Gila Benmayor

MHP: Sezer yasayı veto etmekte haklı

18 Haziran 2007
MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, referandum süresini 120 günden 45 güne indiren yasal düzenlemeyi veto etmekte haklı olduğunu belirtti.

MHP Genel Sekreteri Cihan Paçacı, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in referandum süresini 120 günden 45 güne indiren yasal düzenlemeyi yeniden görüşülmek üzere TBMM'ye göndermesini ANKA'ya değerlendirdi.Paçacı, AKP hükümetinin Cumhurbaşkanlığı seçim sürecini krize dönüştürdüğünü belirterek, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin inatlaşma ve zorlama sonucu çok iyi düşünülmeden halka seçtirilmesinin önerildiğini ifade etti. "AKP hükümeti Cumhurbaşkanlığı konusunda bir mağduriyet ortaya koymaya ve süreçten yarar sağlamaya çalışıyor" diyen Paçacı, Sezer'in yasayı veto etmekte haklı olduğunu söyledi. Paçacı, Köşk seçimlerinin TBMM'de bir uzlaşma zemini ile çözülmesi gerektiğini kaydetti.

 

Yazının Devamını Oku

Sunumlarıyla yıldızlaştı

17 Haziran 2007
Birkaç yıldır, eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, kendini küresel ısınmanın muhtemel sonuçlarını anlatmaya adadı ve yaptığı bine yakın sunumla yıldızlaştı. Gore’un bu çabası sadece yeryüzünün geleceği uğruna mı, yoksa gönlünde başka bir aslan mı yatıyor?

Eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore değişmiş.

Yıllar önce Washington’da Demokrat Parti kurultayında Bill Clinton ile birlikte gördüğüm Al Gore ile İstanbul’da Çırağan Sarayı’nda dinlediğim Al Gore arasında dağlar kadar fark var.
/images/100/0x0/55eb25a7f018fbb8f8ae5430
Çevreci Al Gore, Başkan Yardımcısı Al Gore’dan daha rahat, daha öz güvenli.

Washington’da şimdi adını unuttuğum dev bir spor salonunda önce sahnede konuşan ardından masaları dolaşan Al Gore sanki daha toy, daha utangaçtı.

Bilmem belki de gecenin yıldızı Bill Clinton olduğundan. Clinton’ın parıltısı Al Gore’u gölgelemişti. Çevre tutkusu ise Al Gore’u "yıldızlaştırmış".

İstanbul’daki sunumunda (iki binden fazla sunum yaptığı söyleniyor) iyi konuşmacı, iyi oyuncu ve iyi bir entelektüel olduğunu ortaya koyuyor.

Çevreyi nasıl kirlettiğini öğrendiğinde, 4x4 cipinden vazgeçen Kaliforniya Valisi Arnold Schwarzenegger’i taklit ederken salondakileri güldürüyor.

ABD’de 2000 yılındaki başkanlık seçimlerinden en fazla oyu almasına karşın yenik çıkması sanki Al Gore’u olgunlaştırmış. Uğradığı haksızlık üzerine küseceğine, ya da saldırganlaşacağına kendi deyişiyle "avucumuzdan kayıp gitmekte" olan yeryüzünü kurtarma peşine düşmesi onu başka bir insana dönüştürmüş.

Hani "beni öldürmeyen güçlendirir" derler ya öyle bir şey..

TEHLİKEYİ HİSSEDİN

Şimdi Al Gore’un tek derdi daha çok insanın dikkatini çevre felaketine çekmek.

Çırağan’daki sunumunda "Hepinizin yüreğinizde olup biteni hissetmenizi istiyorum. Benim gözlerimle gerçeği görmenizi istiyorum" diyor.

Dört yıldan beri ülkesinde kilometrelerce yol kat etmiş olan Al Gore, Oscar ödüllü "Uygunsuz Gerçek" filminin de katkıyla Amerikan kamuoyunun dikkatini çekmeyi başarmış.

Bu uzmanlara göre "ABD tarihinin en anlamlı kamuoyu uyanışı." Amerikalılar artık "küresel ısınmaya" karşı daha duyarlı. New York Times ile CBC’in ortak bir araştırmasına göre, Demokratların yüzde 90’ı, Cumhuriyetçilerin ise yüzde 60’ı Gore’un "kriz" diye tanımladığı çevre felaketine karşı hemen önlem alınmasını istiyor.

