Gila Benmayor

İstanbul’a üçüncü köprü nereye?

29 Aralık 2006
İDO Genel Müdürü Ahmet Paksoy ile İstanbul’un vapurlarını, deniz ulaşımını konuşuyoruz. Geçen yılki "Vapurlarımı Vermiyorum" kampanyası İstanbulluların vapurları konusunda ne kadar hassas olduğunu ortaya koymuş.

Ancak kafalardaki soru işaretleri bitmiyor.

Nostaljik bir bağla sevdiğimiz eski vapurlar ne olacak?

Yenileri ne zaman devreye girecek?

Vapur ihaleleri, satın alımları yeterince şeffaf mı?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi onardığı iskelelerdeki mekanları kimlere kiraya verecek?

Adalarda örneğin bugünlerde kıyamet kopuyor.

Mesele, Büyükada İskelesi’nin üst katındaki Turing Kafe’nin tahliye edileceği ve yerine düğün salonu yapılacağı söylentileri.

İşte bunları konuşuyoruz Ahmet Paksoy ile.

Peşinen söylemem gerekir ki, Paksoy eleştirilere açık biri.

2.5 yıl zarfında neler yapıldığını sayıyor.

Deniz yollarını kullananların sayısı 7 milyondan 91 milyona çıkmış.

Taşınan araç sayısı 2001’de 550 bin iken, 2006’da 5.1 milyona yükselmiş.

Tam bu noktada bir soru.

"Deniz trafiğine büyük oranda kayma olduğu halde özellikle bu yıl çıldırtıcı boyutlara ulaşan kara trafiği neden hafiflememiş?"

Ahmet Paksoy
bu soruya, "Deniz, trafiği rahatlatmak için kısmi bir çözüm" diyor.

İDO’nun tüm vapur siparişleri tamamlandığında bunun kara trafiğine yansıyacağını söylüyor.

İDO’nun ileriye dönük planlarında ne var?

Paksoy’un dediğine göre, Şehir Hatları’ndan devralınmış vapurların sayısı 32 tane.

Hani şu İstanbulluların sahip çıktıkları nostaljik vapurlar.

Bunların tümü muhafaza ediliyor. Bazıları için rehabilitasyon çalışmaları başlamış.

Sami Akbulut gemisi örneğin yenilenerek İstanbul 9 adıyla tekrar hizmete sunulmuş.

Geçtiğimiz bayramda binip, perişan hali karşısında üzüldüğüm Aykut Barka gemisi de şu anda Haliç’te bakımda.

Buradan İDO yetkililerine rica ediyorum. Yenilenecek vapurlar eskileri kadar güzel olsun. İç tasarımlarını kim yapacaksa estetiğe önem versin.

İstanbul 9’un resmini gördüm, koltuk renklerinin seçimi çok daha iyi olabilirdi.

"Vapurumu Seçiyorum"
anketinde birinci seçilen vapurdan 20 adet gelecek önümüzdeki yıllarda.

Bunlar için 200 milyon dolar ayrılmış ve ihalesi yapılacak.

Esas önemlisi, Harem-Sirkeci’yi 8 dakikada katedecek olan arabalı vapurlar.

"Bunlar non stop çalışacakları için Harem-Sirkeci arasında 3. Köprü vazifesini görecekler" diyor Paksoy.

Günde 20 bin aracı taşıyacak olan arabalı vapurlar ÇekSan tersanesinde yapılıyor. İlki eylülde geliyor.

Yeni devreye girecek bu arabalı vapurlar için Sirkeci’de yeni bir düzenleme gündemde.

Hollandalı bir firmanın Singapur’da yaptırttığı 5 deniz otobüsünden (toplam 37,5 milyon dolar) başka İstanbul-Bursa hattında çalışacak 2 tane feribot (toplam 107 milyon dolar) da Avustralya’ya sipariş edilmiş.

Ahmet Paksoy eleştirilere açık demiştim.

İDO’
nun müşteri hizmetleri numarasını da yazdırıyor: 444 44 36.

İDO’dan şikayetleri olanlar bu numaraya başvurabilirler.

Turing Kafe, düğün salonu olacak mı

İDO Şehir Hatları’ndan 56 tane iskele devralmış. Bunlardan 21 tanesi yenilenmiş.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi bu iskelelerde büfe, lokanta gibi işleten 160’ya yakın kiracının tahliyesine karar vermiş.

Tahliye kararı alınan işletmelerden bir tanesi de yukarıda sözünü ettiğim Büyükada İskelesi’nin üst katındaki Turing Kafe.

Turing Kafe
’nın belediye tarafından düğün salonuna dönüştürüleceği söylentileri Adalıları üzmüş.

Hatta Büyükadalı olan yazar Buket Uzuner aynı zamanda yayıncısı olan AKP Şanlıurfa milletvekili Faruk Bayrak’a bir itiraz dilekçesi yazmış.

Ahmet Paksoy bu meseleyle ilgisi olmadığını söyleyince dün İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile konuştum.

Topbaş, Turing Kafe için tahliye kararı alındığını ancak düğün salonunun kesinleşmediğini söyledi.

"Adalıların isteği doğrultusunda karar alırız. Gerekirse ihaleye çıkartıp kiraya veririz" dedi.

Anladığım kadarıyla Topbaş’ın Turing’in devam etmesine itirazı yok.

Bu Adalılar için iyi bir haber.

İDO’nun yeniden kiralayacağı iskelelerdeki mekanlarda hassas nokta şu:

Tahliye edilmesine karar verilen mekanlardan bazıları içkili.

Bunlar Belediye’nin Bel-Tur şirketine kiralandığı takdirde içki satışı olmayacak.

İstanbul anlamsız bir gerginlik daha yaşayacak.

