Gila Benmayor

Bahar çukuru

3 Haziran 2007
Sadece, mevsim itibarıyla uygun düştüğü ve ruh hálimle benzeştiği için, Belçikalı dev şair-şantör Jacques Brel’in "Le Moribond" isimli şarkısını serbest tercüme edeceğim. Güzel mayıs bittiyse de, meteorolojik takvime göre yazın başlamasına daha üç hafta var. O halde, hálá bahar mevsimini yaşıyoruz demektir.

Dolayısıyla da, aslında kıpır kıpır olmamız ve hayat kıvılcımı çakmamız gerekir.

Ne var ki, bende çakmıyor!

Evet evet, bütün kalbimle temenni ederim ki aynı şey sizin için geçerli değildir ve de tam tersine, her yanınız bahtiyarlıkla dolup taşmaktadır ama, ben bu sene çok mendebur bir bahar yaşadım.

Metafizik varoluş kaygılarının daha da derinleşmesinden kaynaklanan bu durumun nedenlerine girmeyeceğim.

Sadece, mevsim itibarıyla uygun düştüğü ve ruh hálimle benzeştiği için, Belçikalı dev şair-şantör Jacques Brel’in "Le Moribond" isimli şarkısını serbest tercüme edeceğim.

Yukarıdaki "moribond" sözcüğünün Türkçede tek kelimelik bir karşılığı yoktur ve aşağı yukarı, ölüm döşeğinde can çekişen kişiyi tanımlar.

Ancak içiniz şimdiden kararmasın, çünkü aşağıda okuyacağınız gibi, Büyük Brel tüm duyarlılığıyla burada da yine sinik davranıyor ve satır aralarından kara mizah çağrıştırıyor.

LE MORİBOND

"Eyvallah Emil, doğrusu seni severdim / Eyvallah Emil, evet bilesin, seni severdim

Aynı şaraplarla kafayı bulduk / Aynı kızlara sulandık / Aynı hüzünlere ağladık.

Eyvallah Emil, işte ölüyorum.

Ve baharda ölmesi zor, bilesin.

Ama işte gönlüm rahat gidiyorum çiçeklere.

Çünkü bilirim, beyaz ekmek gibi iyisin /

Biliyorum, karımı çakala kurta emanet etmezsin.

Haydi gülün / Haydi raks eyleyin / Haydi delice eğlenin

Çukura tıkarlarken beni"

*

"Eyvallah Papaz Efendi, doğrusu seni severdim.

Eyvallah Papaz Efendi, evet bilesin, seni severdim.

Tamam, aynı geminin ve aynı yolun yolcusu değildik.

Fakat olsun, aynı limanı arıyorduk.

Eyvallah Papaz Efendi, işte ölüyorum.

Ve baharda ölmesi zor, bilesin.

Ama işte gönlüm rahat gidiyorum çiçeklere.

Çünkü madem ki karımın sırdaşıydın

Biliyorum, onu çakala kurda emanet etmessin.

Haydi gülün / Haydi raks eyleyin / Haydi delice eğlenin

Çukura tıkarlarken beni"

*

"Eyvallah Antuvan, doğrusu seni sevmezdim.

Eyvallah Antuvan, evet bilesin, seni sevmezdim.

Zaten, şimdi geberiyorum diye aslında hırstan geberiyorum.

Halbuki sen dokuz canlısın ve de domuz gibi sağlamsın.

Eyvallah Antuvan, işte ölüyorum.

Ve baharda ölmesi zor, bilesin.

Ama işte gönlüm rahat gidiyorum çiçeklere.

Çünkü madem ki karımın beni boynuzladığı dostuydun

Biliyorum, onu çakala kurda emanet etmezsin.

Haydi gülün / Haydi raks eyleyin / Haydi delice eğlenin

Çukura tıkarlarken beni"

*

"Eyvallah karıcığım, doğrusu seni severdim.

Eyvallah karıcığım, evet bilesin, seni severdim.

Oysa, Tanrı’ya giden trene biniyorum. / Benimkisi de seninkinden önce kalkıyor.

Eh n’apalım, çaresiz, herkes gelen trene biniyor.

Eyvallah karıcığım, işte ölüyorum.

Ve baharda ölmesi zor, bilesin.

Ama işte gözlerim kapalı gidiyorum çiçeklere.

Çünkü madem ki hayattayken de çok kapattım onları,

Biliyorum, ruhcağızımı çakala kurda emanet etmezsin.

Haydi gülün / Haydi raks eyleyin / Haydi delice eğlenin

Çukura tıkarlarken beni"
Yazının Devamını Oku

Sabancı Vakfı olarak kadın dostu şehirlerin takipçisiyiz

1 Haziran 2007
KADIN dostu şehir olur mu?<br><br>Olursa bu kadınlar için ne anlama gelir? Önceki gün Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı’yla birlikte ziyaret ettiğimiz Şanlıurfa’da "kadın dostu" kentin ne olduğunu öğrendik.

Şanlıurfa’yı ziyaret amacı Hacı Ömer Sabancı Vakfı’nın, BM, İçişleri Bakanlığı ve Sabancı Üniversitesi’yle birlikte uyguladığı "Kadınların ve Kız Çocuklarının Haklarının Korunması" Programı.

Avrupa’da Frankfurt, Essen, Paris, Viyana, Stockholm ve daha sayısız şehirlerde yıllardan beri uygulanıyor.

