Gila Benmayor

Biraz sıkıcı ama zeki başbakan

1 Temmuz 2007
Londra’da Downing Sokağı 10 Numara’nın, renkli, eğlenmeyi, gezmeyi seven bol çocuklu sakinleri gidiyor, yerine daha mütevazı, içine kapanık bir çift geliyor. İngiliz halkına Blair’in karizmasını unutturmak kolay mı? Gordon Brown metro seyahatinde düşünceli olmakta haklı... İngiltere yeni başbakanına kavuştu.

Hazine Bakanı Gordon Brown’un 25 yıllık hayali nihayet gerçekleşti.

1980’li yıllarda tanıştıklarında Tony Blair’e kol kanat gerip, yakın arkadaşı olan sonra da rakip durumuna düşen /images/100/0x0/55eb349ef018fbb8f8b23496Brown nasıl bir başbakan olacak?

Geçenlerde yeni başbakanın hayli çarpıcı bir fotoğrafını gördüm: Gordon Brown, Londra’da günün kalabalık bir saatinde metrodaydı. Kucağında kalın dosyası derin düşüncelere dalmıştı.

Sürekli etrafına gülücükler atmasına alıştığımız Blair’in aksine çok ciddi görünüyordu.

Daha da ağırbaşlı.

Zaten rivayete göre, küçükken arkadaşları tarafından şöyle tanıştırılıyormuş "Gordon biraz sıkıcı ama çok zeki bir çocuktur."

Nasıl başbakan olacağına gelince...

Öncelikle onu Blair gibi ünlü zenginlerle, sanatçılarla görmeyeceğimiz kesin.

Karısı Cherie ile Silvio Berlusconi’nin Akdeniz’in Sardunya Adası’ndaki villasında tatil yaptığı ortaya çıkınca hiçbir şey olmamış gibi davranan Blair’in pişkinliğinden Gordon Brown’da eser yok.

Bırakın ünlülerin evlerinde bedava tatili ağırbaşlı İskoçyalının tatil yapıp yapmadığı dahi meçhul.

POLİTİKA VE ÇOCUKLARI

50 yaşına yakın evlendiği eşi Sarah’tan önceki kız arkadaşı "Politikadan başka bir şey düşündüğü yok" diye Gordon Brown’dan ayrılmış.

Son yıllarda politika aşkına iki oğlu John ve James’e düşkünlüğü de eklenmiş.

Yakın çevresine "İki çocuk babasıyım bundan da önemlisi yok" dediği biliniyor.

Karısı Sarah da, Cherie Blair’in aksine ortalıkta görünmeyi sevmeyen biri.

Avukat Cherie’nin çıkışlarını, bir sahtekara parasını kaptırıp skandala yol açmasını kim unutabilir?

Ya da ileri yaşlarda hamile kalmasını?

Neticede, Downing 10 Numara’nın, renkli, eğlenmeyi, gezmeyi seven bol çocuklu sakinleri gidiyor, yerine daha mütevazı, içine kapanık bir çift geliyor.

Gordon Brown metro seyahatinde düşünceli olmakta haklı...

İngiliz halkına Blair’in karizmasını unutturmak kolay mı?

Kaldı ki, Muhafazakar Parti’nin lideri David Cameron’un karizması Blair’inkinden hiç aşağı değil.

Hatırlıyorum bu yılki Dünya Ekonomik Forumu’na katılan David Cameron, global ısınmanın dünya ekonomisine nelere mal olacağını anlatan Sir Nicholas Stern’ın konferansında fırtına gibi esmişti.

Cameron’un ilerde Brown’un başına ne gibi çoraplar öreceği meçhul.

BLAIR’İN YENİ İŞLERİ

Gordon Brown
iktidara gelir gelmez bir yanda Irak, Afganistan, Avrupa Birliği gibi dosyalarla uğraşacak diğer yanda İşçi Partisi’ne çekidüzen verecek.

Gamlı baykuş gibi durması doğal.

Baktım, Blair ilk gününden işlerini yoluna koymuş bile.

Başbakanlıktan ayrılır ayrılmaz ABD Başkanı George Bush’un özel Ortadoğu elçisi olmuş.

Önceki gün de Dünya Ekonomik Forumu’nun vakıf kurulunun üyeliğine getirilmiş.

İlerde, eski ABD Başkanı Bill Clinton gibi astronomik rakamlara konferanslar verirse de şaşmam.

Gordon Brown
ise kuşkunuz olmasın başbakanlıktan ayrıldığı gün unutulur gider.

Aynen Blair’den önceki İngiliz başbakanı John Major gibi.
Yazının Devamını Oku

ABD’deki yenilikçi fikirlerden yüzde ellisi göç etmiş beyinlerden

29 Haziran 2007
GEÇENLERDE bir toplantıda karşılaştığımız Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Doçent Cemil Arıkan, "Epeydir inovasyon konuşmuyoruz" diye sitem etti. Arıkan ile "inovasyon" konuşmaya fırsat kalmadan OECD toplantısı nedeniyle İstanbul’a gelen IBM Başkan Yardımcısı Nick Donofrio ile global bir "inovasyon" turuna çıktık.

Neler konuştuğumuza değinmeden küçük bir not.

Okurlardan kimi zaman "inovasyonun Türkçesini neden yazmıyorsunuz" diye tepkiler geliyor.

"Yenilikçilik" tam olarak "inovasyonu" karşılamıyor.

Zira "inovasyon" yeni bir fikrin ticari bir değer kazanmasını da kapsıyor.