Eski ABD Başkan Yardımcısı’nın İstanbul’daki sunumunda verdiği rakama göre, ABD’de 514 şehir Kyoto’nun imzalanmasından yana. "ABD köleliği kaldırdı, kadınlara büyük haklar verdi, Ay’a gitti, neden çevre konusunda bir devrim yapmasın?" diyor. Hem ülkesinin bir şeyler yapabileceğinden umutlu, hem nice badireler atlatmış insanlıktan.

GÖNLÜNDEKİ ASLAN

İstanbul’da neredeyse iki saat durmadan konuşan Al Gore acaba bu potansiyelini önümüzdeki yıl başkanlık yarışında kullanır mı?

Mayıs ayının son haftalarında Al Gore’u kapak konusu yapan Time Dergisi işte bu soruyu soruyor. Yani Al Gore’un "yıldızlaşması" sadece yeryüzünün geleceği uğruna mı, yoksa eski Başkan Yardımcısı’nın gönlünde başka bir aslan mı yatıyor?

İstanbul’daki sunumda kocasını yalnız bırakmayan Tipper Gore "Etrafındaki herkes politikaya dönmesini istiyor. Ama istediği bu değil" diyor. Ama "Asla politikaya dönmez" de demiyor. "Ne karar verirse onun yanındayım" diye ekliyor.

Al Gore’un başkan adayı olarak politikaya döneceğini iddia edenlerin ilginç argümanları var: Bir tanesi hızla kilo kaybetmesi. Gerçekten birkaç ay öncesine kadar çok şişman görünen Al Gore’u, İstanbul’da çoğu kilolarından kurtulmuş gördük. Neredeyse takım elbisesi içerisinde yüzüyordu. Bir diğer argüman eski seçim kampanyalarında Gore için para toplayan bağışçıların son dönemlerde yeniden bir araya gelmeleri.

Önümüzdeki ekim ayında Nobel Barış Ödülü’nü alacağı söylenen Gore’un tam o tarihlerde başkan adaylığını açıklayabileceği de iddia ediliyor... Eski ABD Başkan Yardımcısı politika konusunda şimdilik bir "kapalı kutu."

Onun gönlünde yatanı bilmiyorum ama benim gönlümde yatan hayatına "yeryüzünü kurtarmaya adamış" biri olarak devam etmesi. ABD’yi nasıl yöneteceği belirsiz, ama en azından bu işi iyi yapıyor.
Yazının Devamını Oku

Al Gore :Türkiye küresel ısınmadan en çok etkilenecek ülkeler arasında

14 Haziran 2007
TÜRKİYE’deki çevreciler ne kadar telaşlansa yeridir.<br><br>Dünyanın en etkili "çevreci" ismi eski ABD Başkan Yardımcısı Al Gore "global ısınma"dan en çok etkilenecek ülkeler arasında Türkiye’nin de olduğunu söyledi. Hem de ürkütücü "global ısınma" haritasının üzerinde yerimizi göstererek.

Türkiye kuraklıktan etkilenecek ülkeler arasında.

Karadeniz’in de kimyası giderek bozuluyor.

Garanti Bankası ile Doğal Hayatı Koruma Vakfı WWF-Türkiye’nin davetlisi olarak gelen Al Gore’u Çırağan Sarayı’nda dinliyoruz.

Gore büyük oranda Oscar ödüllü "Uygunsuz Gerçek" filmine dayanan sunumunu yapıyor.

Aynı sunumu 2 binden fazla kez yapmış.

Gözlerini kapatsa görüntülere bakmadan ne söyleyeceğini biliyor.

Ama yine de heyecanı yerinde.

Yeri geldiğinde araya ilginç anekdotlar sıkıştırıyor, yeri geldiğinde Osmanlı’ya, İstanbul’a, Türkiye’ye atıfta bulunuyor.

Al Gore’un peş peşe sunduğu yeryüzü görüntüleri gerçekten kaygı verici.

15 yılda Kilimanjaro’nun karları, kutupların buzulları erimiş.

Grönland şekil değiştirmiş.

"Buzullar ideoloji ve politikaya bakmaz, erir" diyor.

FOTOĞRAFLARI KARISI ÇEKMİŞ

1970’lerden bu yana Atlantik ve Pasifik’teki fırtınaların yoğunluğunun yüzde 50 oranında arttığını anlatıyor.

Örneğin, New Orleans’ı vuran Katerina Kasırgası bu fırtınaların sonucu.

Gore’un gösterdiği kasırga sonrası fotoğrafları da karısı Tipper Gore çekmiş.

O da Çırağan Sarayı’nın salonunda.

Çizgi filmleri de çocuklarının yardımıyla gerçekleştirmiş.

