20 Temmuz 2007
AYVALIK üç yıllık mücadelesini kazandı.<br><br>Neydi bu mücadele? Türk Patent Enstitüsü’nden "coğrafi işaretleme" hakkını almak. Ayvalık geçenlerde Türk Patent Enstitüsü’nden müjdeli haberi aldı. "Ayvalık Zeytinyağı" etiketini bundan böyle sadece Ayvalık’ta üretilen zeytinyağları kullanabilecek.
Markalaşma için önemli bir adım.
Ayvalık sızma zeytinyağı, Girit ve Toskana’nın yağları gibi kalitesiyle, tadıyla ünlü bir zeytinyağı.
Başka bölgelerden gelen zeytinyağlarının "Ayvalık" diye satılması haliyle buradaki üreticilerin hoşuna gitmiyor. Bu yüzden zeytinyağının "menşei"ni belirtme meselesi önemli.
Mücadele kazanıldı kazanılmasına ama bundan sonrası zor.
Zira zeytinin ağaçtan fabrikaya kadar dikkatle izlenmesi, tahlillerin yapılması gerek.
Ayvalık Ticaret Odası Başkanı Rahmi Gençer, Türkiye’de zeytinyağında böyle uygulama olmadığına dikkat çekiyor.
"Üreticiye sertifika vereceğiz. Ambalajlama aşamasına kadar ürünü takip edeceğiz. Sektörümüz bunun önemine inanmak zorunda aksi takdirde Patent Enstitüsü’nden aldığımız belge duvarda çerçeve olarak kalır" diyor.
Ayvalık’ta 7 bin ton civarında zeytinyağı üretiliyor.
Yüzyıllardan beri burası zeytinyağı ticaretinin merkezi aynı zamanda. Yılda 40-45 bin ton zeytinyağının ticareti yapılıyor.
Dolayısıyla dışarıdan giren zeytinyağı nasıl kontrol edilecek?
İTALYA’DA 38 İSPANYA’DA 20
Ayvalık Ticaret Odası, bu iş için üreticileri, sanayicileri, önemli 20, 25 markayı bir araya getiren bir Çalışma Komitesi oluşturmuş.
Bu arada yeri gelmişken hatırlatmakta yarar var.
Tariş’in bundan önce "Edremit Körfez Zeytinyağı" ve "Güney Ege Zeytinyağı" diye Türk Patent Enstitüsü’nden aldığı iki "coğrafi işaretleme" var.
Ama bugüne kadar bunları uygulamaya sokmamış.
Avrupa’da zeytinyağında "coğrafi işaretleme" durumuna gelirsek.
Rahmi Gençer’in verdiği bilgiye göre, İspanya’da 20, Fransa’da 7, İtalya’da 38, Yunanistan’da 25, Portekiz’de 6 "coğrafi işaret" var.
8 bin yıldan beri zeytinyağının işlendiği Türkiye’de ise şimdiye kadar sadece üç tane alınmış, bunlardan biri uygulama aşamasında. Türkiye’nin 38 "coğrafi işarete" sahip İtalya’ya ulaşması yıllar alır.
Ama neticede Ayvalık önemli bir adım attı. Duyduğum kadarıyla sırada Edremit, Burhaniye de var.
Rahmi Gençer diyor ki:
"Coğrafi işaretlerin artması Türkiye’nin yararına. Ne kadar çok artarsa Türk zeytinyağı o kadar tanınır, rekabet edebilir. Biz diğer bölgeleri de bu konuda destekliyoruz..."
Ayvalık başarırsa Türk zeytinyağını markalaşmada bundan böyle kimse tutamaz...
CHP ile MHP başa baş gibi
CUNDA’da Rahmi Gençer ile sohbete Kürşat zeytinyağlarının sahibi, gerçek bir zeytinyağı aşığı Mustafa Kürşat da katılıyor.
Sohbet zeytinyağından turizme, seçime kadar daldan dala.
Gençer, Ayvalık zeytinyağının ilk kez önümüzdeki ekim ayında Köln’deki Anuga Gıda Fuarı’nda görücüye çıkacağını söylüyor.
Fuara katılım Türk zeytinyağının tanıtımı için önemli diye mutlu.
Diğer yandan "Türkiye’ye gelen 20 milyon turisti niye zeytinyağımızla buluşturmuyoruz" diye hayıflanıyor.
Mustafa Kürşat ise Ayvalık’ta bir "Zeytinyağı Müzesi" hayalini kuruyor.
Gerçekten Ayvalık sahillerindeki o eski, görkemli zeytinyağı fabrikalarından birini müzeye dönüştürmek mümkün.
Dünyada hızla yaygınlaşan, "Fast Food" karşıtı "Slow Food" Hareketi’nin kurucusu İtalyan sosyolog-gazeteci Carlo Petrini bir süre önce Ayvalık’ı ziyaret etmiş.
Yemeğinden, kültüründen, binalarından özetle her şeyinden müthiş etkilenmiş.
Kürşat’ın aktardığına göre, müze fikri Petrini’den çıkmış.
Bu arada Ayvalık’ta "Slow Food" Hareketi’nin bir şubesi kurulmuş.
Başında da Kürşat ailesinin otelcilik ve işletme mezunu ama zeytinciliğe gönül vermiş oğlu Ali Kürşat var.
Daldan dala sohbette değindiğimiz seçime gelince...
Bir kere otellerin çoğu boşalmış, tatilcilerin çoğu oy kullanacakları şehirlerin yolunu tutmuş.