2007 yılının, hiç bir gerginlik yaşanmadan geçmesi dileğiyle tüm okurlarıma mutlu yıllar.
Yazının Devamını Oku

Gaziantepli ıstakoz sever mi

26 Aralık 2006
GAZİANTEP’te Metro Cash&Carry’nin açılışındayız.<br><br>Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in açılış konuşmasından önce yaklaşık 12 bin 500 metrekarelik alana yayılan mağazada hızlı bir tur atıyorum. Girişin hemen yanı başındaki kafeteryadan ilk gözlem. Kebabın memleketi Gaziantep’te insanlar "somon" balığı yiyor. Çoğunun "somon" balığıyla ilk tanışması.

Merakımı yenemeyip tezgahın arkasındaki aşçıya "somon" balığına ilgiyi soruyorum, "İnanılmaz" diyor "Günde neredeyse 150 porsiyon somon satıyoruz".

Belli ki, Türkiye’nin en güzel mutfaklarından birine sahip olsalar da Gaziantepliler yeni tatlar peşinde.

Başka bir şaşkınlık şarap ve balık reyonunda. Şarap reyonundaki görevli benzer bir cevap veriyor: "Şarap raflarını sürekli dolduruyoruz."

Balık reyonu ise neredeyse en kalabalık olanı. Gaziantepli bir anne çocuğuna balık adlarını sayıyor: "Bak bu tekir, bu çipura, bu da dil."

Çocuklardan birinin şaşkınlıkla canlı bir ıstakoza baktığını görünce dayanamayıp fotoğraf makineme sarılıyorum.

Gaziantepli çocuk hayatında ilk kez ıstakozu Metro’da görmüş.

Metro Cash&Carry, Genel Müdür Hakan Ergin’in belirttiği gibi 300 kişiye istihdam olanağı sağlıyor.

Gayri resmi rakamlara göre işsizlik oranının yüzde 25’lerde olduğu şehirde bir tek mağazanın böyle bir olanak sağlaması iyi bir şey.

Metro’nun Gaziantepli üreticinin de mallarını satacak olması ya da GAP ile birlikte ilerde bölgede "kontrollü tarım" yani kimyasal ilaç kalıntılarından arındırılmış tarım ürünlerinin ekimine başlayacak olması da bölge için kayda değer bir gelişme.

Üstelik bu tür ürünlerin yakın bir gelecekte Şanlıurfa’da yapılması planlanan kargo uçak havaalanından ihraç edilmesi imkanı da var.

Ancak bunların ötesinde benim önemsediğim Metro’nun Gazianteplilere başka yaşam kültürlerine -somon örneğinde olduğu gibi- küçük pencereler açacak olması.

Metro’nun açılışı, üç günde izdiham yaratacak kadar büyük bir ilgi gösteren Gazianteplilerin yanı sıra Haleplilere de çekici gelmiş.

Duyduğumuza göre, mağazayı ikinci gününde ziyaret edenler arasında Halep Valisi de var.

Suriye ile Türkiye arasında imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması’nın da katkısıyla Metro’nun Halep’ten de büyük bir müşteri kitlesi çekeceğine kesin gözüyle bakılıyor.

Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer, 4 milyonluk Halep’in Gaziantep’e sadece 1 saatlik mesafede olduğunu hatırlatarak "Havaalanımızda Halep’e dolmuş yapan araçlar var. Gaziantep Havaalanı’nı kullanan Halepliler buraya alışverişe de geliyor" diyor.

Yine Koçer’ın verdiği bilgiye göre, Gaziantep’in Suriye’ye ihracatı yüzde 79 oranında artmış.

Serbest Ticaret Anlaşması’yla bu ihracatın 2007 yılında büyük bir patlama yaşaması bekleniyor.

Kardeş şehirle know-how alışverişi

GAZİANTEP ile Halep arasındaki ilişki sadece ticaret düzeyinde değil.

Gaziantep Belediye Başkanı Asım Güzelbey geçen hafta Şam’da Suriye ile Türkiye ilişkilerine geliştirmeye katkısından Suriye İçişleri Bakanı’nın elinden bir plaket almış.

Aynı şekilde Halep Belediye Başkanı’na da plaketini İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu vermiş.

Gaziantep ile Halep bir süre önce kardeş şehir ilan ediliyor.

Gaziantep Belediyesi, Halep Belediyesi’ne altyapı, kamu hizmeti konusunda know-how aktarıyor. Karşılığında "tarihi dokunun" korunması konusunda know-how alıyor.

Gerçekten Gaziantep gezisi sırasında bir günlüğüne gezme fırsatını bulduğumuz Halep tarihi dokusunu iyi korumayı başarmış.

Tarihi yapılar fazla tahrip edilmemiş, Halep Kalesi gibi restore edilenler ise kusursuz bir şekilde elden geçirmiş.

Asım Güzelbey’in söylediğine göre, UNESCO’nun gözetimi altında olan Halep’e el uzatan kurumlardan bir tanesi de Ağa Han Vakfı.

Vakıf sadece Halep Kalesi’nin restorasyonu için 10 milyon dolar vermiş.

Zeugma Müzesi için yarışma düzenlensin

GAZİANTEP ziyareti olmazsa olmaz bir şekilde Zeugma mozaiklerinin olduğu müze ziyaretiyle noktalanıyor. Mozaikleri yüzlerce kez izleseniz her seferinde aynı heyecanı duymanız mümkün.

Sergilenenler 2000 yılında gün yüzüne çıkartılanlardan sadece küçük bir bölümü. Mozaiklerin büyük bir kısmı müzenin depolarında. Bu yüzden yıllardan beri Gaziantep’te bir Zeugma Müzesi planlanır.

Gaziantep Başkanı Asım Güzelbey ile sohbette konu elbet yine yapılması planlanan müzeye geliyor. Şehrin merkezinde büyük bir araziyi müze yapımı için vermeye hazır olan Güzelbey elinde birkaç proje olduğunu ancak kaynak arayışında olduğunu söylüyor.

Güzelbey’le konuştuktan sonra Zeugma mozaiklerini seyrederken aklıma geldi. Neden böyle bir müze için uluslararası bir yarışma düzenlenmiyor?

