16 Haziran 2009
AVRUPA Birliği dönem başkanlığını önümüzdeki 1 Temmuz tarihinden itibaren üstlenecek olan İsveç’ten destek mesajları gelmeye başladı bile. İsveç’ten sonra başkanlığı devralacak İspanya’dan da öyle.
Dönem başkanlığını peş peşe AB üyeliğini destekleyen iki ülkenin üstlenecek olması Türkiye için önemli bir fırsat.
Hafta sonunda İstanbul’daki ikametgáhında bir davet veren İspanya’nın Ankara Büyükelçisi Juan Clos’un konuşmacı olarak İsveç Büyükelçisi Christer Asp’ı ağırlamış olması bu iki ülkenin üyelik için yakın işbirliği içersinde olacaklarının kanıtı.
Zaten Juan Clos da bunu açıkça söylüyor. "İspanya ve İsveç Türkiye’nin dostları. AB dönem başkanlığımız süresince müzakerelerde yol alınması birlikte için gayret göstereceğiz" diyor.
"Dostlar gerçeği söyler. Müzakere süreci zor olacak. Dolayısıyla güçlü bir siyasi irade sergilemek zorundasınız" diye ekliyor.
İsveç Büyükelçisi Christer Asp uzun yıllarını Brüksel’de geçirmiş.
Avrupa Birliği ilişkileri uzmanlık alanı.
İSVEÇ’E DE İMTİYAZLI ORTAKLIK
Fransa’nın aynen İspanya ve İngiltere’nin üyeliğine direndiği gibi İsveç’i de istemediğini söylüyor."Bize de müzakere sürecinde ’imtiyazlı ortaklık’ önerilmişti. Böyle bir öneriye sıcak bakmadık" diyor.
"Bu ’imtiyazlı ortaklık’ önerisinden sizin de uzak durmanızı öneririm" diye devam ediyor.
Büyükelçi Asp’a göre, Avrupa Birliği ile ilişkilerimizde olumsuzlukları büyütmek konusunda "saplantılıyız".
Hele Sarkozy konusunda "saplantımız" zirvede.
"Olumsuz sözlere kulaklarınızı tıkayın. İsveç öyle yaptı" diyor.
Hem Juan Clos’un, hem Christer Asp önemli şunu vurguluyor:
"Avrupa Sarkozy ve Merkel’den ibaret değil. Dostlarınız çoğunlukta. Sizi istemeyenlerin de görüşlerini değiştirmek sizin elinizde..."
Tabii reformlara hızla geri dönmek koşuluyla.
Her şey bizim elimizde.
Suyun Louis Vuitton’u Türkiye’de tutar mı
SU dahi yeri geldiğinde "lüks tüketim" ürünü sayılabiliyormuş.
En azından ünlü Fransız su markası Evian’ın Türkiye Başkan Yardımcısı Philippe Lecompte’un iddiası böyle.
"Evian suyun Louis Vuitton’u sayılır" diyen Lecompte bunun nedenini şöyle izah ediyor: "Fransa’da Evian şehrinın kayalık dağlarından gelen suyun bileşimi yüzde yüz saf. Bugün yağmur yağsa Evian’da yağmurun suyunu ancak 15 yıl sonra içebilirsiniz. Çünkü azar azar damlayıp 15 yılda tüm mineralleri alıyor."
Demek ki, Evian suyunun "lüks tüketim" ürünü sayılmasının birinci nedeni kalitesi. İkincisi de fiyatı. Fransa’da satılan bu Evian suyunun fiyatı diğer markalara göre yüzde 30 ila yüzde 40 daha pahalı. 20 yıl önce bu suyla tanışan ABD’ de ise yerel su markalarından 5 ila 10 misli daha pahalı. Anladığım kadarıyla ABD’nin bu suyu keşfetmesinden sonra "lüks tüketim" ürünü gözüyle bakılmaya başlanmış.
Peki diğer markalara göre pahalı olan bir su ne kadar satıyor?
Dünyada yılda 1.7 milyar litre Evian suyu tüketiliyormuş.
ABD’nin tükettiği miktar yılda 250 milyon litre. 40 yıl önce Danone Grubu’na geçen Evian markasının en büyük alıcısı ABD.
Rusya, Çin gibi gelişmekte olan ülkelerde durum nasıl?
Philippe Lecompte doğrusu pek de şaşırmadığım bir şey söylüyor: Rusya pazarı tam bir "patlama" yapmış. Yeni zengin Ruslar yılda 7 milyon litrelik Evian tüketiyormuş. Çinlilerin de Ruslardan farkları yok. Sadece Şanghay’ın tek başına tükettiği Evian yılda 10 milyon litre. Lecompte, "Hindistan beklediğimiz gelişmeyi göstermedi" diyor. Çin’den sonra dünyanın en kalabalık ülkesinin sadece 1 milyon litre Evian tükettiğini söylüyor.
Sanırım bu önemli bir gösterge. Dünyanın "en kalabalık demokrasisi" diye bilinen Hindistan’ın, hemen hemen Çin düzeyinde bir ekonomik büyüme kaydettiği halde gelir uçurumu dengesini daha iyi koruduğunu gösteriyor. Orta sınıfı giderek büyürken öyle Rusya ve Çin’deki gibi baş döndüren yeni zengin sınıfı ya yok, ya da çok daha sınırlı ve sessiz.