Anlayacağınız Gore’lar "aile boyu" çevreci.

Eski ABD Başkan Yardımcısı felaket tablosuna devam ediyor.

Deniz analarının çoğalması, kışın dahi vızıldayan sivrisineklerin artması, 1970’lerden bu yana ortaya çıkan 30 yeni hastalık (SARS gibi) hep küresel ısınmadan.

Okyanusların kabalaran suları ve seller nedeniyle "dünya haritalarının" yeniden çizileceğini söylüyor Gore.

Florida, Hollanda, Pekin, Şanghay, Calcutta
gibi yerler sular altında kalacak.

Sırf Calcutta’dan 60 milyon kişi evlerini terk edecek.

Dünyada inanılmaz bir göç dalgası yaşanacak.

Al Gore ortaya koyduğu tabloyu "Medeniyet ile yeryüzü arasındaki çatışma" diye tarif ediyor.

Çevreci şirketler kazanıyor

Al Gore’a göre "küresel ısınma"nın yeryüzünde yol açacağı felaket senaryoları konusunda bilim adamları hemfikir.

"Yeryüzü büyük risk altında ama kurtaracak her şeye sahibiz" diyor.

"Her şeye sahibiz politik irade dışında" diye de ekliyor.

İşte daha geçenlerde Almanya’da bir araya gelen G-8’lerin iklim konusunda neden dişe dokunur bir şey ortaya koymadıklarını izah eden cümle.

Politikacılar gönülsüz ise dünyanın önde gelen şirketleri değil.

Al Gore, çevreyi kirletmeyen ya da daha az kirleten Toyota, Honda gibi otomobil şirketlerinin kárda olduklarını, General Motors’un ise zararda olduğunu hatırlatıyor.

Aynı şekilde DuPont, WalMart gibi şirketler çevreciliğin nimetlerinden yararlanmayı başarmış şirketler Gore’a göre.

Gore’un bu söyledikleri The Economist Dergisi’nin son kapak konusuna denk düşüyor.

İş dünyasının "global ısınma" karşısında nasıl pozisyon aldığına 15 sayfa ayıran The Economist’e göre, yenilenebilir enerji, biyoyakıt ve düşük karbon teknolojilerine yatırım 2004 yılında 28 milyar dolar iken, 2006 yılında 71 milyar dolara fırlamış.

Geçenlerde Atina’da bir sunumuna katıldığımız Shell örneğin, karbon gazı emisyonları yönetimini büyük bir iş fırsatına dönüştürmek için kolları sıvamış durumda.

Irak ile küresel ısınma arasındaki bağlantı ne

ÇIRAĞAN’daki sunumdan sonra sıra soru cevaplara geldiğinde ilginç şeyler duyuyoruz eski ABD Başkan Yardımcısı’nın ağzından.

Örneğin "Siz 2000’de Başkan seçilseydiniz dünyada ne olurdu?" sorusuna verdiği cevap şöyle:

"Başkan olsaydım değişik hatalar yapacaktım. Ancak bize saldırmayan bir ülkeyi Irak’ı işgal etmezdim".

Irak ile "küresel bağlantı" arasında kurduğu ilişki ise anlamlı:

"Her iki olayda gerçek bilinmiyordu. Amerikalılar Saddam’ı İkiz Kuleler’e saldırının arkasında sanıyordu. Uçakları kullanan pilotların Iraklı olduğunu sanıyorlardı. Oysa aralarında bir tek Iraklı pilot yoktu".

Irak bir yana, Başkan olsaydı eğer "çevre için her şeyi yapardım" diyor.

ABD’de politik sistemin hálá paranın gücüne dayandığını, petrol şirketlerinin kongre üzerinde çok etkili olduklarını kabul ediyor.

Ama yine de "Sistemi sarsmak için elimden geleni yapardım" diyor.

Başka sorular hidrojen ve nükleer enerjiyle ilgili.

Al Gore hidrojene şimdilik pek iyi gözle bakmıyor.

Zira hidrojenin kendisi bir enerji kaynağı değil. Su ya da petrolden enerji harcanarak elde ediliyor.

Belki 20, ya da 50 yıl sonra geliştirilecek yeni tekniklerle hidrojen daha anlamlı hale gelebilir.

Nükleer enerjiye gelince?

Al Gore’a göre "nükleer enerji" hem çok pahalı, hem çok riskli.