Konuşmalardan çıkarttığıma göre ise Ayvalık’ta sandıktan CHP ile MHP’nin başa baş çıkması mümkün.
Ayvalıklıların yeni hükümetten beklentilerinin başında ise Edremit Havaalanı ihalesi geliyor.
Uluslararası olmadığı için Ayvalık turizmine katkısı olmayan Edremit Havaalanı’nın acilen büyütülmesi şart.
Cunda’daki Koç Kültür Merkezi’ne Necdet Kent Kütüphanesi kuruldu
CUNDA, 7 Ağustos’ta önemli bir açılışın hazırlığında. Rahmi Koç’un Cunda’nın tepelerinde 29 yıllığına kiralayarak restore ettirdiği küçük kır kilisesi açılıyor.
Ayvalık yazarı diye bilinen Ahmet Yorulmaz’ın son kitabında "Ayos Yannis" Kilisesi diye tanımladığı küçük kilise ve yine Koç’un restore ettiği hemen yanıbaşındaki yeldeğirmeni bir kültür kompleksi olarak değerlendirilecek.
Kompleks, Coca-Cola’nın ikinci adamı Muhtar Kent’in babası, Büyükelçi Necdet Kent’in Kütüphanesi’ni de barındıracak.
Dolayısıyla 7 Ağustos’ta Cunda’da Necdet Kent’in kütüphanesininde açılışı var.
Cunda açılış için Rahmi Koç, Muhtar Kent, Ümit-Cem Boyner gibi isimleri bekliyor.
Yazının Devamını Oku 
17 Temmuz 2007
SEÇİM öncesi biri Foça, diğeri Ayvalık Cunda’da iki kısa tatil yaptım.<br><br>Hem Foça’da, hem Ayvalık’ta esnaftan, otelcilerden turizmin geçen yılki kadar parlak olmadığını duydum. Ayvalık’ta bu yıl Alman turistlerden eser yok.
Geçen yıl otelleri dolduran Alman turistlerin yerini yerli turistler almış.
Her iki tatil beldesinde konuştuğum turizmciler gelecek konusunda hayli kaygılı.
Siyasi partilerin, 2007 yılında 20 milyar dolar gelir getirmesi beklenen, 4.5 milyon kişinin istihdam edildiği turizm sektörüne seçim bildirgelerinde yer vermemiş olması kırgınlık yaratmış.
Peki turizmcilerin yeni bir hükümetten beklentileri ne?
Hangi konulara acilen el atılması gerektiğini düşünüyorlar?
Önerileri nelerdir?
Bunları, Akdeniz çanağındaki en önemli rakibimiz İspanya ve Latin Amerika ülkelerinden Türkiye’ye yılda 8 ila 9 bin turist getiren Retur’un Genel Müdürü İskender Çayla’ya sordum.
20 yıldan beri turizm sektöründe çalışan Çayla’nın görüşleri, güçlü rakibimiz İspanya’nın turizm politikasını çok yakından takip ettiği için önemli.
ÇEVRE, KÜLTÜRLE BİRLİKTE
Çayla’nın beklenti ve önerilerini kısaca özetliyorum:
Turizmin çevre ve kültür ile birlikte ele alınması gerek. Türkiye’nin en büyük zenginliği kültürel mirası ve doğası. Hem kültürel mirasın, hem çevrenin korunması turizme büyük kazanç sağlar
Beyşehir Gölü’nün kurumuş olması gibi Anadolu’nun birçok yerinde çevre sorunları var. Bunlar direkt turizmi baltalayan şeyler.
Türkiye’deki medeniyetlerin teker teker ele alınmaları turizme büyük açılım getirir.
Önemli eserler vermiş 12 ayrı medeniyete sahip olduğumuzu da hatırlatalım bu arada.
Bölgelerin markalaşması için Turizm Bakanlığı, yerel yönetimler ve turizmciler arasında sıkı işbirliği yapılmalı.
Yurtdışı turizm fuarlarına katılan, tanıtım yapan seyahat acentelerine ciddi destek sağlanmalı.
Bu noktada bir parantez açıyorum.
Çayla’dan öğrendiğime göre, acenteler sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katıldığı fuarlarda bazı indirimlerden yararlanıyormuş.
Oysa bakanlık katılmadığı halde seyahat acentelerinin bulunmak zorunda oldukları sınırsız sayıda fuar var.
İskender Çayla seyahat acentelerinin KOBİ kapsamına alınarak desteklenmesi gerektiği görüşünde.
Bununla ilgili Kapadokya’da rastladığı bir acente sahibini örnek veriyor.
"Kendi imkanlarıyla kalkmış İskandinav ülkelerine gitmiş. Kendi imkanlarıyla fuarlar için broşürler, tanıtım kitapçıkları bastırmış. İskandinav ülkelerine tanıtım yapıyor. Adamın heykeli dikilmeli" diyor.
KAZIKLANDIM MI DİYE DÜŞÜNÜYOR
Önerilere devam ediyoruz:
Maliye Bakanı Unakıtan’ın açıkladığı turizmde KDV’nin yüzde 18’den 8’e indirilmesi kararının hemen uygulanması gerekiyor. Zira bu KDV oranı turizmcileri rekabet edemez hale getiriyor. İspanya’da bu vergi yüzde 7.
İçkideki ÖTV’nin indirilmesi turizmdeki imajımız için olmazsa olmaz koşul. 25-30 YTL’ye içki içen turist "kazıklandım" diye düşünüyor.