TÜRKİYE’DE 500 BİN LİTRE
Söz zenginlikten açılmışken Suudi Arabistan ile de ilgili bir rakam var.
Suudiler Evian’ı sevmiş ve yılda 5 milyon litre tüketiyorlar.
Hatta, ünlü modacı Christian Lacroix’nın tasarımını yaptığı Evian şişesi Suudi Arabistan’da 45 bin Euro’ya alıcı bulmuş.
Peki Türkiye’de durum ne?
Türkler "Suyun Louis Vuitton"nunu ne kadar sevmiş?
Koltuğunun altında Madonna, Demi Moore, Cameron Diaz gibi ünlülerin Evian şişesiyle Türk basınında çıkmış fotograflarını içeren bir dosya ile gelmiş olan Philippe Lecompte rakamı söylüyor:
Yılda 500 bin litre.
Demek ki Fransız markası bizlere oldukça pahalı gelmiş.
Su markalarının çokluğunu düşünürseniz, tadlarının de gayet hoş olduğunu eklerseniz Evian suyunun burada iş yapması zor gibi.
Ne ki, otellerle iyi çalıştığını söyleyen Lecompte sandığım kadar karamsar değil. "Satışlarımızda yılda yüzde 15’lik bir artış var. Otel ve marinalar iyi müşterilerimiz. Ben Türkiye pazarından umutluyum. Refah düzeyi giderek artıyor. 3 yıl içersinde 1 milyon litreyi buluruz" diyor.
Yazının Devamını Oku 
14 Haziran 2009
ADALAR ilk göz ağrım.Uzun yıllardan beri artık orada yaşamasam da gönül bağım sürüyor. Adalar eski Kaymakamı Dr. Mustafa Farsakoğlu CHP’den aday olup 29 Mart seçimlerinde belediye başkanlığını kazanınca ümitlendim.
Çarpık yapılaşma, ormanların çöplüğe dönüşmesi, eski tarihi ahşap konukların bakımsızlığı gibi sorunlara çare bulur diye düşündüm.
Haksız da değilmişim.
Zira geçenlerde ziyaret etme fırsatını bulduğum Dr. Farsakoğlu, Adalar’da tam anlamıyla bir değişim rüzgárı estiriyor.
Göreve gelir gelmez ilk icraatı Büyükada’nın sahilinde "çürük bir diş" gibi duran, beton yığını halindeki Lido inşaatını yıktırmak olmuş.
Ardından Kınalıada’nın tepesindeki 22 anteni sökmek için harekete geçmiş.
Geçen 5 Haziran Çevre Günü’nde bu antenlerden üçünü söktüren Farsakoğlu, ağustos sonuna kadar 12 tane daha söktürecek. Geri kalanları da Televizyon Yayıncıları Derneği’ nin işbirliğiyle daha modern, tek bir anten haline getirilecek.
Çözüm peşinde koşarsanız mutlaka her şeyin bir çaresi vardır.
Farsakoğlu’nun aynen öyle düşünen biri.
Göreve geldiği günden beri Adalılara danışarak, STK’ları, gönüllüleri işin içine katarak yıllardan beri birikmiş sorunları çözme derdinde.
SESSİZ DEVRİM VE E-BELEDİYECİLİK
Bu arada yeni belediye başkanı tam anlamıyla bir "sessiz devrim" gerçekleştirmiş ve belediye meclis toplantılarını her ay değişik bir adada yapmaya karar vermiş.
Meclis her ayın pazartesi günleri sırasıyla Büyükada, Heybeliada, Burgaz ve Kınalıada’da toplanıyor.
Meclis üyelerinin yanısıra Adalıların da katıldığı bu toplantılar özlediğimiz "katılımcı demokrasi" nin örneği.
Şikayetler dinleniyor, talepler dile getiriliyor, öneriler kayda geçiyor.
Dr. Farsakoğlu’na "Adalar’ın en öncelikli sorunları nedir" diye soruyorum.
"Ulaşım, sağlık, e-belediyecilik, ormanların bakımı, denizin temizliği, ahşap konakların restorasyonu" diye saymaya başlıyor.
E-belediyecilik meselesi önemli.
Düşünün ki, Adalılar henüz hiçbir işlemlerini internetten yapamıyor.
10 yıl boyunca belediye binasındaki bilgisayarlar sadece daktilo olarak kullanılmış.
Kadıköy Belediyesi’nin desteğiyle e-belediyeciliğin alt yapısını kurmaya başlamış olan Farsakoğlu, öncelikle Adalar’ın bina envanterini çıkartmak istiyor.
Adalar’ın bina durumu hayli karışık.
Büyükşehir Belediyesi ’nin verileriyle Adalar Belediyesi’ nin verileri arasında 9 bin binalık fark var.
DÜŞÜK NÜFUSA GÖRE DESTEK
Ne ki, kaymakamlığı sırasında Adalar’daki tarihi ahşap binalar tek tek tespit edilmiş.
Tüm Adalar’da 1657 adet tescilli bina varmış.
626 binanın da tescil talebi var.
Çoğunlukla İstanbul’u terk etmek zorunda kalan Rumların bıraktıkları o güzelim ahşap tarihi konaklar, yıkılmaya yüz tutan Kaymakamlık binası ne olacak?
Farsakoğlu bina sahipleriyle anlaşıp, İl Özel İdaresi’nin bütçesinden yararlanarak eski eserlerin restorasyonunu gerçekleştirebileceğini söylüyor.
