28 Ocak 2007
Dünya Ekonomik Forumu’nun ikinci gününde kendimi "Çok kültürlü bir dünyada global komşuluğun kuralları" panelini dinlemeye gelen kalabalığın ortasında buldum. Mesele bildiğimiz Batı ile İslam arasında son zamanlarda ortaya çıkan sürtüşmeydi. Davos’un olmazsa olmaz konularından biri "kültürler arası diyalog." Her ne kadar yıllardan beri aynı şeyler söylense de, aynı şeyleri duyacağımı bilsem de ayaklarım beni bu tür oturumlara sürükler mutlaka.
Elbet bu kez de öyle oldu.
Dünya Ekonomik Forumu’nun ikinci gününde kendimi "Çok kültürlü bir dünyada global komşuluğun kuralları" panelini dinlemeye gelen kalabalığın ortasında buldum.
Panelin böylesine şaşaalı bir başlık taşıdığına bakmayın.
Mesele bildiğimiz Batı ile İslam arasında son zamanlarda ortaya çıkan sürtüşme.
Moderatör "Dünya Düzdür" kitabının yazarı ABD’li gazeteci Thomas Friedman olunca ilgi de fazlaydı panele.
Yok öyle değil!
Friedman’ın moderatörlüğünden ziyade insanların ilgisi İslam ile Batı arasında neler olup bittiğini merak etmeleri belki de.
Panelistlerin arasında eski İran Cumhurbaşkanı Hatemi’yle Suudi Kraliyet ailesinden Prenses Lolva el Faysal’ın da bulunması ilgiyi arttırmış olabilir.
Her neyse, Kongre Sarayı’nın büyük salonuna girdiğimizde sahnedeki görüntüler panelin temasına uygun.
Daha çok Benetton reklamlarından bildiğimiz her ırk ve her renkten çocuklar, Afrikalılar, Hintliler, çarşaflılar.
Bir kültürler karması anlayacağınız.
Keşke her şey fotoğraflar gibi güzel ve anlamlı olsa.
HATEMİ’NİN İDDİASI
Thomas Friedman her zamanki profesyonelliğiyle şu soruyu ortaya atıyor: "Yaşadığımız şeyler daha çok dini bir çatışma mı, yoksa hızlı globalleşme nedeniyle diyaloğu unuttuk mu?"
Sorusunun ikinci bölümünü şöyle açıklıyor: "Globalleşme nedeniyle birbirimize yakınlaştık ama birbirimizi anlamak, tanımak için yeterli mekanizmaları oluşturmadık."
Panelistler bu saptamaya katılıyor.
Hatemi’nin daha felsefi bir açıklaması var.
Modernleşmenin dünyadaki tüm sorunları halledemediğini, boşlukları dolduramadığını söylüyor.
İnsanlığın bu yüzden tehdit altında olduğunu ilave ediyor.
Batı ile İslam arasındaki çatışmaya değindiğinde sözü sömürgeciliğe getiriyor.
"Sömürgeciliğin tetiklediği duygular devam ediyor" diyor.
Biliyorduk zaten çatışmanın köklerinin derinlerde, sömürgecilik dönemlerine uzandığını.
Hatemi daha da ileriye gidiyor.
Dünyayı yönetenlerin aynı sömürgecilik dönemlerinde olduğu gibi istedikleri şekildedavrandıklarını da sözlerine ilave ediyor.
BİLGENİN SESİNİ SUSTURMAK
Önemli bir tespitte bulunuyor bana kalırsa.
Fanatiklerin ancak karşı tarafı reddederek varlığını sürdürebileceğine inandığını söylüyor.
Bilge sesleri susturduklarını söylüyor.
Hatemi’nin bu sözleri bana son günlerde yaşadıklarımızı hatırlatıyor.
Hrant Dink’in cenazesine katılamadan ayrıldım İstanbul’dan.
Hrant’ın eşi Rakel’in o müthiş mektubundaki çığlığını buradan, Davos’tan duydum.
Ama o çığlığı duymayan, cenazeye katılan yüz binlerce kişiyi görmezden gelenlerin sesleri yükselmeye başlamadı mı?
Bilge sesleri susturmak işte.
Sözünü ettiğim panele katılanlardan Fransız Hükümeti’nin sözcüsü ve Bütçe ve Reform Bakanı Jean-François Cope çok hoşuma giden bir şey söyledi.
"Medeniyetler çatışması değil cehalet çatışması."
Birbirini tanımamanın, anlamamanın cehaleti.
Karşısındaki kim, geçmişi, tarihi nedir?
Cope, Fransızların İslam’ı daha iyi tanımak için Louvre Müzesi’ne bir "İslam Sanatı" bölümü ilave edildiğini söylüyor.
Keşke her şey müzelerle halledilebilseydi?
Yazının Devamını Oku 
27 Ocak 2007
DÜNYA Ekonomik Forumu’nda global ısınmayla enerji neredeyse eşit ağılıkta.<br><br>Global ısınma tartışmaları enerjisiz olmuyor elbette. Enerji sektörünün de ünlü oyuncularının Davos’ta olmaları konuların daha hararetli tartışmasını sağlıyor ayrıca.
Ünlü oyuncuları sayıyorum:
Gazprom Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Alexander Medvedev.