En büyük risk nükleer enerji teknolojisinin bunu kötü kullanacak ellere düşmesi.
Yazının Devamını Oku

Sancak: Kota olacaksa yüzde elli olmalı

12 Haziran 2007
TÜSİAD bu sabah yine önemli bir toplantıya ev sahipliği yapıyor. Son dönemlerin en hararetli konusu olan "kadının siyasetteki yerini" tartışıyor.

Toplantıya Belçika, İsveç, İspanya’dan da önemli isimler davet edilmiş.

Örneğin Stockholm Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Drude Dahlerup "kadın kotası" uzmanı.

Dahlerup’a göre, "kota" kadınlara karşı konulan engellerin tazmini anlamında.

İsveçli profesör "kota" sisteminin tüm sorunları çözmeyeceğini ancak "tarihi bir sıçrama" için etkili olacağı görüşünde.

Kadınların siyasette temsili için bize de gerekli olan "tarihi sıçrama" değil mi?

Ne ki, AKP kotaya karşı.

Başbakan Erdoğan’ın, partisinin Kadın Şûrası’nda "Kadın mal mı ki kota veriyorsunuz" dediği akıllarda.

Diğer yanda TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ her fırsatta "kadın kotası"ndan yana olduklarını söylüyor.

TÜSİAD’ın bugünkü toplantısının bir başka konuşmacısı da başarılı işadamı Ethem Sancak.

Hedef Holding
’in sahibi Sancak, TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı.

Bugünkü toplantıda Sosyal İşler Komisyonu Başkanı olarak konuşacak.

Peki AKP’ye yakınlığıyla bilinen Ethem Sancak "kota" konusunda ne düşünüyor?

Dün soruyu telefonla Ethem Sancak’a yönelttim.

Sohbetlerimden derin bir tarih ve antropoloji bilgisine sahip olduğunu bildiğim Ethem Sancak, Anadolu topraklarında antik çağlarda yani "anaerkil" dönemlerde kadının ne kadar "güçlü" olduğunu hatırlatıyor.

FEMİNİST ERKEK OLARAK

"Özgürlük elden gidince önce kadın özgürlüğü darbe aldı"
diyor.

"Türkiye toplumsal olarak geri bir ülke. Feodolizm gibi olgulardan önce kadınlar etkileniyor" diye ilave ediyor.

"Kadını meydana çekmeliyiz" diyor.

Peki bunun için çare "kota" değil mi?

Batılı ülkeler kadının temsili sorunun çoğunlukla "kota" ile aşmamış mı?

Ethem Sancak nihayet baklayı ağzından çıkartıyor.

"Kota olacaksa yüzde elli olmalı. Toplumun yarısı madem ki kadın, kadınlar eşit sayıda mecliste temsil edilmeli. Yüzde elli, elli" diye konuşuyor.

İşte duymak istediğimiz sözler.

Sancak, "kota"nın erkeklerin işine gelmediğini de söylüyor.

Demek ki, hem "feminist" bir bakışa sahip bir erkek, hem TÜSİAD Sosyal İşler Komisyonu Başkanı olarak iktidardaki erkekleri "kota" konusunda ikna etmek büyük oranda Ethem Sancak’a düşüyor.

Sevgili Ethem Sancak...

Bu ülkenin kadınları sizden bunu bekliyor.

Aya İrini’de 200 öğrenci

İSTANBUL Müzik Festivali’nin bu yıl en hoş sürprizlerinden biri İKSV ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin birlikte başlattıkları "BitamBiöğrenci" projesi.

"BitamBiöğrenci" yle festivale bilet alırken maddi imkanları kısıtlı öğrencilere de katkı sağlama imkanı var.

Geçtiğimiz cuma günü baktım Borusan Orkestrası’nın konserinde Aya İrini öğrenci kaynıyor.

Hatta tam önümdeki sırada oturan iki erkek, bir kız öğrenci hayatlarında ilk kez Aya İrini’ye gelmiş, etrafı hayranlıkla seyrediyordu.

Sordum.

O gece Aya İrini’de tam 200 öğrenci varmış.

"BiTamBiöğrenci" tuttu galiba.

UNESCO su programının başına eski GAP başkanı

SU kıtlığı global bir mesele.

Birleşmiş Milletler uyarısını yaptı.

Artık hemen hemen her kıtada su kaynakları normalin altına düşüyor.

2025’ten itibaren dünya nüfusunun üçte ikisi su sıkıntısı yaşıyor olacak.

Su kıtlığının giderek dünyanın gündemine oturduğu bir sırada su yönetimi konusunda uzman bir Türk önemli bir göreve getirildi.

Sözünü ettiğim kişi eski GAP Başkanı Olcay Ünver.