Çözüm üretmeye odaklı biri olduğu için restorasyon işini de başaracağından eminim.
Bu arada yine Kadıköy Belediyesi’nin desteğiyle tam donanımlı bir ambulansı Büyükada’ya getirtmiş.
Çeşitli sponsorluklarla 24 saatlik sağlık hizmetini çözme aşamasında.
Farsakoğlu’nun Kadıköy Belediyesi’nin desteğine ya da başka sponsorluklara ihtiyaç duymasının nedeni bütçesinin ve kadrosunun son derece yetersiz olması.
Ayrıca AKP Belediyesi’nden devralmış olduğu 25 milyon liralık bir borç da var.
Yaz aylarında nüfusu 100 bini bulan Adalar’da kış aylarında yapılan sayıma göre nüfusu sadece 14 bin.
Dolayısıyla belediye bu nüfusa göre İller Bankası’ndan düşük bir maddi destek alabiliyor.
Zabıta kadrosu da son derece kısıtlı.
TURMEPA İLE İŞBİRLİĞİ
Farsakoğlu’ndan Adalar ile ilgili aldığım en güzel haberlerden biri de Turpema-Deniz Temiz Derneği’yle işbirliği oldu.
Adalar yaz aylarında cumartesi ve pazar günleri vapur ve motorlarla akın akın gelenler yüzünden çok kirleniyor. Hem ormanları, hem denizi iki günde çöplüğe dönüşüyor.
Farsakoğlu, günü birlik ziyaretçilerin çevreyi kirletmemeleri için iskelede broşürler dağıtmayı planlıyor. İDO’nun da vapurlarda anons yapması söz konusu.
Turmepa-Deniz Temiz Derneği’yle işbirliğine gelince, dernek koy koy gezerek çöpleri toplayacak.
Adalı gönüllüleri, balıkçıları eğitecek.
En önemlisi özel bir süpürgeyle dip temizliği yapacak.
Nisan ayından bu yana kısacık bir döneme büyük işler sığdıran Dr. Farsakoğlu’nu Adalar’a tutkun herkesin desteklemesi gerek.
Yazının Devamını Oku 
12 Haziran 2009
NİHAYET "genetiği değiştirilmiş organizmaları" (GDO ) tartışmaya başladık. Bakanlar Kurulu’nun GDO’lu ürünlere yeşil ışık yakan "Ulusal Biyogüvenlik" yasa tasarısını ele almasıyla alevlendi tartışmalar.
İyi de oldu.
Yıllardan beri Tarım Bakanlığı’nın "GDO"lar konusunda net bir tavrı yoktu.
Türkiye’ye ithal edilen soya, mısır, kanola gibi ürünlerin GDO ’lu olup olmadığını biz hiç bilemedik.
Resmi ağızlardan bu konuda asla bir açıklama gelmezken, akademik çevrelerden, çiftçilik yapanlardan Türkiye’ye GDO ’lu ürünlerin girmiş olduğunu defalarca duydum.
Örneğin, Adana Çiftçiler Birliği Yönetim Kurulu’nun kadın üyelerinden Oana Çorat yıllardan beri GDO ’lu ürün yetiştirme izninin peşindeydi.
Gerekçesi basitti:
"Madem bu ürünleri ithal ediyoruz Türk çiftçisine de GDO’lu ürün ekme izni verilmeli. Böceklere karşı kullandığımız ilaçlar hem pahalı, hem çevreye zararlı. İthal ürünlerle rekabet edemiyoruz."
YASA 440 BİN DOLARA MAL OLMUŞ
Böceğe, çevre koşullarına dayanaklı GDO’lu ürünler haşere ilaçlarına boğulmuş ürünlerden daha mı sağlıklı?
Bu çok uzun bir tartışma ve buna hiç girmeyeceğim.
Kişisel olarak çeşitli nedenlerden ötürü GDO’lara karşıyım.
Zaten değinmek istediğim konu bu GDO meselesini nihayet ete kemiğe büründüren "Ulusal Biyogüvenlik" yasa tasarısı.
Şimdi Başbakan Erdoğan’ın önünde beklemekte olan yasa tasarısını Sabancı Üniversitesi’nden Profesör Dr. Selim Çetiner’e sordum.
Çetiner, yaklaşık 20 yıldan beri GDO ile ilgilenen bir isim.
Dünyadaki gelişmeleri yakından izliyor.
Geçtiğimiz yıl Sabancı Üniversitesi’nde "3. Tarımsal Biyoteknoloji ve Biyogüvenlik Sempozyumu"nu düzenlemişti.
Profesör Çetiner’e göre, Cemil Çiçek’in "AB sistemiyle benzerlik teşkil edecek" dediği "Ulusal Biyogüvenlik" yasa tasarısı AB müktesebatına kesinlikle uymuyor.
Hatta AB’nin bu konudaki yasasının "ruhuna" tümden ters.
Yasa tasarısı üç yıllık bir çalışmanın ürünü.
440 bin dolara mal olmuş.
KÖPEK MAMASI BİLE OLMAZ
Peki yasa tasarısı için "AB müktesebatına uymuyor. Dünyadaki benzerlerinden farklı. Hiçbir şeye benzemiyor. Devekuşu" diyen Çetiner’in itirazları hangi noktalarda?
Öncelikle yasa tasarısının GDO’lu ürünlerin bebek mamalarında kullanımını yasaklamasına takılmış.