Azerbaycan Başkanı İlham Aliyev, Shell’in CEO’su Jeroen van der Veer.
Ukrayna Başbakanı Viktor Yanukoviç.
Amerikan Exxon’un Başkan ve CEO’su Rex Tillerson, ABD Enerji Bakanı Samuel Bodman, Avrupa Birliği Enerji Komiseri Litvanyalı Andris Pielbags.
Tüm ağırlar toplar.
Önceki gün tüm bu oyuncuların katıldığı paneli yöneten ünlü Amerikalı gazeteci Thomas Friedman, Medvedev’e dönüp soruyor:
"Niye Gazprom herkesi korkutuyor?"
Soru karşısında biraz da müstehzi gülümseyen Medvedev cevap veriyor:
"Neden korkutuyor anlamıyorum. Gazprom gazın tüketiciye güvenli bir şekilde ulaşacağının garantörüdür. Gazprom’dan çekinmemek gerek, zira sadece ticari amaçları olan bir şirket."
Gerçekten öyle mi?
Öyle olmadığını en yetkili ağızdan yani Uluslararası Enerji Ajansı’nın baş ekonomisti Fatih Birol’dan duymak mümkün.
RUSYA, İRAN VE CEZAYİR
Bakın ne diyor.
"Enerji Ajansı olarak gaz rezervlerinin düşüşe geçmesinden kaygılıyız. Avrupa’da Norveç ve İngiltere’nin rezervleri azalıyor. ABD’de durum aynı. Öte yandan talep artıyor. Rusya ve İran gaz rezervlerinin yüzde 50’sine sahip."
Fatih Birol’a bakarsanız 1970’lerde petrol ne ise bugün gaz öyle.
Ve şimdi Gazprom, İran ve Cezayir’i yanına alarak OPEC’vari bir örgütenme için zemin arayışında.
Fatih Birol, "Gazprom’un GAZOPEC gibi bir oluşuma hazırlandığı yolunda duyumlar alıyoruz. Şimdilik İran ve Cezayir ile görüş alışverişi yapıyor ama ilerde daha somut adımlar atacaklardır mutlaka" diyor.
GAZOPEC hazırlığı Davos’un enerji gündemine bomba gibi düşmüş.
Hatta kapalı kapılar ardında yapılan bir toplantıda Birol, Medvedev’i GAZOPEC’in çok sakıncalı olacağı konusunda uyarmış.
Fatih Birol, "GAZOPEC Türkiye dahil birçok ülke için kötü haber" diyor.
Rusya, İran, Cezayir’in bir araya gelip gaz fiyatlarını yönlendirmesinden kuşkusuz en çok Türkiye etkilenecek, zira gaz fiyatları ikiye, üçe katlanabilecek.
TÜRKİYE BAĞIMLILIĞINI AZALTSIN
Birol bu noktada daha önce Türkiye’ye yaptığı uyarıyı yineliyor.
"Türkiye Rusya’ya bağımlılığını azaltmalı. Türkmenistan, Kazakistan, hatta Katar ile gaz anlaşmaları yapmalı" diyor.
Enerjiyle jeopolitiğin bu kadar iç içe geçmesinden en fazla zarar görecek bir ülke varsa o da komşularından ötürü Türkiye.
Avrupa Komisyonu’nun enerji komiseri Andris Pielbalgs da Birol’un kaygılarını paylaşıyor.
Medvedev’in iknaya yönelik açıklamalarına rağmen "kimse gazın güvenli akışının yüzde 100 oranında sağlanacağını söyleyemez" diyor.
Petrol, gaz bağımlılığını azalmak için çare Birol’un dediği gibi, önce tüketimi azaltmak, sonra alternatif enerji kaynaklarına yönelmek.
Bu global ısınmanın önüne geçmek için de şart...
Melinda Gates artık Bill’in yanında
MICROSOFT’un Başkanı Bill Gates Davos’un müdavimlerinden
Gates genellikle, kendisinin ve karısı Melinda’nın adını taşıyan vakfın insanı yardımlarını, bağışlarını Davos’taki basın toplantılarında duyurur.
Dün sabah Brezilya lideri Lula’nın konuştuğu dakikalarda yine Gates’in bir basın toplantısı vardı.
Lula’nın konuşmasını yarıda bırakarak basın toplantısına gittim.
İngiliz Maliye Bakanı Gordon Brown’un da katılması gereken basın toplantısında Gates’in yanında Brown yerine karısı Melinda vardı.
Davos ilk kez Melinda Gates’in bir basın toplantısına katıldığına tanık oluyor.
Gates Vakfı’nın GAVİ yani "Global Aşı İttifakı"yla ilgili açıklamayı karı koca birlikte yaptılar.
Dediklerine bakılırsa, vakıfları GAVİ’ye, 70 gelişmekte olan ülkede çocukların aşılanması için 1.5 milyar dolar vermiş.
GAVİ’ye 17 hükümet de şimiye kadar toplam 10.4 milyon dolar bağışta bulunmuş.
2000 yılında başlayan program gelişmekte olan ülkelerde yüzde 2.3 olası çocuk ölümünü engellemiş.
Bu yıl İngilizler Davos’u sevdi
DAVOS’ta bu yıl Türklerin adı yok.
Siyasiler yok, işadamları da parmakla sayılacak kadar az.
