Gila Benmayor

Gere bile Arjantin’de toprak sahibi

29 Mayıs 2009
MAYINLARIN temizlenmesi ve toprak kiralama işi birbirine karıştı.

Nedir bu tarımsal neo-kolonyalizm?

Türkiye’nin birbiriyle bağlantılı olarak günlerden beri tartıştığı iki meseleden "toprak satma ve kiralama" nicedir dünya basının gündeminde.

En son konuya değinen The Economist’in iddiasına göre, Türkiye de Bahreyn’e 500 milyon dolara arazi satmış.

Suudiler de sıradaymış.

Yazının Devamını Oku

YÖK neden farklılığa karşı

26 Mayıs 2009
GEÇENLERDE yolum Boston’a düştüğünde Harvard Üniversitesi’nde rastladığım genç bilim insanlarımızdan söz etmiştim. Sağlıkta devrim yaratacak projelerde çalışıyordu çoğu.

Geçen yıl da "obezite genleriyle" ilgili çalışmalarıyla dünyada ünlenen Profesör Dr. Gökhan Hotamışlıgil’in labortavutarında araştırma yapan gençlerle tanışmıştım.

Tümü Sabancı Üniversitesi’nin mezunuydular.

Harvard’daki buluşmada bize eşlik eden Güler Sabancı, üniversitenin başarısından pek memnundu.

Profesör Hotamışlıgil’in izinden giden bu genç doktora, öğrenciler ilgiyle kulak veriyordu.

Sabancı Üniversitesi, Harvard’ın yanısıra, MIT, Yale, Brown, Stanford gibi dünyanın önde gelen üniversitelerine lisans üstü ve doktoraya öğrenci göndermiş.

1999 yılından beri kendine özgü başarılı bir sistem uyguluyor.

Rektör Tosun Terzioğlu’nun belirttiğine göre, "Temel Geliştirme Programı" tam olarak Amerikan üniversitelerinin uyguladığı sistem olmasa da bir benzeri.

YÜZDE 93 BAŞARI

Üniversiteye kayıtlarını yaptıran öğrenciler ilk yıl aynı dersleri okuyorlar.

Sosyal bilimlere kayıt yaptıran öğrenciler fen, matematik dersleri de alıyor.

Amaç tüm öğrencilerin aynı seviyeye gelmeleri.

Sonuçta, sistem uygulandığı tarihten bu yana başarılı sonuçlar vermiş.

Yukarıdaki örnekte verdiğim gibi mezunlarının çoğu dünyanın önde gelen üniversitelerinde burslu kabul edilmiş.

Mezuniyetten sonra akademik ya da profesyonel olarak bir yere yerleşme oranı yüzde 93.

2003 yılından bu yana 1745 mezundan yüzde 93’ünün hayatına yön verme şansı Türkiye açısından kayda değer bir şey.

Sabancı Üniversitesi’nin uyguladığı bu başarılı sistemi Işık ve Okan üniversiteleri de izlemiş.

Ama gelin görün ki YÖK bu başarıdan memnun değil.

NEDEN İLLA TEK TİP EĞİTİM

Memnun olsa Sabancı Üniversitesi’ne geçtiğimiz günlerde "Diğer üniversitelerin sistemine uyun aksi takdirde kontenjanınızı azaltırız" diye bir uyarı gönderir miydi?

Terzioğlu’na bakarsanız YÖK, "Temel Geliştirme Programı"nı tam olarak anlamamış.

"Sistemin ne olduğunu bir yazıda uzun uzun anlattık" diyor.

YÖK Sabancı Üniversitesi’nin bu yazısını dikkate alır mı?

Bilmem?

Farklı bir eğitim sisteminden çekinmediğini, tek tip eğitimde ısrarlı olmadığı kanıtlamak istiyorsa eğer dikkate almak zorunda.

Yüksek öğrenimde ’Elbise dar geliyor’ raporu

İŞİN ilginç yanı yanı şu:

YÖK’ün Sabancı, Işık ve Okan üniversitelerine "bizim sistemimize uyun" uyarısı tam da yüksek öğretimle ilgili yeni yayınlanmış bir raporla aynı günlere denk geliyor.

Raporun başlığı "Neden yeni bir yükseköğretim vizyonu?"

Prof. Dr. Üstün Ergüder, Prof. Dr. Mehmet Şahin, Prof. Dr. Tosun Terzioğlu ve Prof. Dr. Öktem Vardar tarafından kaleme alınmış.

Neredeyse üç yıllık bir çalışmanın ürünü.

Son haline dönüşmeden önce çeşitli toplantılarda akademisyenler, işadamları, sendikacılar, Milli Eğitim ve YÖK temsilcileriyle tartışılmış.