Akdeniz’de yani güneyde artık otel yatırımına son verilmesi ve yatırımların Anadolu’un çeşitli bölgelerine kaydırılması gerek.
Retur Genel Müdürü Çayla’nın bir çırpıda aklına gelen bunlar.
Bir de turizmde yıllardır konuşulan "ürün çeşitliliği" konusunda daha ciddi çalışılması gerektiği görüşünde.
Umarım turizme yıllardan beri kafa patlatmış birinin önemli mesajları doğru adreslere ulaşır.
Orman yangınlarına karşı İspanya örnek alınabilir
BODRUM bir hafta zarfında ikinci kez yandı.
Bu kez sabotaj ihtimali daha büyük gibi.
İskender Çayla’yla turizmi konuşurken haliyle orman yangınlarına da değindik.
İspanya’nın benzer orman yangınları yaşadığını hatırlatan Çayla, "İspanyollar uzun yıllar yangınların nedenlerini araştırdılar. Onlar da terör, arazi mafyası gibi ihtimallerin üzerinde durdular" diye anlatıyor.
Yangının tam nedenini belirlemek güç.
Dolayısıyla İspanya geçen yıl orman yangınlarıyla ilgili ilginç bir yasa çıkartmış.
Yasa, yangının nedeni ne olursa olsun, -terör, arazi mafyası ya da dikkatsizlik- yanan orman arazisine 30 yıl süresince imar yasağı getiriyor.
30 yıllık imar yasağı hem arazi mafyasının, müteahhitlerin beklentilerine darbe, hem yanmış arazinin yeniden ağaçlandırılmasına imkan tanıma anlamına geliyor.
Orman yangınlarıyla başa çıkamayan Türkiye için bu yasa iyi bir örnek teşkil edebilir.
Yazının Devamını Oku 
15 Temmuz 2007
Yılların gazetecisi, Monako Konsolosu Tuna Köprülü bugünlerde Al Gore’a kızgın.
Nedenine gelince şöyle izah edebilirim: <B>Monako Prensi II. Albert’</B>in <B>Al Gore</B>’dan çok daha önce çevrecilik meselesine el attığını, uğraştığını ancak eski ABD Başkan Yardımcısı’nın bu konuda çok daha fazla gürültü kopartarak dikkat çekmeyi başardığını düşünüyor.
Rol kapma meselesi.
<B>Monako Prensi</B>’nin tahta çıkışının yıldönümü nedeniyle <B>Köprülü </B>bir basın bülteni göndermiş.
Prens <B>II. Albert’</B>in, 1993’ten beri <B>BM Genel Kurulu</B>’ndaki konuşmalarında küresel ısınmayı gündeme getirdiğini vurguluyor.
Ne ki, Prens fazla bir ses getirmeyi başaramamış.
<B>Al Gore</B> küresel ısınmaya dikkat çekmekte neden başarılı, <B>Monako Prensi</B> neden başarısız onu bilemem.
<B>BÜYÜKDEDE DENİZBİLİMCİ
</B>Ancak bir gerçek var ki, <B>Monako Prensi</B> resmen <B>"dededen çevreci."
Yazının Devamını Oku 
13 Temmuz 2007
DÜN akşam İstanbul’da müzikseverler dünyada ilk kez bir sanayi odasının bünyesinde kurulan bir oda orkestrasını dinleme fırsatını buldular. Şef Özgür Günay yönetimindeki Kocaeli Sanayi Odası Oda Orkestrası, Saint Esprit Kilisesi’nde dünyaca ünlü Kanada korosu Consort Caritatis’e eşlik etti.
Daha altı ay önce kurulmuş "çiçeği burnunda" bir orkestra için büyük bir başarı.
Kocaeli Sanayi Odası’nın Genel Sekreteri Hamdi Doğan’a orkestra fikrinin nasıl geliştiğini sordum.
Küçük bir parantez açıyorum,.
Hamdi Doğan ve eşi Gökçiçek Doğan gerçek müzikseverdirler.
Daha geçen gece Robin Gibb’in konserinde rastladığım Doğan ailesi İstanbul Festivali’nin sıkı müdavimi olduğu gibi, şehirdeki hiçbir konseri kaçırmaz.
Orkestranın kurulmasına dönersek Hamdi Doğan anlatıyor:
"1995 yılında Kocaeli Sanayi Odası yeni binasını taşınınca konferans salonunu değerlendirelim dedik. Salonu İzmit halkına açtık ve Pavarotti gibi ünlü sanatçıları, orkestraları ekrandan izletmeye başladık."
Halkın klasik müziğe ilgisi artınca gerçek konserler başlamış.
Tefken, Borusan, Akbank’ın orkestraları Kocaeli Sanayi Odası’na davet edilmiş.
Daha sonra klasik müzik konserlerine caz konserleri de dahil edilmiş.
Çeşitli sponsorluklarla Kocaeli Sanayi Odası geçtiğimiz beş yıl zarfında otuzun üzerinde konser düzenlemiş.
Dinleyici sayısı 15 bini geçmiş.
İzmit Belediyesi’nin ve Kocaeli Üniversitesinin konservatuarları ilk mezunlarını vermeye başlayınca, Sanayi Odası’nda orkestra fikri doğmuş.
Hamdi Doğan "Hem yeni mezun gençlere destek olmak, hem Kocaeli’nde yaşam kalitesini yükseltmek için 2007 başında kendi oda orkestramızı kurduk" diyor.