Türkiye’de ise Şanlıurfa’nın yanı sıra Kars, İzmir, Nevşehir, Trabzon, Van’ı da kapsayan program bir buçuk yıl önce başlamış.

Programın esası şehirlerin kadınların talepleri doğrultusunda hizmet sunmaları.

Kadın sorunlarına "duyarlı" olmayı öğrenmeleri.

Bu kolay değil.

Bir kere yerel yönetimlerde kadınların yok denebilecek kadar az.

Kadınlar hizmet istediklerinde kime, nereye başvuracaklarını bilmiyorlar.

"Kadın Dostu Kentler" projesinin hedefi, yerel yönetimlere kadınlara nasıl ulaşılacağı, kadınların ise kimlerden, ne talep edeceği konularında yol göstermek.

Hem kadın örgütleri arasında, hem kadın örgütleriyle yerel yönetimler arasında işbirliğini sağlamak.

KRALİÇELER GİBİ KARŞILANDIK

Programın yöneticisi Nevin Şenol programın start almasından bu yana örneğin Kars’taki kadın kuruluşlarının sayısının birden üçe çıktığını söylüyor.

Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nde yıllarını kadın sorunlarına vermiş olan Nevin Şenol, Urfa’daki kadın kuruluşlarının ilk kez işbirliği yaptıklarını, ilk kez siyasi partileri ziyaret ettiklerini anlatıyor.

Kadın örgütleri "siyasi parti merkezlerinde kraliçeler gibi karşılandık" diye pek mutlu olmuşlar.

Programın başarısı buzları eritmek.

Şanlıurfa yolunda uçaktaki sohbette Güler Sabancı, "Kadınların yerel yönetimlerden talepleri farklı. Kimi illerde ’aile planlaması’ öne çıkıyor. Şanlıurfa’da örneğin ’Kız çocuklarının eğitimi’ ön sıralarda" diyor.

Şehirlere göre kadınların farklı talepleri esasında o şehirlerin zaaflarıyla yakından ilintili.

Trabzonlu kadınlar "fuhuş"a ağırlık verirken. Şanlıurfalılar "kızların eğitimi"ne ya da kadın barınaklarına vurgu yapıyorlar.

"Kadın Dostu Kentler" programına dahil altı şehir tüm tarafların işbirliğiyle bir yol haritası çıkartmış.

KADINLAR BAŞARACAK

Şimdi sıra yol haritasının uygulanmasını sağlayacak projelere gelmiş.

Sabancı Vakfı bu projelerden 10 tanesine "hibe yardım" sağlayacak.

"Sabancı Vakfı olarak kadın dostu şehirlerin takipçisiyiz" diyen Güler Sabancı heyecanlı.

Şanlıurfa’da Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı olarak konuşmasında "Urfa’yı kadın dostu şehir yapacağız. Haydi kadınlar başaracaksınız" diyor.

Evet, kadınlar başaracak.

Şanlıurfa’da dün Adalet Budak ile karşılaştıktan sonra bu konudaki inancım pekişiyor.

Yıllar önce henüz öğrenci iken tanıdığım Adalet Budak özel bir bursla New York’a gidip İngilizce öğrendi.

Danimarka Hükümeti’nden master bursu aldı.

Şimdi GAP Sosyal Projeler Urfa Bölge Müdürlüğü’nde görevli.

Sabancı Vakfı’nın hibe programına, "kadınların yerel karar mekanizmalarında yer almaları"projesiyle başvuruda bulunmuş.

Kadınlar mutlaka başaracak.

22 Temmuz seçimleri Türkiye için iyi olacak

ŞANLIURFA yolunda uçakta Güler Sabancı ile sohbet ediyoruz.

Sohbet "Kadın Dostu Kentler" programından, 22 Temmuz seçimlerine, şarapçılığa kadar uzanıyor.

Güler Sabancı, seçim tarihinin öne alınmasının isabetli bir karar olduğu görüşünde, "22 Temmuz seçimleri Türkiye’nin normalleşmesi anlamında" diyor.

"Seçimlerin iyi olacağına inanıyorum. Hem ekonomik istikrar açısından da öyle. Yaz ayları ekonomik göstergeler yavaşlar. Sonbahara yeni bir hükümetle girmek ekonomiyi canlandırır" diye ilave ediyor.

Makroekonomik göstergelerin iyi olduğunu belirten Güler Sabancı, faiz oranlarının yüzde 20’lerden yüzde 18.5’e düşmesini "Aylardır reel faiz yüksek diyordum. Düşmesi iyi. Daha da düşeceğine inanıyorum" diye değerlendiriyor.

Ekonomik büyümedeki yavaşlamayla ilgili olarak ise "Bu öngörülmeyen bir yavaşlama değil. Tüm dünyada yüksek bir büyüme döneminden sonra bir ’soluklanma’ dönemi yaşıyoruz zaten" diye konuşuyor.

Sarkozy’ye şarap gönderdim, içmiyormuş

GÜLER Sabancı ile sohbette Avrupa Birliği ilişkileri, Fransa’nın tutumu, Türkiye’nin imajı gibi konular da gündeme geliyor.

Sabancı, AB sürecinin hükümetler üstü devam edecek bir süreç olması gerektiğine inanıyor.

Fransa’nın önemli bir ülke olduğunu ama tek başına AB sürecini etkileyemeyeceğini söylüyor.