Raporda önemli tespitler var.

Üniversitelerin arasındaki kalite eşitsizliğinden tutun, bilimsel araştırmaların yetersizliğine kadar.

Günümüzün en "sıcak konusu" toplumsal uzlaşma için öneriler var.

Örneğin "İmam Hatip liselerine kız öğrenci alımına son verilmeli" diyor.

Devlet üniversitelerinin "hesap verme" sorumluluğu ve "rekabetçiliği" üzerinde duruyor.

Özetle, rapora göre, "YÖK elbisesi artık dar geliyor".

YÖK, Türkiye’de yükseköğretimi tam 28 yıldır şekillendiriyor.

2008 yılında devlet üniversitelerinin sayısı 94’e, vakıf üniversitelerinin sayısı ise 36’ya ulaşmış.

Bu sayıdaki üniversiteye ve milyonlarca öğrenciye "YÖK elbisesinin artık dar geldiğini" kim inkar edebilir?

Kadıköy Belediyesi, bir çocuk cenneti yaratmış

MADEMKİ söz öğretimden, eğitimden açıldı Kadıköy’de geçenlerde ziyaret ettiğim "Kadıköy Belediyesi Çocuk Sanat Evi"ne değinmem şart oldu.

Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk’ün "mutlaka ziyaret etmelisin" dediği mekan sanat evinden ziyade "bir çocuk cenneti".

500 metrekarelik mekánda, çevre okullardan gelen küçük öğrenciler parasız keman, piyano, gitar, perküsyon ve bağlama eğitimi alma imkanına kavuşmuş.

Her müzik odasının izolasyonu yapılmış.

Müzik aletleri gıcır gıcır.

Belediyenin istihdam ettiği, çoğu Marmara Üniversitesi Konservatuvarı mezunu müzik eğitmenleri yaklaşık 50 dakikayı kimi zaman tek bir öğrenciye ayırabiliyor.

Perküsyon, piyano, bağlama dersleri birebir yapılıyor örneğin.

Çocuk Sanat Evi’nin kayıtlı 8 ila 16 yaşlarında 400 kadar öğrencisi var.

İki yıllık eğitimden geçen öğrenciler yetenekli oldukları takdirde konservatuvarın yolunu tutuyor.

Çocukların müzik yeteneklerinin ortaya çıkmasını sağlayan bu proje için, Kadıköy Belediyesi’ni kutluyorum.
Yazının Devamını Oku

Erdoğan Lula gibi mi

24 Mayıs 2009
GEÇENLERDE Çırağan Sarayı’nda Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva’yı beklerken ayaküstü işadamı Ethem Sancak ile sohbet ediyoruz. Meğer, Sancak iki yıldan beri Brezilya’nın İstanbul Fahri Konsolosu imiş.

Bunca işinin arasına bir de fahri konsolosluk sıkıştırmış.

Hem fahri konsolos olarak, hem eski "sıkı" bir Marksist olarak Ethem Sancak’ın, solcu Lula’nın iktidara geldiği 2003 yılından beri Brezilya’da gerçekleştirdiği mucizeleri yakından izlediğine kuşku yok.

Dolayısıyla sohbetimiz, Brezilya ve Lula üzerine koyulaşıyor.

2003 yılının ocak ayında iktidara geldikten birkaç hafta sonra Davos Ekonomik Forumu’nda dinleme fırsatı bulduğum Lula’nın hayranıyım.

Davos’a ilk geldiği yıl söylediklerinden öylesine heyecan duymuşum ki, "Powell size kalsın, ben Lula’yı seçiyorum" diye yazı yazmışım.

Gerçekten o yıl Lula’nın Davos’ta yarattığı fırtına benzersizdi.

Lideri olduğu İşçi Partisi’nin öncülüğünde Brezilya’nın "demokrasi laboratuvarı" diye bilinen Porto Alegre’de düzenlenen "Dünya Sosyal Forumu"ndan geliyordu.

Davos müdavimlerine "ütopik mesajlar" vermişti.

"Dünyada yoksulluğu, açlığı yok etmeliyiz. Ülkemdeki açların günde 3 öğün yemek yemelerini istiyorum" diyordu.

İKİSİ DE HALKIN İÇİNDEN AMA

Ethem Sancak ile Brezilya’yı, dünyada ilk "katılımcı bütçeyi" gerçekleştirmiş Porto Alegre’yi konuşurken birden "Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da aynen Lula gibi" demesin mi?

Şaşırdım tabii ki.

Herhangi bir benzerlik bulamadığımı söyleyecek oldum Ethem Sancak, "Erdoğan da Lula gibi halkın içinden geliyor. Halkı tanıyor" diye devam etti.

Yanlışın neresinden başlasam?

