyor.

TAM’ın araştırmasına göre, Avrupa’daki her dört Türk girişimciden biri kadın.

TAM Direktörü Faruk Şen’e göre, Türk kadın girişimciler kendi alanlarında çok başarılı.

Almanya’da "dönerci" ve "berber" gibi iş alanlarının dışında "hukuk" sektörü de Türklerin eline geçiyormuş.

İşte bu alanda faaliyet gösteren Türk avukatların yüzde 58’ı kadın.

Avrupa’daki çeşitli parlamentolara seçilmiş 23 Türk kökenli parlamenterlerden de 14’ü kadın.

Özetle tablo şöyle:

Avrupa’daki Türk kadını, Türkiye’deki hemcinslerine göre hem iş hayatında, hem siyasi hayatta daha çok varlık gösteriyor.

Biz burada, kısır polemiklerle vakit kaybederken Avrupa’daki Türk kadını hedefine yürüyor.

Cumhurbaşkanı kadın olsun

DÜNKÜ basın toplantısı öncesi ayaküstü, Faruk Şen, Tuğrul Kudatgobilik ve CHP’li eski bakanlardan Ercan Karakaş ile sohbet ediyoruz.

Kudatgobilik, bir süre önce Ankara’da bir toplantıda "cumhurbaşkanı kadın olsun" fikrini ortaya attığını söylüyor.

Fikri büyük oranda kabul görmüş.

Cumhurbaşkanı kadın olsun ama kim?

Tuğrul Kudatgobilik aklımıza ilk gelen ismi soruyor.

Soru zor.

Gerçekten bir anda aklımıza hiçbir isim gelmiyor.

Merkel’in Almanya’da başbakanlık koltuğunda oturduğu, Fransa’da Segolene Royale’ın cumhurbaşkanlığına doğru koştuğu, ABD’de Hillary Clinton’un Beyaz Saray’a hazırlandığı bir dönemde aklımıza hiçbir kadın isminin gelmemesi ne üzücü.

Aklında bir isim olan varsa lütfen söylesin.
Yazının Devamını Oku

Japonların soyu tükenecek mi?

7 Ocak 2007
2100’de nüfuslarının 60 milyona düşeceği hesaplanan Japonların yeryüzünden tamamıyla yok olma ihtimali var mı? Şuşinin, ikebananın, haikunun ve daha bir sürü güzel şeyin mucitlerinin nesli mutlaka devam eder, Japonlar mutlaka bir çaresini bulur diye düşünenler çoğunlukta. Japonlarla ilgili senaryo bilimkurgu filan değil. Japon Sağlık Bakanlığı’nın raporuna dayanıyor. Birkaç gün önce Tokyo’da kamuoyuna açıklanan rapora göre, bugünkü demografik çizgi devam ettiği takdirde 2055 yılına gelindiğinde Japonya’nın nüfusu yüzde 30 oranında azalacak.

Japonya’nın bugün 127 milyon civarındaki nüfusu 90 milyona düşecek.

2100’de ise 60 milyona gerileyecek.

2055’e gelince Japonya’da 65 yaşın üzerindekiler 36 milyona ulaşacak ki bu da nüfusun yüzde 40’ı anlamına gelecek.

50 yıl sonra yüzde 40’ı yaşlı bir Japonya’yı düşünmek ne feci...

Sanayicisi, sanatçısı, politikacısı yaşlı bir ülkeden ne olur?

Dünyanın en büyük ikinci ekonomisinin içine düşeceği durum kimbilir ne krizlere yol açabilecek.

Her neyse, tahmin edebileceğiniz gibi, sağlık bakanlığının bu raporu ülkede şok etkisi yaratmış.

VAHİM TABLO

Japonya
’da nüfusun giderek yaşlandığı, doğum oranının düştüğü epeydir bilinen bir şey ancak ilk kez bir raporun istatistiki verilerle bunu ortaya koyması hayli etkili olmuş.

Yani durum sanılandan daha da vahim.

Üstelik iki yıl önce, aile bakanlığı tarafından alınmış bazı önlemler de var.

Ama belli ki bunlar kısa vadede işe yaramamış.

Japonlar şimdi "Bu duruma nasıl düştük" sorusunun cevabını arıyor.