İtalyan Corriere della Sera Gazetesi’ne verdiği demeçte "Sarkozy’ye şarap göndereceğim" dediğini hatırlatarak, "Fransa’nın yeni cumhurbaşkanına şarap gönderdik. Şarabın eline ulaştığını da öğrendik. Ama Sarkozy şarap içmiyormuş" diyor.

Yabancı basına verdiği demeçlerle Türkiye’nin imajına katkısı olmasından mutlu olduğunu söyleyen Güler Sabancı önümüzdeki günlerde de Dünya Ekonomik Forumu’nun davetlisi olarak Saint Petersburg’da bir konuşma yapacak.

Düzeltme Geçen salı günkü "Kadınların Gözü 4 Haziran Listelerinde" başlıklı yazıda adları geçen adaylardan, DP aday adayı Avukat Vildan Yirmibeşoğlu, AKP aday adayı ise KA-DER eski başkanı Avukat Seyhan Ekşioğlu’dur.
Yazının Devamını Oku

Lüks tüketim pazarınız büyüyor

29 Mayıs 2007
CUMARTESİ yolum Nişantaş’ına düştü.<br><br>"İtalyan Stili" diye bir etkinliğin göbeğinde buldum kendimi. Abdi İpekçi Caddesi’nde son model İtalyan arabaları sergilenirken, İtalyan malları satan mağazalarda kokteyller düzenlenmişti.

Dün konuştuğum İtalyan Ticaret Merkezi Müdürü Roberto Luongo Nişantaşı’nda neler olup bittiği konusunda beni aydınlattı

Türkiye’nin 3’üncü ticari partneri olan İtalya bize ihracatında şimdiye kadar sanayi ve teknoloji ürünleri üzerinde odaklaşmışken şimdi bunlara "lüks tüketim" ürünlerini de ilave etmeye karar vermiş.

Luongo, "Ekonomideki büyüme trendi giderek zengin sınıfının büyümesine ve lüks tüketime talebin artmasına yol açtı. Lüks tüketim pazarınız büyüyor. Başvurduğumuz istatistikler zengin sınıfın alım gücünün arttığını gösteriyor. Bunu gördüğümüüz için değerlendirmek istiyoruz" diyor.

İtalya, lüks tüketim markalarının ihracatında dünyanın bir numarası.

En büyük pazarı ABD.

ABD’nin ardından Japonya, Almanya, Fransa geliyor.

Türkiye’den önce New York’ta görevli olan Roberto Luongo benzer bir "İtalyan Stili" etkinliğini defalarca ABD’de düzenlemiş.

Türkiye’de ise ilki deniyor.

Yaklaşık 25 İtalyan markasının satıldığı Türkiye’nin "Milano"su diye bilinen Nişantaşı "İtalyan Sitili" etkinliklerinin start aldığı nokta.

EKBERG’İN AYAKKABISI DEPP’İN ÇİZMESİ

Etkinlikler çerçevesinde "İtalyan Yemek ve Kültür Festivali", sergiler, konserler var.

Sergilerden bir tanesi çok ilginç.

Yapı Kredi Plaza’da İtalyan zanaatkárların Hollywood yıldızları için tasarladıkları ayakkabılar sergilenecek.

"Yıldızlar Arasında Gezinti" Sergisi’nde Anita Ekberg’in "Tatlı Hayat"ta giydiği ayakkabıyı, Karayip Korsanları’nda Johnny Depp’in uzun çizmesini de görebileceksiniz.

Ankara’ya da uzanacak etkinlikler çerçevesinde genç İtalyan stilistler de davet edilmiş.

Lüks tüketimden söz açılmışken Roberto Luongo’ya İtalyan şarabını sordum.

İtalya’nın Türkiye’ye şarap ihracatı 1.5 milyon Euro’yu bulmuş.

Peki seçim rüzgarı, ekonomideki belirsizlikler İtalyan yatırımcılarının gözünü korkutmuyor mu?

Luongo’nun rakamlarına göre, yaklaşık 550 İtalyan şirketinin buradaki yatırımları 4.5 milyar doları bulmuş.

Sorum üzerine, "İtalya seçim ekonomisinin ne olduğunu iyi bilir. Seçim öncesi bir daralma normal. Biz de bunu yaşadık. Kaygı verici bir durum yok" diyor.

Neticede Türkiye’de lüks tüketim artıyor.

Bir yanda geçenlerde yine bu sütunda yazdığım gibi 15 milyon yoksul, diğer yanda lüks tüketime giderek daha fazla yönelen bir zengin sınıf.

Türkiye’nin gerçeği bu.

Bakalım makas siyasi partilerin hangi politikalarından sonra daralmaya yüz tutacak.

Kadınların gözü 4 Haziran listelerinde

KADIN aday adaylarla ilgili gelen e-postaların haddi hesabı yok.

Belli ki kadın sivil toplum kuruluşlarının gözleri 4 Haziran günü açıklanacak aday listelerinde.

Siyasi partiler en büyük sınavlarını kadınlarla verecek.

Listelerin üst sıralarına kadın adayları yerleştirdikleri takdirde kadınlardan iyi puan alacaklar.

Gelen e-postalar çoğunlukla, partilere, "vitrin" isimlerden ziyade "kadın sorunlarıyla" yıllardan beri iç içe olan isimlere ağırlık vermeleri uyarısında bulunuyorlar.

Örneğin DP’den aday aday Selma Acuner kadın sorunlarını en iyi bilen isimlerden.