Lula da Silva, 2003 yılında iktidara geldiğinde elinde hayata geçirmeyi başardığı somut bir proje vardı.

Neydi bu proje?

Davos’taki konuşmasında altını çizdiği gibi "Brezilyalılarla sosyal bir kontrat" yapmıştı.

İşadamları, sendikacılar, çiftçiler ve toplumun diğer temsilcileriyle masanın etrafına oturmuştu.

Amaç, Brezilya gibi uyuyan bir devi uyandırmaktı.

Bunun için bir strateji belirlenmiş ve bunu uygulamak için "Gelişme ve Sosyal Konsey" diye bir yapı oluşturmuştu.

BREZİLYA NEYİ BAŞARDI

"Sosyal kontrat" sonucu bugün Brezilya neleri başarmış?

İstanbul’da meslektaşımız Mete Çubukçu’ya konuşan Lula da Silva anlatıyor:

"11 milyon yoksul aileye yardım ettik. Asgari ücret sistemine kattık. Özel bir kredi sistemi oluşturduk. 6 yıl içerisinde 10 milyon iş alanı yarattık. Toprak reformu gerçekleştirdik."

Lula
’nın listesi uzun ama en mühimi Brezilya’nın IMF yükünden kurtulmuş olması.

Şimdi Türkiye’ye gelirsek ben ortada Başbakan Erdoğan iktidarının toplumla başını "sosyal kontrat" yaptığını görmüyorum.

Sendikalarla nasıl çekişmeler yaşandığını daha 1 Mayıs’ta gördük.

Sendika bir örnek.

Bugün Türkiye’de çiftçinin mutlu olduğunu kim iddia edebilir?

Geçen hafta yaş çay fiyatlarının açıklandığı günlerde Rize’de hayal kırıklığına bizzat tanık olduk.

Lula’nın iktidarının birinci hedefi haline getirdiği "yoksullukla" mücadelede ne kadar başarılıyız?

Türkiye İstitastik Kurumu’nun 2007 verilerine göre, ülkemizde her beş kişiden biri yoksul.

Nüfusun yüzde 18.56’sı yoksulluk sınırın altında yaşıyor.

Yine son verilere göre yoksulluk azalmadı tam aksine artışta.

PENCERELERİ FARKLI

Bırakın bunu, henüz Türkiye’nin "yoksulluk haritası" çıkmamış.

2009 yılı bütçesinden böyle bir çalışma için 7 milyon lira ayrıldığını duymuştum.

Çalışmalar hangi aşamada bilmiyorum.

Lula kuşku yok ki elinde sağlam verilerle 11 milyon yoksul aileye ulaşmış olmalı.

Erdoğan’ın Lula’ya neden benzemeyeceğini Ethem Sancak’a böyle uzun uzun anlatamadım elbet ki.

Sadece şunu söyledim:

"İkisi arasında en önemli fark birinin dindarlığı, diğerinin Marksist kökenleri ve hayata farklı pencerelerden bakmaları".

Sanırım Ethem Sancak ne demek istediğimi iyi anlamış olmalı.
Yazının Devamını Oku

Enerji yatırımlarında alarm zilleri çalıyor

22 Mayıs 2009
KÜRESEL ekonomik krizden en çok enerji yatırımları etkileniyor. Yatırımlarda düşüş, önümüzdeki iki, üç yıl zarfında petrol fiyatlarının artmasını tetikleyebilecek.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın, yarın ve pazar günü Roma’daki G-8 enerji bakanları zirvesinde sunacağı rapor işte bu iki önemli sonucu verileriyle ortaya koyuyor.

65 sayfalık raporun başlığı "Krizin Küresel Enerji Yatırımlarına Etkisi".

Uluslararası Enerji Ajansı’
nın baş ekonomisti Fatih Birol ve 60 kişilik ekibi tarafından hazırlanmış.

Raporun hazırlanması talebi ise "Zenginler Kulübü" yani G-8’lerden gelmiş.

Raporu gönderdikten sonra telefonla görüştüğüm Birol, "Bir kereye mahsus böylesine kapsamlı bir rapor hazırladık. Global enerji yatırımlarının röntgenini çektik" diyor.

Raporun ayrıca önümüzdeki temmuz ayında yine Roma’daki G-8’ler liderler zirvesinde ele alınacağını belirtiyor.

Bu zirveye enerji piyasasını yakından izleyen Çin ve Hindistan’ın da katılmaları bekleniyor.

YATIRIMDA YÜZDE 21’LİK KESİNTİ

Peki enerji piyasasının dikkatini çevirdiği raporda neler var?

En çarpıcı tespit şu:

Petrol ve doğal gaz yatırım bütçeleri 2009 yılında, 2008’e göre yüzde 21’lik oranında kesintiye uğramış. Bu oran 100 milyar dolara tekabül ediyor.

