Gila Benmayor

Woody Allen’ın İstanbul’u nasıl olurdu?

5 Ağustos 2007
Woody Allen’ın Barselona’da film çekmesi bu şehri kıskanmam için bir neden daha. Şimdi düşünün... Allen İstanbul’da bir film çekiyor olsaydı, zaten yıldızı yükselişe geçmiş sevgili şehrimiz nasıl bir patlama yapardı. Bugünlerde yolunuz Barselona’ya düşerse...

Pek sevdiğim, dahası çocukluk arkadaşım yaşadığı için gönülden bağlı olduğum bu şehrin tam göbeğindeki Ramblas Caddesi’nde şöyle bir sahne görmeniz mümkün: Yönetmen-oyuncu Woody Allen, kafasında kendisini güneşten koruyan kocaman şapkasıyla kameraların arkasında Scarlett Johansson’a direktifler yağdırmakla meşgul.

Yeni çekimine başladığı filmin adı da zaten Barselona.

"Film, Barselona’ya ve bu şehirden dünyaya bir aşk mektubu. Aynen Manhattan filminin New York’a bir aşk mektubu olması gibi..."

İspanya’nın iki gözde oyuncusu Woody Allen’ın kadrosuna dahil.

Daha geçenlerde L’Oreal’in rimel reklamında takma kirpik kullandığı ortaya çıkan güzeller güzeli Penelope Cruz ile yakışıklı Javier Bardem.

Barselona’ya aşk mektubu aynı zamanda üçlü bir aşk ilişkisinin hikayesi.

İki kadın (Cruz ile Johansson) aynı erkeğin peşinde.

Woody Allen’ın hiç vazgeçmediği girift romantik ilişkilerinin mekanı olarak bu kez Barselona’yı seçmesi bu şehre aşırı düşkünlüğünden olmayabilir de.

Arkasına hem Barselona Belediyesi’nin hem Katalonya Hükümeti’nin maddi desteğini alması bende bazı soru işaretlerine yol açtığı gibi Barselonalıları da ikiye bölmüş.

Hemen izah ediyorum.

Barselona Belediyesi’yle, Katalonya Hükümeti’nin filme verdiği 1.5 milyon Euro’luk destek İspanyol sinema tarihinin en büyük kamu desteğiymiş.

İşte bu yüzden bir kısım Barselonalı "Vergilerimiz neden ünlü Amerikalı bir yönetmene gidiyor" diye öfkeli.

Bu parayla genç yetenekli Katalan yönetmenlerin desteklenebileceğini düşünenler çoğunlukta.

ŞEHİR İÇİN BÜYÜK REKLAM

El Periodico
Gazetesi’nin anketinde Katalanların yüzde 75’i Woody Allen’a sağlanan maddi desteğin "abartılı" olduğu görüşünde.

Geri kalanlara gelince, film Barselona’yı dünyaya tanıtacağı için pek memnunlar.

Barselona Belediye Başkanı Jordi Hereu de "Film şehrimiz için büyük bir reklam olacak" demiş.

Doğrusu aynı fikirde değilim.

Barselona zaten yeterince bilinen bir marka.

Bilenler bilir. Son yılların en önemli turizm destinasyonu. Fazlasıyla popüler.

Bizim Beyoğlu’nda bile Barselona diye bir lokantanın olduğunu hatırlatırım.

Şehrin marka değerine bir katkı sağlayacağına inanmasam da Woody Allen’ın bu şehre nasıl bir gözle bakacağını da merak etmiyor değilim.

Mutlaka Ramblas Caddesi’ne, şehrin kuytu sokaklarına ya da Picasso Müzesi’ndeki bir İspanyol güzeline kaygılı ruhunun bakışını yerleştireceği bir film karesi olacaktır.

Barselona tarihi, coğrafi özelliklerinden ötürü İstanbul’u çağrıştırır.

İstanbul benim için dünyada biricik olsa bile durum böyle.

Dolayısıyla bu şehrin gelişmesini, hızla serpilip güzelleşmesini öteden beri gıptayla izlerim.

KISKANMAK İÇİN BİR NEDEN DAHA

Woody Allen’
ın burada film çekiyor olması Barselona’yı kıskanmam için bir neden daha.

Şimdi düşünün... Woody Allen, İstanbul’da bir film çekiyor olsaydı, zaten yıldızı yükselişe geçmiş sevgili İstanbul’umuz nasıl bir patlama yapardı.

Yanılmıyorsam iki yıl önce kasım ayıydı. Woody Allen’ı, New Orleans Caz Grubu’yla İstanbul’da ağırladık.