İşte bu noktada benim tespitim şu:

Japonlar bir anlamda "maço toplum" olmanın cezasını çekiyor.

Kadın erkek eşitsizliğini halletmemenin bedelini ödüyorlar.

Neden bu sonuca vardığıma gelince...

Japon kadınların yüzde 70’i hamile kaldıklarında iş hayatlarına veda ediyor.

Veda etmek zorundalar.

Bir kere erkeklerin yönettiği çalışma hayatı annelere göre düzenlenmemiş.

İkincisi evli bir Japon erkeğinin, İskandinav erkeği gibi annenin yükünü hafifletmesi asla söz konusu değil.

BEKAR PARAZİTLER CENNETİ

Durum böyle olunca kadın çocuk yapma konusunda isteksiz.

Zaten ülkede son yıllarda yükselişe geçen bir trend var.

"Bekár kadınlar" trendi.

Evlenip, çoluk çocuğa karışmak yerine kariyerinde yükselmeyi seçen kadınlar.

Ailelerinin yanında kaldıkları için onlara "bekár parazitler" de deniyormuş.

Evlenip maço bir Japon erkeğin kulu kölesi olacağı yerde hayatın tatlı nimetlerinden yararlanmayı seçen genç kadınların oranı yükseliyor.

Elbet bir de madalyonun öbür yüzü var.

Çocukların bakımı, eğitimi öylesine masraflı ki evli Japon çiftler çoğunlukla tek çocukla yetiniyor.

Peki ne olacak?

2100 yılına gelince 60 milyona düşecekleri hesaplanan Japonların yeryüzünden tamamıyla yok olma ihtimali var mı?

Bu sorunun cevabıyla ilgili "Japonlar mutlaka bir çaresini bulur" diye düşünenler çoğunlukta.

Doğrusunu isterseniz ben de onlara katılıyorum.

"Şuşi"nin, "ikebana"nın, "haiku"nun ve daha bir sürü güzel şeyin mucitlerinin nesli mutlaka devam eder.
Yazının Devamını Oku

2007 turizmde kritik yıl ama tanıtım kampanyalarından ses yok

5 Ocak 2007
GEÇENLERDE turizmci bir arkadaşım panik içersinde aradı.<br><br>"Türkiye’nin turizmde dış tanıtımını hangi şirketlerin yapacağını biliyor musun? İspanya, Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi çoktan kampanyalarına başlamışlar..." Turizmci arkadaşımın uyarısı üzerine araştırdım. Dış tanıtım için bu yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın açmış olduğu ihaleyi bir Alman ile bir Rus şirket kazanmış.

Hatırlayacaksınız. Türkiye’nin bu tür dış tanıtım kampanyalarını uzun yıllar DDF üstlenmişti.

Geçen yıl ise Atilla Aksoy’un Wunderman şirketi ihaleyi kazanmıştı. Aksoy’un bir yıl sonra havlu atması üzerine bakanlık bu yıl yeniden ihale açtı. Bu yıl ihaleyi kazanan şirketler arasında Türk şirketi yok. Alman ve Rus şirketin dışında başka şirket var mı? Bilinmiyor.

Türkiye’nin en önemli pazarları olan Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerde kampanya yapacak Alman Sea Gmbh şirketini ise kimse tanımıyor.

Bu konuda bilgisine başvurmak istediğim Tanıtma Genel Müdürü Özgür Özaslan’a ulaşmak mümkün olmadı.

2007 turizm için "kritik bir yıl". Çünkü 7 yıldan beri ilk kez 2006 yılında bir "küçülme" yaşanmış.

Hangi turizmci dostumla konuşsam kaygısını dile getiriyor. Dış tanıtım bütçesi bu yıl iki katına yani 120 milyon dolara çıkartılmış ama nerede, nasıl bir tanıtım kampanyası yapılacağını kimse bilmiyor.

"Tanıtımda geç kaldık" diyenler çoğunlukta.

İspanya örneği veriliyor. Akdeniz çanağında Yunanistan ile en büyük rakibimiz olan İspanya en büyük pazarı olan İngiltere’de aylardan beri tanıtıma başlamış.

Gazetelerinde ilanlar, sokaklarda afişler İngiltere’de yer, gök İspanya’nın tanıtımıyla dolu.