Her neyse, Nick Donofrio’ya dönersek 43 yıldan beri IBM’de.

Halen teknoloji ve inovasyondan sorumlu.

Ailesi İtalya’dan göçmüş ikinci nesil bir Amerikalı olarak dünyanın bu tarafına daha açık.

Çin, Hindistan, Uzakdoğu’yu iyi biliyor.

Başarının ölçütünü "Değişim kapasiteniz nedir?" diye tarif ediyor.

IBM’den örnek vererek "1990’larda değişimi beceremediğimiz için az kalsın şirketi kaybediyorduk" diyor.

Peki IBM nasıl köşeden dönmüş?

"Şirketin tepesindekiler değişti. Personel sayısı azaltıldı ve inovasyonu listenin başına koyduk. Şirket kültürü değişti" diye anlatıyor.

IBM’in bugün çeşitli ülkelerde 8 araştırma merkezi var.

Araştırma geliştirmeye 5 milyor dolar ayırıyor.

AMERİKALIYA ARAPÇA TERCÜME

Genetik kodların çözülmesinden, Irak’ta savaşan Amerikalı askerlere Arapça tercüme yapan minik aygıtlara (10 bin Amerikalı askerden bunu kullanıyormuş) kadar sayısız alanda çalışmalar yapıyor.

Son çalışmalardan biri dünyadaki taze su kaynaklarının haritasını çıkartmak.

Sanal ortamda yaptığı beyin fırtınaları var.

Bunlardan birinde örneğin, Türkiye’den bir IBM çalışanının mikro krediyle ilgili fikri kayda alınmış.

Nick Donofrio, inovasyondan söz ederken eğitim kalitesine değiniyor.

Eğitimde Hindistan örneğini veriyor.

Bu ülke yüksek öğrenim veren okullarında yabancı öğrencilere yüzde 25’lik bir kontenjan ayırmış.

Hindistan’da okumak hem ucuz.

Hem de dünyanın en ünlü akademisyenlerinin öğrencisi olma şansı var.

Söz eğitimden açılmışken IBM Türk Genel Müdürü Eray Yüksek’in verdiği örnek çarpıcı.

IBM Türk’ün sağlık, çevre, nanoteknoloji gibi alanlarda birlikte proje üretme teklifine sadece 7 üniversite olumlu yanıt vermiş.

Üniversitelerimiz inovasyona açık mi değil, değil mi sorusunu hiç sormayalım en iyisi.

TÜRKİYE’NİN ARTILARI EKSİLERİ

İnovasyon’
da Türkiye’nin artı ve eksilerini soruyoruz Donofrio’ya. "Beyin göçüne dikkat" diyor.

ABD’de son rastladığı bir istatistiğe göre, önemli yenilikçi fikirlerden yüzde 50’si bu ülkeye göç etmiş beyinlerden.

Amerikan Diyabet Birliği’nden "Olağanüstü Bilimsel Başarı Ödülünü" almış Harvard’lı Profesör Hotamışlıgil gibi.

Donofrio, "eğitim kalitesi" ve "beceri" diyor.

"Türkiye benzersiz bir ülke, coğrafyası, kültür mirasıyla. Üstelik karmaşık sorunların, muğlaklıkların üstesinden gelmeyi de biliyorsunuz" diye ekliyor.

Muğlakların üstesinden gelme becerisi "cin fikir" mi, yoksa "yenilikçi fikir mi" emin değilim.

Perili Köşk’teki ’Işık Tüpü’ ve Erol Akyavaş resmi

İSTANBUL’da sıcaklığın 78 yılın rekorunu kırdığı gün Borusan Holding’in "Perili Köşkü"ndeydik.

Yapımına 1910’larda başlanan "Perili Köşk" Boğaz’ın en özgün binalarından biri.

Rumelihisar’ında Boğaz’a tepeden bakan binayı Borusan Holding 25 yıllığına kiralamış.

Geçtiğimiz şubat ayında da binaya taşınmış.

Önceki gün 8 katını rehberler eşliğinde gezdiğimiz binanın iç dekorasyonuyla bizzat Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kocabıyık’ın eşi Zeynep Kocabıyık ilgilenmiş.

"Perili Köşk" hem sadeliğiyle, hem teknolojisiyle gerçekten göz kamaştırıyor.

Bunlara bir de Borusan koleksiyonundaki 270 eserden 100 tanesinin binanın duvarlarını süslediğini ilave etmeliyim.

Amerikan çağdaş sanatının en önemli temsilcilerinden Roy Lichtenstein, Robert Mangold, Sol Lewitt, Jim Dine, Alex Katz Ahmet Kocabıyık ile CEO Agah Uğur’un çalışma odalarında.

Asım Kocabıyık’ın ofisinde ise Erol Akyavaş ile Devrim Erbil gözüme çarptı.

Arada çeşitli katlara Bedri Baykam, Kemal Önsoy, Mustafa Pilevneli serpiştirilmiş.

Duvar resimleri apayrı bir olay.

"Perili Köşk"ün tam ortasından geçen Işık Tüpü" ise güneş ışınlarını doğal olarak içeri veriyor. Neticede binanin hem manzarası, hem içi o kadar güzel ki Borusan CEO’su Agah Uğur’un "Sabahları bazen 06.30’da geliyorum" demesi boşuna değil.
Yazının Devamını Oku

Çok ilginç ama imkánsız görev: Medeniyetler İttifakı

26 Haziran 2007
MEDENİYETLER İttifakı Başbakan Erdoğan ile İspanya Başbakanı Zapatero’nun iki yıl önce BM’nin desteğiyle başlattıkları bir girişim. Erdoğan ile Zapatero, 2005 yılı kasım ayında Mayorka Adası’nda biraraya gelip girişime start vermişlerdi.