Kendisini ailesiyle birlikte Sultanahmet, Kapalıçarşı’da filan gezdiren genç İKSV’li bir arkadaşımdan biliyorum.

Woody Allen çocuksu şaşkınlığıyla bayılmış gördüklerine.

"Büyülendim" demiş arkadaşıma.

Acaba diyorum tam da 2010 Avrupa Kültür Başkentliği’ne hazırlanırken burada bir film çekmesini önerseydik?

Belki belediyeden bütçe filan da istemezdi.

Kim bilir nasıl olurdu Allen’ın İstanbul’u?

New York’lu entelektüelin dünyanın bu tarafında gezdireceği kamerasından ne cinler çıkardı kim bilir?
Yazının Devamını Oku

Bir dakika kısa duş almayı deneyin

3 Ağustos 2007
ÖNCEKİ gece Pera Müzesi’nde Niko Pirosmani sergisinin açılışında rastladığım işadamı Nihat Gökyiğit memnundu. Başkanı olduğu TEMA Vakfı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’yle sürdürdüğü "Suyunu Boşuna Harcama" kampanyası işe yaramış.

Gökyiğit, "İstanbul’daki kampanyayı diğer şehirlere yaymalıyız" diyor.

Kampanyanın nasıl işe yaradığını TEMA Kaynak Geliştirme Bölümü Başkanı Yeşim Beyla aktarıyor:"İstanbul’un günlük su tüketimi 2.5 milyon metreküp. 1 aylık kampanya sonucu günde yaklaşık 250 bin metreküp tasarruf sağlandığını kaydettik."

TEMA
ile Belediyenin kampanyası daha çok evlere yönelik.

Yeşim Beyla’nın pek kıymetli suyumuzla ilgili verdiği rakamları bir yere kaydetmekte fayda var.

Dört kişilik bir aile suyu dikkatli kullandığı takdirde yılda 140 ton su tasarruf edebiliyormuş.

Diş fırçalarken, tıraş olurken muslukları kapamakla 48 ton, gereksiz sifon çekmemekle 16 ton, bir dakika kısa duş almakla 18 ton gibi bir tasarruf sağlanabiliyormuş.

Kampanya bir ayda yüzde 10 gibi bir tasarruf sağlamış ama Beyla, "Bu yetmez. Bilinçsiz tüketim çok fazla. Az olan suyu yaşamın her alanında tasarruflu kullanmak zorundayız" diyor.

Bilinçsiz tüketime araba, halı yıkamak da giriyormuş.

Gerçekten, özellikle gecekondu mahallelerinde sıkça rastlanan bir manzaradır sokakta bol sularla halı yıkamak.

TEMA’nın amacı kampanyayı Ankara, İzmir, Samsun, Antalya, Bodrum’a yaymak.

Susuzluğun İstanbul’a göre daha ciddi boyutlarda olduğu Ankara’da Belediye Başkanı Gökçek önümüzdeki günler için TEMA’ya randevu vermiş.

YENİ TARIM POLİTİKALARI

İş evlerde tasarrufu sağlamakla bitmiyor elbet.

Türkiye genelinde kullanılan suyun yüzde 70’i tarımda, yüzde 22’si sanayide, yüzde 8’i evlerde kullanılıyor

Dolayısıyla en önemlisi tarım.

Birkaç ay önce yine TEMA ile birlikte Konya’ya yaptığım gezide yanlış sulamanın, hatalı ürün seçiminin bölgeyi nasıl çölleştirdiğine bizzat tanık olmuştum.

Yeşim Beyla, Konya örneğinin tek olmadığını söylüyor.

"Yeni hükümet kırsal kalkınma projelerinde tarım politikalarını yeniden düzenlemeli" diyor.

Tarımda neler yapılması gerekenleri sayıyor kısaca:

Sulama yöntemlerinden tutun, ekilecek ürüne kadar her şey denetlenmeli.

Önüne her gelen kuyu açmamalı.

Su olduğu yerde doğru yönetilmeli.

Diyorum ki, iyi ki TEMA su meselesinin sıkı takipçisi.

Susuzluğun hiç şakası yok çünkü.

TUI, Toskana’da ortaçağdan kalma bir köyü satın alıyor

DÜN gazetelerde gözünüze çarpmıştır.

İsviçre’nin en büyük tur operatörünün yaptığı bir araştırmaya göre, dünyanın zenginleri ada almak için Türkiye’ye gelecekmiş.

Adalarımız satılığa çıkartıldığında kopacak kıyameti şimdiden tahmin edebiliyorum.

Ne ki artık turizm deyince dünyada akan sular duruyor.

Aşağıda vereceğim örnek hayli ilginç.