Şu anda dünyanın bir numaralı mozaik müzesi olduğu söylenen Tunus’taki Bardo Müzesi eski bir konseptle yapılmış.

Gaziantep’te yapılacak yeni mozaik müzesi hem tasarımıyla, hem teknolojisiyle Bardo Müzesi’ni geride bırakmalı.

Öyle bir müze olmalı ki, dünyanın dikkati Gaziantep’e ve Zeugma’ya çevrilsin. Bu Gaziantep’in de aynen İspanya’daki Bilbao şehri gibi " dünya çapında bir şehir sınıfına atlaması"na yol açabilir.

Frank Gehry’nin tasarımı olan Guggenheim Müzesi’nden önce Bilbao’nun adını kim telaffuz ederdi?

Kimse?

Bilbao gibi örnekler hayli fazla.

ABD’nin Milwaukee şehri Sanat Müzesi’nin tasarımını ünlü İspanyol mimar Santiago Calavatra’ya, Fransa’nın Nimes şehri ise sanat müzesini İngiliz mimar Norman Foster’e teslim etmiş. Örnekleri çoğaltabilirim. Diyeceğim şu, uluslararası çapta tanınmış bir mimarın Zeugma Mozaik Müzesi’ni tasarlayacak olması Gaziantep’in kaderini değiştirir.

Gazianteplileri bu konu üzerinde düşünmeye davet ediyorum.
Yazının Devamını Oku

Londra’nın sisi

24 Aralık 2006
Hele Londra’ya, New York’taki bir CEO’yla Hong Kong’daki bir CEO’yu aynı odadaymışlar gibi buluşturan sofistike bir teknolojiyi görmek için gelmişseniz, seyahatinizi 10 saat erteleten sis kaderin garip bir cilvesi gibidir. "Ey köhne Bizans, ey koca büyüleyici bunak,

Ey bin kocadan artakalan bakire?

Örtün ey felaket sahnesi.. Örtün artık ey şehir.

Örtün ve sonsuz uyu, ey dünyanın koca kahpesi"
/images/100/0x0/55eae9d5f018fbb8f89eb6f2
İşgal altındaki İstanbul’a işte böyle seslenir ünlü şair Tevfik Fikret.

Fikret’in bugün doğum yıldönümü.

139 yıl önce bugün doğmuş şairimiz.

Onu burada anmamın nedeni bugün doğum günü olması değil, Sis şiiri.

Üç gün önce Londra’nın sisini yaşadıktan sonra şairin İstanbul’a haksızlık ettiğini düşünüyorum.

Sis İstanbul’a yakışır.

Onun çirkinliklerini örtmekten ziyade güzelliğine güzellik katar.

İnce bir tülün altındaki minareleri, Kız Kulesi’ni, Boğaz’ın kıvrımlarını gözünüzün önüne getirin.

Çok uzaklardan gelen vapur düdüklerini düşünün.

Her şey yumuşacıktır.

İstanbul’un sisi iliklerinize işlemez, öksürtmez.

Londra’nın sisi bambaşka.

Farklı yapılaşmadan mı? Karanlıkla birlikte daha fazla ağırlaşmasından mı?

Yoksa seyahatimin "Karın Deşen Jack"e özenmiş bir seri katilin arandığı günlere rastlamasından mı?

Sis seri olsun ya da olmasın katillerin işini kolaylaştırır ya.

Akşam saatlerinde sisin Londra’nın üzerine çökmesiyle hayaliniz çalışmaya başlar.

DAHA ŞEYTANİ VE HAİN

Hele şehrin kenar mahallelerinde sadece araba farlarının göründüğü karanlık bir yoldaysanız her köşeden bir "Karın Deşen Jack" görmeniz işten bile değildir.

Londra’nın sisi, İstanbul’un sisine göre daha şeytanidir, haindir.

Yolculuğunuzu 10 saat filan erteletebilir.

Benim başıma geldiği gibi.

Öğleden sonra Heathrow Havaalanı’na 15.50 uçağına binmek üzere gidersiniz.

Uçağın belirsiz bir süre için ertelendiğini öğrenirsiniz.

O belirsiz süre uzadıkça, uzar.

Nihayet 10 saati bulur.

Heathrow Havaalanı’nda konuşulan tek konu sistir.

İnsanlar yakınlarına gecikeceklerini bildirmek için cep telefonlarına sarıldıklarında ondan "kabus" diye söz eder.

"Bu kabus yüzünden burada kaldım sevgilim."

Londra’nın sisi, sadece Londralıların üzerine değil şehre birkaç günlüğüne gelenlerin de üzerine "kabus" gibi çökmüştür.

Genzini sürekli gıdıklayan kuru öksürükten kurtulmak için, "Karın Deşen Jack"lerden kaçmak için bir an önce kapağı uçağa atmak istersiniz.

Ne mümkün?

Sis uçakları hadım etmiştir sanki.

Alandaki tüm uçaklar ona boyun eğmiştir.

Donatılmış oldukları en sofistike teknoloji dahi onunla baş edemez.

Hele Londra’ya, New York’taki bir CEO ile Hong Kong’daki bir CEO’yu aynı anda, aynı odadaymışlar gibi buluşturan sofistike bir teknolojiyi görmek için gelmişseniz seyahatinizi 10 saat erteleten sis kaderin garip bir cilvesi gibidir.

Doğanın teknolojiden intikamı da diyebilirsiniz.
Yazının Devamını Oku

Önümüzdeki 5 yıl teknoloji basamaklarını hızla tırmanacağız

22 Aralık 2006
TIME Dergisi her yıl olduğu gibi "yılın adamı"nı seçmiş. "Yılın Adamı"nın kim olduğunu merak ediyorsanız "Siz" diyor dergi.

Enformasyon Çağı’nı kontrol eden "Siz".

Time’ın kapağında da zaten ayna gibi parlayan ekranıyla bir bilgisayar var. Ekrana baktığınızda kendinizi görüyorsunuz.

İnternet ağını kullanarak, "YouTube" "Blog" teknikleriyle geleneksel medyaya bambaşka yön veren "siz".