Girişim start aldığı günlerde hem Batılı, hem bizim medyanın ilgisini oldukça çekmişti.

Doğrusunu isterseniz daha sonra ilgi kayboldu.

Medeniyetler İttifakı, Avrupa’yı sarsan "Karikatür Krizi"nde yeterince sesini duyuramadı.

Neticede bugün durum şu:

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Portekiz eski Devlet Başkanı Jorge Sampaio’yu Medeniyetler İttifakı Girişimi "Yüksek Temsilcisi" görevine getirdi.

Girişim ilk başladığında oluşturulmuş olan Üst Düzey Grup görevini tamamladı.

20 üyeli Üst Düzey Grubun eş başkanları, Unesco Genel Direktörü Federico Mayor ile Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın kaleme aldıkları rapor bundan sonraki çalışmalara ışık tutacak.

Başbakan Erdoğan’ın, dün İstanbul’da öğle yemeğinde biraraya geldiği Jorge Sampaio’yu dün sabah dinleme fırsatı bulduk.

TESEV’de düzenlenen yuvarlak masa toplantısında önce Sampaio neler yapmayı planladığını anlattı, sonra da bizlere kulak verdi.

Sampaio, New York’ta BM Genel Sekreteri’nın kendisini bu göreve getirmesinden sonra bir dostunun "İlginç ama imkansız bir görev" dediğini aktarıyor.

"Zor bir görev ama ben iyimserim" diye ilave ediyor.

NELER YAPILACAK

Peki Sampaio, Medeniyetler İttifakı için ne yapacak?

Böylesine geniş kapsamlı, ne tarafa çekersen oraya gidebilecek bir kavramın içini nasıl dolduracak?

Sampaio, 1996 ile 2006 yılları arasında iki dönem üst üste cumhurbaşkanlığı yapmış.

Uzun süre de Lizbon Belediye Başkanlığı görevinde bulunmuş.

Deneyimli, pragmatik ve bunun ötesinde "bilge" bir politikacı.

Yani "Medeniyetler İttifakı" girişimin en fazla gereksinim duyduğu şey olan bilgeliğe gerçekten sahip.

Bu yüzden dün sabahki yuvarlık masa toplantısında "cenneti" vaat etmiyor.

"Bu noktadan sonra ’Kültürlerarası diyalog’ yeterli değil pratik eylemler gerekli" diyor.

Sampaio’nun anlattıklarından çıkarttığım sonuca göre "Yüksek Temsilci" olarak kendisi bir nevi "koordinatör" görevi sürdürecek.

STK’larla, hükümet yetkilileriyle, akademik çevrelerle, Avrupa Konseyi gibi kurumlarla işbirliğine giderek girişimin sürekli canlı tutulmasına çalışacak.

"Eğitim, Gençlik, Medya ve Göçmenler olmak üzere dört alanda yoğunlaşacağız" diyor Sampaio.

"Medeniyetler İttifakı" girişiminin, konuyu "sıcak" tutmak için bundan böyle her yıl bir forum düzenleyeceğini söylüyor.

Forumların ilk önümüzdeki yıl ocak ayında İspanya’da düzenlenecek.

Daha sonra bunu gençlik forumları da izleyecek.

Sampaio’nun yapmayı planladıkları arasında en önemlisi şu:

Kriz dönemlerinde medyada devreye girecek "acil müdahale mekanizması".

Bunu şöyle de izah edebiliriz.

"Karikatür Krizi" gibi bir kriz daha yaşarsak, "Medeniyetler İttifakı"nın önde gelen sözcüleri radyo, televizyon programlarına çıkacak, ya da gazetelerde makaleleri yayınlanacak.

Yani girişim yangını söndürmeye çalışacak.

Sonuçta, "Medeniyetler İttifakı" Sampaio ile yeni bir atılıma hazır.

Lütfen sabırlı olun

PORTEKİZ eski Cumhurbaşkanı Jorge Sampaio ile dün sabahki toplantıda Türkiye’nin AB üyeliği de konuşuluyor.

Tam da Sarkozy’nin bastırmasıyla "Ekonomi ve Para" başlığının AB Daimi Temsilciler Komitesi’nin gündeminden çıkartıldığı gün Sampaio’nun bize sarfettiği cümle şu: "Lütfen sabırlı olun..."

Portekiz örneğini veriyor.

"Portekiz 8 yıl bekledi. Hazır olduğu halde İspanya’yı da bekledi" diyor.

AB ile Türkiye arasındaki görüşmelerin sert geçeceğini öngörüyor.

"Kolay bir süreç olmayacak. Önemli olan kapıları kapatmamak" diye konuşuyor.

"Türkiye’nin dostu olarak AB üyeliğinizin Avrupa açısından son derece önemli olduğunu biliyorum. Türkiye önemli ve vazgeçilmez bir ülke" diyor.