Türkiye’de iyi bilinen Avrupa’nın en büyük tur operatörü Alman TUI geçenlerde, İtalya’nın en gözde şarap bölgesi Toskana’da bir ortaçağ köyü satın almış.

1100 hektarlık bir arazide, şarap bağları ve zeytin ağaçları arasında kaybolmuş, 8.yüzyıldan kalma şatosuyla, 500 yıllık minik kilisesiyle, taş evleriyle bir köy hayal edin.

Castelfalfi işte böyle resim gibi bir köy.

TUI, artık sadece birkaç ailenin yaşadığı köyü gözüne kestirmiş.

250 milyon Euro’luk bir yatırımla 3 bin 200 bin tatilciyi ağırlamak üzere hemen harekete geçmiş.

Hem TUI’nin, hem Toskana bölgesinin en büyük turizm projesi kapsamında şato, kilise ve 35 taş ev restore edilecek.

Birkaç yıl sonra Alman turistleri ağırlayacak.

Peki İtalyanlar bu işe ne diyor?

"Toskana Resort Castelfalfi" projesi bölgedeki 3 bin kişiye dolaylı, dolaysız iş sağlayacağı için fazla şikayet eden yok.

Castelfalfi’de yaşayan bir avuç insan ise köyün yeniden canlanmasından memnunluk duyuyor.

TUI bu arada Toskana’da yüze yakın çevre kuruluşuyla yakın temas içersinde.

Neticede alan memnun, satan memnun.
Yazının Devamını Oku

Ünlü nöroloğu işçilerinin ayağına getiren patron

31 Temmuz 2007
ÇANAKKALE’den Çan’a helikopter yolculuğu Kaz Dağları’nın üzerinden.<br><br>Çan’daki Kaleseramik fabrikalarındaki kutlamalar için helikopterlerin biri iniyor, diğeri kalkıyor. Türkiye’nin tüm helikopterleri Çanakkale-Çan arasında mekik dokuyor.

Dile kolay.

İbrahim Bodur, tam 50 yıl önce Çan’da ilk seramik fabrikasının temelini atmış.

O zamanlar "deve damına" benzetilen fabrikalardan bugün yılda 3 milyon 500 bin ton seramik üretiliyor.

Kale Grubu’nun Çan’daki kutlamalarına iki yıl önce katılmıştım.

Bu yıl Çan’a ikinci gelişim.

İbrahim Bodur’un davetlileri arasında bu yıl da çok sayıda işadamı ve siyasetçi var.

Bir de İbrahim Bodur’un uzun yıllar işbirliği yaptığı İspanyol, Alman, İtalyan işadamları.

50. yıldönümün önemi şuradan:

İbrahim Bodur, Kale Grubu’nun başkanlığını kızı Zeynep Bodur Okyay’a bırakıyor.

Zeynep Bodur Okyay, hem Kale Grubu’nun bayrağını devralıyor.

Hem de dört ay önce dünyaya getirmiş olduğu oğlu İbrahim Bodur’u "veliaht" ilan ediyor.

Çan kutlamalarının geleneksel simalarından 9. Cumhurbaşkanı Demirel’in sözleriyle "II. İbrahim 50. yıl kutlamalarının en önemli hadisesi".

İŞÇİLERE DUYURU

Tören sonrası Kale Grubu İletişim Müdürü Asiye Bodur "Size birini tanıştırmak istiyorum" diyor.

40 yaşlarında birinin yanına götürüyor.

Tanıştığım kişi Amerikalı nörolog operatör Dr. Matt Lesniak.

Polonya kökenli esas adı Maciej Lesniak ama Amerika’daki ismi Matt.

Türkiye’deki ismi ise Mehmet.

İbrahim Bodur takmış.

Bodur, genç adamı yıllarca önce John Hopkins Üniversitesi’nde geçirdiği ameliyatı sırasında tanımış.

Kendisine gösterdiği yakın ilgiden ötürü onu "torunu" ilan etmiş.

O günden beri Matt Lesniak her yıl Kale Grubu’nun geleneksel seramik bayramında Türkiye’ye geliyor.

Kaleseramik Fabrikaları’nda konferans veriyor.

Bununla yetinmiyor.

Bel, sırt ağrıları çeken, nörolojik bir hastalıktan mustarip Kaleseramik işçilerini tedavi ediyor.

Matt Lesniak, Çan’a gelir gelmez fabrikalara duyurular asılıyormuş.

Ünlü Amerikalı nöroloğa görünmek isteyenler kuyruğa giriyormuş.

İşçisinin ayağına nöroloji uzmanı doktoru getiren patrona şapka çıkartılır.