Görebildiğim kadar Hintli, Çinli ve Rus işadamı sayısında patlama var.
Hatta "Davos şimdi global köy oldu" diyenlere rastlıyorum.
Katılım açısından dikkat çeken bir nokta ise İngiliz çıkarması.
İngiltere muhalefet lieri David Cameron burada.
İki gece önce global ısınmayla ilgili akşam yemeğine, ünlü "Stern Raporu"nu kaleme almış olan, İngiliz Hükümeti’nin baş ekonomisti Sir Nicholas Stern ile birlikte katıldı.
Global ısınmanın tehlikelerine dikkat çeken dramatik bir konuşma yaptı Cameron.
Maliye Bakanı Gordon Brown burada. Bugün de öğleden sonra İngiliz Başbakanı Tony Blair’i dinleyeceğiz.
Yazının Devamını Oku 
26 Ocak 2007
DÜNYA Ekonomik Forumu’nun bu yılki teması "Değişen Güç Dengeleri". Dünya hızlı bir değişim sürecinden geçiyor, dolayısıyla dengeler de öyle.
Gelişmekte olan piyasaların önemli ekonomik bir güç olarak sivrilmeleri bu tablonun en canlı örneği.
Sosyal yaşamda, teknolojide de güç dengeleri değişiyor, ancak ben ilk örnek üzerinde duracağım.
The Coca-Cola Company İcradan Sorumlu Başkanı Muhtar Kent’e göre, gelişmekte olan ülkelerde milyarlarca tüketicinin "zenginleşerek" pazara dahil olmaları CEO’ların yakından takip ettikleri bir süreç.
Ancak madalyonun bir başka yüzü de var.
Gelişmekte olan ülkeler artık yabancı şirketler satın alıyorlar.
Davos’a gelmeden önce Fransız Le Monde Gazetesi’nde gözüme çarpmıştı. Hintli Tata Grubu, Avrupa’da bir telekom şirketi satın almanın peşindeydi.
Tata, İngiliz Hollanda ortaklığı olan Corus’u da almak üzere.
Mittal, Arcelor’u aldı.
Dün sabah, gelişmekte olan ülkelerin yabancı ülkelerde satın almalarıyla ilgili oturumu yöneten Vikram Chandra adındaki Hintli gazeteci, Çin, Hindistan’ın ellerinde bir "alışveriş listesi" olduğunu söyledi.
Çin, özellikle madencilik, enerji alanında satın almaların, Hindistan ise sanayide faaliyet gösteren şirketler peşinde.
Hindistan’ın en büyük bilgisayar donanım şirketine sahip olan Satyam Bilgisayar’ın sahibi Ramalinga Raju, "Global fırsatları değerlendirmek gerek" diyor.
Birkaç yıl öncesine oranla Batı standardında kaliteyi tutturduklarını söylüyor.
Peki satın aldıkları şirketlerde çalışanlar yeni patronları nasıl karşılıyorlar?
Kültürel farklılık nasıl gideriliyor?
Raju, ilginç bir formül geliştirdiklerini söylüyor
Satın almalar yaptığı 20 değişik ülkeden 300’e yakın insanı Hindistan’a getirip farklı dört, beş şehirde çalışmaları sağlıyorlarmış.
Dün sabah dinlediğim örnekler arasında, İtalya ve Almanya’da şirketler alan bir Ürdün şirketi de vardı.
Onlar için en büyük zorluk, global bir ağda çalışacak insan kaynaklarına sahip olmamaları. İnsan kaynakları sorununu da çözdükleri anda belli ki kimse onları tutamayacak.
Global ekonomi buna hazır olmalı.
Forumun açılış konuşmasını yapan Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Asya’da özellikle Hindistan ve Çin’in geçirmekte olduğu bu değişimin, tehlikeden ziyade "fırsat" olduğunu söylese de bence kaygıları var.
Öyle olmasa, Avrupa ile ABD arasında daha yakın bir işbirliğinden söz eder miydi?
Amerikalı Hatemi’yi tanımıyor
DÜNYA Ekonomik Forumu’nda boy gösteren siyasiler arasında bu yıl İran’da 1997-2005 döneminde iktidarda olan Hatemi de var.
Dün sabah "Irak" oturumuna dinleyici olarak katılan Hatemi doğal olarak basının dikkatini çekti.
Projektörler İran eski Başkanı’na çevrildi.
Irak’ın tartışılacak olması nedeniyle oturuma en fazla rağbet edenlerin de Amerikalılar olduğunu söylemeliyim bu arada.
Yanımdaki Amerikalı çift, projektörlerin çevrildiği sarıklı adamı tanıyamadılar.
Kadın bana dönüp sordu "kim bu adam" diye.
"Hatemi" diye cevap verince dönüp kocasını da bilgilendirdi.
Davos, Dünya Ekonomik Forumu’na gelen Amerikalılar orta sınıf filan değil.
Buraya gelenler toplumun en eğitimli kesiminden ve ne acı ki kendilerini "şeytan" ilan etmiş bir rejimin eski Başkanı’nı tanımıyorlar.
Her neyse Irak oturumuna dönersek, ABD Dış İlişkiler Konseyi Başkanı Richard Haass ile Irak Başbakan Yardımcısı Adil Abdülmehdi arasında geçen diyalog, Irak konusunda, bilinen şeylerin ötesine geçmedi.