Acuner, Avrupa Kadın Lobisi Yönetim Kurulu üyesi.

Aynı şekilde CHP’den aday adayı Canan Arın, Gaye Erbatur, Senal Sarihan, DP’den Vildan Ekşioğlu kadın sorunuyla yıllardır haşır neşir olmuş isimler.

Yine Marmara Vakfı, AB ve İnsan hakları Platformu Başkanı Müjgan Suver de öyle.

Suver attığı e-postada "Ülkemizin adı AnaDolu, Meclisizim BABA dolu olarak mı kalacak" demiş.

Adalardan CHP aday adayı Begüm Yavuz yıllarını kadın meselesine vermiş.

CHP’nin şimdilik öne çıkarttığı iki isim var: Profesör Nur Serter ile Profesör Necla Arat.

Mersin’deki CHP-DSP mitinginde "mitinglerin mimarları" olarak lanse edilmişler.

Oysa biliyoruz ki mitinge katılan birçok insan özellikle Serter’in söylemlerine karşı.

CHP’nin sadece bu iki ismi vitrine çıkartması ne kadar doğru?
Yazının Devamını Oku

Bush’un korkulu rüyası geri döndü

27 Mayıs 2007
ABD’li yönetmen Michael Moore’un Time Dergisi’nin son sayısında ironik fotoğrafları var. Belgesel filmlerinde Bush yönetiminin kirli çamaşırlarını ortaya dökmekten asla çekinmeyen Moore "üç maymunu" oynuyor. Moore ve "üç maymun" asla yan yana gelemeyecek iki şey.

Fotoğraflar, yoksa 2003’teki Oscar ödül töreninde "Utan Bush utan" diye bağıran yönetmenin uslandığı anlamına mı geliyor?

Hiç de öyle değil...

Michael Moore, Cannes Film Festivali’nde gösterilen son filmi "Sicko"da bu kez eleştiri oklarını ABD’nin sağlık ve sosyal güvenlik sistemine yöneltiyor.

İngilizce "Sick"ten (hasta) türettiği filmin ilginç ismiyle dahi dikkat çekmeyi başaran Moore’a bakarsanız, ülkesinde sağlık ve sosyal güvenlik sistemi çökmüş.

ABD’de hastaların çoğunun ya sigorta şirketleriyle, ya da sağlık kuruluşlarıyla sorunları var.

Moore, Beyaz Saray ve Kongre’nin, ilaç ve sigorta şirketlerine teslim oldukları iddiasında.

"Benim Cici Silahım" filminde silah lobisinin ipliğini pazara çıkardığı gibi bu son filminde ilaç ve sigorta sektörüne yükleniyor. Hem de Amerikalıları en hassas noktalarından vurarak.

Örneğin kalkıyor "can düşman" Küba’ya gidiyor. Havana’da, efsanevi devrim lideri Che Guevara’nın bugün doktor olan kızıyla söyleşi yapıyor.

KÜBALILAR DAHA UZUN YAŞIYOR

Adanın sağlık sisteminin nasıl tıkır tıkır işlediğini Amerikalılara gösteriyor.

Gerçekten, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre Küba, üçüncü dünya ülkeleri arasında en iyi işleyen sağlık sistemine sahip ülke. Latin Amerikalılar tedavi için genellikle Küba’nın yolunu tutuyor.

Moore araştırmış: Kübalılar Amerikalılardan daha uzun yaşıyormuş. "Kübalılar sağlık sistemlerini tıkır tıkır işletmeyi başarmış. Amerikalılar neden başarmasın" diye soruyor.

Yönetmenin "en öldürücü eleştiri oku" bu sözleri olsa gerek. Kocaman bir ABD’yi, bir süper gücü küçücük bir adayla karşılaştırmak. Bunlar gerçekten Amerikalıları yürekten yaralayacak sözler.

Ama Moore haklılığından emin. Tepkilere hazırlıklı.

"2003’te çıkıp Bush’a yüklendiğimde Amerikalıların sadece yüzde 20’si benimle hemfikirdi. Şimdi Bush konusunda yüzde 70’i beni destekliyor" diyor.

Bush’u eleştirdi, sistemi eleştirdi, peki bundan sonra sırada ne var?

"Romantik bir komedi olabilir..."

Bence olmasın. Moore böyle devam etsin daha iyi.
Yazının Devamını Oku

Kadın aday adaylar başvuru ücreti düşük partilere koşmuş

25 Mayıs 2007
KA-DER’in (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği) yeni kampanyasına ünlü erkeklerden destek var. Fatih Terim, Beyaz ve Yılmaz Erdoğan KA-DER’in bir önceki kampanyasında bıyık takmış Ümit Boyner, Demet Akbağ, Lale Mansur ile yanyana.

Bıyıklı kampanyasıyla hayli dikkat çekmiş olan KA-DER’in bu yeni kampanyasının sloganı "Bu Meclise Kadın Şart".

İkinci sloganı ise "Hedef: Listelerde ilk 3".

Parti liderlerine kadınları ilk üç sıradan aday gösterme çağrısında bulunuyor.

Geçen seçimlerde gördük ki, listelerin en sonlarına atılan kadınlar meclise giremedi.

Sonuç yüz kızartıcı yüzde 4.4’lük bir oran.

KA-DER’in kampanyası, medyanın desteği derken 22 Temmuz seçimleri için aday adaylık başvurusunda bulunan kadınların sayısı bir önceki seçimlere göre daha çok.