Beyin tümörü aşısı dört yıl sonra

MATT Lesniak, İbrahim Bodur’un ameliyatına katıldığı John Hopkins Üniversitesi’nden Chigaco Üniversitesi Hastanesi’ne geçmiş.

Esas uzmanlık alanı, sinir sistemindeki tümörleri araştırıp, tedavi etmek.

Bu konuda sayısız makalenin sahibi.

Uluslararası konferanslara katılıyor.

Şimdi Chicago Üniversitesi’ndeki ekibiyle birlikte beyin tümörlerine karşı bir aşı üzerinde çalışıyor.

Araştırmaları Amerikan Beyin Tümörü Birliği, Amerikan Kanser Birliği gibi kurumlar tarafından destekleniyor.

Lesniak’ın verdiği bilgiye göre, hastanın bağışlık sistemini harekete geçiren aşının denenmesine devam ediliyormuş.

"Beyin tümörüne karşı aşı olarak ne zaman uygulanabilecek" diye soruyorum.

"Her şey yolunda giderse üç ya da dört yıl sonra" diyor.

Gazeteci Duygu Asena’yı tam bir yıl önce beyin tümöründen yitirmiştik.

Hastalığa birkaç yıl direnebilseydi eğer belki Lesniak’ın geliştirmekte olduğu aşıya yetişebilirdi.
Yazının Devamını Oku

Hatay'daki orman yangını Suriye’ye de sıçradı

29 Temmuz 2007
HATAY’ın Yayladağı İlçesi’nde enerji nakil hatlarının birbirine sürtünmesi sonucu çıkan kıvılcımların neden olduğu ve Suriye tarafındaki ormanlara da sıçrayan yangın kontrol altına alındı.

Dün saat 14.00 sıralarında ilçeye bağlı Suriye sınırı yakınındaki Çabala Köyü Kızılçat Mevkii'nde başlayan ve 100 hektarlık ormanlık alanda etkili olan yangın, komşu ülke Suriye'ye de sıçradı. Sınırın her iki tarafındaki alevler, yapılan müdahalelerin ardından kontrol altına alındı. Elektrik nakil hattında, tellerin rüzgarın etkisiyle birbirine değmesi sonucu çıkan kıvılcımın neden olduğu belirtilen yangına, Adana Orman İşletme Bölge Müdürlüğü ve Suriye’ye ait 3 helikopter ile Hatay, Adana, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Kilis’ten gelen 37 arazözle müdahale edildi. Asker ve köylüler de orman ekiplerine destek verdi. Bazı anlar havanın rüzgarlı olması nedeniyle müdahale güçleşti. 2 itfaiye erinin dumandan etkilendiği yangının verdiği zararın, söndürme çalışmalarından sonra belirlenebileceği, soğutma çalışmalarının sürdüğü belirtildi.

 

Yazının Devamını Oku

Paris Hilton’un izlenme oranı Başkan Bush’tan fazla

29 Temmuz 2007
Paris Hilton, birkaç hafta önce CNN’de Larry King’in programına çıktığında 3 milyon 200 bin kişi tarafından izlenmiş. İzleme oranı daha önce aynı programa çıkan Başkan Bush’u geçmiş. Geçenlerde Ayvalık Cunda’da akşam yemeğindeyim.

Arkadaki masaların birinde Hülya Avşar yakın dostlarıyla birlikte. Lokantanın önünden geçenler mıknatısa tutulmuş gibi gözlerini oyuncuya dikiyor.

Küçük çocuğunu kapan Avşar’ın kucağına bırakıyor.

Fotoğraf çektirmek için çocuklar, büyükler sırada.

Avşar magazin basınından şikayetçi ama hayranlarından değil.

Yıllardır şöhretin zirvesinde olmasında hayranlarıyla kurduğu sıcak iletişimin de büyük etkisi olsa gerek.

Medyada hemen hemen her gün rastladığımız isimlerden biri Hülya Avşar ise diğeri de Paris Hilton.

İtiraf etmem gerekir ki, Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün "Kızımı Paris Hilton’a bile benzettiler" sözlerinden sonra bu isim daha çok dikkatimi çekmeye başladı. "Otel zincirinin mirasçısı" diye lanse edilen Paris Hilton esasında kim? Öylesine ansızın hayatımıza girmiş ama ne iş yapar, neden şöhret olmuş doğrusu bilmiyordum.

Ta ki, Fransız Le Point Dergisi’nde onunla ilgili bir yazıya rastlayıncaya kadar.

PORNO KASETLE GELEN ŞÖHRET

26 yaşındaki bu genç kadın 2003’e kadar Hollywood gecelerinin vazgeçilmez simalarındandı ama medyanın dikkati henüz üzerinde değildi.