İşgali, "aptal bir karar" olarak değerlendiren Abdülmehdi, Haass’ın Irak sorunu için Türkiye, İran ve Suriye’nın de katılacağı "bölgesel bir mekanizma" önerisine sıcak baktı.
Abdülmehdi, Irak’taki kaosta esas sorunun "ulusal güvenlik güçleri" olmamasından kaynaklandığını söyledi.
Irak Hükümeti’nin kabineyi oluşturan bakanlarının her birini ayrı bir gruptan, cemaatten seçmesinin hata olduğunu belirten Abdülmehdi, "Durum böyle olunca, her bakan ayrı telden çalıyor" dedi.
Haass’ın "Daha fazla Amerikalı asker kararına, Irak Hükümeti ne diyor" sorusunu ise havada bıraktı.
Yenilikçiliğin şampiyonu kim
DÜNYA Ekonomik Forumu 2007 yılının "teknoloji öncülerini" seçmiş.
Biyoteknoloji, enerji/çevre teknolojisi ve bilişim kategorilerinde 225 aday arasında 47 şirket listeye girmeyi başarmış.
Listeye şöyle bir göz attığınızda Amerikalı şirketler çoğunlukta. Yani, inovasyonun ya da "yenilikçiliğin" şampiyonu Amerikalı şirketler. Avrupa’da ise kuzey ülkeleri başı çekiyor.
Mesela ClimatWell adındaki bir İsveç şirketi güneşle çalışan bir havalandırma cihazı geliştirmiş.
Connecticut merkezli bir Amerikan şirketi olan "454 Yaşam Bilimi" ise DNA’nın daha çabuk ve daha ucuz bir şekilde incelenmesini sağlayan bir teknoloji geliştirmiş.
Davos’ta tanışma fırsatını bulduğumuz bu "teknoloji öncüleri", birkaç yıl içinde hayatımızda önemli değişikliklere yol açacaklar, kesinlikle.
Yazının Devamını Oku 
25 Ocak 2007
HER yerde olduğu gibi Davos’ta da havalar çıldırdı.<br><br>Dünya Ekonomik Forumu için Davos’a doğru yol aldığım gün dağları hiç bu kadar karsız görmemiştim. Davos’a vardığımda kasabanın yollarını uzun yıllardan beri ilk kez karsız gördüm.
Derken dün sabah uyandığımızda her yer bembeyazdı.
Davos da "global ısınma"nın kurbanları arasında.
Öyle olsa da olmasa da, Dünya Ekonomik Forumu bu yıl "global ısınma"yı gündeminin baş köşesine oturtmuş.
Tam 17 oturum global ısınmaya ayrılmış.
Önceki gece dağıtılan PricewatersHouseCoopers’ın artık geleneksel hale gelmiş CEO araştırmasının da ortaya koyduğu gerçek var.
CEO’ların yüzde 40’ı "global ısınma"yı ciddi bir tehdit olarak görüyor.
Konuya yeniden döneceğim ama önce global ekonominin gidişatına değinmek istiyorum.
PricewaterhouseCoopers’ın, 50 ülkede 1100 CEO arasında, kimi zaman yüzyüse kimi zaman telefonla yaptığı görüşmeye göre, CEO’ların yüzde neredeyse 90’ı 2007 yılını kárlılığın artması açısından iyi görüyorlar.
Bu oran beş yıl öncesine göre beş kat fazlaymış.
TÜRKİYE İKİNCİ GRUPTA
CEO’ların büyüme fırsatı gördükleri ülkeler arasında Brezilya, Rusya, Çin ve Hindistan dışında (bu ülkeler artık birlikte anılıyor) sırasıyla Meksika, Endonezya, Vietnam, Kore ve Türkiye var.
İkinci grup ülkeler arasındayız.
Araştırmaya katılan binin üzerinde CEO arasında bu arada KOÇ CEO’su Bülend Özaydınlı ile de yüz yüze bir görüşme yapılmış.
Neticede CEO’lar 2007 yılı için iyimser.
Peki ekonomistler ne diyor?
Dünya Ekonomik Forumu’nun açılış oturumlarından birinde dünyanın önde gelen ekonomistlerini dinleme fırsatını bulduk.
İsrail eski Merkez Bankası Başkanı Jacob Frenkel, London Business School Dekanı Laura Tyson, Çin Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Min Zhu, Hindistan Planlama Komisyonu’nundan Montek Ahluwalia 2007 yılı için iyimser.
Geride bıraktığımız 2006 yılı ekonomisi için iki önemli "kilometre taşına" dikkat çektiler.
Birincisi, gelişmekte olan piyasaların ekonomisi global ekonominin yarısına ulaşmış.
İkincisi, dünya ticaret global ekonomiden daha hızlı büyümüş.
Frenkel’in dikkat çektiği gibi 2006 da korkulanlar olmamış.
Ne dolar çökmüş, ne de petrol fiyatları tavan yapmış.
HİNDİSTAN VE ÇİN
Hindistan ve Çin’in global ekonomiye yön veren oyuncular oldukları Davos’un ilk gününde, ilk oturumunda hatta ortaya çıktı.
Ancak burada iki şey dikkatimi çekti.