"Gerek ABD, gerek Avrupa Birliği biyogüvenlik mevzuatlarına göre insan sağlığı açısından en ufak bir risk taşıyan GDO’lu bir ürünle bırakın bebek mamasını köpek maması bile yapmak mümkün değildir. İnsan sağlığı ve çevre açısından en ufak bir risk taşıyan GDO’lu ürünlerin yetiştirilmesine bile izin verilmez" diyor.
Çetiner’e göre, tasarı AB biyogüvenlik mevzuatından son derece yüzeysel ve kısmi alıntılar yapmış.
Direktif ve yönetmeliklerde yerine getirilmesi istenenlere hiç yer vermemiş.
Ancak taslakta esas "endişe verici" şu:
Tarım Bakanlığı’ndan kısmen bağımsız ve tamamiyle bürokratlardan oluşan bir "Biyogüvenlik Kurulu" öneriyor.
İşin püf noktası esas burada işte.
Zira Avrupa’da bu tür bir yapılanma bağımsız bilim insanlarından oluşuyor.
Çetiner diyor ki "Avrupalı kamuoyu deli dana gibi olaylardan sonra kamu kurumlarına ve bürokratlara güvenini yitirmişti. Bu yüzden, bağımsız bilim adamlarından oluşan Avrupa Gıda Güvenliği Otoritesi (EFSA) diye bir oluşumu devreye soktu."
EFSA’da 27 üye ülkeden 200 kadar bilim insanı görevli.
GDO’lar dahil her türlü gıdayla ilgili kararı onlar veriyorlar.
Siyasetten uzak, bürokrasiden uzak insanlar.
Değerlendirmeleri bilimsel esaslara dayanıyor ve şeffaf.
Bizim yasa tasarı ise buna taban tabana zıt bir kurul öneriyor.
GDO’lu ürünün insan ya da çevre için tehdit oluşturup oluşturmadığını bürokratlar mı karar verecek?
Profesör Çetiner bu yüzden haklı olarak "Yeni bir yasa yapılırken neden AB’yle uyumlu olmasın? Sonra her şey yeniden sil baştan mı olacak? diyor.
Avrupa’da GDO durumu
PROFESÖR Çetiner’e göre, Avrupa Birliği belirli kurallar çerçevesinde GDO’lu ürünleri ithal ediyor ya da ekilmesine izin veriyor.
Avrupa geçtiğimiz yıl, ABD, Arjantin gibi ülkelerden 40 milyon ton GDO’lu soya, mısır, kanola ithal etmiş.
İthal ettiği ürünleri hem hayvan yemi, hem insan gıdasında kullanmış.
GDO’lu ürünleri (mısır) İspanya Avrupa Birliği’nin onayıyla yetiştiriyor.
Romanya da küçük miktarda yetiştiriyor.
Fransa, Sarkozy’nin siyasi nedenlerle "moratoryum" ilan etmesi yüzünden "kaçak" yetiştiriyor.
Almanya ise yasaklamış.
ABD’de ekilen soyanın neredeyse yüzde 90’ı GDO’lu.
Yazının Devamını Oku 
9 Haziran 2009
POSTADAN Thomas Friedman’ın en son kitabı çıktı.<br><br>Friedman’ın, Boyner Yayınları’ndan çıkan kitabının başlığı "Sıcak, Düz ve Kalabalık".
New York Times’ın yazarı küresel ısınma tehdidine karşı nasıl bir "Yeşil Devrim"e ihtiyacımız olduğunu kaleme almış.
Henüz okumadım ancak Friedman’ın bu kitabının da küreselleşmeyi işlediği "Dünya düzdür" gibi ses getireceği kesin.
Zira gün "Yeşil Devrim" günü.
Yeri geldikçe Türkiye’de "Yeşil Devrim" ile ilgili çalışmalara değiniyorum.
Yazının Devamını Oku 
7 Haziran 2009
BAHÇEŞEHİR Üniversitesi’nden Profesör Dr. Yılmaz Esmer’in "Radikalizm ve Aşırıcık" Araştırması’nda beni en mutsuz eden bulgulardan biri en "hoşgörüsüz" kesimin gençlerin olmasıydı. 15 ile 18 yaşlarındaki gençlerde hoşgörüsüzlük zirvede.
Bu gencecik beyinler nasıl böylesine zehirlenmiş?
Türkiye’nin en büyük gençlik STK’sı diye bilinen Toplum Gönüllüleri (TOG) Vakfı Başkanı İbrahim Betil ile karşılaştığımızda bu soruyu yönelttim.
Betil’e göre, bu yaşlardaki gençler düşünce iklimi olarak en keskin dönemlerinde.
Türkiye genelinde egemen olan ırkçılık, milliyetçilik, hoşgörüsüzlük rüzgárlarından en fazla etkilenen onlar.
Ama iyi haber şu:
TOG, hoşgörüsüzlüğe yol açan önyargıları kırmanın yolunu "Yaşayan Kütüphane" Projesi’yle bulmuş.
Nedir bu proje?
Öyle sandığınız gibi bir kütüphane filan yok.
Önyargıların yönelmiş olduğu kişilerle sohbet seansları yapılıyor.
Yahudi, Ermeni, Rum, Alevi, Kürt kimlikli kişilerin yanısıra önyargıların yoğunlaştığı bazı mesleklere mensup kişiler (bankacı, barmen, avukat gibi) ve eşcinseller, transseksüeller, travestiler "Yaşayan Kütüphane"nin kitapları.