2003 yılı sonlarına doğru internet ortamına bomba gibi düşen amatör bir porno kasetindeki görüntüler Paris Hilton’a şöhretin kapısını açmış.

Milyonlarca kişiye ulaştığı hesaplanan porno kasetinden hemen sonra Paris Hilton, Fox Televizyonu’ndan yayınlanmasına başlanan bir "realty show"da boy gösteriyor.

Porno kaseti, "Basit Hayat" adını taşıyan "realty show"un reklam aracı mı? Öyle ya da böyle Paris Hilton porno artı "realty show" ile bir anda şöhretin zirvesinde.

Esasında oyuncu değil, şarkıcı değil, manken değil ama gözler onda.

Porno hikayesinden üç yıl sonra Paris Hilton’un ulaştığı noktaya bakın:

Sosyetik bir partiye sadece 20 dakika katıldığı takdirde ücreti 150 bin ila 200 bin dolar.

Parti Japonya’da ise ücret daha yüksek. Japonlar Paris Hilton’a bayılıyorlar zira.

Halen devam eden "realty show", ara sıra podyumlarda görünmesi, kendi adıyla piyasaya sürdüğü parfüm, 100 bin satan "Paris" adlı müzik albümü, otobiyografik "Bir Mirasçının İtirafı" kitabı, DVD olarak piyasaya çıkan porno kaseti gibi şeyler Hilton’a yılda 7 milyon dolarlık bir kazanç sağlıyor.

Paparazzi dünyasında en çok kazanç sağlayan fotoğraflar onunkiler.

Plajda, defilede, cezaevine giderken elleri kelepçeli.

GERÇEK BİR İŞKADINIYIM

Birkaç hafta önce CNN’de Larry King’in programına çıktığında ise 3 milyon 200 bin kişi tarafından izlenmiş.

İzleme oranı daha önce yine Larry King tarafından ağırlanmış Başkan Bush’u geçmiş.

Amerikalıların merakla izlediği programda Paris Hilton "Hakkımda duyduğum en yanlış şey çalışmadığım, ailemin parasını yediğim yolundaki sözler" demiş.

"Kendi şöhretimi kendim yarattım. Ailemin parasından yararlanmadım. Çoğu insan benim gerçek bir iş kadını olduğumu bilmiyor" diye ilave etmiş.

Forbes Dergisi’nin "en zengin şöhretler" listesine giren Paris Hilton, Hollywood’da kendi adını taşıyan iki şirketin sahibi.

Florida’da iki gece kulübünün ortağı.

İş hayatından kendisini tanıyanlara bakılırsa genç kadın budala olmaktan uzak ve attığı her adım en küçük ayrıntısına kadar hesaplı.

30 ila 50 milyon dolarlık bir servetin mirasçısı olduğu halde yılda 7 milyon dolar kazanan Paris Hilton elbette ki budala değil.

Biricik hayatlarını başkalarının hayatlarıyla yaşayanlar var oldukça ne oyuncu, ne şarkıcı, ne de manken olan Paris Hilton elbet servetine servet katar.
Yazının Devamını Oku

Havalimanı kokusu aldığımız yere uçuyoruz, yılda 200 gün havadayız

27 Temmuz 2007
KIRKSEKİZ saatliğine seçim havasından pek uzaklarda, Tunus’tayız. 45 dereceyi aşan sıcak altında TAV’ın işletme ihalesini de kazandığı Enfidha Uluslar arası Havalimanı’nın temel atma törenindeyiz.

Enfidha, Tunus’un Kemer’i gibi.

Hatta sayıları giderek artan Rus turistleriyle önümüzdeki yıllarda Kemer ve Belek’e rakip olmaya aday.

10 milyonluk nüfusuyla 6.5 milyon turisti ağırlayan Tunus için Enfidha Havalimanı’nın açılışı önemli.

Dolayısıyla temel atma törenine, ilerlemiş yaşına ve olağanüstü sıcağa rağmen Tunus Cumhurbaşkanı Zin El Abidin Ben Ali de katılıyor.

Enfidha’daki temel atma TAV’ın Kuzey Afrika’daki varlığını perçinleyen tören bir anlamda.

TAV daha önce Mısır’da Kahire Havalimanı’nın işletmesini üstlenmiş.

Şimdi Tunus’ta da hem Enfidha, hem yine turistik bir merkez olan Monastır’daki Habib Burgiba havalimanlarını 40 yıllık bir süre için işletecek.

İki havalimanının işletme projeleri için ilk aşamada yapacağı yatırım 400 milyon Euro.