Masanın etrafındaki ekonomistler, Hindistan’ın yabancı yatırımcıya kapılarını daha fazla açmasını talep ederken, Çin’i kasasını tıka basa dolarla doldurması nedeniyle eleştirdiler.
Çin milli hasılasının yüzde 50’sini biriktiriyormuş.
Bu oran ABD’de yüzde 10, AB ülkelerinde yüzde 20-25 oranında.
Davos’ta beş gün boyunca Çin ve Hindistan ile ilgili daha pek çok şey duyacağız.
Karbon gazı için global vergiye evet
DAVOS çevreci olmuş desem yeridir.
İlk kez Kongre Sarayı’nda oturumların yapıldığı mekanlar doğa posterleriyle süslenmiş.
"Global Isınma"ya karşı önlem alınmadığı takdirde dünya ekonomisinin yüzde 20 küçüleceğini iddia eden, ünlü "Stern Raporu"nun yazarı İngiliz Nicholas Stern de Davos’ta.
CNBC’nin Stern’in de aralarında olduğu panelistlerle düzenlediği "Yeşile Saygı" oturumunda nükleer enerji, karbon gazına vergi, ve yeşil politikaların belirlenmesi tartışıldı.
Katılımcıların da oylarını kullandıkları panelde üç soru soruldu.
Nükleer enerji ve temiz kömür petrole alternatif. Katılıyor musunuz?
Cevap: Yüzde 27 evet, yüzde 73 hayır.
Yeşil politikaları belirlemekte pazarlar hükümetlere göre daha iyi konumda. Katılıyor musunuz?
Cevap: Yüzde 29 evet, yüzde 71 hayır
Karbon gazına vergi iyilikten ziyade işleri karıştırır. Katılıyor musunuz?
Cevap: Yüzde 36 evet, yüzde 64 hayır.
Sonuçta belli ki insanlar nükleere karşı, çevre yasalarının hükümet tarafından belirlenmesini istiyorlar. Ve karbon gazı vergisini destekliyorlar.
Paulo Coelho Hrant’ı sordu
DÜNYA Ekonomik Forumu’nun Başkanı Klaus Schwab’ın açılış gecesinde verdiği davette Davos’un yıllardır müdavimlerinden olan ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho’ya rastladım.
Esasında aklımda Orhan Pamuk’un Nobel ödülünü sormak vardı ama Cuelho benden önce davranıp Hrant Dink’i sordu.
Sorusunu yanıtlamadan "Olup bitenleri biliyorum. Ama demin televizyonda gördüm. Onbinlerce kişi yürümüş. Bu Türkiye için çok sevindirici" dedi.
Orhan Pamuk’un Nobel ödülü konusunda ise çok açık konuştu Coelho:
"Ödülü çoktan hak etmişti. Bunu yürekten düşünüyorum ve söylüyorum."
Yazının Devamını Oku 
23 Ocak 2007
DÜN sabah gazeteye gelmeden önce bir arkadaşımla Agos Gazetesi’nin önüne gittik.<br><br>Sabahın erken saatlerinde bile kalabalıktı. Taziye defterini imzalayanlar, çiçek bırakanlar, mum yakanlar.
Biz defteri imzaladıktan sonra baktım yaşlı bir kadın elinde tek bir karanfille çiçek yığınına doğru ilerliyordu.
Tek karanfilini bıraktı ve uzaklaştı.
Hrant Dink’in öldürüldüğü nokta bence sonsuza dek öyle kalmalı.
Mumlarla, çiçeklerle ve Hrant’ın resmiyle.
Dünkü gazetelerde Hrant Dink anıtının Şişli’ye dikilmesi, vurulduğu caddeye Hrant adının verilmesi gibi önerilere rastladım.
Öldürüldüğü noktanın sonsuza kadar öyle kalması talebinden daha da ütopik öneriler.
Keşke gerçekleşseler ama Hrant Dink daha toprağa verilmeden şu örneklere bakın:
Bir gazete"Katil Ermeni" başlığını atmış.
Kadıköy’deki Surp Takvor Kilisesi’nin duvarına suikasttan tam bir gün sonra "Bir Hrant öldü, nice Hrant’lara" yazılmış.
"Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz" başlığına okur yorumlarında "Ne Ermeni’si, biz Türk’üz Türk" gibi tepkiler yer almış.
Irkçılık hastalığının kökleri o kadar derinlerde ki.
Bu karamsar tabloda küçücük bir umut ışığı var.
Hrant Dink’in öldürüldüğü gün spontane bir şekilde gelişen Taksim Harbiye yürüyüşü.
Cuma günü Taksim’de saat sekizde başlayan yürüyüşe yirmili yaşlarında olan kızımla katıldık.
El ele Taksim’den Harbiye’ye, kimi zaman sloganlara katılarak yürüdük.
Çişeleyen yağmurun altında bir şey dikkatimi çekti.
Etrafımdakilerin yüzde 90’ı gençti.
Kızlar, oğlanlar ellerinde Hrant’ın posteriyle yürüyen binlerce genç.
Hrant Dink’in gençleri.
Dün de baktım farklı gençlik sivil toplum kuruluşlarından üniversite, basın ve diğer meslek gruplarından 301 genç imzaladıkları bildirde Dink ailesinden özür dilemişler.