İLLA BOĞAZ’DA YALI
Hangi kitapla ilgili bir sıkıntınız ya da "takıntınız" varsa alıp onu okuyorsunuz.
Kitap size kim olduğunu, ne yaptığını anlatıyor.
İbrahim Betil aktardı.
Yahudilere karşı önyargısı hayli fazla olan bir genç hepsinin zengin ve hepsinin Boğaz’da yalılarda oturduğunu sanıyormuş.
"Yahudi Kitap" onu yeterince ikna edemediğini anlayınca Şişli’deki mütevazı evine davet etmiş.
TOG’un yedi yılda ulaştığı 40 bin gencin yanı sıra bizzat TOG yöneticileri bu "Yaşayan Kütüphane"den yararlanıyorlar.
Hepimizin az ya da çok önyargıları, hoşgörüsüzlükleri olduğunu kim inkár edebilir?
TOG da son dönemlerde bu mesele üzerinde ciddi bir şekilde yoğunlaşmış olmalı ki yayın organı "TOG Ses"in son sayısının kapağına "Farklılıklarımız, zenginliklerimiz" başlığını atmış.
İbrahim Betil de cep telefonuna, Hatay’daki bir TOG toplantısına yüzlerine üç dinin sembollerini çizerek katılan olan gençlerin fotoğraflarını aktarmış.
Gururla gösteriyor.
AVRUPA KONSEYİ VE BM
Yedi yıl önce, üniversiteli gençlerin kendi çevrelerinde farklılık yaratmaları için harekete geçen TOG bugün dediğim gibi 40 bin gence ulamış.
20 bin gençten oluşan bir "gönüllü ordusu"na sahip.
TOG Genel Müdürü Yusuf Güvenç’in verdiği bilgiye göre, bu gençler yedi yılda "çevrelerine dokunan" yaklaşık beş bin projeyi hayata geçirmiş.
Kimi bir araya gelip üniversitelerine yakın köylerde ilkokul boyuyor.
Kimi meydanlarda kitap okuma günleri düzenliyor.
Projelerin kaynaklarını ya kendi olanaklarıyla buluyorlar ya da TOG’u devreye sokuyorlar.
TOG’un, gençlere kendi kanatlarıyla uçmayı ve çevresine yararlı olmayı öğreten bu modeli yurtdışında ilgi görüyor.
TOG gençleri Avrupa Konseyi Gençlik Daimi Komitesi’ne seçilmiş.
BM’nin Gençlik Komisyonu’na katılımcı olarak davet ediliyorlar.
Bütçesi 6.5 milyon lira dolayında olan TOG vakfı önümüzdeki çarşamba günü özel bir gecede destekçileriyle gençlerini buluşturmaya hazırlanıyor.
TOG’u desteklemek gençlerimize yatırımın en iyi yolu.
Yazının Devamını Oku 
5 Haziran 2009
TÜRKİYE’nin dinamizmi bu işte. Profesör Yılmaz Esmer’in "Radikalizm ve Aşırıcılık" araştırmasında en sorunlu alanlar olarak ortaya çıkan "hoşgörüsüzlük" ve "kadın"ı konuştuğumuz hafta İstanbul’da 1. Uluslararası Kadın Girişimcilik ve Liderlik Zirvesi düzenleniyor. Marmara Oteli’ndeki zirvede, çalışmak için kocalarından izin alması gereken (araştırmaya göre oran yüzde 84) kadınlar yok.
Girişimcilikte, liderlikte kendilerini kanıtlamış kadınlar var.
İşte bu kadınlar daha güçlenip hem Türkiye’de, hem bölgedeki hemcinslerine destek olacaklar.
Zirveyi düzenleyen KAGİDER’in Başkanı Gülseren Onanç’ın hayali böyle.
Bunun için de sürekli bir fon için uluslar arası mekanizmaların devreye sokulması için çağrıda bulunuyor.
Önümüzdeki günlerde daha çok gündeme gelecek olan "Kadın Girişimcilik ve Liderlik" Fonu için ilk etapta 10 milyon dolarlık bir kaynak öngörülüyor.
Zirve öncesi İstanbul’da, ABD Başkanı Obama’nın "Küresel Kadın Konularından Sorumlu Büyükelçisi" olarak görevlendirdiği Melanne Verveer ile bir ilke anlaşmasına varılmış.
Kısa adı "KGL" olan fonunu şimdilik Amerikan Yönetimi ile Türkiye’de Hazine destekleyecek.
Onanç önümüzdeki hafta, Kadından sorumlu Bakan Kavaf ile Ali Babacan’ı ziyaret hazırlığında.
DÜNYA BANKASI DA DESTEKLİYOR
Tabii dünyada kadın meselesine büyük önem veren Dünya Bankası da var işin içersinde.
Gülseren Onanç, zirvede kulak verdiğimiz Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Genel Müdürü Michael Leigh’ten AB desteği talebinde de bulunuyor.
Fona kaynak aktarıldığında KAGİDER hem Türkiye’de, hem Ortadoğu’yu da kapsayan bölgede girişimcilik ve liderlik eğitimleri için kolları sıvayacak.
Kadın örgütleri arasında işbirliğini pekiştirecek.