Geçen ekim ayından nisan ayına kadar enerji devleri 170 milyar dolarlık projeyi ya iptal etmişler ya da rafa kaldırmışlar.

İptal ve ertelemelerin nedeni finansal zorluklar ve talebin azalması.

Örneğin rapora göre, 2009 yılında global elektrik tüketiminde yüzde 3.5’luk bir düşüş beklentisi var. Petrol talebinde ise yüzde 3’lük düşüş bekleniyor.

2012’DE PETROL FİYATLARI

Peki enerjide yatırımın durması nasıl sonuçlar doğurabilir?

Fatih Birol’un bu soruya cevabı şöyle:

"Birincisi, enerji sektörüne yatırım yapmazsanız ekonominin her alanı etkilenir. İkincisi dünya ekonomisi ayağa kalktığı zaman üretim talep artışını karşılayamaz."

Talepte olası artış bugünün sorunu değil.

Ama ekonomi düzelmeye başladığında özellikle krizden daha az etkilenmiş olan Çin ve Hindistan’ın talep artışı kaçınılmaz. Bu da doğal olarak petrol fiyatlarının fırlamasına yol açacak.

Birol, enerji yatırımların bugün sekteye uğraması yüzünden 2012 yılında petrol fiyatlarının tavan yapacağını söylüyor.

"Dünya ekonomisi tam belini doğrultmaya başlarken bu kez bir petrol kriziyle karşı karşıya kalabilir" diyor.

Tam bir kısır döngü.

EN BÜYÜK DARBE HANGİ SANAYİYE

Birol’un dikkat çektiği bir diğer önemli nokta ise iklim değişikliği nedeniyle büyük umutların bağlandığı "yenilenebilir enerji".

2009 yılında bu sektördeki yatırımların yüzde 38 düşeceği hesaplanmış. Yani ekonomik krizin en büyük darbesi "yenilenebilir enerji" sanayiye. Oysa rüzgar, güneş enerjisi gibi sanayiler henüz emekleme dönemindeler.

Çok daha sağlam temellere oturmuş petrol sanayi gibi değiller. Dolayısıyla bu sanayinin krizden toparlanması petrol sanayiden daha zor olacak.

Fatih Birol, bu yüzden Roma’daki G-8 enerji bakanları zirvesinde, ekonomiyi canlandırma paketlerinde "yenilenebilir enerji"ye daha fazla katkı çağrısında bulunacak.

TÜRKİYE NASIL ETKİLENECEK

Birol’a enerji yatırımlarındaki düşüşün Türkiye’yi nasıl etkileyeceğin sordum.

"Yenilenebilir Enerji"de yeni yeni cesaretlenmeye başlayan Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda bu yatırımların düşmesinden payını alabileceğini söyledi.

Rüzgara ve güneşe yatırım yapmak isteyen yabancılar vazgeçebilir. Nükleer enerji projelerinde de finansman sıkıntısı yaşanabilir.

Krizden sonra talep patlaması ve buna bağlı fiyat artışı yaşanması durumunda ise Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke daha fazla etkilenir.

Sevgilim, yaşam süreni onurla tamamladın

TÜRKAN Saylan’ı sevgiyle uğurladık.

Teşvikiye Camii’nden yola çıkan cenaze arabasının üzerine papatyalar yağdığında önümde orta yaşlı bir adam duruyordu.

Dayandığı ağacın çiçek açmış bir dalını usulca kopardığını ve "sevgili"sine doğru fırlattığını gördüm.

Türkan Hoca, sevdiklerinin yan yana dizdikleri yüreklerinin üzerinden yolcu edildi.

Cenaze töreni öncesi sabahın erken saatlerinde gazetelere göz atarken, Saylan için verilmiş sayısız ölüm ilanı arasında bir tanesi dikkatimi çekti.

Şöyle diyordu: "Prof. Türkan Saylan için... Sevgilim... Yaşam süreni onurla doldurdun. Seninle gurur duyuyorum."

Biliyorum ilanı verenin adını yazmamda bir mahzur yok. Zira kendisi adını koymuş.

Ama ben yazmayacağım.

Belki Saylan’ın, evi arandığında "iyi ki bulmadılar" dediği "aşk mektupları"nın sahibiydi.

Belki değil.

Hayatının merkezine "sevgi"yi koyan Türkan Saylan hep sevildi.
Yazının Devamını Oku

Krizde daha çok çay içtik

19 Mayıs 2009
ÇAYLA aşk hikayemiz hiçbir milletinkine benzemiyor.Çayı ince belli, küçük cam bardaklarda içmekten, demleme, harmanlamaya kadar çay ile ilgili her türlü ritüeli herkesten farklı yapıyoruz. Kişi başı çay tüketiminde dünyada birinci sıradayız.