Şöyle demişler: "Sevgili babanız mahkemelerde linç edilirken yanında olamadığımız için utanıyoruz. Babanızı koruyamayan devletin vatandaşları olduğumuz için utanıyoruz"...
Türkiye’de günün birinde bir şeyler değişecekse bu Hrant Dink’ın gençleri sayesinde olacak.
Davos’ta bu yıl Türkiye geleceği belirsiz bir ülke
DAVOS’taki Dünya Ekonomik Forumu iki gün sonra başlıyor.
Programa göz attığınızda bu yıl Türk siyasilerden Davos’a pek rağbet olmadığı hemen ortaya çıkıyor.
Son dakikada değişiklik olmazsa benim görebildiğim kadarıyla programda sadece Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın adları var.
Geçen yıllara oranla Türkiye’nin tartışılacağı oturum sayısı çok daha düşük.
Açıkçası "Türkiye’nin Siyasi Geleceği" başlığını taşıyan oturumdan başkasını görmedim programda.
Türkiye’nin bu yıl Davos’a dar kapsamlı katılımın iki nedeni olabilir.
Bir, Türkiye artık tamamıyla seçim havasına girdi.
İki, AB perspektifi iyice silikleştiğinden Batı’nın Türkiye ilgisi iyice azaldı.
"Türkiye’nin Siyasi Geleceği" oturumunun özetinde şöyle bir cümle var ki hayli dikkat çekici:
"AB adaylığı giderek belirsizleşirken, ülkenin de 2007 seçimlerinden alacağı yön belirsiz"...
Yani Batı’nın gözünde, Türkiye geleceği belirsiz bir ülke.
AKP’nin iktidara geldiği yıl, Davos’ta Türkiye’nin geleceğine yönelik umut dolu konuşmaları hatırlıyorum da.
Türkiye Davos’un "yıldız ülkesiydi".
Şimdi ise siyasi geleceği belirsiz bir ülke
Dönüp dönüp aynı noktaya geliyoruz.
Yine siyasi belirsizlik, Dink cinayeti nedeniyle yine karanlık senaryolar.
Doğrusunu isterseniz bu yıl Davos’a oldukça karamsar gidiyorum.
Hrant Dink’in cenaze töreninin yapılacağı gün de yola çıkmam cabası.
Dünya Ekonomik Forumu’na dönersek, bu yıl öne çıkan konular arasında "global ısınma" ilk sıralarda.
Geçtiğimiz aylarda hazırladığı 700 sayfalık raporda dünya ekonomisinin "global ısınma" yüzünden yüzde 20 küçülebileceğini iddia eden İngiliz bilim adamı Nicholas Stern’i Davos’ta dinleme fırsatı olabilir.
"Global ısınma"nın dışında Irak ile enerji de gündemin ilk sıralarında olacak.
Ve elbet Çin ile Hindistan.
Yazının Devamını Oku 
21 Ocak 2007
Darfur olayı Batı medyasının gündeminden düşmüyor. Üç yılda 450 bin kişi ölmüş, 2,5 milyon kişi yerinden yurdundan edilmiş. Olup bitenler "soykırım", "etnik temizlik" gibi sözcüklerle tarif ediliyor. Darfur yüzyılın dramı.
Fransızlar "Gözden ırak, kalpten ırak" derler. Bana kalırsa bu sadece "gönül işleri" için geçerli bir deyiş değil. Gözünün önünde olmayan şeylere ne kadar duyarlı olursan ol kimi zaman kayıtsız kalabiliyorsun.
Bunu en son hafta başında, Doğu Kudüs’ten Ramallah’a, Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas’ı ziyarete giderken şu meşhur duvarı gördüğümde hissettim.
Duvar fena halde çarptı beni.
İsrail’in 2002’de yapımına başladığı duvar hançer gibi yüreğime saplandı.
İsraillilerle Filistinliler arasına böylesine bir bariyer yükseltmek Ortadoğu sorununa nasıl çare olabilir?
Gözünle görmediğin şeyi yüreğinde hissetmiyorsun.
Esas değinmek istediğim konu "duvar" değil Sudan’ın batısındaki Darfur’daki dram.
Darfur Türkiye’den uzak, olup bitenlerle kaçımız ilgiliyiz?
2003’ten beri devam eden çatışmalarda Dünya Sağlık Örgütü’nun sayılarına göre ölü sayısı 50 binin üzerinde.
Birleşmiş Milletler ve Sivil Toplum Kuruluşları ise 450 bin gibi bir sayı telaffuz ediyorlar.
YÜZYILIN DRAMI
Üç yılda 450 bin kişi ölmüş, 2,5 milyon kişi yerinden yurdundan edilmiş.
Darfur olayı Batı medyasının gündeminden düşmüyor.
Darfur’da olup bitenler "soykırım", "etnik temizlik" gibi sözcüklerle tarif ediliyor.
Kadınlar inanılmaz bir vahşetle karşı karşıya.
Çocuklarıyla kaçarken tecavüze uğrayan kadınların sayısı her gün giderek artıyor.
Darfur yüzyılın dramı.
Geçenlerde yine burada yazmıştım.
Fransa cumhurbaşkanlığına aday Segolene Royal, adaylığını açıkladığı gün gazetelerde, sivil toplum kuruluşlarının "Royal, Darfur için ne yapacaksın?" şeklindeki kocaman bir ilanıyla karşılaşmıştı.