TÜRKİYE’NİN YÜZDE 13’ÜNÜ ÜRETİYOR
Kocaeli Sanayi Odası Oda Orkestrası’nın gencecik 18 üyesi var.
Biri bir milli eğitim okulunda, diğeri halka açık ayda iki kere konser veriyor.
Orkestranın sloganı şu: "Üretimin Ritmi".
Ne kadar yerinde bir slogan.
Zira Kocaeli sanayi açısından Türkiye’nin en gelişmiş bölgelerinden biri.
Türkiye’nin üretiminin yüzde 13’ünü gerçekleştiriyor.
Kocaeli Sanayi Odası 1600 üyeli.
Türkiye’nin 100 en büyük kuruluşunun 22’si bu üyelerin arasında.
Ford, Hyundai, Honda gibi otomotiv devleri, Tüpraş odanın üyeleri.
Yine üyeler arasında 118 tane yabancı sermayeli şirket var.
Kocaeli Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Kanbak başta, tüm üyeler orkestraya büyük destek vermiş.
Neticede Kocaeli Sanayi Odası, dünyada bir oda orkestrasına sahip tek sanayi odası.
Türkiye Karayipler’de çocuk parkı yapıyor
TÜRKİYE 2009 ve 2010 yılları için BM Güvenlik Konseyi’ne aday.
Adaylık için lobi faaliyetlerini 2003 yılından beri, çeşitli platformlarda sürdürüyor.
İstanbul’daki "Yoksulluk Zirvesi" sırasında dışişleri çevrelerinden edindiğim bilgiye göre, Türkiye şimdiye kadar BM üyesi 128 ülkenin onayını almış.
Ancak bu sayıyı 150’ye çıkartmak niyetinde.
Adaylık için onay almak nasıl oluyor?
BM üyesi ülkelerle yazılı olarak "Karşılıklı Destek Anlaşmaları", "Karşılıksız Destek Anlaşmaları" yapılıyormuş.
Bir de yazılı olmayan "sözlü" anlaşmalar var.
"Karşılıksız Destek Anlaşmaları" kapsamında Türkiye’nın Karayipler’de "çocuk parkı" yaptığını öğrenince şaşırmadım desem yalan.
Karayipler’deki minik ada devletleri Türkiye’nin "en fazla neye ihtiyacınız" sorusu üzerine "çocuk parkı" ve "bilgisayar" deyince parklar için kolları sıvamışız.
Bu arada 250 tane de bilgisayar göndermişiz.
"Bizde çocuk parkı çok mu yaygın da Karayiple’re uzanıyoruz" sorusunu bence sakın akla getirmeyin.
Güvenlik Konseyi üyeliği son derece prestijli bir konum.
BM’nin yüreğinde olup dünya meselelerinde söz sahibi olmak var.
Karayipler’e de, gerekirse üyeliğimizi destekleyen Çin’e de "çocuk parkı" yapsak yeridir.
Bu arada cumhurbaşkanlığı da önümüzdeki günlerde yine "lobilicik" amacıyla elçiliğimizin bulunmadığı Tavulu, Samoa ve Fiji’ye heyet gönderiyormuş.
Derviş: Terörizme karşı en yoksullara yardım tanklardan daha etkili çare
BM Kalkınma Programı Başkanı Kemal Derviş’ın Le Monde’un önceki günkü sayısında bir söyleşisi var.
İstanbul’daki "En Az Gelişmiş Ülkeler" ya da "Yoksullar" zirvesi sırasında Le Monde’a konuşan Derviş, dünyanın her yıl silahlanmaya 900 milyar euro, gelişmeye ise 90 milyar euro harcadığına dikkat çekiyor.
"Bugün ordunuza yeni savaş uçakları, füzeler de dahil ederseniz terörizm ya da küresel ısınma gibi felaketlerle mücadele edemezsiniz. Yardım tanklardan daha etkilidir" diyor.
"Bunun için günümüz koşullarına ayak uyduramayan orduların her yıl aynı harcamaları yapmalarına yol açan ’muhafazakar bütçelerden’ kurtulmak gerek" diye devam ediyor ve "Türkiye’de Maliye Bakanıydım ne dediğimi biliyorum" diye ilave ediyor.
Yazının Devamını Oku 
11 Temmuz 2007
ULAŞTIRMA Bakanı İsmet Yılmaz’ın, yatırımlar tamamlandığında Türkiye’nin gemi inşasında dünyada 4’üncü sıraya yükseleceğini söylemesinden birkaç gün sonra bu alanda iyi bir haber Koç Grubu’ndan geldi.
Koç Grubu’na ait
RMK Marine, dün uzun mesafeli yelkenli yatlar konusunda uzmanlaşmış İngiliz
Oyster Marine şirketiyle, Türkiye’de 30 ile 37 metrelik yelkenli süper yat üretimi için anlaştı.
Koç Holding Şeref Başkanı
Rahmi Koç ile
Oyster Marine’in CEO’su
Richard Matthews arasında dün Kalamış Marina’da imzalanan anlaşmaya göre
, RMK Marine seri olarak yılda 4 adet süper yat üretmeyi planlıyor.
Fiyatları 9 milyon ila 15 milyon Euro arasında değişen süper yatların tasarımını ise yatçılık dünyasının başka bir ünlü ismi
Ed Dubois yapacak.
Oyster Marine ile işbirliğinin Türkiye’de yat sanayi için önemli bir adım olduğunu belirten
Rahmi Koç, "
Oyster markalı yatlar denizlerin Bentley’leridir. 14 ila 25 metrelik yatlar yapan bu İngiliz şirketinin ilk kez girişeceği yelkenli süper yat üretimi için bizleri seçmiş olması son derece sevindiricidir" dedi.