Geçen hafta sonu Venedik Forumu’nda duyduğumuz gibi, AB’nin "enerji" ve Irak politikalarında Türkiye’nin olmazsa olmaz bir ülke konumunda olduğunu vurguluyor.
Yazının Devamını Oku

Türkiye, enerjide AB için anahtar

24 Haziran 2007
PUTİN’in yarın Türkiye’ye yapacağı ziyarette ağırlıklı konulardan birinin enerji olması beklenirken, Avrupa Komisyonu’ndan "Türkiye enerji politikamızın olmazsa olmaz partneridir" mesajı geldi. Koç Grubu’nun Yapı Kredi’deki ortağı İtalyan UniCredit’in düzenlediği "Venedik Forumu" çerçevesinde tam da "Bienal" günlerinde Venedik’teyiz.

UniCredit’in iki yıldan beri düzenlediği forumun bu yılki konusu "AB’nin Enerji Politikası".

Foruma Avrupa Komisyonu yetkilileri, siyasetçiler, enerji uzmanları, bilim adamları, enerji sektöründe faaliyet gösteren işadamları, çevreciler davet edilmiş.

Bu vesileyle İtalya’nın Nobel ödüllü fizikçisi Carlo Rubbia ile de tanışıyoruz.

Avrupa enerji konusunda dertli çünkü fazlasıyla dışarıya bağımlı.

Petrol ihtiyacının yüzde 45’ini Ortadoğu’dan, doğalgaz ihtiyacının ise yüzde 40’ını Rusya’dan, yüzde 30’unu Cezayir’den karşılıyor.

Avrupa şimdi enerji kaynaklarını çeşitlendirmek ve ortak bir "Avrupa Enerji Pazarı" oluşturmak peşinde.

Tabii bu arada global ısınmayı da hesaba katıyor.

Hem bağımlılığını azaltmak için hem de global ısınmaya çare olarak "yenilenebilir enerji" gündeminin baş köşesinde.

Özellikle de rüzgar enerjisi.

Venedik Forumu’na davet edilmiş olan Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi Gürkan Kumbaroğlu, Akdeniz’in rüzgar enerjisinde nasıl büyük bir potansiyeli olduğunu anlatıyor.

ENERJİ KOZUMUZ

İki günlük forumda Türkiye’nin AB’nin enerji politikasında önemini ilk vurgulayan UniCredit’in CEO’su Allesandro Profumo oluyor.

Profumo, Ortadoğu, Orta Asya ve Hazar enerji kaynaklarına ulaşmak için Türkiye’yle işbirliğinin çok önemli olduğunun altını çiziyor.

Zaten, forum belgelerine de Türkiye’nin enerji yollarında önemine değinen ayrı bir bölüm eklenmiş durumda.

Mavi Akım, 2011 için planlanmış Nabucco gibi projelere ilaveten hálá tasarım aşamasında olan Türkmenistan-Türkiye-Avrupa doğal gaz hattından söz ediliyor.

"Türkiye, enerjide önemli bir Avrupalı partner ve enerji stratejisi Avrupa enerji politikasıyla uyum gösterdiği takdirde bu AB üyeliğini kolaylaştırabilir" deniyor.

Apaçık ortada ki, enerji AB müzakerelerinde önemli bir koz olabilir

Venedik Forumu konuşmacılarından, Avrupa Komisyonu Enerji ve Uİaştırma Dairesi Başkanı Fabrizio Barbaso da Türkiye’nin önemine değiniyor.

"Türkiye enerji politikamızın olmazsa olmaz bir partneridir. Eğer Türkiye’yle güçlü bir işbirliği yapmazsak dışarıya bağımlılığımız artacak. Türkiye anahtar ülke" diyor.

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in davetli listesinde olduğu ancak bakanlıktan hiçbir yetkilinin katılmadığı Venedik Forumu’ndan çıkan mesaj böyle.

Diğer bir mesaj da Avrupa’nın Rusya’nın enerji politikaları karşısında duyduğu derin kaygı.

Forum çerçevesinde sohbet ettiğim bir Avrupalı yetkiliden "Gazprom’un ne yapmak istediğini kestiremiyoruz. Rusya’nın enerji politikalarını anlamaya çalışıyoruz" sözlerini duyuyorum.

Yarın Putin Türkiye’de.

Yine yarın İtalyan Enerji devi ENI’nin Strateji Başkanı Leonardo Maugeri’nin "Bölgede Petrol ve Doğal Gaz Güvenliği Karmaşası ve Türkiye’nin Rolü" konferansı var.

Nereden bakarsanız bakın Avrupa enerji politikalarında tüm yollar Türkiye’ye çıkıyor...

Venedik’e gelenlerin karbon kredisi Sebenoba rüzgár santralından

GLOBAL ısınmaya savaş açmış olanlar arasında şimdi yeni trend "karbon kredisi"

Karbon emisyonunu azaltmaya yönelik politikalarla birlikte emisyonu dengelemek için ortaya atılan bir şey "karbon kredisi"..

Yani havaya saldığın CO2’yi sıfırlayacak kadar "karbon kredisi" satın alıyorsun.

Venedik Forumu’da "Sıfır karbon forum" diye bir sloganla güzel bir pojeye imza atmış.

UniCredit’in, Türkiye’de desteklediği Sebenoba Rüzgar Santralı Projesi var.

Venedik’e gelenlerin, uçak, araba, tren ulaşımı, harcanan kağıtlar vs. hepsi hesaplanmış.

Neticede forum için 90 ton CO2’nin yayıldığı hesaplanmış.

UniCredit 90 ton karşılığında Sebenoba’dan karbon kredisi satın almış.

Bu arada belirtmekte yarar var zira forumda da gündeme geldi.

Bu karbon ticaretinde henüz fiyatlar çok düşük.

Yani UniCredit neden olduğu karbon emisyonu için sembolik bir ücret ödemiş.