Türkiye’nin aksine 2006’yı başarılı bir şekilde noktalayan İspanya üstelik fiyatlarını da arttırmış.

Türkiye İspanya’nın fiyat arttırmasından yararlanıp İngiliz pazarında daha atak davranabilirdi.

En büyük pazarımız olan Almanya’ya gelince.

Sık seyahat eden turizmci bir dostumun dikkatini çekmiş.

Alman dergilerinin pek çoğu Türkiye tanıtımında geçen yılki sloganımızı "Akdeniz ve fazlası"nı kullanıyormuş. Ocak ayındayız ve henüz ortada yeni bir slogan yok.

Bu durumda bizim turizmciler kaygılı olmakta haksız mı?

Turizm Stratejisi Raporu gerçeklerden kopuk mu

KÜLTÜR ve Turizm Bakanlığı’nın "Türkiye Turizm Stratejisi" raporu hazır.

2023 yılına kadar turizm stratejilerini kapsayan rapora göz attığınızda yaman bir çelişki ile karşı karşıyasınız. Çelişkiyi şöyle açıklamam gerekiyor.

Dünya Turizm Örgütü’nün 2020’ye kadar çeşitli ülkelerde turizm trendlerini ne olacağını inceleyen raporu var. Bu rapora göre, dünyada tatilci sayısı artıyor ama kişi başına turizm harcaması düşüyor.

Yani artık dünyada daha çok kişi tatile çıkıyor ama kişi başına harcanan para daha az. Dünya turizminde trend böyle.

Bizim "Turizm Strateji" raporuna dönersek, buna göre önümüzdeki yıllarda kişi başına turizm harcaması ikiye katlayacak.

Raporu baştan sonuna okumuş olan turizmciler "Bu düzeyde bir çalışmanın dünyadaki trendi dikkate almaması şaşkınlık verici" diye konuşuyorlar.

Raporu "gerçeklerden kopuk" tanımlıyorlar. Ciddiyetsizlikten yakınıyorlar.

Söz konusu raporla bir başka eleştiri, turizmle ilgili "senaryoların" AB üyeliğimizine bağlı olarak yapılması.

AB üyesi olursak 2023 yılına kadar 63 milyon turist beklentisi var. Üyelik gerçekleşmezse bu sayı 25 milyon civarlarında.

"Türkiye turizmde büyük atılımı AB üyesi olmadığı halde yaptı. Üyelik askıya da alınsa, gerçekleşmezse de turizmde vizyonumuz aynı olmalı" diyenlere katılıyorum.

Mustafa Taşar’ı anarken

TURİZM konusuna değinmişken trafik kazası nedeniyle aramızdan vakitsiz ayrılan Mustafa Taşar’ı anmadan geçemeyeceğim. Taşar ile Turizm Bakanlığı sırasında tanıştık.

Birkaç kez yurtdışındaki turizm fuarlarına birlikte gittik.

Taşar turizmi sevmişti. Türkiye’nin 2020 turizm vizyonu ilk onun döneminde konuşuldu.

Mustafa Taşar heyecanını paylaşmayı seviyordu. "Turizm Şûrası", "Turizm Envanteri" gibi bizzat başlattığı çalışmaları anlatmak için telefona sarıldığı çok oluyordu.

Taşar
ile diyalog kurmak kolaydı. Çünkü ona ulaşmak kolaydı. Onu aradığınızda birkaç dakika sonra telefonun öbür ucundaydı.

Onun başlattığı "Turizm Envanteri" bildiğim kadarıyla Güldal Akşit’in bakanlığı sırasında tamamlandı. 5 ciltten oluşan, 2 bin 640 sayfalık envantere ne oldu?

"Turizm Stratejisi" raporu hazırlanırken Taşar’ın başlattığı bu çalışma göz önüne alındı mı?

Yoksa bu kadar kapsamlı bir çalışma bir kenara mı atıldı?
Yazının Devamını Oku

Bu yıl Türkiye’nin doğusunda internet kullananların sayısı artacak

2 Ocak 2007
TÜRKİYE’de kişisel bazda internet kullanımı yüzde 10 civarında.<br><br>Rekabet raporlarından bildiğimiz bir oranı 2006’nın son günlerinde bir araya geldiğimiz HP Türkiye Genel Müdürü Şahin Tulga da teyit ediyor. Avrupa Birliği’nin dünden itibaren yeni üyeleri Romanya ve Bulgaristan’da internet kullananların oranı neredeyse iki katı fazla.