Günlük tüketim ortalama 3.8 bardak.

Nüfusumuzun yüzde 96’sı her gün çay içiyor. 2008 yılında 100 bin tona yakın çay tüketmişiz.

Birinciliği İrlanda’dan kapmışız. Yine 2008 yılı için toplam çay pazarı 103.4 milyon lira tutarında.

Yaş çay alım fiyatının açıklandığı günlerde Rize’de çay dünyasına doğru yolculuğa çıktık.

Zaten bu bilgileri de, özel sektörde çayın lideri durumundaki Lipton’un Pazar’daki fabrikasında aldığım notlardan aktarıyorum.

Fabrikada çay sunumu yapan Ünilever Gıdadan Sorumlu Başkan Yardımcısı Mustafa Seçkin, "Çayı hissetmek için Rize’ye gelmek, 2.5 yaprağı görmek gerek" derken haklı.

YENİ ÜRÜN YÜZDE 30 UCUZ

Rize’ye yine çayı keşfetmeye en son 2004 yılında gelmiştim.

O zaman tüketimde üçüncü sıradaydık.

Demek ki, çay ülkemizde sürekli "yükselen bir değer."

2008 yılında çay pazarı yüzde 14 büyürken, Lipton yüzde 18 büyümüş.

Bu yılın ilk üç ayına bakarsak pazar yüzde 18, Lipton ise yüzde 20.4 büyümüş.

Mustafa Seçkin bu yüzden, "Demek ki krizde daha çok çay tüketiyoruz" diyor.

"Evde, daha çok vakit geçirip çay içiyoruz" diye ekliyor.

Dertten mi, işsizlikten mi bilemem ama neticede çay tüketimi artmış.

Krizden söz açılmışken, Lipton "krizde yatırıma devam" diyor.

Önümüzdeki günlerde piyasaya "Doğu Karadeniz" markası altında yeni bir bardak ve demlik poşet çay sunmaya hazırlanıyor.

Kriz de göz önüne alınarak, yeni ürün Lipton’un diğer poşet ürünlerinden yüzde 30 daha ucuz satılacak.

Çayda "kriz inovasyonu" da diyebiliriz buna.

DÜNYA MARKASI BAŞKA BAHARA

Yine 5 yıl öncesine dönersek, Rize dönüşü "Karadeniz çayını dünya markası yapmak" diye yazmışım.

5 yılda çayımızı dünya markası yapma konusunda bir ilerleme yok.

Çayımızı kalitesini yükseltmek için gerekli adımlar atılmadı.

Kaldı ki, çay üreticisi de mutlu değil.

Geçen hafta açıklanan yaş çay alım fiyatı enflasyonun altında ve üretici tepkili.

Lipton’un anlaşmış olduğu 15 bin üreticiden biri, Duygu Hanım ile konuşurken mutsuzluğu yüzünden okunuyor.

30 kilo çay topladığında eline geçen para 27 lira.

Çayı toplamak öyle kolay değil.

Özellikle yöredeki yaşlı kadınlara bakıyorsunuz, hepsi iki büklüm olmuş, çay sepetlerini sırtlarında taşımaktan.

Bazı üreticilerle konuştuğunuzda "yerine koyacağımız bir ürün olsa, tüm çayları sökeceğiz" diyorlar.

Birkaç yıl önce üretimi başlayan kivi ise "pazarlama" zorlukları yüzünden hayal kırıklığı yaratmış.

Ayder Yaylası’nde Four Seasons Oteli’nin şefi Mehmet Gök mönüsü

MUSTAFA Seçkin, Şarap Dostları ve Mutfak Dostaları derneklerinin faal bir üyesi.

İyi bir gurme ve anladığım kadarıyla Türkiye’nin önde gelen şefleriyle dostane ilişkiler içerisinde.

Aksi takdirde, Four Seasons oteller zincirinin tek Türk "executive" şefi Mehmet Gök ve ekibini konakladığımız Ayder Yaylası’na kadar gelmeye nasıl ikna ederdi?

Çalmıhemşin’den sonra, 1350 metre yükseklikte bir dağ otelinde Mehmet Gök ve ekibinin hazırladığı mönüye geleceğim.

Öncelikle akşam yemeğinin, mumların ve Karadeniz Teknik Üniversitesi genç konservatuvar öğrencilerinin müziğinin eşliğinde yendiğinin altını çizeyim.

Ayder Yaylası’na bizden önce varan Mehmet Gök, soluğu Çamlıhemşin Pazarı’nda almış.

Kaldirik otu, karayemiş, çay filizi gibi yerel malzemelerle mönüsünü zenginleştirmeyi başarmış.