ÇİN, SİNGAPUR YERİNE TÜRKİYE’YE
Oyster Marine’in dünya üzerinde 1200 kadar yatı bulunduğunu belirten
Rahmi Koç, 34 yıllık şirketin dünyada artan talep üzerine yelkenli süper yat üretimine başlama kararı aldığını belirterek
"İngiltere, Fransa, Hollanda gibi ülkeler yat üretimini Çin, Singapur, Güney Kore gibi ülkelere kaydırıyorlar. Bu fırsatları değerlendirmemiz gerek. Yoksa üretim tamamiyle Asya’ya kayar" diye konuştu.
Oyster Marine’in işbirliğinde marka, tasarımın yanı sıra pazarlamayı da üstleneceğini belirten
Rahmi Koç’a göre, İngiliz şirketinin bir üstünlüğü de müşteriye iyi hizmet sunması.
Oyster Marine’in CEO’su
Richard Matthews’un
America Cup dahil birçok uluslararası yat yarışına katılan ünlü bir yelkenci olması da müşteri potansiyeli açısından başka bir artı.
İngiltere ve Yeni Zelanda’nın ardından Türkiye’yi üçüncü üretim merkezi seçen
Oyster Marine CEO’su
Richard Matthews, RMK Marine ile işbirliğinin ileride daha da büyüyebileceğini söyledi.
MAYIN TARAMA GEMİSİ YERİNE
Rahmi Koç’un verdiği bilgiye göre,
RMK Marine tersanesinin ilginç bir hikayesi var.
Donanmanın mayın tarama gemisi için açacağı ihaleye İtalyanlarla ortak girecek olan
Koç Grubu, bu iş için
Jak Kamhi’nin
Proteksan Tersanesi’ni devralmış.
Çünkü donanmanın ihale şartları arasında katılacak şirketlerin tersane sahibi olması da bulunuyormuş.
Neticede
Koç Grubu tersaneyi devralmış ama mayın tarama gemi ihalesi yapılmamış.
RMK Tersane’si bu yılın başında
Sahil Güvenlik Arama Kurtarma Gemi Projesi ihalesini kazanmış durumda. Böylece özel sektör tarihindeki en büyük muharip gemi imalat projesini gerçekleştirmiş olacak.
50 MİLYON EURO EK CİROAyrıca 2008 yılı sonbaharında denize inmesi planlanan 52 metrelik süper yat
Nazenin V’in yapımına da aynı tersanede devam ediliyor.
Oyster Marine ile imzalanan anlaşmayla tersanenin yılda 40 milyon ila 50 milyon Euro’luk bir ciro yapması bekleniyor.
Yazının Devamını Oku 
10 Temmuz 2007
İSTANBUL bu kez de "En Az Gelişmiş Ülkeleri" yani "yoksulları" ağırlıyor.<br><br>Abdullah Gül’ün katılımıyla dün sabah başlayan "Yoksullar Zirvesi"nde çoğunluğun Afrikalı olmasının şaşırtıcı bir yanı yok. 50’ye yakın "En Az Gelişmiş Ülke"nin 34’ü kara kıtadan.
Rakamların ortaya koyduğu ilk önemli tespit şu:
Globalleşme yoksullara hiç yaramamış.
"En Az Gelişmiş Ülkelerde" yoksul sayısı 2000 yılında 334 milyon iken, 2010 yılında 500 milyon olacağı hesaplanıyor.
Peki bu ülkelerde yoksulluk neden artıyor?
Bunun pek çok nedeni var.
En önemlisi sömürgeci geçmişin ağırlığı.
Yapısal reformlar sömürgeciliğin kalıntılarına tosluyor.
Reformlar yavaş, buna karşılık sorunlar fazla.
Eğitim ve sağlık, kötü yönetişim, rüşvet, altyapı eksikliği derken liste uzun.
İşte bu yüzden "En Az Gelişmiş Ülkeler" hem dünya ticaretinde, hem yabancı yatırımı çekmekte zayıf.
YABANCI YATIRIMIN YÜZDE 2’Sİ
Dünya nüfusunun yüzde 12’sini teşkil ettikleri halde dünyadaki yabancı yatırımın ancak yüzde 2’sini çekebiliyorlar.
Dün sabahki oturumun en son konuşmacısı olan UNDP Başkanı Kemal Derviş "Zengin Ülkelere" çatmaktan geri kalmıyor.
"Ekonomide liberalizmi savunanlar yoksulların mallarına korumacı duvarları yüksetmekten kaçınmıyor" diyor.
Yoksul ülkeler mallarını zenginlere satmakta zorlanıyor. Derviş, önemli bir noktaya dikkat çekiyor.
"En Az Gelişmiş Ülkelere" 1999 yılından bu yana yardımda önemli bir gelişme kaydedildiği halde son yıllarda bir düşüş var.
Derviş diyor ki "2006 yılında bir önceki yıla oranla zenginlerin yardımında düşüş kaydedildi. 2007 yılında da aynı şekilde bir düşüş yaşayacağız..."
Zenginlerin vaatleri havada kalıyor gibi.
Buna karşılık Dışişleri ve Başbakan Yardımcısı Gül’ün konuşmasından öğreniyoruz ki, Türkiye’nin yoksullara yardımı giderek artıyor. 2006 yılında 750 milyon dolara ulaşmış.