Örneğin 2008 yılında İstanbul’da bir enerji konferansına hazırlanan Türkiye Enerji Ekonomisi Derneği karbon ticaretini başka türlü yapacak.

Konferansın neden olduğu karbon emisyonunu sıfırlamak için TEMA’dan ağaç satın alacak.

Venedik’te Türk gecesi

İSTANBUL Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın geçenlerde Bienal nedeniyle Venedik’e yaptığı ziyaret sırasında iki şehir arasında "kardeş şehir" anlaşması imzalanmış.

Venedik ile İstanbul artık akraba.

Avrupa’nın tarihinde birer sembol olan iki şehri birbirine yakınlaştıran girişim nedeniyle UniCredit bir jest yapıyor.

Venedik Forumu’nun açılışı için Venedik’in ünlü "Fenice Tiyatrosu"nda bir "Türk Gecesi" organize ediyor.

Programda, Venedik Belediye Başkanı Massimo Cacciari ile Topbaş’ın açılışı birlikte yapmaları var.

Ancak Topbaş gelemiyor.

Söz konusu ikilinin yerine UniCredit CEO’su Profumo ile 2010 İstanbul Kültür Başkenti Yürütme Kurulu Başkanı Nuri Çolakoğlu Türkiye’yi ve İstanbul’u anlatıyor.

Profumo gerçek bir İstanbul hayranı.

Venedik Forumu’nu önümüzdeki yıllarda İstanbul’da yapmak istediğini söylüyor.

Bu arada İtalya’da yaşayan ünlü film yönetmeni Ferzan Özpetek’in gözde oyuncularından Serra Yılmaz, İtalyanca davetlilere Orhan Pamuk’un İstanbul’un kitabından pasajlar okuyor.

Orhan Veli’nin "İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı" şiirini okuyor.

İstanbul Venedik’te yaşatılıyor.
Yazının Devamını Oku

Segolene seçilseydi Elysee Sarayı’na François ile birlikte mi çıkacaktı?

24 Haziran 2007
Fransa cumhurbaşkanının konutu Elysee Sarayı "aldatma hikayeleri" açısından bol malzeme sağlayan bir yer. François Mitterrand’ın, Cecilia Sarkozy’nin, şimdi de François Hollande’ın aldatma hikayeleri iyi eğlendiriyordur Fransızları. Segolene Royal’in "François’dan evi terk etmesini istedim. Duygusal hayatını istediği gibi yaşasın" açıklamasını yaptığı gün Hillary ve Bill Clinton ekranda.

Şefkatle yanaktan öpüşürken Bill’in kolu Hillary’nin belinde.

Hillary "Beyaz Saray’a girdiğimde Bill dünyayı dolaşarak ABD’nin gönüllü elçiliğini yapacak" diyor. Beyaz Saray’a seçileceğinden emin görünüyor. Bill Clinton’un yanında olacağından da.

Yıllar öncesine dönersek Clinton’lar da bir aldatma hikayesinin, Lewinsky skandalının tam göbeğindeki değiller miydi?

Hillary’yi Segolene’den daha az cesur kılan sadece evlilik bağı mı?

Amerikan toplumunun sonuçta Fransız toplumundan daha muhafazakar olması mı?

Yoksa sadece Hillary’nin daha içten pazarlıklı olması mı?

Meğer Segolene Royal’in, 30 yıllık hayat arkadaşı ve dört çocuğunun babası Sosyalist Parti lideri François Hollande ile ilişkisi iki yıldan beri sallantıdaymış.

Meğer Royal, cumhurbaşkanlığı kampanyası sırasında halkın önüne gülerek çıkarken büyük bir dram yaşıyormuş. İçi kan ağlıyormuş.

Royal ile Hollande arasında ilişkinin kötüye gittiğini ortaya atan iki gazeteci.

Raphaelle Bacque ile Ariane Chemin’in birkaç ay önce piyasaya çıkan "Ölümcül Kadın" kitabında Hollande’ın hayat arkadaşını aldatmasıyla ilgili önemli ipuçları var.

İHANETLER DEVAM ETTİ

Kitabın bir yerinde Royal kıskançlığın pençesinde. Hollande’ın yanından ayırmadığı sarışın, güzel bir gazeteci var. Royal gazeteciye haddini bildirmek için devreye oğlu Thomas’ı, kardeşi Gerard’ı sokuyor. Neticede, bir dergide çalışan gazeteci genç kadın Hollande’ın çevresinden uzaklaştırılıyor.

Ama Sosyalist Parti liderinin ihanetleri devam ediyor. İşin garip yanı, çift arasındaki anlaşmazlıkları ilk ortaya atan "Ölümcül Kadın" kitabının yazarına Royal-Hollande ikilisi 150 bin Euro’luk dava açmış.

Bir göz boyama davası olsa gerek?

Zira Royal dört gün önce piyasaya çıkan "Bir Yenilginin Kulisi" kitabında açıkça Hollande ile yollarını ayırdıklarını açıklıyor.

"Artık benim hayat arkadaşım değil" diyor. Bir efsane çöküyor.

Evlenmeden, imza atmadan dört çocukla ve başarılı bir politik kariyerle 30 yıl süren beraberlik sona eriyor.

Yine bu kitaptan Segolene Royal’in, Sosyalist Parti’nin 2008 sonbaharında yapılacak kongresinde Hollande’a karşı aday olacağını öğreniyoruz.