TAV CEO’su Sani Şener’in de belirttiği gibi, Tunus’ta üstlenmiş oldukları projeler hem ülkenin turizmine destek, hem Kuzey Afrika’ya gelecek Türk yatırımcılar için referans niteliğinde.

Tören sonrası Tunus’un ünlü balıklı kuskusunu yerken Sani Şener ile sohbetteyiz.

Şener ve ekibi Enfidha ile Habib Burgiba havalimanlarının işletme ihaleleri için dört yıldan beri Tunus’a gidip geldiğini anlatıyor.

Tunus Hükümeti’nin ihalesine 6 uluslararası grup katılmış./images/100/0x0/55ea105ef018fbb8f868fc10

UKRAYNA SIRADA

TAV
en son Arap Emirliklerinden Mubadala-Alman Hochtief ile Kanadalı SNC Lavalin-Fransız Aeroport de Nice konsorsiyumlarıyla yarışmış.

Şener, "Kuzey Afrika’ya çok önem veriyoruz. Tunus örneğin Avrupa’dan iki saat uzaklıkta. Turizm potensiyelini de giderek artırıyor. TAV ile işbirliğinde Tunus’u Fas, Cezayir gibi ülkelerin izlemesi mümkün" diyor.

Tunus’taki iki havalimanıyla birlikte TAV’ın işlettiği havalimanlarının sayısı 7’ye ulaşmış.

Şener memnun, "TAV Havalimanları Holding’de 16 değişik ülkenin pasaportuna sahip 11 bin kişi çalışıyor" diyor.

Tunus projelerinde örneğin çalışanlar arasında Fransız ve Yeni Zelandalılar dahi var.

TAV’ın müşteri portföyüne Ukrayna da girmek üzere.

Şener’in aktardığına göre, geçenlerde Sofya’da yapılan Ulaştırma Bakanları konferansında, Ukrayna Ulaştırma Bakanı, Bakan İsmet Yılmaz’a TAV’a teklif götürmeye hazırlandıklarını söylemiş.

2012 Futbol Şampiyonasına hazırlanmakta olan Ukrayna’nın yeni havalimanı telaşında.

İlk aklına gelen isim TAV.

Neticede, şirketin yüzde 15’ine ortak Goldman Sachs gibi bir finansman kaynağının desteğini de arkasına almış olan TAV global bir oyuncu.

Sani Şener hesaplamış.

İş geliştirme ekibiyle birlikte yılda 200 gün "uçuyormuş".

"Havalimanı kokusu aldığımız her yere uçuyoruz. Global oyuncu olmanın şartı bu"
diyor.

Enfidha Havalimanı’nın tapusu bir Osmanlı beyine aitmiş

OSMANLI tam 300 yıl boyunca Tunus’ta kalmış.
/images/100/0x0/55ea105ef018fbb8f868fc12
Tunus’ta köklerinin Osmanlı’ya dayandığını söyleyenlerin sayısı hayli fazla.

Bunu da gururla söylüyorlar.

Sani Şener’in de önemle vurguladığı gibi, Tunuslular Türkleri seviyor.

Hatta "yabancı yatırımcı" gözüyle bakmıyor.

Türk yatırımcı olarak bu ülkede bazı hoş sürprizlerle karşılaşmak mümkün.

Şener anlatıyor:

"Mühendislerimiz Enfidha Havalimanı’nın işlemleri için tapu dairesine gitmiş. Önlerine konan tapu kağıdında arazinin bir Osmanlı beyine ait olduğu yazılıymış."

Kaderin cilvesi işte.

300 ya da 200 yüzyıl önce bir Osmanlı paşasına ait arazinin üzerinde bugün bir Türk şirketi belki de ülkenin en önemli projelerinden birine imza atacak.
Yazının Devamını Oku

CHP gözden çıkardı Türkiye kaybetti

24 Temmuz 2007
GÜLSÜN Bilgehan ve Zeynep Damla Gürel.<br><br>CHP’nin nedense seçilebilir sıraya koymaktan kaçındığı Bilgehan ve Gürel artık Meclis’te değil. Dün sabah her ikisiyle de konuştum. Her ikisi de kırgın.

Bu iki isim neden önemli meselesine gelirsek.

Gülsün Bilgehan, geçtiğimiz ocak ayında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanlığına seçilmiş.

Kadın-erkek eşitliğinin hálá büyük bir sorun olduğu bir ülkeyi temsil eden bir Türk siyasetçinin böylesine önemli bir göreve getirilmiş olması büyük bir başarı.

Bilgehan, ayrıca Fransa’da soykırıma karşı çıkanları cezalandırmayı öngeren yasa tasarısına diplomatik bir savaş vermiş.

Fransızların verdiği Legion d’Honneur ödülüyle birlikte hapse girmeyi göze aldığını ilan etmiş.