Onanç, "Daha çok kadını ekonomik hayata çekerek değişen küresel ekonomide tarih yazacağız" diyor.
Tarih yazılır da dünya kadınlarının en güçlü seslerinden ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton eksik olur mu?
Bant kaydından İstanbul’daki katılımcılara seslenen Clinton’un Türk kadınına yönelik sözleri hayli yüreklendirici.
"Türkiye’de kadınlar değişimin önemli bir gücü olmuştur."
Çok doğru.
Yıllardan beri kadın hakları için mücadele eden kadın STK’ların yasaların değişmesinde büyük rollerini kimse yadsıyamaz.
Aileden sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın da zirvede belirttiği gibi, bugün kadını ailede, iş hayatında güçlendirecek yasal yapı mevcut.
İş kadını Aynur Bektaş’ın girişimiyle evde iş yapan kadınları gelir vergisinden muaf tutacak bir yasa bile çıkmış.
Mesele bunca mücadeleyle çıkmış yasaları uygulamakta.
Kadının dünya ekonomisine katkısı Çin ve Hindistan’dan fazla
ABD’de ilk kez "küresel kadın konularından" sorumlu bir büyükelçi atanmış.
Daha önce Clinton Yönetimi’nde Hillary Clinton ile çalışmış olan Melanne Verveer böyle bir misyonu üstlenmiş olan ilk Amerikalı kadın.
İstanbul’dan önce Diyarbakır ve Ankara’da kadın STK’larla görüşmüş olan Verveer duyduklarından, gördüklerinden hayli etkilenmiş.
"Güvenlikten tutun ekonomi, çevre sorunlarına kadar dünyanın tüm sorunları kadınların katkısı olmadan çözülemez" diyor.
Hepimizin bildiği şeyi tekrarlıyor:
"Toplumun yarısını göz ardı ederek bir yere varamayız. Dünyayı daha iyi şekillendirmenin yolu kadınları güçlendirmekten geçer."
Kadınları dünya ekonomisine katmanın önemine değinerek "Kadınların katkısı Çin ve Hindistan’ın katkısından fazladır" diyor.
Goldman Sachs’ın, gelişmekte olan ülkelerde 10 bin kadın girişimciyi ve yöneticiyi desteklemek için 2008 yılında başlatmış olduğu programdan söz ediyor Verveer.
Sachs’ın bu programı acaba Türkiye’de uygulanıyor mu?
Bu arada Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun da sözlerinin de altını çizmeli..
Eğitim gören kadın şiddete daha az maruz kalıyor, iş gücüne ve karar alma mekanizmalarına daha fazla katılıyor.
"Okullaşma hayati öneme sahip" diyen Çubukçu şimdi daha büyük bir misyon üstlenmiş durumda.
Türkiye’de kız çocuklarının okullaşma oranında yüzde 100’e ulaşmak.
AB kota için baskı yapamaz
ZİRVENİN konuşmacılarından biri de Avrupa Komisyonu genişlemeden sorumlu Genel Müdürü Michael Leigh.
Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki üyelik müzakerelerinde Çek Cumhuriyeti’nin başkanlığında açılacak "sosyal politikalar ve istihdam" başlığına dikkat çekiyor.
İşveren örgütleri, işçi sendikalar, hükümet arasında diyaloğu gerektirecek hassas bir süreç önümüzde.
Kadın meselesi bu diyalogda nasıl ele alınacak?
Önümüzdeki dönemde Nabucco’ya da değinerek ,Türkiye ile AB’nin yakın bir işbirliği içersinde çalışması gerektiğini söyleyen Leigh’e bir Türk katılımcıdan şöyle bir talep geliyor:
"Avrupa Birliği siyasette kadın kotası için hükümete baskı uygulasın."
Leigh kibarca bu talebi reddediyor.
"Avrupa’nın 27 üyesinin her biri bu konuda kendi modelini oluşturmuş. Kendi çözümünüzü üretmek zorundasınız" diyor.
Yazının Devamını Oku 
2 Haziran 2009
DÜN sabah, Türkiye’de "erken çocuk eğitimi" konusunda başarılı çalışmalar yapan AÇEV (Anne Çocuk Eğitim Vakfı) yöneticileriyle birlikteydik. AÇEV 16 yılını geride bırakmış.
Ama dün "7 Çok Geç" kampanyasının üçüncü aşamasını duyuran yöneticilerinin heyecanı ilk günkü gibi.
AÇEV Başkanı Ayşen Özyeğin, Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ayla Göksel, Profesör Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı, Prof. Dr. Sevda Bekman ile neler konuştuk?
Önce veriler.
0-6 yaş grubunda 7 milyon çocuğun kaliteli bir okul öncesi hizmet için 2005’te başlatılan kampanya ile yüzde 107 artış sağlanmış.
Kampanya başladığı dönemde 4-6 yaş çocuk için oran yüzde 16 iken 2008 yılında yüzde 33.4’e yükselmiş.
Peki şimdi "7 Çok Geç" kampanyasının 3. aşaması neyi hedefliyor?
5-6 yaşın "zorunlu eğitim" kapsamına alınması için yasal değişikliğin yapılması.
Kaliteli eğitim için bütçeden kaynak ayrılması.
Daha çok ihtiyacı olan kesime ulaşılması.
Burada bir parantez açıyorum.
HANGİ İLLERE ÖNCELİK
Milli Eğitim Bakanlığı, 2009-2010 yılı için 30 ilde 5-6 yaş grubu için "zorunlu eğitim" diye pilot bir uygulama başlatma kararı almış.