Kimileri bunu "aldatılmış kadının intikamı" olarak da görüyor. Royal’ın siyasi ihtirasını görmezden gelen, cumhurbaşkanlığı yarışında iyi bir performans gösterdiğini yabana atan bir görüş bu. Royal, tıpkı Hillary Clinton, Margaret Thatcher kumaşında bir kadın.

AKLIMI KURCALAYAN SORU

Peki Royal cumhurbaşkanlığı seçimlerinden başarıyla çıksaydı, Elysee Sarayı’nın yolunu Hollande ile birlikte mi tutacaktı? Yoksa Elysee Sarayı’na yerleşmeden hayat arkadaşına kapıyı mı gösterecekti? Aklımı kurcalayan soru bu.

Royal ile Hollande beraberliğinin bitmesine şöyle ilginç bir yorum getirenler de var: "Bu ayrılık meselesi altı ay sonra Elysee Sarayı’nda Cecilia ile Nicolas Sarkozy arasında kopacak fırtınanın normal karşılanmasını sağlayacak."

Öyle ya, kocasını başka bir adam için terk eden, sonra geri dönen Cecilia’nın ne yapacağı hiç belli olmaz.

Zaten Elysee Sarayı da "aldatma hikayeleri" açısından bol malzeme sağlayan bir yer. Mitterrand’ın evlilik dışı kızı Mazarine Pingeot’yu hatırlayın. Mitterrand cumhurbaşkanı iken Mazarine’in kızı olduğunu noter önünde tanımıştı. Cumhurbaşkanlığı sırasında evlilik dışı çocuğunu tanıyacak bir devlet adamı da kolay kolay gelmez yeryüzüne.

Mitterrand’ın, Cecilia’nın, şimdi de Hollande’ın aldatma hikayeleri iyi eğlendiriyordur Fransızları.
Yazının Devamını Oku

Türkiye’nin marka değeri 306 milyar dolar

22 Haziran 2007
AVRUPA Zirvesi’nden iki gün önce Brüksel’deydik.<br>Ziyaretin nedeni, merkezi Londra’da olan düşünce kuruluşu Avrupa Reform Merkezi’nin "Türkiye’nin AB üyeliği ve Avrupa kamuoyu" toplantısı.
İkinci bölümde ise "Kim ve nasıl Türkiye hakkında kamuoyunu olumlu yönde etkileyebilir?" meselesi ele alınıyor.

AB üyeliğine inanan, inanmayan herkesin merak ettiği iki soru bu aslında.

Sürekli masaya gelen ama bir tek kesin cevabı olmayan sorular.

Bu kez Brüksel’de kulak verdiğimiz konuşmacılar arasında elinde bilimsel veriler olan bir konuşmacı var.

"Ulus markaları" konusunda uzman, hükümetlere yol gösteren "bağımsız danışman" Simon Anholt.

Anholt,
en son birkaç ay önce "Global Ulus-Marka Endeksi" gerçekleştirmiş.

35 ülkede 26 bin tüketiciye 40 ülkeyi nasıl gördüklerini sormuş.

Yani insanların, belirli ülkeler hakkındaki düşünceleri, algıları nedir?

Belirli bir ülkenin kültürü, siyaseti, ticari markaları, turizmi ve insanları hakkında ne düşünülüyorlar?

Türkiye hakkında ne düşündüklerini merak ediyorsanız sonuç aşağıda.

40 ülke arasında Türkiye’nin yeri 34. sırada.

ŞÖHRETLİ ÜLKE ŞÖHRETSİZ ÜLKE

Simon Anholt
insanlar gibi bir ükenin de "şöhreti" olduğunu söylüyor.

Kimi zaman bir tek siyasetçi bu şöhrete leke sürebiliyor ya da kötü şöhreti iyileştirebiliyor.

Örneğin Romanya, Çavuşesku dönemi nedeniyle kötü şöhretinden hálá kurtulmuş değil.

Bush, ABD’nin şöhretini yerle bir etmiş, Mandela ise Güney Afrika’nın şöhretini iyileştirmiş.

İngiliz hükümetine de danışmanlık hizmeti veren Simon Anholt’un dikkat çektiği başka ilginç bir mesele var.

O da şu: Ülkelerin ekonomik performanslarıyla ulusal markaları arasında direkt bir bağlantı yok.

Yine örnek vermek gerekirse, Letonya’nın ekonomisi çoğu Avrupa ülkelerini bile şaşırtıyor ama marka endeksinde bizim altımızda.

Anholt, Ulus-Marka Endeksi’nde ülkelerin marka değerlerini de belirlemiş.

Bunun için yedi ekonomik performansı ölçü almış.

Marka endeksinde 11. sırada olan ABD’nın marka değeri 20 trilyon dolar.

Listenin en tepesinde o var, üstelik ikinci sırada gelen Japonya’nın marka değeri 9 trilyon dolar.

Türkiye’nin marka değeri ise 306 milyar dolar.

2006 yılında ise 189 milyar dolarmış.

Ulus-marka endeksinde 26. sırada olan Polonya’nın marka değeri ise bizden çok daha düşük: 61 milyar dolar.

Türkiye’nin marka değerinin bir AB ülkesinden çok daha önde olması ve giderek artması iyi haber.

TÜRKİYE’NİN ARTILAR

Peki Türkiye daha iyi tanınmak için ne yapmalı?

Simon Anholt’un bu soruya cevap olarak "Türkiye’nin iki özel sektör ve turizm gibi iki önemli artısı var"diyor.

Türkiye hakkındaki önyargıların giderilmesinin güç olduğunu da kabul ediyor.