Dünkü konuşmamızda ilginç şeyler aktarıyor.

Avrupa Konseyi’nde birlikte çalıştığı AKP’li bir politikacı "Avrupa Konseyi’nde olmanız için bir milletvekili kaybetmeye hazırım" diyor.

Türkiye’nin Avrupa ilişkileri için Gülsün Bilgehan’ın ne kadar değerli bir isim olduğunu AKP anlamış.

CHP farkında bile değil. Ya da önemsemiyor.

KADININ SESİNİ DUYMADI

Bilgehan
’ın dikkat çektiği bir şey daha var. Kadının politikada temsili meselesi.

Gerçekten, üzerinde o kadar konuşulan, yazılıp çizilen soruna sosyal demokrat geçinen bir partinin hiç hassasiyet göstermediği ortada.

2002 seçimlerinde CHP’den 11 kadın girmişken, bu seçimlerde 10 kadın girmiş. Sayı artacağı yerde düşmüş.

Bu yüzden Gülsün Bilgehan haklı olarak "CHP kadınların sesini duymadı" diyor.

Zeynep Damla Gürel aynı şekilde büyük bir hayal kırıklığı içerisinde.

"Kadın deyince Baykal vitrine bir, iki isim koymakla yetindi. Kadınla gelecek değişimi ruhunda hissetmiyor" diyor.

CHP Zeynep Damla Gürel’i, İstanbul 3’üncü bölge 11’inci sıradan aday göstermiş. "Zaten seçilmem mümkün değildi" diyor.

AB üyelik sürecinde Brüksel’de önemli çalışmalar yapmış olan Gürel, NATO Parlamenter Asamblesi Türk grubu üyesi.

Asamblenin, Akdeniz Diyaloğu raportörlüğüne getirilmiş. Yine bir Türk kadın siyasetçinin başarısı.

Ne var ki, raportörlüğe seçildiği gün Deniz Baykal onu NATO Parlamenterler Asamblesi görevinden alıyor, Dilekçe Komisyonu üyesi yapıyor.

Başarıya bu kadar tahammülsüzlük olabilir mi?

Gürel "Hem Gülsün Bilgehan, hem kendi adıma çok üzgünüm. Çünkü Türkiye’nin dış ilişkilerinde önemli bir yol almıştık. Yazık" diyor.

Gerçekten de düşündüğünüz zaman, birkaç yabancı lisan konuşan, yurtdışında kendisini iyi ifade edebilen, ilişki kurabilen kadın politikacıların sayısı fazla değil.

Kaldı ki, yabancı siyasilerle ilişki kurmak süreklilik isteyen bir şey.

Dostluklar öyle kolay kurulmuyor.

Bu işi gerektiği gibi başarmış Gülsün Bilgehan ile Zeynep Damla Gürel’in Meclis’e girememiş olmaları Türkiye’nin büyük kaybı.

Fatma Kurtalan Meclis’te

VAN’a seçim nabzı gezisi sırasında konuşma fırsatını bulduğum DTP’den bağımsız aday Fatma Kurtalan artık Meclis’te.

Kurtalan "kadın hareketi"nin içinden gelen bir isim.

Bir dönem HADEP Kadın Kolları Başkanlığı yapmış.

Van’daki sohbetimizde, DTP tarafından desteklenen bağımsızlar arasında 11 kadın olduğunu ve bunların "seçilebilir sıraya" konduğunu söylemişti.

"İsimleri biz kadınlar tek tek belirledik" demişti.

Nitekim, kadın temsili oranında Kürtlerin yüzde 30’luk bir oranla ilk sırada olması Kurtalan’ı doğruluyor.

"Meclis’e girersem kadın kotası için mücadele edeceğim" diyen Fatma Kurtalan’a "Peki ya Kürt sorunu" diye sormuştum.

"Kürt sorunu demokratik yollarla çözülmeli. Hakları anayasal güvence altına alınmalı, anadilde eğitim sağlanmalı"
cevabını almıştım.

Meclis’e girdiği takdirde "kadın sorununa mı" yoksa "Kürt sorununa mı ağırlık vereceğini" de sormuştum.

"İkisine başa baş ağırlık vereceğim" demişti.

Fatma Kurtalan Van’dan milletvekili seçildi.

Onu yakından izleyeceğim.

Bu arada yine Van gezisinden aktardığım "aşiretler CHP’yi cezalandıracak" öngörüsü doğru çıktı.