KA-DER önemli bir çalışma yapmış.

Siyasi partileri teker teker arayarak başvuruda bulunan kadın aday adayların sayısını çıkartmış.

Ortada ilginç bir durum var.

Başvuru ücretini düşük tutan partilere kadın aday adayları daha çok rağbet etmiş.

Örneğin erkeklerden başvuru parası olarak 1000 YTL, kadınlardan ise 100 YTL alan Genç Parti’ye başvuran kadın aday aday sayısı 980.

Oysa başvuru ücretinde kadın erkek ayırımı yapmayan CHP’de bu sayı sadece 300.

Aşağıdaki tabloda ayrıntılı bir şekilde görüleceği gibi bazı partiler ücretlerde kadın erkek ayrımı yaparken, AKP, CHP yapmamış.

"81 ile 81 kadın aday" slyoganıyla ortaya çıkan AKP’ye aday adayı başvurularının sadece yüzde 12.4’ü kadın.

CHP diğer bazı partilerin izinden gidip kadınlardan daha düşük bir ücret talep etseydi büyük bir olasılıkla başvuru sayısı daha fazla olacaktı.

KA-DER MYK üyesi Profesör Nükhet Sirman’ın dün işaret ettiği gibi Türkiye’de kadınların yüzde 80.2’si mülksüz.

Evi, arabası, kendi serveti yok.

Dolayısıyla aday adaylık için yüksek başvuru ücretini verecek durumda değil.

Kendisini "solda" bir parti olarak gören CHP’nin bunu hesaba katması gerekirdi kuşkusuz.

Tam 10 yıldan beri CHP’nın Kadın Kolları başkanlığını yaptığı halde kadınlarla CHP’yi barıştırmayı başaramayan Güldal Okuducu’nun bizzat başvuru ücretlerinde kadın-erkek ayırımı istemediği iddia ediliyor.

KA-DER’in, listelerin ilk 3 sırasına kadın adayları yerleştirme çağrısına dönersek gözümüz parti liderlerinde.

Ne yapacaklarını dikkatle izliyoruz.

Bakalım bu çağrıya kulak verecekler mi?

Yoksa meclisin yüzde 4.4’lük ayıbını görmezden gelmeye devam mı edecekler?

İstanbul’um sana ne oldu?/images/100/0x0/55eaff88f018fbb8f8a45742

SÖZ siyasi partilerden, seçimden açılmışken geçenlerde gelen bir kitaba değinmeden geçemeyeceğim.

Kitabın başlığı şöyle "İstanbul’um sana ne oldu".

CHP
İstanbul İl Başkanı Şinasi Öktem’in hazırlattığı kitapta şöyle deniyor: "Bugün AKP’nin temsil ettiği zihniyetin 13 yıldır hükümranlık sürdüğü İstanbul karanlığa doğru sürüklenmektedir"...

Kitaba çeşitli gazetelerden kesilmiş kupürler konmuş.

Tahmin edebileceğiniz gibi çoğu Topbaş’ın icraatlarıyla ilgili.

Her sayfanın başında da şöyle bir cümle var:

"CHP sorguluyor, uyarıyor, öneriyor".

Bakıyorsunuz öneriler nerede?

Yok...

205 sayfalık kitapta zaten ne olduğunu bildiğimiz gazete kupürleri var.

İnsan merak ediyor, madem böyle bir kitap gereği duymuş CHP’nin İstanbul için önerileri nelerdir?

İstanbul için projeleri nelerdir?

Madem CHP İstanbul ile o kadar ilgili mesela dün İKSV’nın düzenlemiş olduğu "İstanbul’da Yaşam Kültürü" Sempozyumuna bir yetkilisini gönderdi mi?

CHP ve diğer partiler bence şunu anlamak zorundalar:

Seçmen artık bilinçli.

Oy vereceği partinin programını, projelerini bilmek istiyor.

Kadınsam partinin kadınlarla ilgili programını, İstanbul aşığıysam İstanbul için önerilerini bilmek istiyorum.

Eğitim, sağlık, ekonomi programını da bilmek istiyorum.

Zira oyumu ona göre kullanacağım.
Yazının Devamını Oku

Doğal Hayatı Koruma Vakfı ’Kyoto İmzalansın’ diyor

22 Mayıs 2007
DÜN öğle yemeğinde Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Akın Öngör ile Yönetim kurulu üyesi Begümhan Doğan Faralyalı’nın konuğuyduk. Kısa adı WWF olan vakfın yeni göreve gelen yönetim kurulu "küresel ısınma"nın giderek artan tehdidi nedeniyle daha faal olma niyetinde.

Medyanın da desteğini bekliyor.

Eski bankacı, yeni şarap üreticisi Akın Öngör "küresel ısınma"yla ilgili karamsar tabloyu bir kez daha hatırlatıyor.

Dünyanın 2 derece ısınması kimi ülkelerin ekonomilerinde yüzde 7, yüzde 8’lik kayıp demek.

Akdeniz ülkelerinde dolayısıyla Türkiye’de kuraklık demek.

Tarımda yüzde 20’lere, yüzde 30’lara varan kayıp demek.

Bazı canlı türlerinin yokolması demek.

Listeyi uzatabiliriz.

Peki ne yapacağız?

Akın Öngör "önce kitliler bilinçlendirmeli, farkındalık yaratılmalı" diyor.