Özellikle bulunduğumuz bölge, komşularımız insanların düşüncesini olumsuz etkiliyor.

" Siyasetin dışında başka alanlarda insanları şaşırtacak şeyler yapmalısınız. Yenilikçi şeyler" diye konuşuyor.

İşte tam bu noktada Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat ödülünü kazanması aklıma geliyor.

Bu kadar önemli bir olayı iyi değerlendirip, ülke tanıtımı için fırsata dönüştürdük mü?

Elbette ki hayır.

Anholt
bu aralar, Letonya ve Jamaika hükümetleriyle çalışıyormuş.

Özetle yaptığı şey şu: Hükümet, turizm, kültür bakanlıkları yetkililerini, özel sektörü bir masanın etrafında toplayıp bir strateji belirliyor.

Bir anlamda strateji için taraflar arasında koordinasyonu sağlıyor.

Şimdiye kadar başaramadığımız bir şeyi yapıyor açıkçası.

Hepimiz İstanbul’a banka almaya gidiyoruz

BRÜKSEL’e kısacık ziyaret Türkiye’nin AB üyeliğiyle ilgili karamsarlığımı arttırmaya yetti.

Kokladığımız hava, üyelik sürecinin teknik olarak devam ettiği ancak siyaset açısından tıkanma noktasında olduğu yolunda.

Sarkozy’nin önümüzdeki hafta müzakerelere açılması beklenen üç başlıktan finans politikasına ilişkin olanını engelleyeceği hemen hemen kesin.

Avrupa Reform Merkezi’nin toplantısına katılan bir Fransa Dışişleri Bakan yetkilisiyle ayaküstü sohbette, bunun nedenini sorduğumda "Sarkozy’nin gözünde finans politikaları en az tarım politikaları kadar önemli" cevabını alıyorum.

Brüksel’de AB üyeliğiyle havayı bir yana bırakın Hollandalı ING Grubu’nun Oyakbank’ı satın almasıyla ilgili haber Le Soir Gazetesi’nin birinci sayfasında.

Haber "ING de Boğaz kıyılarına yerleşiyor" başlığıyla verilmiş.

Haberin içinde de ING Başkanı Michel Tilmant’ın "Önümüzdeki 10 yıl içersinde Türkiye dünyanın 12. ekonomisi olacak" sözleri var.

Le Soir, daha önce HSBC, Fortis, Dexia’nın da banka satın aldıklarına değinerek "Hepimiz İstanbul’a banka almaya gidiyoruz" diye bir başlık atmış.

Buyrun gelsinler de acaba satılacak başka banka kaldı mı?
Yazının Devamını Oku

Cezaevinden çıktı, silahlı saldırıya uğradı

21 Haziran 2007
Malatya'da, “menfaat sağlamak için” örgüt kurarak, birçok suça karıştıkları iddiasıyla tutuklanan 15 kişiden biri, tahliye olduktan birkaç saat sonra silahlı saldırıya uğradı.

Dün Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan duruşmada “cinayet mahallini değiştirme”, “uyuşturucu kaçakçılığı ve ticareti”, “zorla senet imzalatma”, “menfaat sağlamak için suç örgütü kurmak” iddiasıyla yargılanan 15 kişiden 6'sı tahliye edildi.

Tahliye edilen sanıklardan G.K, serbest kaldıktan birkaç saat sonra Toprak Su Parkı civarında kimliği henüz belirlenemeyen bir kişinin silahlı saldırısına uğradı.

Ayağından yaralanan G.K, Malatya Devlet Hastanesine kaldırıldı.

Polis silahlı saldırıyı düzenleyen kişinin yakalanması için çalışma başlattı.OLAYMalatya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünün organize suç örgütüne yönelik takipli çalışması sonrası 2006 yılı sonunda düzenlenen “Aydınlık” adlı operasyonda, suç örgütü lideri olduğu öne sürülen Mehmet A. ve örgüt üyesi 21 kişi yakalanmıştı.

Emniyet müdürlüğündeki ifadelerinin ardından adliyeye sevk edilen zanlılar tutuklanmış, ilk duruşmada 6 sanığın tahliyesine 15'inin ise tutukluluk halinin devamına karar verilmişti.

 

Yazının Devamını Oku

Sabancı Koleksiyonu tam vaktinde Portekiz’de

19 Haziran 2007
SAKIP Sabancı Müzesi’nin daimi koleksiyonuna ait 38 tablo, 14 Haziran-26 Ağustos tarihleri arasında Lizbon’da. Tablolar İstanbul, Üsküdar doğumlu ünlü işadamı Kalust Gülbenkyan’ın müzesinde sergileniyor.

"Çağrışımları, Yolculukları ve Atmosferiyle İstanbul" gibi son derece romantik bir adı olan serginin açılışı için Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, Yönetim Kurulu üyesi Sevil Sabancı ve Sakıp Sabancı Müzesi Müdürü Profesör Nazan Ölçer ile birlikte Lizbon’daydık.

Hatırlayacaksınız, geçen yıl Sabancı Müzesi’nde Gülbenkyan Müzesi’nden eserleri ağırlanmıştı.

Lizbon’daki bu sergi bir anlamda iade-i ziyaret.

Güler Sabancı’nın vurguladığı gibi, Gülbenkyan Müzesi 50 yıllık, Sakıp Sabancı Müzesi (SSM) ise sadece 5 yıllık. Dolayısıyla iki müze arasında işbirliği özellikle SSM açısından önemli.