CHP Van’dan milletvekili çıkaramadı.
Yazının Devamını Oku

İçinden müzik geçen pembe ev

22 Temmuz 2007
1998’den beri her eylülde, dünyanın dört bir yanında gelen konservatuvar öğrencileri Lukas David, Bohuslav Matousek, Peter Bruns, Suna Kan, Şirin Pancaroğlu, Jan Talich, Vladimir Bukac gibi ünlü müzik ustalarıyla Ayvalık’ta buluşuyor. Günlerini aynı evde onlarla geçiriyor. Ayvalık’ta pembe bir yalı.

Belki zamanında yöreye özgü taş evlerdenmiş ama şimdi değil.

Dendiğine göre 1940’lı ya da 1950’li yıllarda elden geçmiş, ilave balkonlarıyla biraz "art deco" havası kazanmış.

Ayvalıklıların tabiriyle "Postane Arkası" sahil şeridinde birbirinden güzel eski taş yapılar var./images/100/0x0/55ea6804f018fbb8f87dd57c

Zamanında çoğu zeytinyağı, sabun fabrikası ya da deposu olarak kullanılmış.

Pembe ev onların arasında hemen seçiliyor.

Diğerlerinden farklı bu eve yıllar önce Haluk-Tınçay Barutçuoğlu çifti de görür görmez aşık olup, satın almış.

Haluk Barutçuoğlu avukat, eşi Tınçay Barutçuoğlu sanat tarihçisi ve arkeolog.

Ayvalık’a yerleşen Barutçuoğlu çifti yıllar yılı görkemli bir Cunda manzarasına sahip bu pembe yalıda yaşamış.

Sonra günün birinde, üç yıl önce evlerini "Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi"nin sponsorlarından Eczacıbaşı Vakfı’na bağışlamış.

Rengiyle farklı ev, piyano, keman tınılarıyla daha da farklılaşmış.

Kapısının eşiğinden adımımı attığım gün ise havada müzik değil edebiyat nağmeleri vardı.

Yaz aylarını Ayvalık’ta geçiren yazar Pınar Kür, bu yıl yeni başlayan yazı atölyesi kapsamında öğrencilerle ve Ayvalıklı yazar Ahmet Yorulmaz ile koyu bir sohbetin ortasındaydı.

ÜNLÜ USTALARLA BAŞ BAŞA

Onlara biraz kulak verip daha sonra "Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi"nin "fikir anası" ve direktörü Profesör Filiz Ali ile balkonda konuşmaya daldık.

Filiz Ali, yaz ayları için böyle bir müzik akademisi hayalini İstanbul için kurmuş.

Hatta gözüne Salacak’taki Çürüksulu Yalısı’nı kestirmiş.

İstanbul hayali gerçekleşmemiş ama başka bir fırsat çıkmış.

1998’de Ayvalık’ta Ümit ve Cem Boyner çiftinin yapımı yeni bitmiş evlerini böyle bir çalışmaya açmayı önermiş.

Neticede 1998’den beri her eylülde, dünyanın dört bir yanından gelen konservatuvar öğrencileri ünlü müzik ustalarıyla Ayvalık’ta buluşuyor.

Günlerini aynı evde, yoğun bir biçimde onlarla geçiriyor.

Yaylı çalgılar, klarnet ve flüt eğitimine bu yıl piyano da eklenmiş.

Temmuz ayı başında Müzik Akademisi’nin piyano öğrencileri İdil Biret ile çalışma olanağına kavuşmuş.

Sekiz günlük piyano masterclass’ın bitiminde ise Ayvalıklılara pembe evde unutamayacakları bir konser vermiş İdil Biret.

Filiz Ali, "İdil Biret ile dolu dolu sekiz gün geçirmek, Chopin, Rahmaninof sohbetleri yapmak genç öğrencilerin ufuklarını nasıl açmıştır düşünün" diyor.

ŞAN VE OPERA EKLENECEK

Ayvalık’a gelecek olan ve gelmiş ünlü müzisyenler arasında Lukas David, Bohuslav Matousek, Peter Bruns, Suna Kan, Şirin Pancaroğlu, Jan Talich, Vladimir Bukac gibi isimler ve daha niceleri var.

Filiz Ali "Ünlü ustalar aylar öncesinden Ayvalık’ı ajandalarına alıyorlar" diyor.

Önümüzdeki yıl ise Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’ne şan ve opera eklenecek.

İçinden müzik geçen pembe evin nağmelerine henüz adı gizli tutulan ünlü bir sopranonun aryaları da katılacak.

Haluk Barutçuoğlu ne yazık ki, evin bağışlanmasından kısa bir süre sonra ölmüş.

Ama Tınçay Barutçuoğlu halen Ayvalık’ta yaşıyor.

Pembe evden kendisine ulaşan müzikle mutlu oluyor.
Yazının Devamını Oku