Önemli bir tespitte bulunuyor.

"Küresel Isınma" konusunda kadınlar erkeklere göre daha duyarlı.

Erkekler "benden sonra tufan" derken, kadınlar dünyanın geleceğinden daha kaygılı.

"Çocuğum ne olacak? Torunum nasıl bir dünyada yaşayacak" diye endişeleniyor.

Türkiye WWF’e göre, Türkiye’nin "küresel ısınma"yla ilgili belli bir politikası.

Mesele siyasi partilerin hiç gündeminde değil.

Siz bugüne kadar bu konuda öneriler getirmiş bir siyasi parti biliyor musunuz?

Meselá Türkiye’nin bugüne kadar imzalamaya yanaşmadığı Kyoto Sözleşmesi konusunda siyasi partilerimiz ne diyor?

Bilmiyoruz.

Ama WWF Yönetim Kurulu Başkanı Akın Öngör,Kyoto konusunda çok net.

"Türkiye sözleşmeye taraf olmalı" diyor.

Kyoto Sözleşmesi’nin Türkiye’ye maliyetine gelince Öngör’e göre rakamlar çelişkili.

Kimine göre 20, kimine göre 34 milyar dolar.

DPT ise ortaya 154 milyar dolar gibi bir rakam atmış.

Ancak yaygınlaymakta olan "karbon ticareti" göz önüne alındığında maliyetin ancak 2.4 milyar dolar olması söz konusu.

Öngör, Kyoto Sözleşmesiyle ilgili şu benzetmeyi yapıyor.

"Düşünün ki hepimiz aynı gemideyiz. Fırtına nedeniyle gemi bir yerlere sürükleniyor. Değişik kabinleri işgal edenler gemiyi nasıl kurtarırız diye düşünürken biz yani Türkiye kabinden bile çıkamıyoruz. Oysa bir denizci olarak benim düşüncem fırtınanın üzerine gidilmesi gerektiği yolunda"...

WWF’nin üzerinde önemli durduğu ikinci nokta nükleer enerji.

Öngör, vakfın nükleer enerjiyi desteklemediğini söylüyor.

Bunun yerine 500 milyar dolarlık yeni bir pazar oluşturan "yenilenebilir enerjiyi" öneriyor.

Yani güneş ve rüzgarla çalışan enerjiyi.

Türkiye’nin "küresel ısınma"ya daha fazla odaklanması için WWF’nin dün medyayla bizimle toplantı, Kyoto ve nükleer enerji çıkışları çok önemli.

Ancak medya yeterli değil.

Siyasi partilerin ve özellikle yerel yönetimlerin dikkatlerini konuya daha fazla çekmeyi başarması işini kolaylaştırır.

Badem ağacının altında pinekleyeceğime Türkiye’ye birikimimi sunmak istiyorum

İNCİ Beşpınar geçen hafta aday adaylığı için Ankara’nın yolunu tutanlardan.

CHP genel merkezine gidip başvurusunu yapmış.

Şimdi gelecek haberi umutla bekliyor.

İnci Beşpınar kim?

Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ün yardımcısı.

"Aile Danışma Merkezleri"nin Başkanı.

1993’te ilkini oluşturduğu ve bugün Kadıköy’de sayıları 11’e ulaşan bu merkezlerin sayısı Türkiye çapında model oluşturmuş.

İnci Beşpınar ve başarılı ekibi bu merkezler aracılığıyla Türkiye için çok ama çok önemli bir şey yapıyor.

Göç nedeniyle ortaya çıkan "kentli yoksulların" kente uyumunu sağlıyor.

Sosyal riski azaltma projeleri üretiyor.

Bu işte en büyük destekçisi 1994 yılında gönüllü kadılardan oluşturduğu "Kadıköy Kadın Platformu".

Doktoru, öğretmeni, eczacısıyla çeşitli mesleklerden 400, 500 kadar gönüllü düşünün.

11 mahalleye dağılıp okuma yazma öğretiyorlar, sağlık hizmeti ve meslek eğitimi veriyorlar.

İnci Beşpınar, geceli, gündüzlü 14 yılını bu işlere vermiş.

Anlattığı hikayeler kitap olur.

Okuma, yazma öğrendikten sonra, ilkokul diplomasını ve ehliyetini alıp taksicilik yapan Behiye,

Okumayı söktükten sonra stilistik eğitimi alan ve dört kızını okutan Halime.

İnci Beşpınar
AB dahil çeşitli fonlardan kaynak sağlayarak proje yapmakta uzmanlaşmış.

Sayıp döktüğü projeleri buraya sığdırmam imkansız.

2005’te başlayan ve halen devam eden "Kadıköy’de Yeni Umutlar" projesi kapsamında 800 kadın mesleki eğitim almış.

Tezgahtarlık, büro ve ofis temizliği, hasta bakımı ve girişimcilik eğitimi alanların çoğu da işlere yerleştirilmiş.

Eczacıbaşı Sağlık AŞ. hemşirelik eğitimden geçen 100 genç kadını istihdam etmiş.

Şimdi bu kadınlar işe yerleştirildi, arkalarındaki çocuklarına kim bakacak?

Türkiye’de kadınların ekonomi hayatında varlık gösterememelerinin en büyük nedeni bu zaten.

İnci Beşpınar "Bu kadınların gözlerinin arkada kalmaması için bir Çocuk Evi kurduk" diye anlatıyor.