Yine Gül’ün verdiği bilgiye göre, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA), "En Az Gelişmiş Ülkeler"de bölgesel kalkınma projelerine 15 milyon dolar vermiş.
5 milyon dolar vermeyi de taahhüt etmiş.
Diyeceğim şu: Zenginler yoksullara karşı cimrileşirken, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler daha "bonkör" davranıyor.
Halden anlama vaziyeti galiba.
Küresel İlkeler Zirvesi’ndeki Türk şirketleri
KalDer kurucularından, ARGE Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Argüden geçenlerde Cenevre’den heyecanla aradı.
"Küresel İlkeler" Zirvesi’ndeki sıcak gelişmeleri aktardı.
Bildiğiniz gibi, "Küresel İlkeler Sözleşmesi" 2000’li yılların başında dönemin BM Başkanı Annan’ın başlatmış olduğu "gönüllü kurumsal sosyal sorumluluk" girişimi.
Türkiye’den yaklaşık 100 şirket "Küresel İlkeler" Sözleşmesi’ne imza atmış durumda.
Ancak bunlardan yaklaşık 40 tanesi, her yıl yayınlamak zorunda kaldıkları sosyal sorumluluk raporlarını yayımlamadıkları için listeden çıkartılmak tehlikesiyle karşı karşıya.
Argüden’in verdiği bilgiye göre, ARGE, Coca Cola Avrasya, Doğuş, Goldaş, Koç Holding, Yüksel Holding ve iki STK -KalDer ile Türk Eğitim Derneği- Cenevre’deki zirveye katılmışlar.
100 üst düzey devlet yetkilisiyle, 75 uluslararası kurum temsilcisinin katıldığı zirveye Türkiye’den hiçbir kamu sektörü temsilcisi katılmamış.
Seçim zamanı diye herhalde.
Argüden, Türkiye’yi temsilen konuşan Ali Koç ile Coca-Cola Başkanı Neville İsdell’in zirvenin en etkileyici konuşmalarını yaptıklarını da aktardı.
Bodrum’daki yangında Asım Kocabıyık’ın projesi kül oldu
CUMARTESİ, pazar günleri önce Bodrum ve diğer yerlerdeki yangın haberleriyle geçti.
Geçenlerde Bodrum, Mazı’ya gitmiştim. Mazı’nın geçen yıl yine yaz aylarında geçirdiği büyük yangının izleri taptazeydi.
Kömürleşmiş ve ağaçsız bir arazi. Bir doğasever için daha acıklı bir manzara düşünemiyorum.
Bodrum yaralarını saramadan yeniden yandı. Üstelik bu kez durum daha ciddi.
Seçim telaşı nedeniyle bir sahipsizlik söz konusu anladığım kadarıyla. Bir de vatandaşın kayıtsızlığı.
Dün sabah televizyonda mutlaka gözünüze ilişmiştir.
Yunanistan’daki yangınlarını protesto için parlamento önünde büyük bir gösteri vardı.
Yunanlılar, hükümeti yeterli önlem almamakla, yanan ağaçların yerine yenileri dikmemekle suçluyordu.
Bodrum’da böyle bir gösteri organize edilemez miydi?
TEMA Vakfı’ndan gelen e-posta üzüntümü artırdı.
Meğer Borusan Holding’in kurucusu ve Onur Başkanı Asım Kocabıyık’ın yedi yıldan beri desteklediği "biyolojik çeşitliliği koruma ve bitkilendirme" sahası büyük zarar görmüş yangında.
Göltürbükü’ndeki 130 hektar alanın büyük bölümü kül olmuş.
Bu arada TEMA, e-postasında, orman yangınlarından erken seçimi fırsat bilenleri sorumlu tutuyor.
Ayrıca 2007 yılının kurak geçeceği yolunda daha mayıs ayında yetkilileri uyarmış olduğunu belirtiyor.
Yazık, birkaç dakikada yokolan bir ağacın büyümesi kaç yıl alıyor?
Yazının Devamını Oku 
6 Temmuz 2007
KAPALIÇARŞI 2010’a hazırlanıyor.<br><br>Geçtiğimiz aralık ayında Tuluyhan Uğurlu’nun konseriyle "değişim" işaretleri veren 546 yıllık Kapalıçarşı nihayet "kapalı kutu" olmaktan çıkıyor. Kapalıçarşı’nın 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti’ne nasıl hazırlandığını İD-İstanbul Danışmanlık’tan İpek Sabuncu ile konuşuyoruz.
Sabuncu’nun verdiği rakamlar şaşırtıcı. Kışın ziyaretçi sayısı günlük ortalama 300 bin. Yazın ise bu rakam neredeyse iki katına 500 bine fırlıyor.
İstanbul’un anlı sanlı alışveriş merkezlerinin aylık ziyaretçi sayısına Kapalıçarşı bir günde ulaşıyormuş.
Dünyanın en eski ve en büyük kapalı çarşısında 3 bin 600’den fazla dükkan var. 30 bin kişi çalışıyor.
Fatih Sultan Mehmet’in talimatıyla Ayasofya’ya gelir sağlamak amacıyla kurulan Kapalıçarşı bugün bir marka.
İstanbul’u gezmiş olan her hangi bir yabancıya sorun mutlaka Kapalıçarşı’ya uğramıştır. Hatta İstanbul’a gelmeden şanını duymuştur.
Bedestenleri, hanlarıyla, şadırvan, çeşmeleriyle Kapalıçarşı bir müze gibidir.