Time’ın kapağı Londra’daki Cisco merkezine yaptığım kısa ziyarete denk geliyor. Time ve Cisco’nun interneti tanımlamaları örtüşüyor. Her ikisine göre internet artık "insan gücü"nün ağı.

Cisco internet üzerindeki küresel bilgi trafiğinin yüzde 80’ini yönlendiren teknoloji şirketi.

Bilgisayarın görünmeyen yüzünü idare ediyor.

1984 yılında Stanford Üniversitesi’nde araştırmacı bir çiftin "bilgisayar üzerinden nasıl haberleşiriz" diye kafa patlatarak mesajlaşmayı başarmaları üzerine ortaya çıkan bir şirket.

Yeryüzünün internet üzerinden ilk mesajı da bu çiftin "kediyi kim besleyecek" mesajı olmuş.

Cisco üniversitenin bulunduğu San Francisco’nun kısaltılmış şekli.

Bugün yıllık geliri 30 milyar doları bulan ve bunun yüzde 17’sini Ar-Ge’ye ayıran şirket dünyada ve Türkiye’de ne yapmak istiyor?

Bunu Cisco’nun Merkezi ve Doğu Avrupa’dan sorumlu Kaan Terzioğlu’nun ağzından dinliyorum.

Yeri gelmişken belirtmekte fayda var. Cisco’da son dönemlerde uluslararası üst düzey pozisyonlarda görev alan Türk yöneticilerin sayısında büyük artış olmuş.

Terzioğlu’nun yanı sıra beş, altı Türk yönetici de şirketin üst sıralarına tırmanmayı başarmış. Hepsi genç, hepsi başarılı.

DÜNYA DÜZ MÜ?

Cisco’nun vizyonuna dönersek, vizyon büyük oranda gelişmekte olan ülkelere yönelik oluşturulmuş.

Şirketin dikkati 2.2 milyarlık nüfusuyla dünyanın gelişmekte olan 130 ülkesinde. Dünyanın doğal kaynaklarının büyük bölümü bu ülkelerde. Ama buna karşılık enformasyon ağının alt yapısı çoğunlukla yetersiz.

Bu arada Cisco’nun bu gelişmekte olan ülkeler arasına Çin ve Hindistan’a katmadığını belirtmek gerek. Zira bu iki ülke apayrı bir çerçevede ele alınıyor.

Kaan Terzioğlu, "Dünya ne kadar düzleşse de hálá engebeli. Cisco bu engebeleri ortadan kaldırmayı amaçlıyor" diyor.

Bunun için hükümetlerle işbirliğine gidiliyor.

Dikkatler daha fazla küçük işletmeler üzerinde yoğunlaşıyor. İnternet altyapısı iyileştikçe dünya ekonomisine entegre olmak kolaylaşıyor. Yani internetin gelişimiyle ülkenin ekonomisindeki büyüme paralel gidiyor.

Cisco’nun Türkiye ilgisine gelirsek. Türkiye, Cisco’nun 130 ülke arasında ilk yirmiye yerleştirdiği ülkeler arasında.

BEŞ YILLIK PLAN

Cisco
İcra Kurulu Başkanı John Chambers, ilk kez iki yıl önce Davos’ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya geliyor.

Geçtiğimiz eylül ayında Ankara ziyaretinde yeniden başbakan ile bir araya gelen Chambers Türkiye’ye 275 milyon dolar yatırım yapacağını açıklıyor.

Bu yatırım için 5 yıllık bir plan öngörüyor. Neler var bu planda?

Terzioğlu sayıyor.

Başbakanlığın yürüttüğü Türkiye e-dönüşüm programına destek amacıyla eğitim.

Cisco Teknoloji ve Araştırma Merkezi’ni kurmak.

Uluslararası düzeyde sertifikalı internet uzmanının sayısını 100’e çıkartmak.

Bunların Türkiye’deki sayısı 12 imiş bu arada.

TOBB Üniversitesi’yle birlikte Girişimcilik Enstitüsü’nün kurulmasına yardımcı olmak.

Beş yıllık planda liste hayli uzun.

Dünya Ekonomik Forumu’nun "rekabetçilik" raporunda bu yıl 15 sıra birden atlayan Türkiye’nin 2011 yılında yani 5 yıl sonra göstereceği performansı merakla bekliyorum.

Sanki aynı odada gibiyiz

CISCO’nun Londra’daki merkezinde "geleceğin banka şubesi", "geleceğin evinin" ne olacağını örnekleriyle görebiliyorsunuz.

Bir de "geleceğin toplantı" odası var ki gerçekten etkileyici.

İddialara bakılırsa, ABD Başkanı Bush’a gösterildiğinde "karşımdaki adamla sanki aynı odadayım" diye çok şaşırmış.

Kaan Terzioğlu "TeleVarlık" olarak Türkçeye çevirebileceğimiz bu teknolojik buluşun gelecekte CEO’ların seyahat etme zorunluluğunu ortadan kaldıracağı görüşünde.

Terzioğlu’na göre, geleceğin toplantı odası seyahati büyük oranda azalttığı için şirketlerin büyük tasarruf sağlamalarını sağlayabilecek.

"TeleVarlık" şöyle bir şey:

Diyelim sizin şirketin merkez ofisi New York’ta.

Hong Kong’daki bir yöneticinizle sanki o aynı odadaymış gibi diyalog kurabiliyorsunuz.

Yuvarlık bir masanın etrafında siz varsınız, masanın karşı tarafında o ya da birkaç kişi.

Soru soruyorsunuz.

Aynı mekanda gibi anında cevabını alıyorsunuz.

Hong Kong’daki kişinin Coca-Cola kutusunu açmasını bile duyabiliyorsunuz.

Gerçekten teknoloji akıl almaz bir şey.
Yazının Devamını Oku

Mersin 10 yıllık hedeflerini belirledi darısı diğer şehirlere

19 Aralık 2006
MERSİN’e bir kez daha şapka.<br><br>Yine Türkiye çapında bir ilke imza attı. Tam beş yıl önce "Kalkınma Ajansı" için kolları sıvayan Mersin Ticaret ve Sanayi Odası bu kez uzun soluklu "Mersin İnovasyon Stratejisi" projesini başlattı.