Dünya Bankası’nın "örnek proje" olarak kayda geçirdiği bir proje bu da.

"Kadıköy Engelli Platformu"nun da kurucusu aynı zamanda Beşpınar.

Kadıköy’e komşu belediyelerle işbirliği yaparak engellilerle ilgili projeler geliştiriyor.

Beşpınar birikimini yerelden ülke çapına taşımaya hazır.

"58 yaşındayım. Emekli olup Datça’da bir badem ağacının altında pinekleyebilirim de. Ama ben bu kıymetli birikimi hizmet olarak sunmak istiyorum" diyor.

Kadıköy için ürettiği tüm projeleri , verdiği mücadeleyi Türkiye çapında yapmak istiyor.

İnanıyorum ki, İnci Beşpınar’ın mecliste olması Türkiye için büyük bir kazanım.

Kadınların oranı en az yüzde 25 olmalı

KADINLARIN bu seçimlerde büyük bir çıkış hepimizin beklentisi.

Aşağıda örneğini verdiğim İnci Beşpınar Türkiye’nin çehresini değiştirebilecek atılımları yapmaya namzet kadınlardan sadece biri.

Kimbilir bilmediğimiz daha kaç İnci Beşpınar vardır.

KA-DER meclisteki kadın oranı için yüzde 10’u hedeflerken bazı "cesur erkeklerin" hedefi daha büyük.

Dün sabah arayan TİSK Başkanı Tuğrul Kudatgobilik kadınların meclisteki temsil oranının yüzde 25 olması gerektiğini söyleyince hem şaşırdım, hem sevindim.

Geçen yıl şubat ayında "Kadın İstihdam Zirvesi" düzenlemiş olan TİSK yüzde 25’lik bir hedefle diğer kurumla örnek olmalı.
Yazının Devamını Oku

Partiye davetli olmadığım zaman yine de kapının zilini çalarım

20 Mayıs 2007
Nicolas Sarkozy bir söyleşisinde "Bir partiye davetli olmadığım zaman yine de kapının zilini çalarım. İçeriye buyur edilmediğim çok nadir olmuştur" demiş. Madem anladığı lisan bu, kapıyı açıncaya kadar çalmaya devam edeceğiz. Nicolas Sarkozy’nin Fransa cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra yabancı politikacılara, aydınlara şu soru yöneltilmiş: "Bundan sonra Fransa’dan beklediğiniz nedir?"

Aşırı dincilerin ölüm tehditleri yüzünden yıllardır sürgünde yaşayan Bangladeşli yazar Teslime Nesrin’in cevabı ilginç.

"Fransa’yı sosyalist fikirlere sahip Segolene Royal gibi bir kadının yönetmesini isterdim. Şimdiye kadar sürgündeki her yazara kucak açmış olan Fransa’da bundan sonra nasıl bir muamele göreceğim? Sarkozy’nin Fransa’sı bizim gibiler için dingin bir liman olmaya devam edecek mi? Bilmiyorum?"

Nesrin
kaygılarında tek başına değil.

Hatırlayacaksınız.

Seçimlerden bir süre önce yine bu sütunlarda Fransız aydınlarının bazı dergilere gönderdikleri bildiriden söz etmiştim.

"Çok Geç Kalmadan" başlığını taşıyan bildiri "daha aydınlık bir Fransa" için Fransızları Royal’e oy kullanmaya davet ediyordu.

Olmadı.

PİŞMANLIK DUYACAKLAR

Sandıktan önceden tahmin edildiği gibi Sarkozy çıktı.

Geçen çarşamba günü Elysee Sarayı yeni sahibine kavuştu.

Rivayet o ki, eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın karısı Bernadette Chirac sarayı terk etmeden önce "Bir gün yokluğumuzdan pişmanlık duyacaklar" demiş.

Gelen gideni aratır meselesi anlayacağınız.

Peki Sarkozy’ye oy verenler ne bekliyor?

Kestirmeden söyleyeceğim: Fransa’yı yeniden ayağa kaldırmasını.

Ekonomiyi canlandırmasını, işsizliğe çare bulmasını.

Fransa’ya kaybettiği özgüvenini yeniden vermesini.

Esas soru şu:

Kendini "eylem adamı" olarak tanımlayan Sarkozy, Fransa’yı yeniden ayağa kaldırayım derken sosyal sorunlarla baş edebilecek mi?

BULDOZER GİBİ EZİP GEÇER

Yakın çevresinin "buldozer gibi ezip geçer" dediği Sarkozy hassas bir şekilde ele alınması gereken göçmenler ya da toplumdan dışlanmış "banliyö gençleri"nin sorunlarını nasıl ele alacak?

Baksanıza seçildiğinden beri göçmen gençler sokaklarda.

Yalnız ona oy veren Fransızların değil Avrupa’nın da Sarkozy’den beklentileri var.

Avrupa anayasası bildiğiniz gibi havada.

Sarkozy’nin Merkel ile el ele verip bu sorunu halletmesi gerek.

Türkiye’nin AB üyeliği karşıtlığına gelince...

Bence en doğrusu bu konuda onu kendi silahıyla vurmak.

Sarkozy bir söyleşisinde "Bir partiye davetli olmadığım zaman yine de kapının zilini çalarım. İçeriye buyur edilmediğim çok nadir olmuştur" demiş.