2004 yılına kadar 13 yıl boyunca GAP Başkanlığını yürüten Olcay Ünver, artık BM’nin en önemli kurumlarından UNESCO’nun Su Programı’nın koordinatörlüğünün başında.

Ünver, GAP’tan ayrıldıktan sonra ABD’nin Kent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamıştı.

Kent Üniversitesi’nde "Dicle-Fırat İşbirliği İnisiyatifini" kuran Ünver 1995-2003 yılları arasında Dünya Su Konseyi’nin Yönetim Kurulu üyesiydi.

Ünver’in beşinci "Dünya Su Forumu"nun 2009 yılında İstanbul’a yapılacak olmasında da önemli katkısı var.
Yazının Devamını Oku

Dokunmayın Adalarımıza!

10 Haziran 2007
Adalar’ın yıllardır ulaşımından, yaz-kış yaşamına belli ritüelleri, gelenekleri vardır. Marmara’nın yüreğinde İstanbul’dan apayrı bir ritmi. Neden yüzyıllara meydan okumuş bu büyüyü bozmak istiyorsunuz? Önceki gün Van dönüşü uçağın penceresinden ufku tararken bir kez daha gördüm onları zümrüt yeşili Marmara Denizi’nin ortasında.

Büyükada ve koynuna sokulmuş gibi duran Sedefadası, Heybeliada, Burgazada, Kınalıada ve biraz daha uzakta Sivriada ile Yassıada. Marmara’nın ünlü adaları.

Bundan 120 yıl önce yolu İstanbul’a düşen yazar Gustave Schlumberger "Prens Adaları" kitabında onlar için şöyle yazmış: "Hiçbir yerde daha güzel kıyılar, daha hoş bir körfez, uzakta yükselen daha yüce dağlar yoktur. Hiçbir yerde bitki örtüsü daha canlı ve çeşitli değildir. Nihayet hiçbir yerde mavi sular bir gölgeli koya, şiirle dolu bir yalıyara daha yumuşak bir tarzda kavuşmaz."

Yıllarca yaşadığım, daha sonra karşı kıyılarından gece gündüz seyrettiğim Adalar. Hálá rüyalarıma girerler.

Siste dumanlar arasında kaybolurlar, lodosta burnunuzun dibine yaklaşırlar. Elinizi uzatıp dokunacak kadar yakın. Pek nazlı, pek kırılgan görünürler. Aksine yüzyıllara meydan okumuştur onlar.

BİZANS’IN SÜRGÜN MEKANI

Nice Bizans kralına, kraliçesine en zalim sürgün mekanı olup, şarkılardaki mehtaplı gecelerin, efsane aşkların büyülü mekanlarına ustaca dönüşmeyi başarmışlardır.

Elbet ki, onlar da İstanbul’a uzanan hoyrat ellerden zarar görmüşlerdir.

Elbet ki, İstanbul’un herhangi bir köşesi gibi Adalar da eski Adalar değil.

Ama son dönemlerde e-postama düşen mesajlardan, aktarılan fotoğraflardan görüyorum ki "hoyrat eller" giderek Adalar’a daha fazla uzanıyor.

Hem de Adalar Belediye Başkanı gerçek bir Adalı olduğu halde.

Aralarından otların fışkırdığı o güzelim parke taşları sökülüyor.

Asfalt yapılıyor parke taşlarının yerine. Anlamsız kıyı düzenlemeleri yapılıyor.

Ne gerek var bu düzenlemelere?

Ada dediğin yer, çakıl taşlarının minik dalgalarla kıyıya sürüklenmesini denize pek uzak sayılmayan bir evden duyabileceğin yer değil midir?

Ya da ayaklarını bir kayanın üzerinden denize sarkıtabileceğin bir yer.

Denizi kıyıdan kopartmaya kimin hakkı var?

Bırakın Adalar’ı doğal hallerine. Onlara yakışan doğallıktan başka bir şey değildir zira.

ADALARIN AYRI BİR RİTMİ

Garip ışıklandırmalar, daha geçenlerde Kınalı’da şaşkınlıklar içersinde gözümle gördüğüm iktidar partisine yağ çeken zevksiz pankartlar yakışmaz Adalar’a.

Yine duydum ki, Adalar-Yalova vapur seferleri kaldırılacakmış. Nasıl olur?

Yalova, Adalar’ı besler. En taze ürünler sabahın erken saatlerinde Yalova’dan gelir Adalar’a.

Seferler kaldırılırsa Yalovalı esnaf Adalı’ya nasıl ulaşacak?