Başta refah düzeyi olmak üzere her şeyde olduğu gibi internet dolayısıyla teknoloji konusunda da Türkiye’nin batısıyla doğusu arasında büyük uçurum var. 

HP Türkiye bu gerçeği göz önüne alarak 2007 için bir strateji belirlemiş.

Daha düşük fiyatlarla, çeşitli teşviklerle "bilgi teknolojileri" pazarını büyütmek.

Şahin Tulga’ya "Bunu nasıl yapacaksınız" diye soruyorum.

Önce bazı rakamlar veriyor.

"Bilgi teknolojileri" pazarı 2006 yılını yüzde 20’lik bir büyümeyle 4.2 milyar dolar ciroyla kapatmış.

Bu cironun içersinde HP payı 553 milyon dolar.

Tulga’nın dediğine göre, HP Çin’den sonra en fazla Türkiye’de büyümüş.

Ancak sektör ne kadar büyüme trendinde olursa olsun Türkiye’nin "bilgi teknolojileri"nde açığı o kadar büyük ki...

2007 YILININ STRATEJİSİ

2007’de pazarın nasıl büyüyeceği, internet kullanımının nasıl yaygınlaşacağı sorusuna dönersek Şahin Tulga "İsveç, Finlandiya gibi Kuzey Avrupa ülkelerinde internet kullanımı yüzde 80-90 gibi bir oranda seyrediyor. Türkiye’de insanların yüzde 90’ı ise kullanmıyor. Hedef 2007’de yüzde 12’yi bulmak" diyor.

Bunun için ne yapılacak?

"Piyasaya daha düşük fiyata yeni ürünler sunacağız".

Yani daha düşük gelirlilere yönelik ürünleri çeşitlendirmek.

Hatta bu ürünlerden bir tanesinin adını veriyor:

"Compaq Presiario"

HP’nin bu yıl planladığı başka bir şey de perakende kanallarını daha çok teşvik etmek.

Tulga, "Özellikle Türkiye’nin doğusundaki bayileri daha çok teşvik etmek istiyoruz. Gerekirse kárlılıktan ödün vererek oralara ulaşmamız gerekir" diyor.

İşte bu yılın ilk iyi haberi.

HP’nin öncülüğünde doğuda İnternet kullanımının yaygınlaştığını hayal etmek bile güzel.

Internet’in oralardaki insanların ufuklarını nasıl açabileceğini düşünebiliyor musunuz?

Şahin Tulga’nın anlattıklarından çıkarttığım şu:

HP gibi şirketler artık sattıkları ürüne bir tek bilgisayar gözüyle bakmıyorlar.

Bilgisayarın yanında, yazılım, internet erişimi ve hatta içerik sattıkları ürüne dahil.

Bu yüzden KOBİ’lerin web sitelerine destek vermek, "daha ucuz yoldan nasıl web sitesi hazırlanır" diye bir eğitim sunmak artık işlerinin bir parçası.

HP’nin cirosunda KOBİ’lerin payı yüzde 35.

Yani KOBİ’ler teknolojiye giderek daha fazla önem veriyor.

Teknolojinin de bu küçük işletmelere sunacağı olanaklar o kadar fazla ki...

Bugün tarımla uğraşan küçük bir işletme teknolojiyi iyi kullandığı takdirde arazisini en verimli şekilde sulayabilir.

Bunun için internet üzerinden tarlasının uydudan çekilmiş resimlerine bakması yeterli.

HP bu konuda da tarımla uğraşan KOBİ’lere yol göstermeye hazır.

Tulga’nın bizzat kişisel olarak da destek verebileceği diğer bir alan "innovasyon".

Bu konuda hayli araştırmalar yapmış olan ve incelediği örneklerden bir yöntem geliştirmiş olan Şahin Tulga "İnnovasyon konusunda kim çağırırsa giderim. Anlatırım" diyor.

2007 falımızda teknoloji yükselişte görünüyor.
Yazının Devamını Oku