Projenin ne olduğuna geleceğim.

Ama önce Mersin’in AB’nin Altıncı Çerçeve kapsamında "Bölgesel İnovasyon Stratejileri" için verilen AB fonundan yararlandığını belirtmek gerek.

Zira bu fonlara 13 ülkeden 33 bölge hak kazanmış.

Romanya’dan beş, Polonya’dan sekiz bölge AB fonlarından yararlanırken Türkiye’den sadece Mersin var.

Bunun nedeni basit.

Mersin beş yıl önce başlattığı "Kalkınma Ajansı" çalışmaları nedeniyle AB fonlarından yararlanmanın püf noktalarını artık iyice öğrendi.

Mersin Ticaret ve Sanayi Odası’nın bu projedeki ortakları Mersin Üniversitesi, Mersin-Tarsus Organize Sanayi Bölgesi ve Yunanistan’ın "Epirus Bölgesi İnovasyon Merkezi".

AB fonlarından yararlanmak için başka ülkeden bir ortak bulmak genellikle şart koşuluyor.

Projenin koordinatörlüğünü ise Uğur Yüksel başkanlığındaki ODTÜ Teknopark’ı yapıyor.

Şimdi dilerseniz "Bölgesel İnovasyon Stratejileri"nin ne olduğuna geçelim.

"İnovasyon" yenilikçilik anlamında.

Daha önce de yazmıştım tam Türkçe karşılığı olmadığı için genellikle "inovasyon" diye kullanıyor.

"Bölgesel İnovasyon Stratejileri" bağlamında bir şehrin çevresiyle birlikte kalkınmasına, daha rekabetçi olmasına, farklılık yaratmasına yardım edecek bir nevi yol haritası anlamında.

Avrupa bu tür yol haritalarını 1990’ların başından beri kullanıyor.

Uğur Yüksel’in verdiği bilgiye göre, Londra, Berlin gibi şehirler bu yol haritasından yararlanmışlar.

Berlin örneğin, 1999 yılında rekabetçi sektörlerini "bio teknoloji, tıp ve makine imalatı" olarak seçerek büyümeyi hedeflemiş.

Bölgesel kalkınmayı önemseyen AB’nin 2007-2013 bütçe döneminde bu işe ayırdığı para 350 milyar Euro.

Mersin’e dönersek, projenin çalışmaları geçen yıl başlamış.

I.Mersin İnovasyon Forumu geçen yıl yapılmış.

Bir yıllık süre içersinde şehrin "artıları" ve "eksileri" tespit edilmiş ve en önemlisi yol haritasında ağırlık vereceği sektörler belirlenmiş:

Tarım, Lojistik ve Turizm.

Sektörler belli olduktan sonra bunların nasıl daha rekabetçi hale gelecekleri benim de katıldığım II. İnovasyon Forumu’nun konusuydu.

Gün boyunca devam eden çalıştaylardan sonra sektörün önde gelenlerini dinlemek fırsatını bulduk.

Türkiye Turizm Yatırımcıları Derneği Başkanı Oktay Varlıer örneğin dost acı söyler misali ileriye dönük hayli iddialı turizm projeleri yapan Mersinlilere gerçekleri sayıyor.

Şehrin havaalanı yok, yatak kapasitesi düşük.

Üstelik çarpık yapılaşmayla sahillerinin bir bölümünü de kaybetmiş.

Ancak artıları da yok değil.

İnanç ve sağlık turizmi için kapasitesi var.

Mersin 32 ay süren "Bölgesel İnovasyon Stratejileri" projesinin sonunda, yani yaklaşık bir yıl sonra yol haritası tam olarak tespit etmiş olacak.

İşte o noktadan sonra Mersin’in 10 yıl gibi bir süre içersinde kaderini değiştirmesi işten bile değil.

Hedeflerini koymuş bile.

2009 yılına kadar en az 50 patent başvurusu yapılacak.

2010 yılında ise ilk uluslararası patent başvurusu.

2008 yılından itibaren en az 50 hızlı büyüyen "inovatif" şirket kurulacak.

İşsizlik oranı 2010 yılında yüzde 7’nin altına düşecek.

Kişi başına milli gelir 2010 yılında 6 bin Euro’ya (dolar değil dikkatinizi çekerim), 2016 yılında ise 10 bin Euro’ya ulaşacak.

Bunların tümü gerçekleşebilir.

Mersin diğer şehirlere bu çalışmasıyla örnek olabilir.

Neden olmasın?

Ama bir şartla.

Herkesin yol haritasına sahip çıkması şartıyla.

Belediye başkanı bir şehrin geleceğini torpilleyebilir mi?

MERSİN Ticaret ve Sanayi Odası’nın öncülüğündeki projenin başarısı için herkesin katılımı şart demiştim ya?

Ne yazık ki Mersin’de halen böyle bir tablo yok.

Göç nedeniyle yüzde 10’unun üzerindeki bir işsizlik oranıyla resmen "kıvranan" ve kendine çıkış yolları arayan bir şehirde böylesine önemli bir toplantıda Mersin milletvekillerinin ve en önemlisi Belediye Başkanı’nın da hazır bulunmasını beklerdiniz değil mi?

Bir günlük forumda ne Mersin’in 12 milletvekilinin, ne de Belediye Başkanı Macit Özcan’ın yüzlerini görebildik.

Hadi milletvekilleri Ankara’dan gelemediler diyelim ya Belediye Başkanı?

Şehre girer girmez otobüslerin üzerinde büyük boy posterlerini gördüğümüz CHP’li Macit Özcan’ın böylesine önemli bir toplantıdan aylar öncesinden haberdar olduğu halde aynı gün "Kent Konseyi Genel Kurulu"nu toplaması bir tesadüf mü?