Batı kamuoyu Darfur’a bizden hassas bakıyor.
En son dünya liderleri geçen ayın ortalarında Darfur’da ateşkesin sağlanması ve uluslararası barış gücünün görevlendirilmesi için bir bildiri imzaladı.
ABD Başkanı Bush, İngiltere Başbakanı Tony Blair’in imzaladığı bildiride bir de dünyadan 13 önemli kadının imzası bulunuyor.
13 KADININ İMZASI
Kimler bu kadınlar?
Çoğunu tanıyoruz:
ABD eski dışişleri bakanı Madeleine Albright, eski İrlanda Devlet Başkanı ve BM İnsan Hakları Komiseri Mary Robinson, UNICEF’in eski başkanı Carole Bellamy, geçenlerde Ramallah’tan geçerken kulaklarını çınlattığım Filistinli politikacı Hanan Aşravi, eski Fransa başbakanı Edith Cresson.
Listede bir de Türkiye’den isim var: Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nden, BM’nin "Kadına Karşı Şiddet" özel raportörü Profesör Yakın Ertürk.
Profesör Ertürk iki yıl önce Darfur’a gitmiş. Orada olup bitenleri gözleriyle görmüş.
Onun isminin de bildiriye imza atan 13 kadın arasında bulunması Türkiye’yi bir nebze Darfur ilgisizliğinden kurtarıyor.
Yazının Devamını Oku 
19 Ocak 2007
TARIM ve Köy İşleri Bakanı Mehdi Eker’in dünkü açıklamasına göre, tarıma sağlanan destekler 2006’da 5 milyar YTL’ye ulaşmış. Yanlış biliyorsam düzeltin.
Bu destekten pay almayan çiftçiler sadece bağcılıkla uğraşanlar.
Bağcılara devlet desteği yok, şarap üretenlere ise vergi yükü var.
Şarap sektöründeki bu tabloyu dün enine boyuna Pamukkale Şarapları’nın Yönetim Kurulu Başkanı Yasin Tokat ile konuştuk.
Tokat, yıllardan beri Denizli’nin Güney ilçesini Napa ya da Toscana’ya dönüştürmeye çalışıyor.
Yaklaşık 10 yıl önce Denizli’de 40 kadar bilim adamının katılımıyla Türkiye’nin ilk Bağcılık ve Şarapçılık Sempozyumu’nu düzenlemiş.
Sempozyum, 150 yıllık bağ bölgesi olan Güney’de bağcılığı özendirmek, üzüm kalitesini geliştirmek için bir dönüm noktası.
Bugün bölgede durum şu:
10 yıl önce Yasin Tokat’ın öncülüğünde dağıtılan fidelerle bağcılığa dört elle sarılan çiftçilerin sayısı 500’e ulaşmış.
Güney’de tersine göç yaşandığı gibi, emekli bürokratlar, profesörler arazi alarak bağcılık yapmaya başlamış.
Biraz zeytinyağcılık gibi.
Güney şimdi Türkiye’deki shiraz, cabarnet, merlot gibi yabancı üzüm çeşitlerinin yarısının yetiştiği bir vadi.
Pamukkale’nin yanı sıra, Kavaklıdere, Doluca gibi şarapçılık sektörünün önde gelen isimleri bu bölgede arazi alıp üzüm yetiştiriyor.
Beş, altı yıl zarfında arazilerin değeri bire on, bire yirmi gibi inanılmaz derecede artmış.
CHATEAU MARGAUX GELİYOR
Yasin Tokat "Hep bağcılık Avrupa düzeyinde olsun diye hayal ettim. Şimdi hayalimin gerçekleştiğini görüyorum. Napa’da, Tosvana’da ne yapıldıysa biz aynısı yaptık. Doğru yoldayız " diyor.
Bağcılık, üzüm kalitesi, fıçılama teknikleri her şeyde kalitenin tutturulduğu inancında Tokat.
"Birkaç yıl içersinde Chateau Margaux kalitesinde şarap yaparız. Hiç bir eksiğimiz yok" diye sözlerine ekliyor.
İşte bu noktada yaman çelişkiye dikkat çekmek istiyorum.
Şarapçılık sektörü belli bir kaliteyi tutturmaktan ötürü mutlu.
Hem iç pazara, hem ihracata daha kaliteli bir ürün sunma konusunda kendisine güveni yerine gelmiş.
Ama AKP iktidarında giderek ağırlaşan vergi yükü başının üzerinde "Demokles’in Kılıcı" gibi.
Vergi yükünü Yasin Tokat şöyle anlatıyor:
"2002 yılında KDV artı ÖTV, devletin kasasına yatırdığım paranın ciromdaki payı yüzde 12 idi. 2006 ise bu pay lüzde 52’ye çıktı."
Olay bu kadar basit.
Şarapçılık tam şaha kalkacağı bir dönemde köstekleniyor.
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın Denizli’de bir toplantıda "Dördüncü Murat gibi şarabı yasaklayamıyoruz ufak ufak vergileri artırıyoruz" dediği akıllarda.
BULGARİSTAN NASIL YOL ALMIŞ
Avrupa Birliği’ne yeni üye olmuş komşumuz Bulgaristan’da bu sektöre bakın.