Madem anladığı lisan bu, kapıyı açıncaya kadar çalmaya devam edeceğiz.
Yazının Devamını Oku

Şiddet mağduru kadınların tedavisine 5.1 milyar dolar gidiyor

18 Mayıs 2007
İSTANBUL’da 56. dünya kongresi yapılan Uluslararası Basın Enstitüsü’nün birbirinden ilginç panellerinden birinde "Aile İçi Şiddet" de ele alındı. Kadının İnsan Hakları Vakfı’nın kurucusu olan Pınar İlkaracan’ın moderatörlüğünde düzenlenen panelde, uzun yıllardan beri kadın hakları için mücadele eden Profesör Feride Acar, BM Nüfus Fonu’ndan Safiye Çağar ve Hürriyet İcra Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’yı dinledik.

Dört kadının yanısıra "kadın hakları" savunan bir erkeğe de kulak verdik.

ABD’nin önde gelen hazır giyim markalarından Liz Claiborne’un İnsan Kaynakları Müdürü Denis Butler.

Liz Claiborne’un dünya çapında 17 bin çalışanı var.

Bunlardan yüzde 80’i kadın.

Şirket 1991 yılından beri "kadın hakları" konusunda aktif.

Butler da uzun zamandır konuyla ilgili.

Hürriyet’in "Aile İçi Şiddet" kampanyasına değinerek, ABD’de bir medya kuruluşunun soruna böylesine sahip çıkmamasından yakınıyor.

Verdiği rakamlar ise dehşet verici.

Her beş kadından birinin "şiddete" maruz kaldığı ABD’de, şiddet mağduru kadınların hem fiziksel, hem psikolojik tedavileri için devletin yılda harcadığı para 5.1 milyar dolar.

Kadına şiddet her toplumda yaygın ne yazık ki.

Üstelik daha yeni yeni tabu olmaktan çıkmış, medyada tartışılır hale gelmiş.

Avrupa Konseyi’nın kadına karşı şiddete dikkat çekmek için 2006’da başlattığı kampanya 2008’e kadar devam edecek.

Türkiye’deki duruma dönersek, Hürriyet’in kampanyası da dahil bu konuda çeşitli kurum ve kuruşların kampanyaları sürüyor.

Ancak Avrupa Parlamentosu üyesi Emine Bozkurt’un son raporunda ortaya koyduğu gibi alınacak yol hayli uzun.

Şiddet gören kadınların sığınacakları barınaklardan tutun, "namus cinayetleri"ne kadar sorunlar çeşitli.

Önümüzdeki seçimlerde Meclis’e daha çok sayıda kadın girmeyi başardığı takdirde "kadına şiddetle" ilgili sorunları daha kolay aşabiliriz.

HSBC, Andrew Mango’yu neden New York’a davet etti

ULUSLARARASI Basın Enstitüsü IPI toplantıları sırasında yanıma Andrew Mango düştü.

Mango Türkiye üzerine sayısız kitapları olan, İstanbul doğumlu İngiliz yazar.

Hatırlayacaksınız, en son Atatürk (Modern Türkiye’nin Kurucusu) kitabını kaleme almıştı.

80’ine merdiven dayamış olan Andrew Mango Türkiye uzmanı olarak konferanslara davet ediliyor.

IPI toplantıları zarfında panellere katılan Andrew Mango, İstanbul’a New York ve Boston üzerinden gelmiş.

"HSBC’nin daveti üzerine bir dizi konferans vermek için ABD’ye gittim" deyince merak ettim.

Meğer Mango, HSBC’nin hizmet verdiği yatırım fonları yöneticilerine Türkiye’de neler olup bittiğine ilişkin konferans vermek üzere ABD’nin yolunu tutmuş.

"Konferansa gelen yabancı fon yöneticilerinin İstanbul’da ofisleri var. Ancak ’Türkiye’de siyasi istikrar ne olacak’ diye bir uzman analizine de kulak vermek istiyorlar" diyor.

Mango’nun anlattıklarından çıkan sonuç şu:

Yabancı fon yöneticileri kaygılı.

Türkiye’de olup bitenleri izlemeye, anlamaya çalışıyorlar.

Mango başvurdukları tek uzman değil.

Hiç kuşkunuz olmasın, son günlerde olup bitenlerden sonra hem buradaki ofisleri aracılığıyla, hem Mango gibi Türkiye uzmanı kişilerle sürekli bilgi alışverişindeler.

Ancak Andrew Mango’nun dediği gibi, analizler kısa vadeli.

Uzun vadeli analizler Türkiye’de mümkün değil.

Wolfowitz’in yerine kimlerin isimleri geçiyor

SON gelen haberlere göre Dünya Bankası Başkanı Paul Wolfowitz nihayet istifaya yanaşmış.

Maaşına zam yapıp, terfi ettirdiği sevgilisi nedeniyle başı belaya giren Wolfowitz’in yerine kimin atanacağı hálá bilinmiyor.

BM Kalkınma Programı’nın başındaki Kemal Derviş’in adı gördüğüm kadarıyla artık pek telaffuz edilmiyor.

Time Dergisi’ne göre, Dünya Bankası Başkanlığı için konuşulan isimler arasında eski Afganistan Maliye Bakanı Aşraf Ghani, İsrail Merkez Bankası Başkanı Stanley Fisher ve HP’nin eski CEO’su Carly Fiorina var.

Baktım, dün ortaya atılan isimler arasına haziran ayında görevini bırakmaya hazırlanan Tony Blair de katılmış.
Yazının Devamını Oku