546 yıldan beri ayakta olsa da Kapalıçarşı İstanbul’un geçirdiği büyük yangınlardan depremlerden (1999 depreminde de zarar görmüş) oldukça etkilenmiş. Alt yapısı yetersiz hale gelmiş.
ESNAFLAR DERNEĞİYLE ANLAŞMA
Böylesine kıymetli bir kültürel mirasın bundan böyle koruma altına alınıp restore edilmesi artık mümkün görünüyor.
Zira Sabuncu bir süre önce "Kapalıçarşı Esnaflar Derneği" Yönetim Kurulu Başkanı Dr. Hasan Fırat ile üç yıl sürecek bir proje için anlaşma imzalamış. Projenin koordinatörü kendisi.
Finansmanı Kapalışarçı esnafından, İl Özel İdaresi’nden ve Avrupa Birliği fonlarından sağlanacak.
Proje kapsamında ilk aşamada iç mekanda düzenlemeler yapılacak.
Dükkan cepheleri mimarı dokuya uygun hale getirilecek, tabelalar yenilenecek, turistlerin çarşı içinde hayatlarını kolaylaştıracak enformasyon kioskları yerleştirilecek.
Bu arada koruma ve restorasyondan sorumlu mimar Gökhan Avcıoğlu çarşıdaki dükkanların rölevesini çıkartmaya başlamış.
Projenin ikinci aşamasında, kültür ve turizme yönelik etkinlikler var. Konser, festival, defile, özel davetler gibi etkinlikler.
Sabuncu ile sohbette, bir süre önce bir grup Alman işadamına Kapalıçarşı’nın en gözde mekanlarından Kürkçüler Çarşısı’nda özel bir davet verildiğini öğreniyorum. Çarşıyı böyle etkinliklere açmak İstanbul’a müthiş bir zenginlik katacak.
Sayısız hanlardan bazılarının otele dönüştürülmesine de "Kapalıçarşı Esnaflar Derneği" sıcak bakıyormuş.
Projenin üçüncü aşamasında ise çarşının koruma altına alınıp, restore edilmesi var.
Kapalıçarşı’nın yeni çehresini merakla bekliyorum.
Zeugma Müzesi yerine alışveriş merkezi
GEÇENLERDE DHA Gaziantep temsilcisi Ahmet Kaya telefon etti.
"Seçim nabzı için buraya geliyorsunuz haber vermiyorsunuz" diye sitem etti.
Yerel bir gazete, şehre geldiğimi, seçimlerle ilgili insanlarla konuştuğumu ancak henüz yazımın çıkmadığını iddia etmiş.
Oysa seçim gezisi için Gaziantep değil Van’a gitmiştim. Demek ki, ilan edilmemiş "fahri hemşehriliğim" devam ediyormuş. Gaziantep’e gitmediğim halde yerel medya gideceğimi varsayarak haber yapmış.
Benim haber olmam bir yana, Gaziantep’te neler olup bittiğini konusunda sürekli haberler yağıyor.
Gaziantep’te şu günlerde en fazla konuşulan yeni bir Zeugma Müzesi’nin yapımına geleceğim.
Belediye Başkanı Asım Güzelbey, çıkarılan ve depolarda bekletilen Zeugma mozaikleri nedeniyle nicedir yeni bir müze yapma peşinde.
Hatta en son görüşmemizde böyle bir müzenin dünya çapında ses getirmesi için uluslararası yarışma açmasını önermiştim.
Bilbao’daki Guggenheim Müzesi’ni yapan Frank Gehry’nin ya da dünyaca ünlü başka bir mimarla çalışıldığı Gaziantep’in yıldızının parlayacağını söylemiştim.
Güzelbey bu fikre pek sıcak bakmadı. Kafasında olan bir mimara projeyi çizdirip, bir jüriye sunmayı planladığını söyledi.
Her neyse, yeni bir Zeugma Müzesi için şehrin en güzel yerinde bulunan, şimdiki müzenin karşısında, tarihi kaleye 500 metre uzaklıktaki "Fuar Alanı"nın seçildiğini bizzat kendisinden duydum.
İŞ MERKEZİ VE OTEL
Şimdi öğrendiğime göre, Gazianteplilerin gözbebeği "Fuar Alanı"nın dörtte üçü (yaklaşık 40 dönüm) Türkiye’nin her ilinde alışveriş merkezleri yapan Multi Turkmall’a satılmış.
Geri kalan bölümü ise Akfen’e 30 yıllığına kiralanmış. Akfen’in yapacağı Accor Oteli’nin temeli 19 Temmuz’da atılıyor. Multi Turkmall da alışveriş merkezi için hazırlıklarını tamamlamak üzere. Gelen telefonlardan, fakslardan anlıyorum ki Gaziantepliler özellikle alışveriş merkezinin tarihi dokuyu bozacağı endişesi içerisinde.
Güzelbey, vaat ettiği "Zeugma Müzesi" şehrin dışındaki İpek Yolu üzerindeki eski Tekel binasının yerine yapmayı planlıyor. Müzeden şehre bir metro hattı kurmayı düşünüyor.
Eski müzesinin karşısında, tarihi kalenin hemen dibi dururken şehre yeni bir soluk getirmesi beklenen müzeyi merkezden uzaklara yapmak mantıklı mı?
Yazının Devamını Oku 
3 Temmuz 2007
ÖNCE TEMA’nın siyasi partilere "çevreye duyarlı olun" çağrısı geldi. TEMA, seçmeni de uyardı "çevreye duyarlı olmayan partilere oy vermeyin" diye.