Lizbon’daki Kalust Gülbenkyan Vakfı’nın bünyesinde bulunan Gülbenkyan Müzesi 1969 yılında kurulmuş. Lizbon’un ikinci büyük müzesi. Yüzde 70-80’ini yabancı olmak üzere yılda 250 kadar üzerinde ziyaretçi ağırlıyor.

Şimdi bu ziyaretçiler belki hayatlarında ilk kez Türk resmiyle tanışacaklar.

Şevket Dağ, Avni Lifij, Osman Hamdi, İbrahim Çallı, Abdülmecid Efendi gibi ressamları öğrenecekler.

Sabancı Koleksiyonu tablolarının, Türkiye’nin AB üyeliğinin yeniden çok tartışıldığı bir dönemde Lizbon’da sergilenmesi bu açıdan önemli.

Serginin zamanlaması açısından ikinci önemli nokta şu:

Portekiz temmuz ayından itibaren Avrupa Birliği dönem başkanlığını üstleniyor.

Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen Portekiz’in elinde Lizbon’daki sergi dolayısıyla önemli kozu var.

Zira sergi, Türkiye’nin Batı’ya dönük, sanatsever yüzünü ortaya koyuyor.

Lizbon’da, 25 bin metrekarelik muhteşem bir parktaki müzede düzenlenen akşam yemeğinde konuşma fırsatını bulduğum Portekiz’in dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Joao Gomes Cravinho aynı görüşü paylaşıyor.

Geçen hafta Ankara’da Ali Babacan ile biraraya gelmiş olan Cravinho, "Türkiye’nin yeri Avrupa’dır. Üyeliğimiz süresince bunu vurgulayacağız" diyor.

Lizbon’daki Sabancı sergisinin zamanlaması gerçekten mükemmel.

Dünyanın en önemli vakıfları gelecek yıl İstanbul’da toplanıyor

KALUST Gülbenkyan Vakfı’nın Başkanı Emilio Rui Vilar ile geçtiğimiz yıl Sabancı’daki sergi sırasında tanışmıştık.

Gülbenkyan Vakfı, sanatın yanısıra eğitim ve bilime verdiği destekle dünyanın sayılı vakıfları arasında.

Eski Portekiz Merkez Bankası Başkan Yardımcısı olan Vilar yaklaşık 3.5 milyar Euro’yu yönetiyor.

Aynı zamanda vakıfla ilişkili Partex Oil and Gas’ın başkanlığını yürütüyor.

"Avrupa Vakıf Merkezi"nin de Başkan Yardımcısı.

Lizbon gezisi öncesi Aydın Doğan Vakfı Başkanı Candan Fetvacı sayesinde "Avrupa Vakıf Merkezi" Genel Sekreteri Gerard Salole ile tanıştım.

Salole ile kısa bir sohbet vakıf meselesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koydu.

Öyle vakıf deyip geçmemek gerek. Vakıflar ve STK’lar günümüzde üçüncü sektör olarak anılıyor.

Gates ile Buffet vakıfları birlikte 60 milyar dolara sahip.

Genellikle Gates, Buffet, Ford, Rockfeller gibi Amerikan vakıflarından söz edilse de Avrupalı vakıfların da çok önemli misyonları var.

İtalya’da günümüzde sanat ve kültüre harcanan paranın yüzde 80’ini vakıflar karşılıyor.

Almanya, Danimarka gibi ülkelerde üniversite vakıflarının bilimsel araştırmalara katkıları büyük.

Vakıflar günümüzde paralarını borsadan emlaka uzanan geniş bir yelpazede değerlendirip büyütüyorlar.

Eğitim üzerinde yoğunlaşan vakıf da var, yoksulluk üzerinde yoğunlaşan da.

Bunlar Salole’den aldığım bilgiler.

Aydın Doğan Vakfının da üye olduğu "Avrupa Vakıf Merkezi"’nin bünyesinde Volkswagen, Bosch, Agnelli, Olivetti, Gülbenkyan gibi vakıflar var.

2008 yılının mayıs ayında ise dünyanın en önemli vakıfları İstanbul’da biraraya gelecek.

Kısmet Bejart’ın sponsorluğundaymış

TÜRKİYE’nin önde gelen vakıflarından İKSV sayesinde İstanbul doyumsuz sanat günleri geçiriyor.

İKSV 35’inci yılında "döktürdü" desem yalan değil.

Cumartesi gecesi AKM’de Maurice Bejart balesi, pazar günü Aya İrini’de soprano Angela Gheorghiu.

Bejart
’ın, Mevláná’nın doğumunun 800. yılı nedeniyle özel olarak koreografisini yaptığı bölüm de, "The Best of Bejart" bölümü de tek kelimeyle olağanüstüydü.

Gösteri bittiğinde insanların ayağa fırlayıp alkışmaları kanıtıydı bunun.

İKSV’nin İstanbullu sanatseverlere bu güzellikleri yaşatmasında sponsorların payı büyük.

Bejart balesinin sponsoru HSBC, Gheorghiu’nun aynı zamanda festival sponsoru olan Borusan.

İstanbul her ikisine ve diğer festival sponsorlarına teşekkür borçlu.

HSBC ilk kez bir sanat olayında sponsorluk yapıyor. Şakir Eczacıbaşı, sponsorluk için HSBC CEO’su Piraye Antika ile bankanın bombalanmasından tam bir gün önce konuşmuş.

Yıllar sonra kısmet Bejart’mış.
Yazının Devamını Oku