Şehrin 10 yıllık vizyonunun masaya yatırıldığı, sektörlerinin geleceğinin tartışıldığı bir toplantıda Belediye Başkanı’nın hazır bulunmaması nasıl izah edilebilir?

Şöyle izah edilebilir.

Macit Özcan ile Mersin Ticaret ve Sanayi Odası arasında şehrin çöp alanı nedeniyle bir süreden beri bir anlaşmazlık var.

Olabilir.

Ama Mersin’in geleceği her şeyin üzerinde.

Deutsche Bank desteği ile Contemporary İstanbul

2010 Kültür Başkenti İstanbul, çağdaş sanat ile giderek daha fazla ön plana çıkıyor.

Dört yıldan beri Sanat Galericileri Derneği tarafından Lütfi Kırdar’da yapılan fuar bu yıl ikiye bölündü.

Sanat Galericileri Derneği bu yıl başarılı organizasyonlarıyla bilinen dDF ile anlaşarak geçtiğimiz günlerde İstanbul Modern’in de içinde bulunduğu kompleksteki antrepolarda bir fuar düzenledi.

Yollarını ayırdığı İkon Fuarcılık ise bu yıl farklı bir konseptle yine Lütfi Kırdar’da 21-24 Aralık tarihlerinde bir çağdaş sanat fuarı hazırlığında.

Farklı konsept ne?

İkon Fuarcılık’ın ve Nişantaşı’ndaki Sofa Oteli’nin sahibi Ali Güreli anlatıyor.

"Dünyadaki büyük sanat fuarlarını model aldık. Örneğin 5 günde 2 milyar Euro’luk alışverişin döndüğü Art Basel Fuarı’nı. Dünyanın önde gelen koleksiyonerlerini İstanbul’a çekmeyi amaçlıyoruz".

Güreli
’nin önüme koyduğu dünyanın önde gelen dergilerinde örneğin Flash Art’ta "Contemporary İstanbul"un ilanları var.

Yani fuar iddialı başlıyor.

Bir kere 50 binden fazla sanat eserine sahip Deutsche Bank’ın sponsorluğunda bu işe girişilmesi bir artı.

Sanatı önemli bir yatırım aracı olarak gören Deutsche Bank’tan know-how da alınacak zira.

Bankanın İstanbul’a önem vermesi, burayı Balkanlar, Orta Asya hatta Ortadoğu sanatı için bir çekim gücü olarak görmesinden kaynaklanıyor.

Bu yıl yabancı galerilerle İstanbul’a gelecek eserler arasında Andy Warhol, George Baselitz, Roy Lichtenstein, Alex Katz gibi ünlü isimlerin eserleri de var.

Yani New York, Paris, Berlin müzelerinde görebileceğiniz eserler fuara katılıyor.

Önümüzdeki yıl ise "Contemporary İstanbul" İstanbul Bienali’yle aynı günlerde yapılacak.

Ali Güreli "2010 yılında dünyanın en önemli 10 sanat fuarının arasına girmeyi hedefliyoruz" diyor.

Mersin gibi, İkon Fuarcılık gibi vizyonerler çoğaldıkça Türkiye’nin önü açık.
Yazının Devamını Oku

Schröder’e mi inanacağız yoksa gördüklerimize mi?

17 Aralık 2006
Almanya eski şansölyesi Gerhard Schröder geçen ay İstanbul’daydı. KalDer’in kongresi için gelen Schröder ile keyifli bir akşam yemeği yedik. Türkiye-AB ilişkileri derken Rusya’yı da gündeme getirdik.

Malum, Schröder, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in yakın dostu.

Rus petrol devi Gazprom şirketinde iyi bir pozisyona atanmasını Putin’e borçlu.

Rusya’nın Avrupa’da enerji tekeli oluşturma ihtimaline ne diyor?

Schröder’e o akşam yemeğinde bunu sorduk.

Almanya eski şansölyesi, "Avrupa’nın burnunun dibindeki Rusya’dan gaz almasının kötü yanı ne" diye soruyor.

"Putin güvenilir bir partnerdir"
diye de ekliyor.

İşte Schröder’in "güvenilir partner" dediği Putin bu aralar Avrupa’da bazı soru işaretlerine yol açıyor.

Kuşkular çoğalıyor.

Rus lideri geçen hafta iki önemli dergiye kapak oluyor.

Fransız Le Point Dergisi "Putin Şüpheli Çar" başlığını kullanıyor.

İngiliz The Economist Dergisi ise daha ileriye gidiyor.

Kapağında, foto montajla Putin’i eli silahlı bir mafya lideri gibi gösterip "Rusya’ya bulaşmayın" diyor.

Putin adeta mahallenin kabadayısı.

Enerji en büyük kozu.

Ülkesinde iktidarını güçlendirirken kolunun ta Londra’ya kadar uzanmasına ne demeli?

Elbet eski Rus casusu Aleksander Litvinenko’nun radyoaktif maddeyle zehirlenerek öldürülmesinden söz ediyorum.

Litvinenko’ya gelinceye kadar başka cinayetler de var.

Çeçenistan olaylarını araştıran Rus gazeteci Anna Politkovskaya, Rusya Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Andrey Kozlov cinayetleri gibi.

ÇARLIK RUSYASI GİBİ

Cinayetler, zehirleyerek ortadan kaldırmalar aynen Çarlık Rusyası gibi.

Saint Petersburglu Putin çarlık başkentinin havasını solumuş.

Rasputin efsanesinden beslenmiş.

Muhalif seslere acımasız.

Eski dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov da Putin iktidarının demir yumruğundan payını alanlardan.

Birleşik Sivil Cephe adında, Putin’e muhalif bir parti kuran Kasparov’un ofisi bu hafta ortasında polis tarafından basılmış.

Eski satranç şampiyonu, batılı yayın organlarına verdiği demeçlerinde, peşini bırakmayan gizli servis ajanlarından şikayet ediyor.

Ama Rus liderine meydan okumaktan da geri kalmıyor.