Ayder Yaylası’ndaki mısır çorbasının, Rize çayında marine edilmiş somonun, taze çay filizli risottonun, kaldirik otu ve karayemişle pişirilmiş levreğin tadı müthişti.

Sanırım, Mehmet Gök ve Sultanahmet Four Seasons Oteli’ndeki ekibiyle çalışmak Çamlıhemşinli aşçı ve garsonların da unutmayacakları bir deneyim olmuştur.

Saylan’ın dilediği gibi 100 bin kız çocuğuna ulaşmak boynumuzun borcu

ÇYDD Başkanı Türkan Saylan’ı dün sabaha karşı kaybettik.

Saylan’ı son kez, mayıs ayının ilk haftası, piyanist Fazıl Say ve arkadaşlarının ÇYDD’nin 20. yıldönümü nedeniyle Lütfi Kırdar’da verdiği konserde gördüm.

Konser için tedavi gördüğü hastaneden izin alan Türkan Saylan bitkindi.

Hepimiz sahnede, tekerlekli sandalye üzerindeki konuşmasının bir "veda konuşması" olduğu izlenimine kapılmıştık.

"Ben olsam da, olmasam da misyonumuz devam edecek" demişti.

Türkan Saylan’ın hayali yıllardır sürdürdüğü "kız çocuklarını okutma" kampanyasında 100 bin kız çocuğuna ulaşmaktı.

ÇYDD 36 bin kız çocuğuna ulaşmıştı ama Türkan Saylan "100 bin kız çocuğuna ulaşırsak Türkiye’de devrim olur" diyordu.

Dediği gibi 100 bin kız çocuğuna ulaşmak artık boynumuzun borcu.

Hepimizin.

TOKİ’nin Karadeniz evleri

AYDER Yaylası Türkiye’nin en büyük milli parkının sınırları içersinde.

Tüm Karadeniz gibi kötü bir yapılaşmanın kurbanı olan Ayder Yaylası bin yatak kapasiteli.

Parka yılda 400 bin giriş yapılıyormuş.

Ancak parkın denetimsizliği özellikle eko turizme gönül vermiş olanları üzüyor.

Ayder Yaylası, gezme fırsatını bulmadığımız diğer yaylalar, Fırtına Vadisi, Rusya’da fırıncılıktan kazanılan paralarla 100-150 yıl önce inşa edilen Hemşin Konakları üzerinde titrememiz gereken değerler.

Dünyanın hiçbir yerinde Hemşin Konaklar Mahallesi’nde gördüğüm ahşap yapılar kadar etkileyici bir şey görmedim.

Çoğunun ev sahibi yaşlı ve sadece yaz aylarında açıyorlar o güzelim evlerini.

Daha sonra kim sahip çıkacak bunlara?

Konaklar Mahallesi’ne giderken TOKİ’nin yapmış olduğu Hemşin Evlerini gördük.

Karadeniz evlerine benzetilmeye çalışılmış ama olmamış.

Karadeniz’de dağ, taş her yer çirkin yapılarla dolu.

Hiç olmazsa kalanları koruyalım.
Yazının Devamını Oku

İnternet yasakları Türkiye’ye pahalıya mal oluyor

14 Mayıs 2009
YOUTUBE kapanalı tam bir yıl olmuş. Youtube dünyada milyonlarca kişinin izlediği önemli bir "paylaşım sitesi".

Yazının Devamını Oku

Harvard’daki genç bilimcilerimiz harika

12 Mayıs 2009
<b>BOSTON</b><br>MASSACHUSETTS Teknoloji Enstitüsü’nün (MIT) ardından Boston’daki ikinci durak Harvard. Harvard’da, Güler Sabancı ile birlikte ABD’nin çeşitli üniversitelerinde master ve doktora yapan Sabancı Üniversitesi mezunlarıyla biraradayız.

Çoğu öğrenci Boston ve çevresinden geliyor buluşmaya.

Harvard’daki, Profesörler Kulübü’nde, Türk öğrencilerle sohbet sırasında havada "inovosyon", "akıllı molekül", "nanoteknoloji" "sentetik biyoloji" gibi sözcükler uçuşuyor.

İtiraf edeyim ki bu sözcüklerin çoğunu pek aşina sayılmam.

Ama araştırmacı olan bu gencecik insanların heyecanı öylesine bulaşıcı ki anlattıklarına ilgiyle kulak veriyorum.

Özgür Kütük meme kanserinin erken teşhisi üzerinde çalışıyor.

Terri Brodeur Meme Kanseri Vakfı’ndan burs almış.

2011 yılına kadar Harvard Tıp Okulu’nda araştırmalarına devam edecek.