Adalar’ın yıllardır ulaşımından, yaz-kış yaşamına belli ritüelleri, gelenekleri vardır. Marmara’nın yüreğinde İstanbul’dan apayrı bir ritmi.

Neden yüzyıllara meydan okumuş bu büyüyü bozmak istiyorsunuz?

Dokunmayın artık Adalarımıza.
Yazının Devamını Oku

Mecliste yüzde 10 kadın olsa bile 126’ıncı sıradayız

8 Haziran 2007
"ADAY listelerinde sıralamalar kadınlar için hayal kırıklığı."<br><br>Türkiye’de kadının durumuyla ilgili iki rapor kaleme almış olan Avrupa Parlamentosu’nun sosyal demokrat üyesi Emine Bozkurt’un aday listeleriyle ilgili değerlendirmesi böyle. Bozkurt, "En iyi senaryoya göre Meclis’te 40 kadın milletvekili olacak ki bu, yüzde 7’lik bir oran" tahmininde bulunmuş.

Senaryolar çeşitli.

KA-DER’in iyimser senaryosuna göre bu oranın bağımsızlarla yüzde 10’u bulması mümkün.

Ama bu oran bizi kadınların temsiliyle ilgili utanç tablosundan çıkartmıyor.

KA-DER’in hesabına göre, yüzde 10’luk bir oran, 189 ülke arasında 167’nci sıradan 126’ncı sıraya yükselmemizi sağlayacak.

Ancak bizde bir sonraki seçimlere kadar, dünyada başka seçimler olacak.

Kotalar uygulanacak.

Büyük bir olasılıkla sıralamada yine gerilere düşeceğiz.

İki, üç günden beri aday adayı olan kadınlarla konuşuyorum.

Bozkurt’un dediği gibi gerçekten hayal kırıklığı büyük.

Şöyle ya da böyle, kadın hareketi içinde yer almış olan aday adayı kadınların pek çoğu listelerde yer almamış.

Canan Arın (CHP), İnci Beşpınar (CHP), Begüm Yavuz (CHP), Müjgan Suver (CHP), Demet Işık (CHP), Nazik Işık (CHP), Seyhan Ekşioğlu (AKP) ilk aklıma gelen isimlerden bazıları.

BENİ TANIMIYOR BİLE/images/100/0x0/55eb116ef018fbb8f8a8f5ab

"Kadın kotası"
nı Meclis’te savunacak tek isim şimdilik Gaye Erbatur olarak görünüyor.

Kota Anayasa’da, Siyasi Partiler Yasası’nda, Seçim Yasası’nda yer almadığı sürece işimiz zor.

Yüzde 25 kadın kotasına sahip olan CHP bile bunu uygulamamış.

Aşağıdaki tabloda görebileceğiniz gibi, bu parti kadın aday oranında yüzde 10’da takılıp kalmış.

Peki parti liderleri neden kadınları bir kez daha sıralamada hayal kırıklığına uğrattı?

Kadın aday adayların çoğu, parti liderlerinin etrafındaki çemberi aşıp ona ulaşamamışlar.

Dertlerini, partiye, Türkiye’ye nasıl katkı sağlayabileceklerini hiç anlatamamışlar.

Ki aralarından pek çoğu uzun yıllardan beri partinin içinde emek vermiş kadınlar.

Çoğu "Liderim beni tanımıyor bile" sıkıntısı içerisinde.

Düşünün bu nasıl bir hiyerarşi böyle...

Bir de Fransa örneğine bakın.

Sarkozy’nin hem seçim öncesi, hem sonrası kabinede kendisini nasıl kadınlarla çevirdiğini hatırlayın.

Bu arada listelerin tam da şekillendiği günlerde Van’da "seçim nabzını yoklama" gezisindeydim.

Geziyle ilgili izlenimleri daha sonra aktaracağım.

Van’da görüşme fırsatını bulduğum DTP’den Van bağımsız adayı, sıkı feminist Fatma Kurtalan, seçilebilir yerlerde 11 bağımsız kadın aday olduğu bilgisini verdi.

Çoğu kadın hareketinin içinden gelen isimlermiş.

Kurtalan, kadınlarla ilgili sıralamayı bizzat kadınların yaptıklarını da söyledi.

Bunu konuştuğum bazı kadın adaylara aktarınca "kıskançlıkla" karşılandığını söyleyebilirim.

Oyunuzu kullanmadan bu siteye göz atın

ARI Hareketi seçim öncesi ilginç bir çalışma yapmış.

www.bilinclioy.com sitesinde bir yapay-zeka rosot yazılımıyla çalışan seçim simülasyonunu, 22 Temmuz’dan önce seçmenle buluşturuyor.