Ama bu 30 ilden sadece 3 tanesi sosya-ekonomik olarak Türkiye ortalamasının altında.
Oysa geleceği yatırım diye baktığınızda "erken eğitim" en fazla yoksul iller için önemli.
AÇEV Başkanı Ayşen Özyeğin, geçenlerde Tatvan’a gitmiş.
Yoksulluk, eğitimsizlik öylesine fazla ki Özyeğin ilçenin çocuklarına "kayıp nesil" diye bakıyor.
"Türkiye’nin o bölgelerine uydudan eğitim veren televizyon kanalları hayal ediyorum" diyor.
Çocukların ilkokul öncesi yani 0 ile 6 yaş arasında eğitim almaları neleri değiştiriyor?
AÇEV’in yıllardan beri kamuoyuna duyurmaya çalıştığı noktalara tekrar değineceğim.
Öncelikle tüm eğitim yaşamını etkiliyor.
Kişisel başarısını, topluma ve ekonomiye katkısını da.
AÇEV’İN VERİLERİ ABD’DE
İşin güzel yanı AÇEV bunları bilimsel olarak ölçebiliyor.
Profesör Kağıtçıbaşı, AÇEV’e ilham kaynağı olan 1982 yılında başlattığı "Anne Çocuk Eğitim Programı"yla ilgili bilimsel çalışmalarında kazanımları ortaya koymuş.
Bu program çerçevesinde eğitim alan çocukları 22 yıl süreyle izlemiş.
Netice şu:
1 yıllık eğitim dahi çocukları ömür boyu etkiliyor. Daha iyi eğitim, daha prestijli iş bulma imkanı sağlıyor.
Başlıktaki Nobel Ekonomi ödüllü profesör James Heckman’a gelirsek.
2000 yılında ödülü Daniel McFadden ile paylaşan Heckman son yıllarda "erken çocukluk eğitiminin" ekonomiye katkısına odaklamış.
Bir konferansta Ayla Göksel’in sunumunu dinliyor. AÇEV’in verilerini rica ediyor.
Bir doktora öğrencisini Türkiye’ye gönderen profesör Heckman, veriler üzerinden "gelişmekte olan ülkelerde erken çocuk eğitimi politikalarının" ekonomik modelini çıkartacak.
Türkiye’nin iki sorunu: Kadın ve hoşgörüsüzlük
BAHÇEŞEHİR Üniversitesi öğretim görevlilerinden Profesör Dr. Yılmaz Esmer’in "Radikalizm ve Aşırıcılık" Araştırması’nın sonuçları birkaç gündür gazetelerde.
Profesör Esmer’in sunumunda dikkat çektiği birkaç noktaya değineceğim.
Esmer’e göre, 34 ilde gerçekleştirilmiş olan araştırma Türkiye’deki iki temel sorun olduğunu ortaya koyuyor:
Kadın ve hoşgörüsüzlük.
Araştırmanın kadınlarla ilgili ortaya çıkarttığı sonuçlar ürkütücü.
En fecisinden başlarsak, "Zina yapan evli bir kadının taşlanması doğrudur" diyenlerin oranı yüzde 22.
"Kadın bir yere gitmek için kocasından izin alması doğrudur" diyenlerin oranı yüzde 85.
İşsizlikte önce erkeklerin çalışması gerektiğinden tutun, mirasta alınacak paya kadar "kadının adı yok" neredeyse.
Hoşgörüsüzlük meselesine gelince ortada hepimizin düşünmesi gereken bir durum var.
En az toleranslı olanlar 15 ile 18 yaşları arasındaki gençler.
Ne yazık ki, kendinden farklı her şeye tahammülsüz bir nesil çıkmış ortaya.
Bunun nedenleri üzerinde hepimizin oturup düşünmesi gerek.
Cem Boyner kadınlara güveniyor
GEÇENLERDE Ümit ve Cem Boyner ile İstinye Park’ta biraraya geldik.
Buluşmanın amacı hem Beymen’in yeni Genel Müdürü Elif Çapçı ile tanışmak, hem kriz etkisindeki ekonomiyi konuşmak.
Elif Çapçı finans kökenli. Boyner Grubu’yla ilk "Advantage Card" döneminde çalışmış.
Daha sonra Citibank’ın yurtdışı çeşitli ofislerinde çalışan Çapçı "Fish Card" projesiyle tekrar gruba dönmüş.
Elif Çapçı, Beymen’in üçüncü kadın genel müdürü.
Perakende işini "bilimle sanat arası bir şey" diye tanımlayan Cem Boyner, "Duyarlılık, detaylar çok önemli. Bu işi en iyi kadınların yapacağını düşünüyorum" diyor.
Genel Müdür’ün hem kadın, hem finans kökenli olması kuşkusuz Beymen’in krizde işine yaramış.
Kriz tedbiri olarak satın alınan ürünler yüzde 30 azaltılırken, stoklar düşürülmüş.
Bazı mağazalar kapatılmış, bazı markalara da veda edilmiş.
Buna karşılık üst gelir grubunun rağbet ettiği Dior, Gucci gibi markalarda yüzde 10’luk bir büyüme sağlanmış.
Peki önümüzdeki döneme ait beklentiler ne?
Hem Ümit, hem Cem Boyner’e göre, ilkbahar ile birlikte perakende sektöründe "kıpırtılar" başlamış.