Özgür Kütük’e göre, kanser hücrelerini hedefleyen akıllı molekül Abt-737 gelecekte hastalığı yenmek için büyük umut vaat ediyor.

Sabancı Üniversitesi’ndeki hocası moleküler biyolog Profesör Hüveyda Başağa ona Harvard’ın yolunu açmış.

Ahmet Tüysüzoğlu elektronik doktorasını yapıyor.

Bir yandan da "sentetik biyoloji"yle ilgili araştırmalarını sürdürüyor.

Günümüzde bilim nasıl bir şey?

Elektronikçilerle biyologlar ortak çalışmalar yapıp, genlerin birbirlerinin nasıl etkilendiklerini çözmeye çalışıyormuş.

7 MİLYAR DOLAR

Tüysüzoğlu
, genlerin çalışma biçiminin "elektrik devresi"ni andırdığını, bu yüzden biyologların elektronikçilere ihtiyacı olduğunu söylüyor.

"Gen Devre"si diye bir şey varmış.

Türkçede kullanılıp kullanmadığından kuşkuluyum.

Sabancı Üniversitesi’nden Harvard’ın yolunu tutan bu gençler harika.

İlerde kanser nezle muamelesi gördüğünde bu çocuklar hastalığa çare bulan laboratuvarlarda çalışmanın gururunu taşıyacak.

Harvard örneği, imkan sunulduğu takdirde gençlerimizin bilimde nasıl başarılı olduklarını gösteriyor.

Özgür Kütük’ün verdiği bilgiye göre, sadece Harvard Kanser Enstitüsü’nün bir yıllık araştırma bütçesi 1.2 milyar dolar.

Harvard Tıp Fakültesi’nin toplam araştırma bütçesi ise 7 milyar dolar.

Türk ünversitelerinin rüyalarında göremeyecekleri bir rakam bu.

Dünyanın en iyi üniversitelerinden mezun Türk gençler neden işsiz

MADALYONUN bir de arka yüzü var.

MIT, Harvard gibi okullarda okuyan ya da yüksek lisans programlarına katılan Türk öğrencileri ülkeye döndüklerinde iş buluyorlar mı?

MIT’deki Türk öğrencilerin, Türkiye’den yeterince öğrenci gelmediği yolundaki yakınmaları üzerine genç bir okurum bir mail göndermiş.

Özgür Özgen adındaki okur geçen yıl Oxford Üniversitesi’nde İş İdaresi Yüksek Lisans programını bitirmiş.

Geçen yıl MBA programındaki tek Türk.

Oxford Üniversitesi’nin bu programından mezun olan 9. Türk.

E-postasında "Türk öğrencileri Oxford, MIT, Harvard gibi üniversitelerde okuyup Türkiye’de iş buluyorlar mı? Hayır. Çevremden bu okullardan mezun olup iş arayan en az 10 örnek verebilirim" diyor.

Özgür Özgen’in kendisi de 8 aydır işsiz.

Oxford’dan sonra Londra, Cenevre, Dubai, İstanbul’da yüzlerce iş başvurusu yapmış.

Yabancı bankaların ekonomik krizden yüzünden zorlandıklarını ancak Türkiye’deki büyük grupların da Oxford diplomasından hiç etkilenmediklerini söylüyor.

"Türk iş dünyası geleceğine yatırım yapmak istiyorsa dünyanın önde gelen üniversitelerinden mezun gençlere kucak açmalı" diyor.

Türkiye’deki üniversite-sanayi işbirliğini MIT araştıracak

HARVARD Kennedy Shool’da doktorasını yapan Ant Bozkaya, inovasyon ve girişimcilik üzerine çalışıyor.

Bozkaya, önümüzdeki yıl MIT’de, gelişmekte olan ülkelerde inovasyon ve girişimcilik üzerine ders verecek.

Bu kapsamda küçük bir ekiple Türkiye’deki üniversite-sanayi işbirliğini araştıracak.

Ant Bozkaya’ya göre, bizdeki üniversite-sanayi işbirliği olması gereken düzeyin çok altında.

"Türkiye bu işbirliğinin ne kadar önemli olduğunu daha fazla göz ardı ettiği takdirde sonuçları feci olacak" diyor.

Daha geçenlerde Kocaeli Üniversitesi’nin sanayiyle nasıl sıkı işbirliği içersinde çalıştığını yazmıştım.

Durum gerçekten o kadar kötü mü?

Bozkaya, "Biz MIT’deki araştırmada Türkiye’de sanayi-üniversite işbirliğinin röntgeni çekeceğiz. Sonuç çıksın konuşuruz" diyor.