Ardından TÜBİSAD’ın (Bilişim Sanayicileri Derneği) siyasi partilere ve milletvekillerine açık çağrısı yer aldı gazetelerde.
Gazetelere tam sayfa ilan veren TÜBİSAD ne diyordu?
"Türkiye bilgi toplumuna dönüşümünün gerektirdiği altyapı ve eğitim yatırımlarını yapmakta geç kalıyor. Bilişimin önünü açın, Türkiye’nin önünü açın."
İki önemli STK’dan iki önemli çağrı.
Biri artık dünyanın gündeminde önemli yer tutan çevreyle, diğeri standartları yükseltmenin olmazsa olmaz koşulu bilişimle ilgili.
Yine siyasi partilere yönelik üçüncü bir çağrı daha var.
Eğitim Reformu Girişimi seçimlere katılacak tüm siyasi partilerden ve bağımsızlardan programlarında eğitime öncelik vermelerini talep ediyor.
Şöyle diyor dünkü çağrısında:
"Vergilerimizle maliyetini karşıladığımız kaliteli eğitimi, kız ve erkek tüm çocuklarımız adına 60. hükümetten talep ediyoruz."
Eğitimin ülkemiz için stratejik önemde olduğunu da vurguluyor.
PARTİLERİN POPÜLİST YAKLAŞIMI
Peki Eğitim Reformu Girişimi neler öneriyor?
Bakanlar Kurulu’nda daha etkili bir güç birliği oluşturması ve koordinasyon amacıyla Milli Eğitim Bakanı aynı zamanda Başbakan Yardımcısı olsun.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeniden yapılandırılması planı 2008’de uygulamaya geçsin.
Burada bir parantez açıyorum.
Bakanlığın hantal yapısını küçültmesini ve daha etkin çalışmasını sağlayacak plan 2 yıldan beri hazırmış,
Ama nedense uygulanmıyor.
Eğitim Reformu Girişimi’nin önerilerine devam ediyorum
Erken çocuk eğitimi yaygınlaştırılsın.
Öğretmenlerin eğitilmesi amacıyla 2008-2012 arası "Öğretmen Beş Yılı" ilan edilsin.
Ülkedeki tüm kız ve erkek çocukları 2015 yılına kadar kaliteli ilk ve orta öğretime ulaşabilsin.
Eğitim Reformu Girişimi’nin önerilerinin hepsine yer vermem imkansız.
Ancak şunu ilave etmem gerek.
ERG, siyasi partilerin, ÖSS ile OKS’ye "kaldıracağız" diye "popülist" yaklaşımlarını da eleştiriyor.
Ne kadar eksik, yanlış tarafları olsa da tartışmadan, taraflar arasında uzlaşma sağlamadan, yerine başka bir şey koymadan ÖSS ile OKS’yi hemen kaldırmak mümkün mü?
Herhalde, eğitim "popülizm" yapılacak en son alan.
TEMA, TÜBİSAD, ERG örneklerinden yola çıkarak diyeceğim şu:
Sanırım ilk kez bu seçimlerde birileri ortaya çıkıp siyasi partilere kamuoyu önünde "bu konuda ne yapacaksın" diye hesap soruyor.
Beklentilerini açıklıyor.
Umut verici bir gelişme değil mi?
UNICEF Başkanı eğitim sistemine şaştı kaldı
İSTANBUL’daki OECD toplantıları nedeniyle gelenlerden biri de UNICEF Başkanı Ann Veneman’dı.
OECD toplantılarından önce İstanbul’da bazı eğitim kurumlarını ziyaret eden Veneman bu arada bir basın toplantısı düzenledi.
Sorulara geçmeden önce İstanbul izlenimlerini anlatan Veneman, devlet okullarına giden öğrencilerin kimi zaman "özel ders" almaları gerektiğini duyunca çok şaşırdığını söyledi.
"Çocukların okula gidip öğretmenlerinden para karşılığında ders almak zorunda kalmaları esasında endişe verici" diyen Veneman bunun eğitim sistemimizdeki çarpıklıklardan sadece biri olduğunu bilse.
Üniversite sınavlarına hazırlanmak için hiçbir ülkede varlıklarına rastlamadığım "dershane" sisteminden tutun da özel ders zorunluluğuna kadar bir dizi çarpıklık nasıl düzelecek bilmiyorum.
Madeleine Albright ile yıllar sonra yeniden
ABD eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright İstanbul’da.
En son 2004 yılında başında olduğu "Ulusal Demokratik Enstitüsü"nün İstanbul’da düzenlediği ve ağırlıklı olarak kadın meselesinin ele alındığı toplantıda Albright ile karşılaşma fırsatı bulmuştuk.
TOBB’un İstanbul’da düzenlediği Dünya Odalar Kongresi’nin davetlisi olarak gelen Albright pazar sabahı İstanbul milletvekili Egemen Bağış’ın düzenlediği kahvaltıda bir grup gazeteci, işadamıyla bir araya geldi.
Dün de Arı Hareketi’nin düzenlediği yuvarlak masa toplantısında KAGİDER ve KA-DER başkanlarının katılımıyla Türkiye’de kadın soruna kulak verdi.
"Ulusal Demokratik Enstitüsü"nün başkanı olarak dünyada demokratikleşmeyi yakından izleyen Albright’ın ABD seçimlerinde demokratların kazanması durumunda önemli bir göreve gelmesi muhtemel.
Yazının Devamını Oku 