"Gözle görünür iyileşme var" diyorlar.
Ancak önemli olan bunun sürmesi.
Yazının Devamını Oku 
31 Mayıs 2009
İŞADAMI Alphan Manas, OGS, İDDAA ve Deniz Taksi gibi oluşumların fikir babası ve bunları hayata geçiren kişi. Brightwell Holding Yönetim Kurulu Başkanı Manas, aynı zamanda Türk Fütüristler Derneği’nin kurucusu ve ilk başkanı.
Görevi bir süre önce Ufuk Tarhan’a devreden Manas şimdi derneğin onursal başkanı.
Bilgi ve teknolojinin yardımıyla "geleceği şekillendirmeye" yönelik çalışmalarına devam ediyor.
Senaryolar üretmeye de.
Geçenlerde benim de izlediğim "Fütürist Sohbetler" toplantısında Manas, Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğrencilere geleceğin mesleklerini anlattı. Ancak öğrencilere meslekleri anlatmadan önce önemli bir mesaj veriyor.
"Meslek seçiminden önce kendinizi tanıyın" diyor.
Kendisinden örnek veriyor.
Manas, "dikkat eksikliği" ve "hiperaktivite"si olduğunu ancak 35 yaşında öğrenmiş.
"Benim durumumdaki insanların, iyi yöneticilik özelliğinden ziyade bir işi başlatma özelliği var. Türkiye’yi birçok ’ilk’ ile tanıştırmamın arkasında belki bu var" diyor.
GİRİŞİMCİLİK GENİ
Ayrıca ünlü İngiliz işadamı Richard Branson’un da mustarip olduğu "disleksi", yani öğrenme bozukluğu da var Alphan Manas’ta.
Bir de "Dopamin D4 Reseptör" geninin kendisinde güçlü olduğunu keşfetmiş. Bu, "yenilik arama" isteğini çok güçlü kılan bir gen.
Dediğine göre, bu gen girişimciliğin olmazsa olmaz koşulu. Meslek seçiminin ipuçlarını kişisel özelliklerin önemine değinerek veren Manas’ın bu söylediklerini ben çok ilginç buldum.
Ayrıca neden asla girişimci olamayacağımın da cevabını buldum. Meğer "Dopamin D4 Reseptör" diye bilinen gen bende var ile yok arası.
Her neyse, Manas neden komplo teorilerine o kadar düşkün olduğumuzla ilgili de ilginç yorumlar getiriyor ama onları geçeceğim.
Geleceğin mesleklerine gelelim.
Birinci sırada tam da bugünlerde mayınlı arazilerle bağlantılı olarak çok tartıştığımız "organik tarım" ve bununla ilintili olarak "gıda mühendisliği" var. Manas’a göre, 2015 yılına gelmeden dünya gıda üretiminin yüzde 10’unu organik gıdalar teşkil edecek. Organik tarlaları yönetenler, bu ürünleri pazarlayanlar da ön plana çıkacak.
Mayınlı arazilerin organik tarlalara dönüşmeleri şimdi daha çok anlam kazanıyor değil mi?
Daha sonra sırasıyla ve biyoteknoloji ve "genetik mühendisliği" ile "genetik danışmanlığı" geliyor. "Genetik Danışmanlığı" kişilerin genetik yapılarını takip eden, genlere bağlı hastalıkları önceden tahmin edebilen bir nevi "aile hekimliği" gibi bir şey olacak. "Estetik Cerrahi" yine giderek parlayan bir meslek olacak. Dünyada yaşlı nüfusun giderek artmasını göz önüne alarak yaşlılara yönelik sağlık, bakım hizmeti sunanlara talep artacak.
İZMİR BELEDİYESİNE BRAVO
"Robot Programcılığı" yine Manas’a göre, gelecekte popüler bir meslek olacak.
"Robot teknolojisi gelişecek ise Türkiye bu konuda şanslı. Zira IQ’su yüksek gençlerimizin bilgisayar ve elektronik mühendisliğine yönelmeleri nedeniyle yazılımda iyi bir yerdeyiz" diyor.
Manas’ın saydığı geleceğin meslekleri arasında "bilgi güvenliği mühendisliği", "kişisel koçluk", "uluslararası hukuk", "psikoloji" var.
Bu arada Türkiye’yi "fütürizm" ile tanıştıran Alphan Manas’a Ankara’daki yöneticilerimizin kendisine danışıp danışmadıklarını sordum.
Bildiğiniz gibi, Batı’da yöneticiler "fütüristlerle" sıkı işbirliği yaparlar.
Fransız fütürist ekonomist-düşünür Jacques Attali örneğin, Mitterrand’a danışmanlık yaptığı gibi Sarkozy ile de görüş alışverişi yapar, projeler sunar. Amerikalı fütürist Francis Fukuyama ise Beyaz Saray’ın kulak verdikleri arasındadır.
Manas’a Ankara’dan, bakanlıklardan filan bir talep gelmediğini ancak İzmir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’dan bir davet aldığını söylüyor.
İşsizliğin artması, yatırımların azalması üzerine İzmir Belediyesi önümüzdeki günlerde "İzmir Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu" diye yeni bir oluşum hazırlığında. Azizoğlu, kurulun ilk toplantısına Alphan Manas’ı davet etmiş.
Bravo İzmir’e.
Yazının Devamını Oku 