Çok da kaliteli sayılmayacak şarabının 230 milyon litresini ihraç ediyor.
Tokat, Bulgaristan’ın fiyatlarına damping yaparak 10, 15 yıl önce İngiltere pazarına girdiği günleri hatırlıyor.
"Bulgaristan’da üreticinin arkasında devlet vardı. Hem çiftçinin desteklenmesi, hem tanıtım için" diyor.
Bulgaristan’ın 230 milyon litresine karşılık bizim ihracatımız sadece 3 milyon litre.
Türkiye’nin toplam üretimi 80 milyon litre.
Bunun içerisinde Pamukkale Şarapları’nın payı yüzde 5 gibi.
Peki şarapçılık devletin teşviki bir yana vergi yükünün giderek ağırlaşmasıyla ne olacak?
"Korkum o ki küçülme olacak. Belki şarapçılık yok olacak. Şarap tüketenler yok olmayacağına göre, tüketiciler yabancı mallara yönelecek."
Yasin Tokat’ın çizdiği bu tablo karanlık bir tablo.
Oysa tam bugünlerde Pamukkale’nin yaşadığı bir sevinç var.
İlk kez piyasaya "rezerv" ürünü çıkartmış.
Üç yıl bekledikten sonra piyasaya uygun fiyata çıkan "Shiraz Rezerv" ve "Chardonney Rezerv" şato şaraplarının müjdecisi ama Ankara’da acaba umursayan var mı?
Yazının Devamını Oku 
17 Ocak 2007
TÜRKİYE Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, İsrail gezisinden memnun döndü. "Ankara Forumu" çerçevesinde Gazze’deki "Erez Sanayi Bölgesi"nin yeniden canlandırılması için İsrail ve Filistin’de çeşitli temaslarda bulunan Hisarcıklıoğlu her iki taraftan önemli destek sağladı.
Hisarcıklıoğlu’nun İsrail ve Filistin iş dünyasından sonra dün öğleden sonra ilk resmi görüşmesi İsrail Başbakan Yardımcısı Şimon Peres ile oluyor.
TOBB Başkanı’yla Peres, İsrail Başbakan Yardımcısı’nın Tel-Aviv’deki ofisinde bir araya geliyor.
İlerlemiş yaşına rağmen Peres İsrail siyasi sahnesinin en vizyoner kişisi.
Ortadoğu barışının ekonomik kalkınmadan ve refahtan geçtiğine inanmış biri.
Dolayısıyla Peres, TOBB’un "Barış İçin Sanayi" Projesi’ni desteklemekle kalmıyor, İsrail’in Cenin bölgesinde Alman ve Japonlar’la hayata geçirmeyi tasarladığı "Ekonomi Vadisi"ne Türkiye’yi de davet ediyor.
İsrail Başbakan Yardımcısı’nın, halen cinsel taciz suçlamasıyla karşı karşıya olan İsrail Cumhurbaşkanı Moşe Katsav’ın yerine cumhurbaşkanı olmak istediği söylentileri var.
Yani İsrail siyasi sahnesinden çekilmeye henüz niyetli değil.
Bu yüzden "Barış İçin Sanayi" projesini sahiplenmesi hem İsrail’de, hem uluslararası arenada projenin kabul görme şansını da artırıyor.
ABBAS’TAN AÇIK ÇEK
Hisarcıklıoğlu’nun Peres’in ardından bir araya geldiği Filistin Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas ise projeye "açık çek" verdiğini söylüyor.
Ramallah’ta, FKÖ lideri Yaser Arafat’ın anıt mezarının yapılmakta olduğu Cumhurbaşkanlığı konutunda Hisarcıklıoğlu’nu ağırlayan Abbas daha sonra bir grup Türk gazeteciyi de kabul ediyor.
"Barış İçin Sanayi" projesine verdiği desteği tekrarlıyor.
Mahmud Abbas’ın "açık çek" vermesi Filistin tarafıyla bir "İmtiyaz Anlaşması"nı müzakere etmekte olan TOBB’un işini kolaylaştırıyor.
TOBB Başkanı’nın dün sabahın erken saatlerinde bir araya geldiği üçüncü üst düzey yetkili İsrail Savunma Bakan Yardımcısı Efraim Şneh.
Şneh, "Ortadoğu’ya tam bu dönemde bir başarı hikayesi" gerektiği görüşünde.
Başarı hikayesine dönüşme ihtimali olan gündemdeki en önemli proje de "Barış İçin Sanayi".
Şneh, proje hayata geçtiği takdirde Gazze’de 100 bin kişinin bundan etkilenebileceğini belirtiyor.
Bunun da nüfusun yüzde 7’sine tekabül edeceğini söylüyor.
Hisarcıklioğlu, Şneh’in projeye duyduğu heyecandan ötürü son derece memnun.
"Anladığım kadarıyla İsrail de kendi tarafından projeyle ilgili bazı çalışmalar yapmış. Amerikalıların da projenin ulaşım ayağında devreye girmeleri ihtimali var" diyor.
TOBB’un "Barış İçin Sanayi" Projesi, bundan sonra İsrail Başbakanı Ehud Olmert’ın 15 Şubat tarihinde Ankara’ya yapacağı ziyarette önemli gelişmeler kaydedebilir.
Yazının Devamını Oku 