Site Türkiye’deki bölgesel dağılımlar dikkate alınarak hazırlanmış.

5 yıllık bir emeğin ürünü.

Siteye girdiğinizde, girilen oy oranları karşılığının, hangi partinin kaç milletvekili çıkartacağı, baraj oranı değişirse milletvekili dağılımının nasıl olacağı, olası koalisyon hükümeti senaryoları ve hükümet kurmak için yasal prosedüre ilişkin konularda bilgi almak mümkün.

Arı Hareketi’nin bu siteyi hizmete sokmaktaki amacı, 2002 seçiminde sandığa gitmeyen yaklaşık 9 milyon seçmenin yeniden sandık başına gitmesini teşvik etmek.
Yazının Devamını Oku

Paris ile Ankara arasında ’kırmızı hat’

6 Haziran 2007
FRANSA’nın Ankara Büyükelçisi Paul Paudade geçtiğimiz hafta sonunda ülkesine döndü. Paudade’ın Fransa’ya geri dönmesinin yeni Sarkozy Hükümeti’yle alakası yok.

Büyükelçi 65 yaşına bastı ve emekli oldu.

Fransa’ya dönmeden bir gün önce İstanbul’daki Fransız Sarayı’nda bir veda konuşması yapan Paudade öyle görünüyor ki, buradan mutlu ayrılıyor.

Nedeni Sarkozy’nin geçenlerde özel elçisi Jean-David Levitte’i sürpriz bir şekilde Ankara’ya göndermiş olması.

Paudade’ın belirttiğine göre, siyasi danışmanı Levitte, Sarkozy’nin en güvendiği isimlerden biri.

Sarkozy’nin danışmanlığından önce Fransa’nın Washington Büyükelçiliğini yapmış.

Daha önce de BM’de ülkesini temsil etmiş.

Yani Sarkozy’nin "Amerikancı" ekibinden.

Paudade’a göre, Ankara’daki Levitte’in "gizli görüşmeler" büyük ölçüde Paris ile Ankara arasındaki uzlaşmazlıkları gidermeyi başarmış.

Büyükelçi açıkca söylemese de konuşmasından, Fransa’nın 26 Haziran tarihinde Türkiye’yle üç başlıkta açılacak müzakereleri "veto" etmeyeceği anlaşılıyor. Yani Sarkozy’nin özel elçisi Levitte Ankara’da müzakerelere "veto" yok sözü vermiş.

Ziyaret sırasında önemli bir de karar alınmış.

Bundan böyle, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy, "medya üzerinden" haberleşmeyecek.

Gerektiğinde birbirlerini telefonla arayacak.

Bir anlaşmazlık söz konusu olduğunda ya Sarkozy direkt Ankara’yı arayacak, ya da Erdoğan Paris’i.

Büyükelçi Paudade, giderayak son konuşmasında, Cumhuriyet mitinglerine değinerek "AKP’ye hayır, orduya hayır, AB’ye hayır sloganlarını duyduk. Bir şeye evet demeli. O da AB olmalı" diyor.

Bazı çevrelerden yükselen "AB bizi istemiyor" seslerine de değinerek "Şikayetten vazgeçin. Sizi istemeyenleri baştan çıkartın" diyor.

Tam bir Fransıza yakışacak sözler değil mi?

"Sizi istemeyeni baştan çıkartın"...

Bu şık hiç aklımıza gelmemiş miydi?
Yazının Devamını Oku

Darfur için kolları sıvayan Hollywood yıldızları

3 Haziran 2007
Batı medyası Sudan’daki Darfur dramını her fırsatta gündeme getiriyor. Şimdi Hollywood yıldızları George Clooney, Brad Pitt, Matt Damon, Angelina Jolie, Don Cheadle, Mia Farrow da Darfur için seferber oldu. Afrika’nın yüzölçümü açısından en büyük ülkesi Sudan. Sudan’ın neredeyse Türkiye büyüklüğündeki bölgesi ise Darfur.

Bizler çok yazmasak da, konuşmasak da Darfur’da 2003’ten beri kötü şeyler oluyor. Hem de çok kötü şeyler. Kimilerinin "soykırım", kimilerinin ise "etnik temizlik" diye tanımladıkları insanlık dramında 450 bin kişi ölmüş, yaklaşık 2.3 milyon kişi evlerini, köylerini terk etmek zorunda kalmış.