Bu araştırmanın sponsorluğunu Turkcell yapıyormuş.
Yazının Devamını Oku

Nijeryalı Pat Nwobodo’nun Güler Sabancı’ya sorusu

10 Mayıs 2009
<b>BOSTON</b><br>BOSTON’daki Massachusetts Teknoloji Üniversitesi (MIT) ABD’nin önde gelen diğer üniversiteleri gibi gökkuşağı renklerinde. Avrupa, Afrika, Asya’nın en parlak beyinleri burada eğitim görüyor.

Kimi ülkelerine dönüyor, kimini Amerikan şirketleri mezun olduklarında kelimenin tam anlamıyla "kapıyor".

MIT çatısı altındaki Alfred Sloan İş İdaresi Okulu’nun iki yıllık yüksek lisans programıyla, "İnovasyon ve Küresel Liderlik" adı altındaki bir yıllık yönetici programı çeşitli ülkelerden öğrenciler ağırlıyor.

Bu yıl yüksek lisans programında dört Türk öğrenci var.

En az 10 yıllık iş tecrübesi olanların kabul edildiği yönetici programında ise tek Türk, aile şirketi Yataş’ın ikinci nesil patronu Şölen Altop Shafer.

Yüksek lisans programına katılan Erbay Dökmeci’nin verdiği bilgiye göre, Sloan İş İdaresi Okulu’na her yıl 1500-2 bin başvuru oluyormuş.

Çeşitli elemelerden sonra yaklaşık 400 kişi kabul ediliyormuş.

Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda görevli Dökmeci devlet bursuyla Boston’a gelmiş. Türkiye’den yeterince öğrenci gelmediğinden yakınıyor.

"Nüfusları bizim kadar olmayan ülkelerden gelen öğrenci sayısı çok daha fazla. Örneğin Güney Kore önümüzdeki yıl programa 21 öğrenci gönderiyor. Türkiye’den ancak iki kişi geliyor" diyor.

Dökmeci’yle, Güler Sabancı’nın "İnovasyon ve Küresel Liderlik" programı öğrencilerine "liderlik" üzerine yapacağı konuşma öncesi sohbet ediyoruz.

YÜZDE 5’İN İÇİNDE OLMAK

Forbes
Dergisi’nin "Dünyanın en güçlü 100 Kadını" listesinde yer alan Güler Sabancı’yı bir lider olarak dinlemek bu programa katılan üst düzey yöneticiler için önemli.

Verdiği mesajlar can kulağıyla dinleniyor.

Yanımda aile şirketinde üst düzey yönetici olan Nijeryalı Pat Nwobodo var. Önümde ise Tayvanlı bankacı Pei Ling Hsu oturuyor.

Dikkatlice Güler Sabancı’nın konuşmasından notlar alıyorlar.

Sabancı, holdingin 21. yüzyıl koşullarına nasıl hazırlandığını, aile şirketinin nasıl kurumsallaştığını anlatıyor.

"Aile için iyi olan illa iş için iyi olmayabilir ama iş için iyi olan kesinlikle aile için iyidir" diyor.

Konuşmasını tamamladığında Nijeryalı Pat Nwobodo soruyor:

"Aile şirketleri genellikle üçüncü nesilde zorlanır. Sizin grupta bazı aile fertleri arasında bununla ilgili kaygı var mı?"

Nwobodo
aile şirketinin ikinci nesil temsilcisi.

Üçüncü nesil olan Güler Sabancı bu soru üzerine "Araştırmalara göre üçüncü neslin işbaşına geldiği şirketlerin sadece yüzde 5’i ayakta kalıyor. Biz işte yüzde 5’lik dilime girmek istiyoruz" diyor.

NASIL GLOBAL OLUNUR

Yüzde 5’lik dilime dahil olmak için gerekenler yapılmış.

Hissedar olan aile fertleriyle profesyonellerin rolleri birbirlerinden ayrılmış, 10-15 yıllık vizyon belirlenmiş.

Denetleme mekanizmaları oluşturulmuş. Holdingi oluşturan şirketler arasında yatay bir deneyim paylaşımı sağlanmış.

Türkiye’deki bir aile şirketinde başarıya ulaşmış, yılda yüzde 20’lik büyüme sağlamış bir strateji Nijerya’da neden uygulanmasın?

Yanımdaki Pat Nwobodo memnun. Güler Sabancı’ya bir diğer soru "nasıl bir global şirket olunur" sorusu.

"İşin kendisi bunu belli eder. Örneğin Kordsa global zira kendi teknolojimizi uyguladık, farklı bir şey yaptık."

Sloan İş İdaresi Okulu
’nda Erbay Dökmeci’nin yakındığı gibi yeterince Türk öğrenci yok ama liderlik deneyimlerini 28 ülkeden gelen öğrencilerle paylaşan başarılı bir işkadını var.
Yazının Devamını Oku