Putin’in karşısında acaba ustası olduğu satranç hamlelerini uygulayabilecek mi?

Bush
Yönetimi’nin soğuk davrandığı, Avrupanın giderek daha fazla çekindiği Putin gücünü nereden alıyor?

Ülkesindeki kamuoyu yoklamalarına göre popülaritesi yüzde 76 oranında. Ruslar Putin’i seviyor.

Yokluk içersinde geçen Yeltsin yıllarından sonra Rusya’nın petrol fiyatlarının havalanmasıyla refaha kavuşması onun döneminde olmuş.

Putin şanslı.

Üstelik şimdi Avrupa, Rusya’nın doğalgazına bağımlı.

Putin dilediği gibi esip kükrüyor.

Schröder’e mi inanacağız, duyduklarımıza, gördüklerimize mi?
Yazının Devamını Oku

İstanbul trafiğinin imdadına Japonlar yetişiyor

15 Aralık 2006
İSTANBULLULARA "trafiğe çare üretin" önerisinde bulunanlar sanırım hoşnutturlar. Dünkü gazetelere bakarsanız, valiliğin, belediyenin ve emniyetin sitelerine binlerce e-mail yağmış.

Bu kadar e-mail arasından ciddiye alınacak olanlar vardır mutlaka.

Doğrusu trafiğe çare üretmeye kalkışanlardan değilim.

Ancak aklıma yaklaşık bir yıl önce bir Japon ekiple yaptığım görüşme takılıverdi.

Görüştüğüm kişiler, "Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı"nda görevliydi.

Sözkonusu ajans Japon Dışişleri Bakanlığı’na bağlı.

Japonya Hükümeti tarafından, "gelişmekte olan ülkelere" teknik destek vermek için kurulmuş.

Yılda 7 milyar dolar "hibe" destek veriyor.

Türkiye’de, Devlet Planlama Teşkilatı’nın talebi üzerine eğitim, balıkçılık, afet yönetimi gibi konularda yol göstermiş.

"Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı"nın deneyimli olduğu bir alan da trafik.

Bangkok, Cakarta, Bükreş, Lima, Nairobi, Kahire gibi şehirlerde trafik sorununa el atmış.

Bu şehirler için çözümler üretmiş.

Bunu duyan İstanbul Büyükşehir Belediyesi de geçen yıl ajansa başvuruyor.

Ajanstan bir ekip geçtiğimiz yıl kasım ayında gelip belediyeyle görüşüyor.

Peki bir yıl sonra bu görüşmeden çıkan sonuç ne?

Japonlar İstanbul’un kabusa dönüşen trafiğine çözüm getirebilecek mi?

Bu soruları dün ajansın Ankara’daki temsilciliğine soruyorum.

Haberler iyi.

6 Aralık’ta, "Japon Uluslararası İşbirliği Ajansı" ile Kadir Topbaş arasında bir anlaşma imzalanıyor.

Anlaşma, belediye meclisinde onaylanmış.

Şimdi İçişleri Bakanlığı’nda onaylanması gerekiyor.

Ajansın verdiği bilgiye göre anlaşmanın onaylanması önümüzdeki ocak ayının sonunu bulabilir.

Bu arada Kentsel Tasarım Merkezi’nin Ulaşım Grubu da Japon ajansa trafikle ilgili istatistiki bilgiler hazırlıyor.

Bakalım.

Japonlar İstanbul trafiğini çözebilecek mi?

Türk sahibi Duralex’i kaybediyor mu

GEÇENLERDE bir okurumdan şöyle bir e-posta geldi:

"Geçen yıl Fransızların ünlü Fransız markası Duralex’i Türklere kaptırdığını yazmıştınız. Ancak Duralex’i satın alan Sinan Solmaz şimdi fabrikayı Almanlara kaptırmak üzere..."

E-postada başka bilgiler de vardı.

Türk yatırımcı, Orleans’daki Duralex fabrikasının devri sırasında mahkemeye önerdiği ödeme ve yapılandırma planına uymamış.

Fabrikada üretim durmuş.

Ham madde tedariği borçları nedeniyle bloke edilmiş.

Duralex’te neler olup bittiğine geçmeden önce küçük bir hatırlatma yapayım.

Fransa’nın en ünlü markalarından Duralex iki yıl önce İtalyan Bormioli Rocco firmasından 3 ortaklı bir şirkete geçiyor.

Ortaklardan biri Fransız, diğeri Yunanlı, üçüncüsü ise Sinan Solmaz.

40 yıldan beri zücaciye işinden olan Solmaz geçen yıl kasım ayında diğer ortakların hisselerini alıyor.

Orleans istinaf mahkemesine bir ödeme planı sunuyor.

Peki geçen bir yıl zarfında neler oluyor?

Sendikaların iddialarına göre, Solmaz yaklaşık 10 milyon dolarlık bir borca giriyor.

Borçtan elektrik dahi kesiliyor.

Fabrikanın müdürü istifa ediyor.

Bu arada tazminat talebinde bulunan işten çıkartılmış işçiler yeni müdürü 24 saat rehin alıyor.

Tam bir kaos.

Duralex işçileriyle dayanışma için sadece bir hafta sonu fabrikayı ziyaret edenlerin sayısı 20 bini buluyor.

Markanın Fransızlar için ne kadar önemli olduğunun göstergesi.

Duralex’i bir Türk satın aldığında ne kadar gurur duymuştuk.

Yazık ki işler bu raddeye gelmiş.

Avrupa’daki Türk yatırımcının imajı böyle olmamalıydı.
Yazının Devamını Oku

Ankara’nın liman hamlesi öncesi KKTC de Ercan hamlesi yapmış

12 Aralık 2006
ANKARA’nın "limanları açma" atağından 48 saat sonra TOBB ile birlikte KKTC’deyiz. TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu ve beraberindeki heyet Şam üzerinden geliyor.

Şam öncesi aynı heyet Antalya, Konya ve Erzurum’u da ziyaret etmiş.