Batı medyasının konuyu her fırsatta gündeme getirmesi bir yana Hollywood nicedir Darfur için seferber olmuş durumda. George Clooney, Brad Pitt, Matt Damon, Angelina Jolie, Don Cheadle, Mia Farrow gibi oyuncular Darfur için kolları sıvayan isimlerden birkaçı.

Daha geçen günlerde, "Ocean’s" serisinin üçüncüsü için biraya gelen Clooney, Pitt, Damon ve Cheadle filmin promosyon çalışmalarının gelirini Darfur fonuna aktaracağını duyurdu.

Darfur ile yakından ilgili bir başka isim emekli büyükelçi Larry Rossin iki günlüğüne İstanbul’daydı. Yoğun programı arasında bir akşam yemeğinde bir araya geldiğimiz Rossin, daha önce de Kosova ve Haiti krizlerinde devreye girmiş bir isim.

Geçen eylül ayından bu yana ise merkezi ABD’de olan "Darfur’u Kurtarma Koalisyonu"nun uluslararası koordinatörlüğünü yürütüyor. Rossin’in İstanbul ziyaretinin amacı tahmin edebileceğiniz gibi Türk kamuoyunun dikkatini Darfur’a çekmek.

ORTAKÖY’DE DARFUR SERGİSİ

Gerçi 22 Temmuz seçimlerine kilitlenmiş bir ülkede zamanlaması doğru mu bilmem ama Larry Rossin Türkiye’nin Darfur sorununa önemli katkıda bulunabileceği inancında: "Sudan’da kıyım Müslümanlar arasında oluyor. Türkiye Müslüman kimliğiyle bu işe bulaşmak istemeyen Arap ülkelerine baskı yapabilir."

Ankara’nın özellikle de İslam Konferansı Örgütü üzerinde etkili olabileceğini düşünüyor. İstanbul’da bir araya geldiği bazı sivil toplum örgütleri de Rossin’e Türkiye’de Darfur için bir hareketlenme olacağı konusunda ümit vermiş.

Bu arada büyükelçi Rossin, önümüzdeki 22 Haziran günü, Ortaköy Meydanı’nda, ünlü fotoğrafçıların Darfur ve Çad’daki mülteci kamplarında çektikleri fotoğrafların sergilenecekleri müjdesini veriyor.

Darfur dramı nihayet hayatımıza girecek böylelikle.

Rossin ilginç bir şey daha söylüyor.

BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’e dayanarak Türkiye’de 9 bin Darfurlu mülteci bulunduğu bilgisini veriyor.

Kıyımdan kaçan insanlar aramızda ve haberimiz mi yok?

Peki Darfur’a ilgisi nedeniyle geçenlerde Time Dergisi’nin dünyanın en etkili 100 kişisi arasına aldığı Clooney gerçekten yürekten mi yapıyor yaptığını?

Soruyorum çünkü Rossin laf arasında Hollywood starlarıyla yakın temas içersinde olduğunu söylüyor. Anlattığına göre, Clooney eski bir gazeteci olan babasıyla Darfur ve kamplara gidip müthiş etkileyici belgeseller çekmiş. "Hiç kuşkum yok bu işe ciddi gönül vermiş" diyor.

MIA FARROW’UN MEKTUBU

Rossin’
in anlattığına göre, Mia Farrow da Darfur için canla başla çalışan başka bir isim. Farrow’a geçmeden bir hatırlatma yapmak istiyorum.

Rusya ile Çin, 21. yüzyılın insanlık dramını asla kabul etmeyen Sudan hükümetine silah sağlamaya devam ediyor. Sudan ile petrol alışverişi yüzünden uluslararası eleştirilere kulaklarını tıkayan Çin’i köşeye sıkıştırmak isteyenler "Olimpiyat" kozunu oynuyorlar.

Bu koza başvuranlardan biri de aktris Mia Farrow. Farrow bir süre önce The Wall Street Journal Gazetesi’nde yayınlanan açık mektubunda "Soykırımın Olimpiyatları" diye Çin’e epey yüklenmiş.

Hatta Olimpiyatlar için Çin Hükümeti’nin medya danışmanlığını yapan ünlü yönetmen Steven Spielberg’i de Hitler dönemi Olimpiyat oyunlarının resmi fotoğrafçısı olan Leni Riefenstahl’a benzetmiş.

Spielberg’in Farrow’un mektubundan sonra Olimpiyat danışmanlığına devam edip etmeyeceği merak konusu.

Rossin, "Hollywood, Darfur için bayağı uğraşıyor" derken haklı.
Yazının Devamını Oku