Hisarcıklıoğlu, 5 yılda TOBB heyetlerinin 1 milyon km yol katettiklerini hesaplamış.

TOBB’un kritik günlerde KKTC çıkarması Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın 44. Genel Kurulu’na rastlıyor.

Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Başbakan Ferdi Sabit Soyer ve muhalefetteki Demokrat Parti’nin Başkanı Serdar Denktaş’a ziyaretlerinden önce KKTC’li işadamlarıyla biraraya gelen TOBB Başkanı, Ankara’nın hamlesiyle ilgili görüşlerini merak ediyor.

Liman hamlesi iyi karşılanmış.

Genel kanı şu:

"Bu bir satranç hamlesi. Piyonu verip veziri alacağız. Geşmişte Rumlar bu tür hamleler yapıyordu. Şimdi sıra bizde."

Hamleye karşı olan tahmin edebileceğiniz gibi Serdar Denktaş.

Liman açılmasıyla ilgili tartışmalar devam ederken KKTC’nin de boş durmadığını öğreniyoruz ziyarette.

Kıbrıs Türk Ticaret Odası Başkanı Erdil Nami, ambargo nedeniyle uluslararası uçuşlara kapalı olan Ercan Havalimanı’nın açılması için geçen hafta İngiliz Sivil Havacılık Dairesi’ne başvurduklarını söylüyor.

Ercan
Havalimanı’nın kapalı olmasının faturası ağır.

Güney Rum kesimine 3 milyon turist gelirken, KKTC’ye ziyaretçi sayısı 300 ila 400 bin kadar.

Nami’ye göre, İngiliz uçaklarının Ercan’a uçması talebi büyük bir olasılıkla geri çevrilecek.

"O takdirde İngiliz mahkemelerine başvuracağız. İyi avukatlarımız var" diyor Nami.

Peki madem böyle bir yol izlenebilirdi, KKTC neden bu kadar bekledi?

"Öyle bir noktaya geldik ki artık kaybedeceğimiz bir şey yok. Otellerimizi doldurmak zorundayız" cevabını veriyor Nami.

Bu arada Londra, Antalya ve Lefkoşa arasında "charter" seferleri de planlanıyor.

Erdil Nami’ye göre, KKTC ekonomisi, yılda yüzde 10 ila 11 oranında bir büyüme trendine girmiş.

"Kişi başı milli gelir 11 bin dolara yaklaştı. Güney Rum kesiminde bu 22 bin dolar. Farkımız giderek kapanıyor. Dörtte birden, yarı yarıya geldik."

KKTC
’de Nami’nin sözünü ettiği ekonomik büyümeye karşı çıkan bir isim var.

Bir zamanlar yakından tanıdığımız biri.

Turgut Özal’ın prenslerinden Bülent Şemiler.

Ekonomik büyüme sadece inşaat sektöründen mi?

BÜLENT Şemiler ile Kıbrıs Türk Ticaret Odası’nın Genel Kurulu’nda karşılaşıyoruz.

Bir dönem Emlak Bankası nedeniyle başı hayli belaya girmiş olan Şemiler yaklaşık iki buçuk yıldan beri KKTC’de yaşıyor.

Finans alanında danışmanlık yapıyor.

KKTC’de ekonomik büyümeyi bir tek faktöre bağlıyor.

"Referandum sonrası inşaat sektörünün patlaması insanların ellerindeki arazileri satmaya sevk etti. KKTC’li arsasını, toprağını satıp tüketime yöneliyor" diyor.

Gerçekten rakamlar Şemiler’i doğruluyor gibi.

KKTC Ekonomi ve Turizm Bakanı Enver Öztürk’e göre, turizmde yıl boyunca doluluk oranı yüzde 30 oranında.

Yani peşpeşe yapılan oteller çoğunlukla dolu değil.

İhracat ile ithalat arasında büyük uçurum var.

İhracat ağırlıklı olarak narenciye olmak üzere 60 milyon civarında.

İthalat 1 milyar dolara yaklaşmış.

Yani turizm, ihracatta bir gelir yok.

Şemiler’in dediğine göre doğru dürüst bir sanayi de yok.

Geriye inşaat sektörü kalıyor ki bu konu da oldukça "dikenli".

Master plan olmadığı için kontrolsüz yapılan inşaatlar nedeniyle KKTC büyük bir şantiye görünümünde.

Öyle ki, inşaatların bu ayın sonuna kadar durdurulması kararı alınmış.

Ancak gördüğüm kadarıyla adaya büyük zarar verilmiş bile.

Villa uğruna asırlık zeytin ağaçlarının söküldüğünü, mandalina, portakal bahçelerinin tarumar edildiğini anlatıyor herkes.

Hatta zeytin ağaçlarını ve zeytinciliği kurtarmak için bir vakıf kurulmuş.

Magosa Limanı’na ilgi neden arttı

KIBRIS Türk Ticaret Odası’nın TOBB için verdiği akşam yemeğinde masa komşumuz Magosa Limanı’nda gemicilik acentesi olan Hüseyin Kayalp.

Kayalp’
in anlattığı ilginç şeyler var.

Magosa Limanı bir haftadan beri uluslararası basının ilgi odağı halinde.

Tabii limanlar konusu gündemde olunca BBC’den El Cezire’ye dünyanın önde gelen basın organları soluğu Magosa Limanı’nda almış.

Kayalp, "Limanın çalışır vaziyette olduğunu görünce şaşırıyorlar" diyor.

Kayalp’ın verdiği rakama göre, Türkiye’ye ro-ro seferleri dahil Magosa Limanı’ndan haftada 30 ila 40 gemi kalkıyor.

Bu limandan ithalat-ihracat 1 milyon 600 bin tona ulaşmış.

2004 referandum öncesi bu rakam sadece 500 bin ton.

"Magosa Limanı çalışır vaziyette. Düşünün Finlandiya’dan bir ay önce bir elektrik santralı geldi bu limana. Gazetelere ilan verdik. Dünya duysun istiyoruz limanın çalıştığını" diyor Kayalp.
Yazının Devamını Oku